27 Mayıs 2013 Pazartesi

Düzenle KADININ BOŞANMASI


Müslümanlarboşanma konusunda hukuk dışında kalmayı, İslâm'ın erkeklereverdiği bir hak olarak görüyorlar. "Üçten dokuza şart olsunseni başadım, boşol, boşol, boşol !"
Bukomutu erkek verir, kadın verirse geçersizdir. Uygulama böyledir. Mahkeme huzurunda söylenme şartı olmadığı için de kadın hemenboşanmış olur. Neden ve niçin soruları sorulmaz bile. Mirastaksimi de ikiye bir anlayışı ile yapılır. İslâm'ın diğerbuyrukları konusunda duyarsız olan müslümanlar boşanma ve mirastaksimi konusunda oldukça duyarlı (!) hale geliverirler birden,"Allah böyle emretmiştir, bizlere bu emri uygulamak düşer..."derler.

Böylebir anlayış Kur'an'ın müslümanlara tavsiye ettiği veyaemrettiği bir anlayış değildir. Bu anlayışın oluşmasındagelenek belirleyici olmuştur. Allah'ın "en son ve en mükemmel"dediği bir dinin boşanma ile ilgili hukuku erkeğin iki dudağıarasından çıkacak "Seni boşadım'' sözünden ibaretolamaz. Bu şekilde yapılan boşanmalar Kur'an'a uygunboşanmalar değildir. Allah erkeğe böyle bir yetki deverme-miştir. Evlenirken aranan şahit şartının, boşanırkenaranmıyor olması manidardır.

Ayrıca,Müslümanlar arasında, dini nikah adı altında bir de nikahkıyılır. Bu nikah da uydurmadır. Uydurma bir nikahla yapılanevliliğin, uydurma bir boşanmayla sonlandırılması gerekir. Böylede olur. Başka türlüsü mümkün olamaz. "Üçten dokuza şartolsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !" komutu erkeğinimdadına ulaşıverir. Erkeği kayıran bir evlilik, erkeğikollayan bir boşanma ve erkeği zenginleştirmeye yönelik bir mirastaksimi...

İslâmsosuyla servis yapılan bu uygulamalar nice genç kızların ciğerinidağlıyor. Erkeğe birşey olmu-yor, olan kıza oluyor. İmamnikahıyla yapılan bazı evlilikler uzun soluklu olmayabiliyor,boşanmanın da tabiatıyla erkek tarafından yapılması gerekiyor,"Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol!".
Bazenboşama yetkisi elinde olan erkek bu komutu vermiyor. Dolayısıylakadın bir başkasıyla evlenemiyor, ancak erkek evlenebiliyor.Kalıyor ortada. Bazen de sözden veya nişandan sonras hemen dininikah yapılıyor, erkekle kız rahatça konuşsun günaha (!)girmesinler diye yapılıyor bu. Teklifi de kızın babası yapıyor.Nişanlılık sürecinde evli olduklarına inanan gençlerbirbirlerine yaklaşabiliyorlar, kızdan alacağını alan erkek birsüre sonra kızdan ayrılıyor, bu durumda kıza yazık oluyor.Bütün bunlar din emrettiği için yapılıyor.

Buşekildeki evlilikler de boşanmalar da din dışı evlilikler veboşanmalardır. İmam nıkahıyla evli olanlar zina yaptıklarınıbilmelidirler. Yetkili bir resmi kurum tarafından tescil edilmeyenevlilikler İslâm dışıdır.

Kur'an'agöre boşanmaya şu şartlarla gidilir:

Kur'an'daboşanmanın yegâne şartı şiddetli geçimsizliktir. Ancakgeçimsizliğin birçok sebebi olabilir. Sebebi ne olursa olsungeçimsizliği tespit edecek ve kayda geçirecek bir otoriteyeihtiyaç vardır. Ta-raflar boşanma isteklerini mahkemeyebildirecekler, birer de şahit getirecekler, hakim tarafları veşahitleri dnleyecek, delillere bakacak ve kararını verecektir.

1-Her iki taraftan, karı koca razı olacakları birer hakem tayinederler. Bu hakemler uyuşmazlığı gidermeye çalışırlar, (1)ortaya çıkan geçimsizlik böylece çözülür.
2-Eğer geçimsizlik giderilmezse, durum hakime intikal eder. Ve ikişahidin huzurunda boşanma/boşanmama kararı verilir (2) Kur'an‘ıngetirdiği boşanma sebebi ve yöntemi bu kadar açık ve seçiktir. Bu sıralamaya ters düşen bütün fıkıh hükümleri geçersizsayılır.
3-Kur'an-ı Kerim'de karı-kocaya, iki defa boşanıp üç defaevlenme hakkı tanınmıştır. Üçüncü boşanmadan sonra karıkocanın tekrar evlenmesi şarta bağlanmıştır. Bu üç defaboşanma ise geçimsizlikten kaynaklanacak ve ayrı ayrı zamanlardavuku bulacaktır.
-Birinci nikah ilk olandır.
kinci nikah kadının yanındaiki şahit huzurunda birinci boşanmadan sonra olandır.
-Üçüncü nikah ise aynı şekilde ikinci boşanmadan sonradır.
-Üçüncüboşanmadan sonra tekrar evlenme artık şarta bağlanmıştır. Buşart hiçbir
önşart ve art niyet olmadan kadının başka biriyle evlenmesidir.Temelli olarak evlenmesidir.
Kadınınbu yeni kocası ölür veya geçinemezler de boşanırlarsa, eskikocasıyla isterlerse tekrar evlenebilirler. Böylece„hülle'' denilen ahlaksızlıkta/sahtekarlık da ortadankalkmış olmaktadır.

4-Bir sözle, üçten dokuza „seniboşadım, boşol! boşol! boşol!'' gibiardarda tekrarlanarak yapılan boşamalar Kur'an'ın boşanmaiçin koyduğu şarta uygun olmadığı için geçersizdir. (3)

Miraskonusu

Miraskonusunda kadın her durumda erkeğin aldığının yarısını alırdiye genel bir kural koymak yanlıştır. Bazı durumlarda erkeğinaldığının yarısını alırken kadın, bazı durumlarda eşitolarak almakta, bazı durumlarda ise 1/8 olarak almaktadır. Mesela:
1-Kız çocuğu erkek kardeşleriyle birlikte anne babasına mirasçıolursa, kadın erkeğin aldığının yarısını alır.
2-Ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları ikiden fazla iseo zaman mirasın 2/3'ü onların olur.
3-Ölenin mirasçısı tek bir kız çocuğu ise, o taktirde mirasınyarısını alır.
4-Anne babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, öleninçocukları da varsa, o zaman anne babanın herbirine 1/6 verilir.Ölenin çocuğu yok ise, anne mirasın 1/3'ünü alır.
5-Ölenkimse bir erkek evlat bırakmış ise, zevcesi mirasın 1/8'inialır.

Görüldüğügibi kadın herhalde erkeğin aldığının yarısını alır diyebir genelleme yoktur. Bu tamamen yanlıştır. Miras konusu, kamuotoritesine tavsiyedir. Bu tavsiye adaleti sağlamak içindir. Kadınile erkeğin eşit olarak paylaşacakları miras kadını güçlükılmaya yönelik bir mirastır. Böyle bir hukuk sistemi varsa veuygulanıyorsa burada Kur'an susmayı tercih eder.

Öteyandan kadın için sahip olduğu malından ev ekonomisine katkıdabulunmalıdır diye bir hüküm de yoktur. Bu durumda eşitsizliktensöz açmak bir yana, erkeğe fazlaca yüklenilmiş olunmaktadır.İşin hamallığı erkeğin, zevkü sefası kadınındır. Buradaana olmanın bir avantajı olarak meseleye bakmak, her iki tarafı darahatlatacaktır. (4)
  
Rüştü Kam


(1)Nisa /35
(2)Talak /2
(3)Bakara: 227-228-229-230-231-232/ Talak 2 / Nisa 35
(4)Nisa 7/11/13/176

KADINA CENNET VİZESİ KOCADAN



Kadınlarıaşağılamak ve İslâm'ı kadın düşmanı bir din olaraktanıtmak için hadis uyduranlarlarınve uydurulan bu hadisleri kitaplarına alarak servis yapanların iyiniyetlerinden söz etmek mümkün olmuyor.
Kur'anher türlü detayı verirken, Kur'an'da olmayan zorlukları dinesokarak ilaveler yapanlar kadının namaz kılmasını, oruçtutmasını, Kur'an okumasını aybaşı durumunda engelleyerek,kadın erkek ayrımı yapılmadan farz kılınan Cuma namazınagitmelerini engelleyerek, eksiltmeler yapmışlardır. Oysa Kur'an'ındininde ilave gibi eksiltme de hoş karşılanmaz:"Eğero (Muhammed), Bize karşı, o Kıtab'a bazı sözler katmışolsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar, şah damarından keser yereçalardık." (Hakka 44-46)
Kadınbu kadar kötülendikten sonra hiçbir fikrine değer verilmeyen birvarlığa çevrilmiş ve "Kadınlara itaat eden helak olur"şeklinde Kur'an'danonay alamayacak uydurma hadisler, Kur'an'ın ahlakıylaahlaklanmış olan Peygamberimiz'e fatura edilmiştir.
Okuyalım:

"Birkadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse ancak Cennetegirer.''(1)
"Kadınlarınhayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına, kötü huylarınasabredendir, bu sabır onların cennete girmesine sebeptir.''(2)
Buhadisler gibi kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu iddia edenhadislerin yanında, kadının cennetegidişi için kocasının kendisinden memnuniyeti şart olarakgösterilir.
Müslimde, Buhari de, Tirmizide, Muvatta da, Şii kaynaklar da, Emevi ve Abbasi dönemindeuydurulmuş, bazı kişilerin kadına kendi bakış açılarınıdinselleştirmeye çalışmalarının ürünü olan, bu tipuydurmalarla doludurlar. Oysa Kur'an'ın hiçbir yerinde birazönce örneklediğimiz tipteki hadisler gibi kadınların çoğununkötü, cehennemlik, dinen eksik olduğu geçmez. Kur'an, üstünlüğüerkek veya kadın olmaya değil, Allah'a yakın olmaya, Allah'ındininde titizliğe bağlar.
"Eyinsanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizletanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. ŞüphesizAllah katında en üstün olanınız takvaca en ilerideolanınızdır.''(3)
"Namazıbozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır.''(4)
"Uğursuzluküç şeyde vardır: Kadında, evde ve atta.''(5)
"İçinizdenbiri yaşı ileri, ağzındaki dişleri dökülmüş, görünüşitibariyle de çok çirkin olabileceği gibi aksine karısı da gençve güzel olabilir. Bu genç ve güzel kadın çarşıya çıktıktanveya davet edildiği düğün ve ziyafetten evine döndükten sonradışarıda gördüğü yakışıklı erkeklerle yaşlı, dişleridökülmüş kocasını kıyas ederek kocasının yüzüne dahibakmak istemez. Belki kocasının kendisini öpmesini ve cinselilişkide bulunmasını dahi istemez. İşte genç kadınınerkeklerin çokça bulunduğu çarşı, pazar, şenlik ve toplantıgibi yerlere gitmesinin kadın üzerinde yapacağı etki en azındanbudur.''(6)
"Dövmeyapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik içindişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin.''(7)
"Takmasaç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren,dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.''(8)
"Eğerbir kadın peruk takarsa, eğer kol ve yüzüne dövme ya da benyaparsa, yüzünden ve kaşlarından cımbızla kıl aldırırsa,yüzüne güzellik vermek için şekil değiştirirselanetlenmiştir.''(9)
"Birhadise göre Ashabı Kiram karılarının pencere ve kapıaralıklarından dışarıyı seyretmelerini ve erkek görmeleriniönlemek üzere evlerinin pencerelerini sıkı sıkıya kapatırlar,dışarıya bakanlara dayak atarlardı. ''(10)
"Kadınlarızarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar dakıyafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelcegiyinirlerse onlar için dışarı çıkıp gezmekten daha sevimlibir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak kalırlarsaonlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur.''(11)
"Kadınlarınızaevlerinin kapısında oturmamaları için yeni elbise yaptırmayın,çünkü elbiseleri güzel ve yeni olursa kalplerine dışarı çıkmakarzusu gelir.''(12)

Kadınıuğursuzsaymak

Dışarıçıkması gereken kadın kocasından izin aldıktan sonra dışarıçıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:
1-Sıkısıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,
2-Hiççıkmamış gibi davrana,
3-Başınıöne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,
4-Kalabalığakarışmaya,
5-Erkeklerinbulunduğu yerlere yanaşmaya,
6-Herkesindolaştığı sokaklardan uzak dura,
7-İşinibir an önce bitirip evine döne, (13)
Buuydurma izahlarla; kendigörüşünü, kadınlara olan aşırı kıskançlıklarını dînibir buyruğa çevirip, topluma dini bu şekilde sunanlar, dinsizlerindinimize saldırısı için ortam hazırlamışlar ve birçokkimsenin dinimize olan inancının sarsılmasına sebep olmuşlardır.
Kadınınen makbulü koyun cinsidir
"Kadınsekiz sıfatlıdır:
1-Giyimkuşam hevesinden dolayı maymun.
2-Fakirdüşmeye razı olmadığından köpek.
3-Kocasınave diğer insanlara kibrinden yılan.
4-Gecegündüz koğuculuk yaptığından akrep.
5-Evdeneşya sattığından fare.
6-Erkeklerehile kurduğundan tilki.
7-Kocasınaitaat ettiğinden dolayı koyundur.''(14)
Buizahlardan sonra en makbul kadının koyun cinsi olduğu açıklanır.Her türlü özgürlüğü elinden alınan kadının, Allah'ınfarz kıldığı hacca bile tek başına gitme özgürlüğü yoktur.Kadının 90 km'den uzağa yanında bir yakını olmadan (baba,amca, dayı, kardeş, koca gibi) gitmesi haram ilan edilir. Bu yüzdenkadınlar yanlarında bir yakını olmadan Hacca bile gidemezler.Oysa Allah haccı erkek, kadın ayrımı yapmadan ve böyle bir şartbelirtmeden müslümanlara farz kılmıştır.
Kadınıncamiye gidip namaz kılması da, camiye gitmek için kadınlarınevden çıkması gerektiği için engellenmeyeçalışılmış ve bununla ilgili de hadisler uydurulmuştur. Buhadislere göre kadının evde namaz kılması, camide kılmasındandaha sevaptır, hatta evde bile yatak odasında kılması, oturmaodasında kılmasından daha sevaptır.
OysaAllah şöyle buyurur: "Mümin erkeklerle mümin kadınlarbirbirlerinin dostlarıdır.''(15)
Ayettende anlayacağımız gibi Allah iman eden erkek ve kadınların, cins,mahrem, namahrem ayrımı yapmadan dost olmalarını istiyor. Pekicamiye gitmek için bile evden çıkması, erkeklerle konuşmasıbile engellenen kadın bu dostluğu ne zaman ve nasıl kuracaktır?Hayat sahnesinde yanyana faaliyetin, yardımlaşmanın, beraberhizmetin insan neslinin yarısı olan kadının dışlanması vediğer yarısı olan erkeklerle irtibat ve dayanışmasınınkesilmesiyle sağlanması mümkün müdür? Aynı ayetin devamındabu dostluğu sağlayanların Allah'ın rahmetini kazanacağısöylenir.
Hanefilerdenbazıları kadının sesinin de avret olduğu görüşündedirler.(16)
Birhadis şöyledir: „Ancak ve ancak mahremleriniz olan erkeklerlekonuşacaksınız.'' (17)
Bırakınkadın erkek Müslümanlar'ın arkadaşlık etmesini; haremlikselamlıkla, kadınlar erkeklerden tamamen soyutlanmış ve kendiaralarında konuşan kadınların sesinin bile erkekler tarafındanduyulmaması gerektiği söylenmiştir. Ancak çok zaruret olursakadın ağzına çakıl taşı alarak erkeklerle konuşebilir.
Camiyegitmesi, tek başına hacca gitmesi, erkeklerle konuşmasıengellenen kadının, aybaşı olduğu zamanlarda namaz kılamayacağı,Kur'an okuyamayacağı, oruç tutamayacağı izahlarıyla da buibadetleri engellenir. Oysa Allah Kur'an'da aybaşı olan kadınlasadece cinsel ilişkiye girilmemesini ister. Eğer Allah aybaşılıkadının namaz kılmasını, Kur'an okuyup, oruç tutmasınıistemeseydi hiç şüphesiz bunları da bildirirdi. Fakat aybaşılıkadını pis gören mantık, -İsrailiyat kökenli uydurmalararacılığıyla- Kur'an'a aykırı bu uygulamayı da dinimizesokmuştur.
"Sanakadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O bir ezadır. Aybaşıhalinde kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadarkendilerine yaklaşmayın.'' (18)
"Kadınlaradanışmayın, onlara muhalefet edin. Kadınlara muhalefet edin, zirakadınlara muhalefet berekettir.'' (19)
"Kimki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü Cehennemeatar.'' (20)
  
Rüştü Kam
------------------------------------------- (1)Riyazus Salihin
(2)Kadınlara Dini Bilgiler sayfa:88
(3)49Hucurat Suresi 13
(4)Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat,110/720
(5)Ebu Davud, Tıb, 24/3922; Müslim, Selam, 34/115 Buhari, Nikah,17/4805
(6)İmam ŞaraniUhudül Kübra sayfa:773
(7)Sahihi Buhari
(8)Ebu Davud, Tereccul, 5
(9)İmamŞarani - Uhudul Kubra - Sayfa 313, 867, 889
(10)İmamıGazaliİhyayı Ulumuddin 2/122
(11)İbnülCevzi, Mevzuat, II/282283; Suyuti, Leali, II/154 İbn Arrak,Tenzihü'şŞeria, II/212213
(12)İmamıGazaliKimyayı Saadet sayfa:178 İbn Ebi Şeybe, Musannaf, IV/II, 420
(13)İmamıGazali - İhyayı Ulumuddin - 2/290
(14)İmamıGazali İhyayı Ulumuddin
(15)9TevbeSuresi 71
(16)FıkhusSiyre sayfa:400
(17)İbniKesir 4/355
(18)2BakaraSuresi222
(19)KadınlaraDîni Bilgiler 44,45 Suyuti, Leali II, 147; İbn Arrak, Tenzihü'şŞeria II, 210
(20)İbnArrak II, 215


Beğen · · · Tanıtımını Yap ·

TÜRKÇE EĞİTİMİ ÖNEMLİDİR, ÖNCE AİLELER İKNA EDİLMELİDİR 2013


-Lafla peynir gemisi yüzdürülmüyor-

Öğretmenler, birebir öğrencilerle muhatap olan eğitim emekçileri, ben onları anlıyorum, çektikleri sıkıntıları hissediyorum, çocuk eğitmek kolay değil. Ailelerin önem vermediği bir konuda çocuk eğitecekseniz işiniz zor. Bu zor işi bir de yabancı ülkede yapıyorsanız işin daha da zor. Eğitilecek çocuğu öğretmen bulacaksa, eğitimi vereceğiniz fizik mekân da kendinizi diken üstünde hissediyorsanız, önüne Türkçe öğrenmek için gelen öğrencilerin devamlılığını sağlamak da öğretmene düşüyorsa, normal ders saatlerinin dışında çocuk eğitecekseniz işiniz iki kat daha zor.
 Eğitim emekçilerinin bir gayret içinde olmaları beni sevindirdi. Her bir öğretmen çocuklara bir şeyler öğretmenin gayreti içinde belli ki. Teklifler sunuyorlar, problemleri sıralıyorlar ve çözüm için öneriler getiriyorlar, bu önerileri laf olsun diye getirmedikleri her hallerinden belli. Mutluluk verici bir tablo.

Türk Evi'nde yapılan toplantıdan bahsediyorum. Yılmaz Bulut düzenlemiş bu toplantıyı. Yılmaz Bulut Almanya'da Türkçe'nin yaygınlaştırılması ve Türk kültürünün tanıtılmasını hedefleyen Yunus Emre Kültür Merkezleri Başkanı. Sahip çıkılması gereken samimi bir şahsiyet. Samimiyeti yüzüne yansıyor. Bir şeyler yapabilmenin gayreti içinde. Zor bir yolda ilerlemeyi tercih etmiş ama, ben bu zor yolları başarı ile geçeceğine inanıyorum.

Bulut, Türkçe ve Türk kültür dersleri veren öğretmenlerle birlikte sivil toplum örgütlerini de çağırmış bu toplantıya. Türkçe öğretmenleri neredeyse tam kadro oradaydı. Sivil toplum örgütlerinden katılanların sayısı her önemli konuda olduğu gibi yine oldukça azdı. Bulut, sivil toplum örgütlerinin bu toplantıdan haberdar olduğunu söyledi.

Ben ise bazı sivil toplum temsilcileriyle resmi zevat arasında güven sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan Türkçe eğitimini halka indirmenin ilk adımının devlet millet kaynaşmasından geçtiğine inanıyorum. Amaç birliğinin tam olarak oluşmadığı bir ortamda, güven sorununun olması doğaldır.

Taraflardan birisi başını ağrıtmadan görevini tamamlayıp siciline yeni başarıların eklenmesi için çalışıyorsa, öbürü de resmi zevatla yan yana gelerek fotoğraf çekilme sevdalısı ise, gerçek hizmet sevdalıları bu karede yer almak istemiyor, istemeyecekler de...

Konsoloslar tarafından sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etmek çok mu zordur? Haftanın bir günü sivil toplum kuruluşlarını ziyarete ayrılsa ve onlar mekânlarında ziyaret edilse, onlarla kucaklaşılsa dertleri dinlenilse, çayları kahveleri içilse bu çok zor bir şey midir?

Elinizde malzeme varsa onu işleyebilir, ona şekil verebilirsiniz. Biraz da idealistseniz standardın üzerine çıkmak için değişik arayışların içine girersiniz. Sonunda o malzemeden ortaya bir eser çıkar. Ancak elinizde malzeme yoksa, en üst seviyede ustalar da getirseniz, uzmanlar da getirseniz, ortaya bir eser koymanız mümkün olmaz.

Berlin'de hizmet veren sivil toplum örgütlerinin katılıma ilgisizliğinin sebepleri mutlaka vardır. Ancak unutmamak gerekir ki; malzeme bu örgütlerin elindedir. Verilecek eğitimin kaliteli olması, nasıl verileceği, nerede verileceği, uygulanacak metotlar, müfredatların hazırlanması v.b. şeyler elbette Türkçe eğitimi için alınacak önemli tedbirlerdir. Ancak bunlardan önce gerekli olan şey, malzemenin tedarikidir. İstediğiniz kadar müfredat hazırlayın, metot geliştirin uygulama imkânınız yoksa ne işe yarayacak bu tedbirler...

Sivil toplum örgütleri gerçekten Türkçe öğrenmenin ve öğretmenin önemine inanıyorlar mı? Önce buna bakmak lazım. Aileler Türkçe öğrenmenin önemine inanıyorlar mı buna bakmak lazım. Bu iki konu hakkında araştırma yapıldığında görülecektir ki, sivil toplum örgütlerinin ve ailelerin çoğu Türkçe dil eğitiminin gereksizliğine inanmaktadırlar: "Benim çocuğum Türkçe biliyor..." "Burada Türkçe 'ye gerek yok Almancası iyi olmalı..." Ailelerin ve sivil tolum örgütlerinin çoğu böyle düşünüyorlar.

Resmi toplantılarda, Türkçe eğitimi konusunda oldukça hararetli görünen insanımız ve onların temsilcilerinin görüşünün gerçekten öyle olmadıkları tespit edilecek ve o sivil toplum örgütlerinin çoğunun Türkçe ‘ye mesafeli durdukları böylece görülmüş olacaktır.

Bu durumda ikinci adım halkın ve onların temsilcilerinin bu konuda ikna edilmesi için atılmalıdır. Malzeme onların elindedir. Çalışmalar bu yönde yoğunlaştırılmalıdır. Öncelikle sivil toplum örgütlerinin malzeme tedarikinde hevesli olmaları gerekiyor. Bu konuda en büyük görev dini cemaatlere düşer. Bu cemaatlerin hocaları bir araya gelerek bir uzmanla birlikte Türkçe'nin önemine dair ortak hutbeler hazırlayıp ayda bir halkı aydınlatmalıdırlar, Türkçenin önemine aileleri inandırmalıdırlar. Camilerin ilan panolarına Türkçenin önemini vurgulayan ilanlar asılmalıdır.
En büyük dini cemaat DİTİB'tir. Üstelik bu kurum Din Ataşesi 'ne bağlı olarak çalışır. Çevrecilik konusunda DİTİB camilerde hutbe okutabiliyorsa, Türkçe eğitimi gibi çok daha önemli bir konuda en azından ayda bir hutbe okutmaması için bir neden olmamalıdır.

Üçüncü atılması gereken adım kaynak teminidir. Türkçe eğitimi için lazım olan araç ve gereçlerin temin edilmesi gerekir.

Türkçe öğretim ve eğitim amaçlı:

1- Dede Korkut Hikâyelerinden Nasrettin Hoca'ya kadar hikâye CD' leri hazırlanmalı,
2- Tiyatrolar sahneye konulmalı
3- Türkiye'ye geziler düzenlenmeli
4- Türkçe hikâye ve masal kitaplarından oluşan bir kütüphane kurulmalı
5- Bu konularda çalışacak yeterli donanıma sahip ihtiyaca cevap verecek sayıda personel istihdam edilmeli.
6- Vakıf kurulmalı. Bu vakıf Yunus Emre Enstitüsü ile koordineli bir şekilde çalışabilir. Kaynak olmayınca yapılan bütün çalışmalar güdük kalacaktır.

Kaynak temini için de iş adamları dernekleri ile birlikte çalışmak gerekir. Ancak böyle bir çalışma için onların da ikna edilmesi elzemdir.

Ancak resmi zevat camiden uzak durdukça, toplumdan uzak durdukça inanan ve inandığı gibi yaşamayı tercih eden mütedeyyin Müslümanlara tepeden baktığı sürece, bu kaynaşmayı başarmak zor olacak ve arzu edilen güven ortamı sağlanamayacaktır. Devlet ile halk el ele vermediği sürece de Türkçe konusunda istenilen netice elde edilemeyecektir.

Bu çalışmalara paralel olarak:

1- Resmi çalışmalar da yapılmalı ve Türkçe'nin okullarda yabancı dil olarak okutulabilmesinin yolları açılmaya çalışılmalıdır.

2-Sivil toplum kuruluşlarıyla ve özellikle dini cemaatlerle iş birliği yapılarak Kur'an öğrenimi için camiye gelen çocuklara Türkçe dersi vererek işe başlanmalıdır.

3-Çocuk yuvalarını da projenin içine almak mümkündür.

Yılmaz Bey'e başarılar diliyorum. Zor bir görev üstlenmiş, ancak ben onun bu dönemeçten savrulmadan döneceğine inanıyorum.

Rüştü Kam

İSLÂM KONFERANSI SONA MI ERDİ ? 2013 BERLİN


  


AlmanİslâmKonferansı'nın fikir babalarından Dr. Wolfgang Schäuble,"Hedefimiz ve amacımız geleceği beraberce biçimlendirmek"demişti 2006'da.

Schäubledevamla: "Koalisyon sözleşmesinde belirtildiği gibi biz uzunsüreli bir diyalog istiyoruz, çünkü Almanya'daki Müslümanlarartık bu ülkede yaşayan yabancılar olmaktan çıkmış vetoplumumuzun bir parçası haline gelmişlerdir." şeklindekonuşmuştu.

Aradan7 sene geçti ve bugün gelinen noktada, konferansınamacı olan diyalog çalışmalarına başlanamadı. Devletintelevizyon kanallarından Müslümanlarla yapılan diyalogçalışmalarının getirdiği veya getireceği faydalaranlatılamadı, gazeteler daha Müslümanları onore edecek olumlubir manşet bile atamadılar. Alman halkının korkularını,düşmanlıklarını azaltacak, bir paragraf haber bile yapamadılar.Bir Almanla bir Müslümanı gelecekte birlikte oluşturacaklarıAlmanya'nın mutluluk karelerinin içine yerleştiremediler...Müslümanlarla Almanlar televizyon dizilerinde birbirlerinemisafirliğe gidip gelmiyor hâlâ. Almanlarla Müslümanlar, kızalıp vermiyorlar birbirlerinden.

İslamKonferansı'nınasıl amacı, ülkedeki Müslümanlarla devlet arasındakiişbirliğini güçlendirmeyi hedefliyordu. Schäuble öyle demişti.Bu amaca ulaşabilmek için Müslüman dernekler, „Caminin,kiliseler gibi eşit muamele görmesi, Almanya'daki okullarınmüfredatına İslam din dersinin dahil edilmesi, cami ihtiyaçlarınınkarşılanması," gibi konuları daha ilk toplantıda teklif olaraksundular. Dönemin İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble de,„İslamcı gruplardan gelen tehlikeler"i gündeme eklemişti.

SevinçliydiMüslümanlar. Muhatap alınmışlardı, camiler fabrika katlarından,bodrumlardan çıkacak, minareler yükselecek ve ezanlarokunabilecekti. Okullarda İslâm din dersi verilebilecekti.

Schäuble'densonra göreve gelen Thomas de Maiziere ile Hans-Peter Friedrich,dernek temsilcilerinin teklifleri olan ilk üç konuyu konferansıngündeminden büyük ölçüde çıkararak sadece Schäuble'ningüvenlik endişesi taşıyan teklifi üzerinde yoğunlaştılar.Zaman zaman da sertleşerek konferansa katılan Müslümancemaatlerin temsilcilerine aba altından sopa göstermeyi de ihmaletmediler.
Tartışmalaralevlendi ve bundan iki yıl önce iki büyük Müslüman kuruluşkonferans dışında kaldı. Almanya Müslümanları Merkez Konseyi,Müslümanların dinî bir grup olarak tanınmadığı gerekçesiyleayrılma kararı aldı. İslam Konseyi de bünyesinde yer alan MilliGörüş hakkında güvenlik soruşturması yürütüldüğü içinkonferansa davet edilmemeye başlandı.

Buarada Almanya'daİslâm düşmanlığı korkusu sıklıkla gündeme getirilir oldu. Selefiler birden bire gündeme taşındı, çatışmalar medyayamalzeme oldu. Halk provoke edildi.

BertelsmannVakfı gibi bazı merkezlerin yaptığı araştırmalar ön planaçıkarıldı, "Almanya'nın batısındakilerin yüzde 51'i,doğudakilerin ise yüzde 57'si İslam'ı bir tehdit olarakalgılıyor." (29.04.2013) şeklindeki sonuçlar gazetelerderahatlıkla yer buldu.

Müslümanlarterörist olarak gösterildi ve manşetlere taşındı, "İslâmterörü" diye bir kavram icat edilerek, İslam düşmanlığıkörüklenmeye çalışıldı.

Bu7 senelik süreçte, yukarıda zikrettiğim temel çalışmalaryapılmadığı gibi, "İslâm Konferansları"
sanki,potansiyel suçluların temsilcilerinin hesaba çekildiği birplatform haline geldi. Yazık, hem de çok yazık. Almanya'ya hiçyakışmıyor bu tür uygulamalar.

Yapılanyanlışlıklarfark edildi edilmesine de çok geç kalındı. Müslümanlar İslâmKonferansı'nın oluşturduğu o olumlu havadan çoktanuzaklaşmışlardı. Hayal kırıklığına uğradılar, ümitleritükendi, 50 yıl sonra bir ümit yakalamışlardı, ama rüyalarıçok kısa sürdü. Ümitleri tekrar yeşertmek için, tribünlereoynanmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Christian Wulff „İslâmAlmanya'nın bir parçasıdır" diyerek havayı yumuşattı,arkasından Gauck, 'Müslümanlar Almanya'nın bir parçası'dırdedi ve devlette devamlılık esastır mesajını verdi.(08.03.2013)

Almanya'daİlahiyat fakülteleri açılmaya başlandı. Bu fakültelerdeyetiştirilen akademisyenler, okullarda din dersleri verecekler,camilerde din görevlisi olarak vazife yapacaklar. Almanya'dayaşayan 4 milyona yakın Müslümanın dini ihtiyacınıkarşılayacaklar.

İslâmKonferansı bitirildi mi?

Neyazık ki sona gelindi. KonferansSchäuble'nin dediği gibi uzun soluklu olmadı. Atılan bu olumluadımlar, yapılan hataların telafisine yetmedi ki, bugün Diyanetİşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Sekreter YardımcısıBekir Alboğa DW Türkçe Servisi'ne yaptığı açıklamada,İslam Konferansı'nın kendileri açısından da son toplantıolacağını vurguladı.

AlmanyaTürk Toplumu Başkanı Kenan Kolat da"Bu şekliyle konferansların bir anlamı kalmadığını"söyledi.

AşağıSaksonya  İçişleri Bakanı Boris Pistorius (SPD), Müslümanderneklerin eleştirilerine hak verdi. Konferansın  bu şekliyledevam edip etmeyeceğinin sorgulanmasını istedi. Güvenlik ve terörizmin ön plana çıkarıldığına işaret etti,duyarsız açıklamalardan dolayı geçmişte İslam düşmanlığınınarttığını belirtti. Sol Parti ve Yeşiller de, konferansın buhaliyle işlevini yitirdiğini öne sürdü.

BöyleceİslamKonferansı anlamını yitirmiş oldu. Müslümankuruluşlar, özellikle İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich'ingüvenlik konusunu öne çıkarmasını,İslâm Konferansı'nın güvenlik konferansına dönüştürülmeyeçalıştığını,bakanlığın gündemi önceden tek taraflı olarak belirlemesini,konferansa özellikle İslam karşıtı kişilerin davet edilmesini,konferansın anlamını yitirmesine neden olan sebepler arasındagösteriyorlar.

Velhasıl,İçişleri Bakanlarının, başörtülü bayanlarla tebessüm ederekfotoğraf çektirmeleri İslâm Konferansı'nın devam etmesineyetmedi.

Ben30.03.2011yılında ha-ber.com da "İslâmKonferansı'nın ardından"başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıyıiki bölümde yayımlamış ha-ber.com
Arzuedenler yazının tamamını ha-ber.com yazıarşivinde bulabilirler. O yazıdan kısa bir bölümünü alıntıyaparak değerlendirmelerinize sunuyorum:

YETKİLİMAKAMLAR TARAFSIZ OLMALI VE ALMANYA'DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎÖRGÜTLER DE YENİDEN YAPILANMALIDIR

"Birİslam Konferansı daha düzenlendi. İslâm Konferansları'nınİçişleri Bakanlarının başkanlığında toplanması butoplantılara gölge düşürüyor. İçişleri bakanlıklarıgüvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslam Konferansı'nıngüvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildekiorganizasyonlar uzlaşmacı değil, kavgacı bir ortamın oluşmasınavesile olabilir.
Müslümanlarındüşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi birizlenimin uyanması, Müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz.İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercinyoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığınınbaşkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısındandaha faydalı olacaktır.
Müslümanlarınkonumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından elealınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda Müslümanlarkendilerini potansiyel suçlu değil de, CumhurbaşkanımızWullf'un ve Berlin'e Hükümet Eden Belediye Başkanımız\BaşbakanımızWowereit'ın da dediği gibi Almanya'nın bir gerçeği olarakgörmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görevdüştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birerçözülecektir.

Samimiyetve güven esastır

Ayrıcatoplantıya çağrılanların da din ile dini cemaatlerle alakalıolmayışı İslâmîkuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıyadavet edilen bazı çatı kuruluşlarının üyeleri arasında bircami yoktur, din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslamdini ile fazla alâkası olmayan, Kur'an'ı istifade edilmesi gerekenbir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda tarafolarak bulunması aynı şekilde İslâmî hizmet veren kuruluşlarıyaralamaktadır.

Adınaİslâm Konferansıdenilen bu toplantılara İslâmî duyarlılığı fazla olmayaninsanları davet ederek, mütedeyyin Müslümanların yaşamlarınıdüzenleyici kararlar almak çözüme yönelik adımların atılmamasıanlamına gelmektedir.

İslambir dinin adıdır. Bu din vahye dayalı olan son dindir. Bundansonra peygamber de gelmeyecektir, din de. Müslümanlarıninandıkları Kitap'ta böyle yazar. Müslümanlar da böyle inanır.Sorun varsa eğer, bu sorun nerededir, dinde mi, O dininmensuplarında mı, yoksa sorun bu Kitap'ta mıdır?
İslâmîbilgisi ve duyarlılığı olmayan insanları İslâm dini konusundadanışman olarak İslâm Konferansı adı altında yapılantoplantılara davet etmek, mesleği kaportacılık olan insanlarıinşaat konusunda danışman olarak kabul etmeye benzer. Onlarınverdiği bilgilerle yapılan binalar yarın birer birer çökmeyebaşlarsa bu çöküşten herkes zarar görecektir.

Müslümanterör yapmaz

Müslümanlar50 yıldan beri Almanya'da yaşamaktadır. Almanya'nın en küçükyerleşim birimlerinden tutun da büyük şehirlerine varıncayakadar Müslümanlar Alman toplumuyla iç içe yaşamaktadır. Bu günekadar kaç tane Müslüman sadece inancından dolayı teröreyleminde bulunmuştur, kaç tane Müslüman kutsalı adına savaşçığırtkanlığıyapmıştır?
Kaçtane Müslüman Hristiyanları rencide edici, aşağılayıcıtavırlar içine girerek cephe oluşturmuştur?
Müslümanlarıeleştirirken birazinsaflı olmak lazım. Bazı fevri davranışları, gelenekle ilgili,örfle ilgili, töre ile ilgili bazı meseleleri bahane ederekMüslümanların potansiyel birer suçlu gibi topluma takdimedilmeleri doğru değildir, yanlıştır, yaralayıcıdır, rencideedicidir.

Müslümanlaragelince

Müslümanlarda elbettekendi davranışlarını gözden geçirmelidirler. Dinleriyle barışıkolmalıdırlar. Adlarının Müslüman adı olması, toplumdaMüslüman olarak bilinmeleri yetmiyor demek ki. "Ben deMüslümanım sen benim kalbime bak, benim dedem ve babam daMüslüman, hacı "v.s gibi kelimelerin arkasına sığınarakgerçek Müslüman olunmuyormuş demek ki. Müslümanlığı yaşamakgerekiyormuş demek ki... Kur'an'ın sesine kulak vermek gerekiyormuşdemek ki...
İslâm,Kur'an çerçevesinin dışına çıkılarak yaşanmıyor demek ki...İslâm sosuyla hazırlanan mönülerden gerçek İslâm'ın tadıalınmıyor demek ki...

İslâmKonseyi

Dahadikkatli davranmak gereklidir. Değişik isimler altında oluşturulankurumlar, güven ortamının oluşması açısından AlmanDevleti'nin ilgili kurumlarını rahatsız ediyor olabilir. Budurumda Almanya'da "İslamKonseyi"adıyla bir kurul oluşturmak gerekir. Adı ne olursa olsun, hangimeşrebe dâhil olursa olsun ‘Ben Müslümanım.' diyen herkeskonsey şemsiyesi altında toplanmalıdır. Resmi makamlar da böylecemuhatap olarak bu konseyi tanıyacak onlarla meselelerinikonuşacaktır. Müslümanların birlikte hareket etmeleri güvenortamının oluşması açısından faydalı olacaktır. Bu konseysorunların çözümünde devletin ilgili kurumlarına yardımcıolunması açısından önemli bir yapılanma olacaktır."
  
Rüştü Kam

İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİ- I - BERLİN


İslâm Düşünce Tarihi

26-04-2013
Rüştü Kam


Hafta sonunda Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl 4.sünü düzenlediği eğitimkampında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’le beraberdik.  İslâm’ın Mekke döneminden Medine dönemine,oradan Şam’a, Anadolu'ya, Endülüs’e, Asya’ya oradan da günümüze kadar olan serüveninde insanlığınkazanımlarını dinledik üçgün süresince Düzgün'den.  Haramlar,helaller, ibadetler, ölüm, kabir, cennet ve cehennem de anlatılan konulararasındaydı. Neler söyledi Şaban Ali Düzgün özet olarak okuyalım:
„İslâm’ı doğru yaşamak için doğruanlamak lazımdır. Kur’an elimizdedir. İlim sahipleri doğru çevirilerleKur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. Ben Türkiye'de bu kadar fazla Kur’ançevirisinin olmaması gerektiğini savunuyorum. Eline kalemi alan Kur’an mealiyazıyor. Bazı kavramlar yanlış anlamlandırılıyor. Neredeyse her cemaat için birmeal yazılıyor. Bazı uydurma hadislerle de yanlış anlamlandırılan Kur’anayetleri desteklenebiliyor. Bu durumda anlaşılması zor bir din ortaya çıkıyor.

Allah kimin için hayır dilerse onudinde fakih kılar. “Böyle bir hadis vardır. Fakih hukuk adamı demektir. Sizçalışmanızla değil de Allah’ın dilemesiyle fakih olacaksınız, bu durumdaverdiğiniz kararlar da tabiatıyla Allah’ın istediği uygun gördüğü (!) kararlarolacaktır. Yani sistemin uygun gördüğü dokunulmazlığı olan kararlar. Böyle birhadis uydurma bir hadistir.

Allah’ın övdüğü insanlar ilimadamlarıdır, Kur’an onlara Râsihûn der: İlimde derinleşenler, büyük ve özlü birkavrayış yeteneğine sahip olanlar, ince sezi ve derinlik sahibi yüksek düzeydebilginler, derin anlayış sahipleri demektir.

Ağaç herkes için aynıdeğildir; kimisi ağacı gölge yapan birnesne olarak görür, kimisi ağaçtan nasıl bir kereste olacağını düşünür, kimisiiçin ağaç şöminede yakılacak bir odundur, kimisi de onun oksiyen kaynağıolduğunu düşünür...  Ayetleri yorumlamakda aynen böyledir.  Ağacın oksijenkaynağı olduğunu, ekolojik  dengeninsağlanmasındaki rolünü düşünmek derinlik isteyen bir anlayışı gerektirir. Buanlayışın sahipleridir Allah tarafından övülenler(Rasihûn).

Mele’ve Seyyit
Mele kavramını molla, ilim tahsileden kişi, talebe olarak da kullanılır. Kur’an Mele’ kavramını  toplumu sülükgibi emen, obur, ihtikârı seven tipler olarak takdim eder. Bu açıdanbakarsak,  Güneydoğu’daki mele’lerİslâm’ın mele’leri değildir. Namus cinayetlerine bile mani olmuyorlar.Seyyitler günah işlemez anlayışı var onlarda. Allah’tan mı daha çok korkarsın,seyitten mi? dediğinizde düşünmeye başlarlar. Cevabı zor olan bir sorudur buonlar için.
Hz. Nuh’un oğlu Nuh’un akrabasıdeğildir. Akrabalık sadece sıhri bağ değildir. Akraba insanın kendine yakınhissettiğidir. Gönül birlikteliğidir. “Kurb” o demektir. Bu yakınlığı bilenkişi Seyyit falan takmaz. O ona yakın değildir.
 
Mesela İshak Paşa sarayı vardır:
Muazzam bir yapıdır. Şaheserdir.Musluğunun birinden su öbüründen süt akarmış. Haramla cebi şişmişolanlar/Mele’ler yaptırmış bu sarayı. Sülüklerdir onlar…
Bire aldığını on’a satan adam ekonomikfahişedir, verdiği sözü yerine getirmeyenler siyasi fahişelerdir.

İnsan onuru çok önemlidir, kiminsan onurunu zedeleyici bir davranış içine girerse, insan onuruyla uğraşırsaAllah onu rezil eder, onu ele verir, peygamber de olsa rezil eder. Abese suresiinsan onurunu hiçe sayan bir tavır karşısında nazil olmuştur ve peygamberi elevermiştir. Ekonomik fahişeleri onurlu insanlara tercih etmenin örneği verilirburada.

Ben zaman zaman İslam ve şiddetüzerine NATO’da seminerler veriyorum,  buseminerler esnasında elime bir test geçti. Sorulardan birkaç örnek vereyim:

“Gerdek gecesi bakire çıkmayan kız öldürülür. Bu aşağıdaki hangi kitaptayazar.”
a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap enteresan. İstisnasız herkesKur’an cevabını veriyor. Oysa bu hüküm Tevrat’ın hükmüdür.

Bir başka örnek:

Dinde zorlama yoktur. Bu hüküm hangi kitabın hükmüdür?
a-İncil
b-Tevrat
c-Kur’an
d-Hiçbiri

Cevap yine  enteresan. İstisnasız herkes İncil cevabınıveriyor. Oysa bu hüküm Kur’an‘ın hükmüdür. İslâm karşıtlarının yaptığı propaganda tutmuş demektir. Müslümanlarmele’leştikçe ve mele’lere destek verdikçe İslâm’ın doğru anlaşılması mümkünolmayacaktır.

Düşman İslâm’dır
Şu anda İslâm ülkelerinde devameden savaş,  İslâm’la yapılan birsavaştır, Müslümanlarla değil.  Müslümanlarçok kolay manipüle ediliyorlar. „Allah sizi Müslüman olarak isimlendirdi“(Hacc78) ayeti Müslümanlara yetmiyorsa ki yetmiyor, bu durumda, İslâm ülkelerinde olanlarahayret edilmemelidir. “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberlergelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize)mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144)

Müslümanlar bugün paramparça,hepsi kendisini başka türlü isimlendirmiş. Bu topuklar üzerine geriye dönüşdeğil de nedir? Müslümanlar tarihten de mi ibret almazlar: Endülüs’te 780 senekaldılar, bölündüler parçalandılar ve yok oldular, Selçuklular bölündülerparçalandılar ve yok oldular, Osmanlılar bölündüler parçalandılar ve yokoldular.

Peygamberler model insanlardır:
Peygamberin modelliği, sakalmıdır, sarık mıdır, öncelik nedir? Modellik/şahitlik sarıkla, sakalla olsaydıçok şahit bulabilirdik. „Bizi aldatan bizden değildir.“ hadisi vardır.  Huntington, „ Bundan sonra Batı’nın savaşıİslâm’ladır, ikinci noktada Müslümanlar kendi aralarında savaşacaklardır.“ diyor.

Şiddet ve İslâm
İslâm şiddete karşıdır, şiddetyasaktır İslâm’da. İslâm intihar komandolarına sıcak bakmaz. Dinen cevaz daverilemez intihar komandolarına. Ancak bazı Müslümanların canlı bomba olduğunugörüyoruz. Yanlış yapıyorlar, Kur’an’a rağmen yanlış yapıyorlar. Bu durumda şöylebir soruyu sormadan da geçemiyoruz: Bu adamın canını bu kadar ne yaktı ki,intihar ediyor, canından vazgeçebiliyor? Onun peygamberinin karikatürünü yapıp başınınüstüne el bombasını koyanlar var, kutsalına hakaret edenler var, ırzına geçen,çoluk çocuk demeden kurşuna dizenler var ki, o canından vazgeçebiliyor.

Antisemitizm yasaktır, ama kutsalahakaret serbesttir, böyle olmaz. Bu çifte standart olur. Kültürel şiddetitetiklememek gerekir. Müslümanların dinleriyle, kılık kıyafetleriyle dalgageçmek, onları küçümsemek kültürel şiddet demektir. Bu yanlıştır biruygulamadır.

Öte yandan canlı bombaaracılığıyla cihad ettiklerini sananlar da yanlış yapıyorlar. Peygamberinyolunda yürümek isteyenler onun sünnetinin içinde bu şekilde bir uygulamabulamazlar. Kur’an’ın buyrukları içinde de bulamazlar. Bu yol yanlış biryoldur. Peygamberimiz diplomasiyi esas alır uygulamalrında, Çünkü Allah’ınbuyrukları bu yöndedir. Mekkî ayetlerde cihattan bahsedilir. Bu cihad bazılarının anladığı anlamda bir cihaddeğildir.

Peygamber Mekke’de yalnızdır.Sokağa bile çıkacak gücü yoktur, çarşıda pazarda açıktan tebliğ bile yapamazhaldedir. Kiminle cihad edecektir,  kaçkişi ile cihada çıkacaktır, hangi silahla, hangi parayla, hangi askarle cihad’açıkacaktır? Bunu iyi düşünmek lazım, İslâmî doğru anlamak lazım. Yanlışanlayışlar yanlış sonuçlar doğurur. Cihad kavramı maalesef yanlışanlamlandırılmıştır. Oysa cihad savaş değil, savaşı önlemeye yönelik faaliyetlerinadıdır. Kur’an’da Cihad teşvik edilir, kıtal ise emredilir. Cihad kıtal olsaydıhiç teşvik edilir miydi?

Allah’ın istediği savaş değilbarıştır: “Ey iman edenler, hep birliktebarışın peşinden koşun. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o, sizinapaçık bir düşmanınızdır.“ (Bakara 208)

“Sorun birine cihadnedir diye, savaş diyecektir. Ama öyle değil. Kuran-ı Kerim’de hem cihaddan  bahsediliyor hem de savaştan. “Kıtal” diyorsavaş için, “katil” de buradan geliyor. Nedir o zaman cihad?

Maturidi tanımlıyor:
"Savaş başlayana kadar savaşınmeydana gelmemesi için yapılan bütün faaliyetler cihaddır.Entelektüel faaliyetler, diplomasi, konuşmak, fikir üretmek,hakikat peşinde koşmak, savaşa giden yolu tıkamak, bunlarınhepsinin adı cihaddır. Kuran-ı Kerim'e göre cihad bittikten sonrazorunlu olarak savaş olur, o da çirkin bir şeydir. "Savaş sizezorunlu hale geldi çünkü size saldırılmaktadır. Ama o birçirkin şeydir." Maturidi diyor ki, "Çirkin bir şey devletinkendini savunma aygıtı olabilir ama dinin yayılma aygıtıolamaz." Gördüğünüz gibi mesele enstrüman olarak kullanılanunsurlara kadar geliyor..."

Kerihe
“Size savaş zorunlu hale geldi,ancak o çirkin bir şeydir.”Dinimi imanımı kurtarayım diye savaş ilan edilemez.Din ulvi bir şeydir. Ulvi bir şey çirkin bir şeyle ilan edilemez.

O gün iki büyük İmparatorlukvardı. Sasânî İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu. Bunlar sömürgeimparatorluklarıdır. Henry Pirenne diyor ki: Muhammed’in orduları nasıl oldu dahızlı bir şekilde yayıldılar bu kadar kısa zamanda.” Cevabını da kendisiveriyor: “Halk mazlumdu, İber Yarımadası’nıBizanslılar ele geçirmek için 200 sene uğraştılar, Tarık b. Ziyad ise Endülüs’ü3 yılda ele geçirdi. Nasıl oldu bu iş: Çünkü imparatorlukların ağır vergi yüküaltında inliyordu halk.”
Devam ediyor Pirenne, “Avrupalılarçamur içinde yürürken, Endülüs sokaklarına taşlar döşeniyordu. Müslümanlar Pireneler’dekisavaşı kazansalardı, bütün Avrupa kurtulacaktı.”

Devam edecek









Türk Eğitim Derneği’nin bu yıl 4.sünü düzenlediği eğitim kampında Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün vardı. 2013 Berlin

İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİ II/ Prof.Dr.Şaban Ali Düzgün


"Onlardan önceyurda konmuş ve imana sarılmış olanlar, kendilerine hicretedenleri severler. Onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde birihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, ötekilerikendi nefslerine tercih ederler. Nefsini cimriliğinden/doymazlığındankorunanlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Haşr 59)

Müslümanlarınanlayış birliğine varamadıklarıkonulardan biri de çok eşliliktir. Bir erkek dört eşli olabilir,dörde kadar ifadesi kesinlik ifade eden bir hükümdür sanki onlaragöre. Prof. Dr. Şaban Düzgün böyle düşünmüyor. O birdenfazla eşi olanların, tek evlilik yasağını deldikleri içingünaha girdiklerini söylüyor. Diğer konularda da ufuk açıcıdeğişik düşünceleri var Düzgün'ün,(Türk Eğitim Derneği IV.Eğitim Kampı/Berlin) okuyalım:

Min ba'di
"Çok eşlilikte de tedricilik vardır.Araplarda gelenek olan çok eşlilik tedricen yasaklanmış ve bireindirilmiştir: "Bundan sonra sanaartık başka kadınlar helal olmaz. Bunları, başka eşlerledeğiştirmek de -onların güzellikleri hoşuna gitse bile helalolmaz. Elinin sahip olabilecekleri müstesna. Allah her şey üzerindebir Rakîb'dir, her şeyi gözetlemektedir. (Ahzab 52) 
İçkiiçen bir Müslümana bakışımla domuz eti yiyen bir Müslümanabakışım farklıdır benim. Allah domuz etini haram kıldığıhalde ben illa da yiyeceğim dersen orada bir domuzluk var demektir.İçkide mutlak haramlık söz konusu değildir, tedricilik vardır.Ribada da tedricilik vardır. 

Ayetinsöylediği şudur: Bundan sonrası içinbirden fazla eşlilik yoktur. Birden fazla eşle evli olanlar günahagirerler, dolayısıyla haram işlerler, zina yapıyorlardiyemiyorum. Birden fazla eşle evli olanlar, tek eşlilik yasağınıdeliyorlar. Tek evlilik ilkedir, o ilkeyi deliyorlar, sonuçta bu birsosyal meseledir, itikadi mesele değildir.
Devletlerbu ve benzeri konularda idari kararlar alabilirler. Geçmiştetartışılmış bu gibi konular ve şöyle bir karara varılmış:"Devlet, dinin kesin olarakyasaklamadığı, ruhsat veriyor gibi göründüğü konulardayasaklama getirilebilir mi"? Cevaben, "Evet devlet yasaklamagetirebilir" demişler."(Ahmet Cevdet Paşa/ Mecelle)

Mezhepler
Kur'an'ınfitne dediği iç savaşlar döneminde çıkmıştır mezhepler.Politik konulara dini çözümler üretmeyeçalışmışlar ve sistemik hatalar vermiş bu uygulama. Mesela;Peygamberimiz'in vefatından sonra devleti kimin yöneteceğikonusunda ihtilafa düşülmüştür. Devlet yönetimini bırakmakistemeyen Kureyş'liler, Medine'lileri(Ensar) yönetime talip oldukları halde kabul etmemişlerdir. O Medine'liler ki, Hicretsonrasında onlara kucak açmışlar, ekmeklerini onlarlabölüşmüşler, onları evlerinde misafir etmişlerdir.
Mekkeliler,Medine'lileri yönetime almamak için, halifelik konusunda hadisuydurma yoluna gitmişlerdir: "Benden sonra yönetim Kureyş'tedir."Böyle bir hadis Peygamber'e ait olamaz. Peygamber böyle bir hadissöylememiştir.
Hz.Peygamber'in Abbasiler'den oluşu Emeviler'in dekredisini azaltmıştır aslında. Hz.Ebu Bekir Kureyş'lidir, Hz.Ömer Kureyşli'dir, Hz. Ali Kureyşli'dir. Hz. Osman Emevi'dir.Hz. Muhammed vefat edince depreşen kabilecilik anlayışı yüzünden,derhal halife seçimi gündeme gelmiş ve Hz. Peygamber'in cenazesi3 gün o sıcakta defnedilememiştir.
Halifeseçiminde yapılan bu ve benzeri hatalıdavranışlar sebebiyle bugün kurumlaşan mezheplerin temeliatılmıştır. Halife seçimlerindeki hatalara kısaca bir gözatalım:

Hz.Ebû Bekir'in halifeliği
Hz.Ebû Bekir ilk halifedir. Ancak EbûBekir'in halifeliğine Müslümanların hepsi onay vermemiştir.Mesela, Hz. Ali altı ay Hz. Ebû Bekir'in halifeliğinionaylamamıştır. Ensar da bu seçime o kadar sıcakbakmamışlardır. Etraftaki kabileler de mesafelidirler halifeye. Bukabileler ‘Halife meşru değildir.' diyerek, zekat konusundatavır almışlardır. Zekatlarını kendi aralarında toplayıpkendi fakirlerine vermek istemişlerdir. Hz. Ebû Bekir bu kabilelere savaşaçar. Ordu gönderir, Hz. Ebu Bekir'in bu kabiler üzerine ordu göndermesi doğrudur,ancak gerekçesi yanlıştır. Ebû Bekir "İrtidat" ettiler diyeordu göndermiştir.

Hz.Ömer'inhalifeliği
Hz.Ömer'in halifeliği şaibelidir. Hz. EbûBekir ölüm döşeğinde iken devlet sekreteri olan Hz. Osman'avasiyetini yazdırmıştır. Kendisinden sonra kimin halife olacağıkonusunda vasiyetini yazdırırken bayılmış ve Hz. Osman, Hz.Ömer'in ismini kendi iradesiyle vasiyete yazıvermiştir.Ayıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir'e onaylattığı da söylenir.Ancak işe şaibe karışmıştır.

Hz.Osman'ın halifeliği
Hz.Osman'ı, Hz. Ömer tarafındanoluşturulan bir komisyon seçmiştir. Ancak bu komisyon problemlidir, şaibelidir, dolayısıyla Hz. Osman'ın halifeliğide şaibelidir. Komisyon 7 kişiden oluşur, aralarından birinihalife seçeceklerdir. Yedinci kişi Medine dışındadır. Onunyerine Hz. Ömer'in oğlu vekalet etmek için atanır. Ancakkendisi, halife olarak seçilemeyecektir. Şayet seçimde ekseriyettemin edilirse, bu durumda Abdullah b. Ömer, ekseriyete uyacak veşahsi görüş serdetmeyecektir. Şayet her iki tarafta, eşitolarak üçer kişi olursa Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Avfhangi tarafta ise, reyini o tarafa kullanacaktır. İşte şaibe buradadır. Abdullah b. Ömer hem vardır hem de yoktur.

Bukomisyon, Ali b. Ebî Talib, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf,Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah'tanoluşan altı kişilik bir kuruldur. Bu üyelerin hepsi Kureyşkabilesindendir. Ensar yine yoktur haliye olarak teklif edilenlerin arasında.

İhanetlerbaşladı
Hz.Osman, halife olur olmaz hemen Mervan b.Hakemi Medine'ye çağırdı. Sahabelerin tümünün karşıçıkmasına rağmen çağırdı. Mervan b. Hakem "basın suçu"işlediği için Peygamber'imiz tarafından kalemi kırılankişidir. O vahiy katibiydi, "Muhammed'e vahiy filan geldiğiyok o söylüyor biz yazıyoruz" diye bildiri dağıtmıştır.Halkı peygambere karşı provoke etmiştir.
Şefaat için araya girenler olmuş ve suçu sürgüne çevrilmiştir.Ancak ölünceye kadar Medine'ye girişi yasaklanmıştır.
Mervanb. Hakem aşağılık bir adamdı. İşteHz. Osman bu aşağılık adamı akrabası olduğu için Peygamberyasağına rağmen çağırdı Medine'ye. Ve kendisine yönetimdegörev verdi, devlete vezir yaptı.

Hz.Osman halife oldu ama, hiçbir zaman halifelik yapamadı. Yaşı da müsait değildi halifelik yapmaya.Halife Mervan'dı(!). Devleti o yönetiyordu. Onun yanlışyönetiminin neticesinde Hz. Osman şehit edildi, cenazesine sadece  6 kişikatıldı ve Müslüman mezarlığına defnedilemedi.

Hz. Ali'ninhalifeliği
Hz. Osman'ınşehit edilişinin hemen ardından, Muhacirler'den ve Ensar'danoluşan bir grup insan toplanarak Hz. Ali'nin yanına geldi. Butopluluğun arasında Talha ve Zübeyr'in de bulunduğubelirtilmektedir. Bu kişiler Hz. Ali'ye, insanların bir imamaihtiyacı olduğunu ve en kısa zamanda halifenin seçilmesigerektiğini belirttiler. Hz. Ali ise kendisinin halife seçimi ileilgili olarak bir iddiasının bulunmadığını, ayrıca bu konudaher hangi bir müdahalede bulunmayacağını, kimi seçerlerse onukabul edeceğini söyledi. Onlar Hz. Ali'yi halife seçmektekararlı görünmekteydiler. Bu dönem içinde o, Medine'de ensaygı duyulan kişiydi.
Hz.Ali daha fazla itiraz etmedi, fakat kendisine yapılacak bey'atlerinözellikle halka açık bir ortamda gerçekleşmesini istedi.Mescitte gerçekleşen bu bey'at merasimi ile h. 35 yılı, 18Zilhicce Cumartesi günü Hz. Ali dördüncü halife olarak görevinebaşlamış oldu.
Daha sonraanlaşıldığına göre, isyancılar Medinelileri, eğer kısazamanda bir halife seçmezlerse Ali'yi, Talha'yı ve Zübeyr'iöldürürüz diye tehdit etmişler. Bu tehditten dolayı korkuyakapılan Medine halkı Hz. Ali'ye bey'at kararı vermişler vekendisinin halife olmayı istememesine rağmen onu buna zorlamışlar.Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam ise ölüm tehdidiyle vekılıç zoruyla bey'at etmişler.

İlkhalifeden beri devam eden ayrışma, ihtilaf, görüldüğü gibiHz.Ali döneminde zirveye çıkıyor. Daha sonra kendilerineHariciler adı verilen bir grup öne çıkıyor ve "Bu toplumu kimmuttaki ise o yönetecektir" diyorlar. Oysa bunlar Hz. Ali'ninaskerleriydiler.
Kısacayaptığım bu açıklamalar ve benzeridurumlar mezheplerin doğuşuna sebep olan siyasi dalgalanmalardanbazılarıdır.

Hz.Ali dünyanın en iyi insanıdır ancak en kötü yöneticisidir,halife olur olmaz ilk yaptığı iş Muaviye'yi görevden almakolmuştur. Bu hukuken doğru bile olsa, siyaseten hatalı birdavranıştır. Bu davranışın hatalı olduğunu Medine'nin ilerigelenleri de söylediler Hz. Ali'ye. Hz. Ali Kimseyi dinlemedi vekararını uygulamaya koydu. Sonucu ortada.
Çocuklarıda öyledir O'nun. Hz. Hüseyin'inKûfe'de ne işi vardı? Orada bir halife varken halife olacağımdiye oraya gitmek kavgayı göze almak demektir. Babasının veabisinin başına gelenler Kûfe halkının vefasızlığınıgösteriyordu. Mekke'nin ileri gelenleri verdiği kararınyanlışlığını defalarca söylemişlerdi Hz.Hüseyin'e. Ama oaldırmadı, Kûfelilere Mekkelilerden daha çok güvendi. Sonuçyine ortada.
Hz.Hasan kısa halifeliği esnasındaolabilecekleri görmüş ve halifeliği Muaviye'ye terketmiştir,buna rağmen zehirlenmekten kurtulamamıştır.

İştemezheplerin oluşmasına temel teşkil eden asıl sebepler buayrışmalardır. Daha sonraları bu yara patlamış, bütün İslâmalemini cenderesine almıştır.



Tasavvuf
Tasavvufharekatı, Müslümanları uyutma, uyuşturma harekatıdır.Başlangıçta insanlar arasında barışı sağlama amacına yönelikolarak yapılan savaşlar, sonralarıkazanç kaynağı olarak görülmeye başlandı. Dolayısıylaaskerlik meslek haline geldi, ganimet toplamak için askere gidiliroldu ve askerler çok zenginleşti. Bundan dolayı Hz. Ömer askereganimeti yasakladı. Zengin olan askerlerin gayrimeşru yaşantılarınıgizlemek, müslümanlıklarını ön plana çıkarmak için, tasavvuf hareketleri başladı. İlk önce garnizon kentlerde, zenginkentlerde ortaya çıktı. Amaç İslâm'ı güzel yaşamak değil,zevahiri kurtarmaktı.

Kader anlayışı
Emevîleryaptıkları yanlışların, katliamların üstünü örtmek içinkendilerine göre bir kader anlayışı geliştirdiler. Her şeyAllah'tandır, onların yaptıklarını da Allah yaptırmaktadır.Bu anlayışı yaygınlaştırdılar, öyle ki imanın 6. Şartıolarak kadere inanmayı ilave ettiler. Böyle bir anlayışa karşıçıkan alimleri de katletmeyi görev saydılar, çünkü onlarınkatli de kaderleriydi. Bu konuda onlara Allah görev vermişti. HasanEl-Basri kader risalesini böyle bir ortamda yazmıştır.

Harici mantığı
Hz.Ali ve Muaviye'nin birlikte halifeliklerini ilan etmeleriyönetimde iki başlılık yarattı. Devlet işleyişinde aksamalaroldu. Bu aksamaların düzeltilmesi kolay değildi aslında. AncakHariciler düz mantıkla hareket ederek müttaki olmayanlar kâfirdirdemişler ve işin içinden çıkmışlardır. Mürcie hükmüertelemiş, Hanefi Elmenzile-Beynelmenzileteyn demiştir. Haricimantığı düz mantık olduğu için mantığında acıma yoktur,hoşgörü yoktur, ümit yoktur. Dikkat etmek lazımdır. Ayetlerinmaksadına hiç bakmamışlardır: „Onlardansonra gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önceiman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşıbir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çokmerhametlisin!" (Haşr 10)

Maturidibu ayete göre "Onları bağışla diyor. Onlar içtihatetmişlerdir ve hata etmişlerdir. İçtihatta hata da olur. Bu olayAlevi'sine de Sünni'sine de hitap eder biz önümüze bakalım,geçmişe takılıp kalmayalım" derMaturidi.
Bizdenönce gelip geçen olaylara sünger çekip geçmek lazımdır.Maturidi'ye göre Alevi çocuk damasumdur, Sünni çocuk da masumdur, çocuklar geçmiş sorumludeğildirler. Kendi yaptıklarından sorumludurlar. Kur'an‘Geleceğe bakın.' diyor. Ben geleceğe bakıyorum, benimtarihim de geleceğe dönüktür, ümit tarihidir.

Ahiretsenin için dünyadan daha hayırlıdır demek doğru değildir.Yarın bugünden daha hayırlı olacaktır,denilmesi gerekir. Din ümittir. Müslümanın tarihi yarınıdır.Allah insana tarihe anlam katma imkânı veriyor. İnsanıdepresyondan kurtarmanın yegâne yolu insanı aktör kılmaktır.Onu seyirci olmaktan kurtarmak gerekir."Öteki dünya senin için (hayatının) bu ilk bölümündenmutlaka daha iyi olacak!" (Duha 4) buyuruyorAllah. Bu ümit vermektir. Güzele, iyiye yönlendirmektir, insanlarımotive etmek gerekir.
Canlıbombalar harici mantığı ile hareket ederler.Böyle bir mantıkla medeniyetler inşa edemezsiniz, adaletdağıtamazsınız.

İslâm iyi insanprojesidir
Suriye'dekikavganın adı Alevi Sünni kavgasıdır.Oyuna gelmemek lazım. Oysa İslâm iyi insan projesidir. Kavgayıyasaklar. Bizdeki ahlak görev ahlakı değil fazilet ahlakıdır.Fazilet ahlakına göre sana yapılana aynıyla mukabele etme hakkı verir, ancak  ancak affetmenin daha hayırlı olacağını söyler.Biz daha hayırlı olanı seçmeliyiz. "Cennete giren insanlarıniçinden garazı kini çekin alın diyor Allah. Böylece affetmeyi önplana çıkarıyor. İşte fazilet ahlakı budur. Hakkın olandanvazgeçebilmek, intikam peşinde koşmamak.
Hasret,kaçırılan zamanın geriye getirilemeyeceğiyle ilgilidir. Allahbela gününde insanlara bir fırsat vermiştir. Bunu iyideğerlendirmek lazımdır. Öldükten sonra tekrar geriye dönüşolmayacaktır. Bu durumda güzel olanın, iyi olanın, faziletliolanın peşinden koşmak lazımdır, ahirette onların hasretiniçekmemek için böyle yapmak lazımdır.

Dinler göçettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar
Dinlergöç ettikleri topraklarda medeniyetler kurarlar. İslâmdüşüncesini yaratan alimlerin %95'i Arap değildir. İranlı'dır,Türk'tür, Afrikalı'dır, Asyalı'dır. İslâm medeniyeti,Şam'da, Asya'da, Endülüs'te, Mısır'da kurulmuştur.Mekke'de, Medine'de kurulmamıştır.Allah bir değeri tedavüle çıkarıyor ve beğenen alıp gidiyor.Kıymetini bilenler o değerleri koruyor, bilmeyenler Irak'ta,Suriye'de olduğu gibi tarumar ediyor veya edilmesine sebep oluyor.

Haram kılanistisna yapabilir
Peygamber'inharam kılma yetkisi yoktur. Bu yetkiAllah'ın tekelindedir. Peygamber'in yasaklama yetkisi vardır.İkisini birbirine karıştırmamak lazımdır. Haram kılmak dinibir karardır. Bu karar Allah'a aittir. Yasaklamak ise idari birkarardır. Haram kılan istisna yapabilir, yasaklayan istisnayapamaz."

Devam edecek
  
Rüştü Kam

İSLAM DÜŞÜNCE TARİHİ III 2013 Berlin



Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün'ün İslâm düşünce tarihi konulu seminerinin özetini bu yazımla sonlandırıyorum. Düzgün'e göre, „İslâm'ı doğru yaşamak için doğru anlamak lazımdır. Ağaç herkes için aynı değildir; kimisi ağacı gölge yapan bir nesne olarak görür, kimisi ağaçtan nasıl bir kereste olacağını düşünür, kimisi için ağaç şöminede yakılacak bir odundur, kimisi de onun oksiyen kaynağı olduğunu düşünür...  Ayetleri yorumlamak da aynen böyledir.  Ağacın oksijen kaynağı olduğunu, ekolojik  dengenin sağlanmasındaki rolünü düşünmek derinlik isteyen bir anlayışı gerektirir. Buanlayışın sahipleridir Allah tarafından övülenler(Rasihûn)." Devamla şöyle diyor Düzgün:

Ölüm ve sonrası



Öldükten sonra dirilmenin Allah'a inanmakla ilgisi yoktur. İnsan dediğimiz varlık öz ve arazdan oluşur. İnsanın özü bedenidir, onun dışında ne varsa arazdır. Bedene bağlıdır, beden gidince her şey gider. Filozoflara göre esas olan ruhtur, bedenimiz ruhumuzun aletidir. Ruh, bedeni eskiyene kadar kullanacaktır.

İnsan dünyadayken, istediğine ulaşmaya çalışır veya ulaşır. Cennet'te ise iştah duyulan şey kendilerine gelecektir. Ölen kişi ile dirilen kişi aynı kişidir. Ruh aynıdır çünkü. Sonbaharda ağacın yaprakları dökülür, ilkbaharda tekrar gelir. Giden yaprak ile gelen yaprak aynı değildir. Ancak ağaç aynı ağaçtır. "Zaman Ân-ı Dâimdir." (Gümüşhanevi)




Zaman rölatiftir



Zaman zihinsel bir şeydir, rölatiftir, izafidir: Bir adamı yanan sobanın üzerine bir dakika oturtursanız zaman geçmek bilmeyecektir. Ona o bir dakika belki bin sene gibi gelecektir. Bir de iki aşığı bir saat baş başa bırakın, onlar için zaman çok çabuk geçecek ve daha bir dakika bile olmadı diyeceklerdir.

Öldüğümüz an dirildiğimiz andır. 5.000 yıl önce ölen adam için zaman bilinmez. Ölen kişiler için zaman mefhumu yoktur. İnsan ölünce ya cennetine gider ya da cehennemine. "İnsanın üzerinden, kendisi anılmaya değer bir şey olmadığı, uzun bir süre geçmedi mi?"(İnsan 1)



Muhammed Ali es-Sabunî diyor ki: " Bu âyetten maksat, insana meydana geldiği şeyin aslını hatırlatmaktır. Çünkü o, dikkate alınmayacak derecede basit ve terkedilmiş bir şeydi. Yok olduğu bir dönemde babasının sulbünde bir hücre ve onu yaratmak isteyen Allah'dan başkasının bilemediği adi bir su idi. Üzerinden belli bir zaman geçti ki o zaman o, yer küresi üzerinde yoktu. Sonra Allah onu yarattı, daha önce hiç kimsenin tanımadığı, terkedilmiş ve tanınmayan bir şey iken Allah onu güzel bir şekilde yarattı..."





Kabirde olanlara bir şey duyuramayız



Ölen ölmüştür. Ölenler dünyada kalanların seslerini duymazlar, ölen kim olursa olsun, hangi sıfatla anılırsa anılsın duymaz. Ahirette üç karşılaşma vardır:

1-Yaptığımız işlerle karşılaşma, önden gönderdiklerimizle yani...

2-Geçmiş milletlerle gelecek milletlerin karşılaşması

3-Yer ehli ile gök ehlinin karşılaştırılması. Yer ehli ile gök ehlinin karşılaşması nasıl olacaktır o bilinmiyor.



Ragıp el İsfahâni der ki; "Kabirde olanlara bir şey de duyuramayız. Mezarda olanların bizimle ilişkileri yoktur". Dolayısıyla, kabir ziyaretleri, kabirde olanlara bir şeyler vermek için değil, bizim kabirde olanlardan ibret almamız içindir. 




Ahiretle ilgili iki kavram vardır



İsfahanî'ye göre, insanın ikinci dereceden öneme sahip olan bedenini toprağa girerken, esas unsur olan ruhu iyi ise illiyyine, kötü ise siccine gitmekte. Kıyametin kopuşuna kadar bulundukları yerde bedensel değil ama ruhsal olarak bir acı ya da zevkle karşılaştırılabilecek bir haldir bu. Kıyamet kopup da insanlar yeniden dirilip ruhlar bedenlere iade edilince o zaman esas yurduna ( cennet ya da cehennem) gittiğinde ise bedensel acı veya zevk dönemi başlayacaktır.

Maturidi'ye göre kabir azabı azab-ı arz, yani azabın kişiye gösterilmesidir. Ahiret azabı ise, azab-ı ayn, yani azabın kendisidir. Buna göre hesap sonrasında çekeceği azap insana gösterilir veya bildirilir; hesap sonrasında hak ettiği cezayı veya ödülü gerçek bir şekilde yaşar. Maturidi kullandığı arz kelimesine şu ayetle açıklık getirir: "Ateş sabah akşam ona sunulur." (Mü'min 46)




İlliyyin

İlliyyin, insanın melekleri de geride bırakarak varabildiği, yücelerin yücesi manasına gelen mertebedir. Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: "Hayır (o kâfirler gibi olmayın). Çünkü itâatkâr olan iyilerin kitapları (amelleri), hiç şüphesiz İlliyyîn'dedir. (Mutaffifîn sûresi 18)



Zemahşerî bu konuda şöyle der: „ Koruyucu melekler, yâni Kirâmen kâtibîn, bir kişinin amel defterini Allahü teâlâya arz ettiklerinde; "Siz kullarımın üzerine hafazasınız. Kalbini bilen benim. Amellerini ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığından, onun defterini İlliyyîn'e koyun. Çünkü onu af ve mağfiret ettim" diye Allahü teâlâ vahyeder. "


Siccin

"Sakın (hîleye sapmayın, âhiret hesâbını unutmayın). Çünkü kötülerin kitâbı muhakkak ki Siccîn'dedir. Siccîn'in ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? (O) yazılmış (mühürlenmiş) bir kitabdır. Siccîn'in ne olduğunu sana gösteren nedir? Rakamlandırılmış bir kitaptır o." (Mutaffifîn sûresi 7-9)




Reenkarnasyon



Yeniden bedenlenmek demektir. Ancak reenkarnasyon mümkün olmayan bir şeydir. Reenkarnasyon cezalandırılmak demektir, ödüllendirilmek demek değil. Oysa dünyada yeniden bedenlenmek isteyenler iyilik işlemek için bedenleneceklerdir. Reenkarnasyonun mantığı böyledir.



"Onlar: "Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?" derler. (Mümin 11)



İki defa öldürülüp iki defa diriltilmek şöyle olur: Kuran hayata yoklukla başlar bu birinci ölümdür, yokken var eder bu birinci dirilmedir. Dünya yaşamı sona erdiğinde ikinci ölüm gerçekleşecektir, ölümden sonraki diriliş de ikinci diriliştir. İki defa ölüm ve iki defa diriliş böyledir. 




Cin



Cin yabancı demektir



Peygamberimizin okuduğu Kur'an'ı dinleyenler Nusaybin'den gelen yabancılardır. "Her kim cin gördüğünü söylerse yalan söylemiş olur." der, İmam Şafii.



İmam Maturîdi de: "Cincilere gidenlerin Allah korkusunu iki kat artırır." der.



Biz, iblisin mahiyetini bilmiyoruz. Ancak Cin ve şeytan gibi somut varlıklar yoktur, bunu biliyoruz. Cinler yabancılardır, yabancı insanlara cin denir. Süleyman peygamberin çalıştırdığı varlıklar cin değil savaş esirleridir. Görmediğimiz tanımadığımız bütün varlıklara cin denir. Kur'an buyruğu şöyledir:



"Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık." (Sebe sûresi âyet: 12)



En üstteki varlık insandır. Cin değildir. Allah insanı üstün yaratmıştır, cini değil. Güçlü varlığın güçsüz varlığın peşinden gitmesi zillettir. Belkıs'ın tahtını getiren şahıs bir alimdir, o alim bilgili ve becerikli bir kişidir. Kur'an şöyle der:



"Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter.

O Kitap'tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için Rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur." (Neml 38-40)



Ayetten anlaşılacağı gibi, tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişi, bir alimdir. Bilgi aldığı kaynak Tevrat'tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman'ın makamında "O Kitap" diye bahsedilen kitap başkası olamaz. "Kitap'tan bilgisi olan" ifadesi önemlidir. Demek ki o kişi ilim sahibi birisidir, âlim birisidir. 

Uzaktaki eşyayı getirme konusunda uzmandır.



Firavun'un cincileri de simyacılardır. Onların yaptıkları, kuzu bağırsaklarına doldurdukları civanın güneşte hareketlenmesinden ibaret bir aldatmacadır.



Peygamberimize mucize verilmemiştir. Allah şöyle buyurur: "Sana mucize vermeyişimizin sebebi, daha öncekilerin inkar etmeleri ve helak olmalarındandır." (İsra 59)



İman bilgi ile güçlenir, mucize ile değil. Bu konuda, "İmanın arkasından bilgi gelmezse bu bir tasmadır." der, Gazali.




Üç kişinin amel defteri kapanmaz



1-Kitap yazanların(İnsanlığın faydasına işler yapanların-Sadaka-i cariye)

2-Salih bir evlat bırakanların

3-Herkesin faydalanabileceği eserler bırakanların (Han, hamam, köprü, yol, okul, hastane...)




Müflis



İyiliklerinin tamamını, hakkı geçen birisine verip de ondan günah alan kişidir müflis. Allah'ın sınırlarına tecavüz etmiştir ve iflas edenlerden olmuştur.




Hududullah



Yüce Allah, mü'minlerin başlıca özelliklerini sayarken, bunlardan birinin de, "Allah'ın sınırlarını/yasalarını korumaktır" der: "Allah'a tövbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda gezen (cihad ve hicret eden, rızasını arayıp duran), rükû yapan, secde eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan ve Allah'ın sınırlarını koruyan mü'minleri müjdele." (Tevbe, 9/112)



Bu âyetin belirttiğine göre, hudûdullahı korumak, mü'minlerin bir görevidir, özelliğidir. Öyleyse mü'minlerin başlıca özellikleri; Allah'a iman ve bunun gereği olarak ona kulluk ederek, iman-amel bütünlüğü içinde davranışta bulunmaktır. İman sahibi olan, âyette belirtilen diğer düzgün davranış özelliklerini de günlük hayatında uygular, hudûdullahı gözetmek, mü'minlerin özelliğidir.



İman hususundaki zaaf, Allah'ın sınırları konusunda da kendini gösterir: "Bedevîlerin küfür ve nifakları her yönden, daha ileridir. Allah'ın, peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemekte de onlar ileridir. Allah bilendir ve hakîmdir." (Tevbe, 9/97)



Hudûdullahı bilmemek, iman zaafıdır. Burada, bedevilerin iman zaafı, servet ve dünyalık hırsları, ikiyüzlü gündelik davranışları, en önemlisi hangi konuda olursa olsun zora düştüklerinde bin bir gerekçeyle ve yaldızlı sözlerle içinde bulundukları durumdan sıyrılmaya çalışmalarıdır. (Bakara, 229-230)



Hudûdullaha yaklaşmamak, sorumluluğunu bilmektir, takva kavramı ile ifade edilir. (Bakara,/187)

Hudûdullahı aşmak; aşırı gitmek demektir. (Mü'minun, 7; Mearic, 31)

Kendine yazık etmek, zulüm yapmak demektir. (Talâk, 1)

Allah'a ve peygamberine isyandır, isyan yolunun sonu cehenneme çıkar, bu yolun sonunda alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa, 14; Mücadele, 4).

Hz. Peygamber bir hadisinde, "Bir kimse perdeyi (âr perdesini) sıyırmadıkça, hudûdullaha düşmez/Allah'ın sınırlarını çiğnemez." der. (Tirmizî, edeb, 44/76)

Kehf suresindeki bir ayette de: -Bu ayette iman ederek ilk adımı atan ve sınırları zorlamayan, her konuda teslim olan gençlerin durumu dile getirilir- „Biz onların haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar, Rablerine iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini artırdık." (Kehf 13)

Bitti.







  
Rüştü Kam