24 Haziran 2013 Pazartesi

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM 2013






-Kur'an bu ayda inmiştir-



-Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür-

Oruçla ilgili gerekli olan bilgileri vermeden önce, Kur'an'ın oruca yaklaşımını bilmekte fayda olacağı

kanaatindeyim.



Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Farz olan Ramazan ayı orucu

''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)



 - „Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.

Ramazan, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar. ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)



- „Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar."(3)



Oruç Oruç, Müslümanın Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içinde, yemek, içmek ve cinsel ilşkiden, kendisini uzak tutmasıdır. 




Orucun zamanı

Orucun zamanını, Kur'an'da belirtilmiştir. Peygamberimiz de uygulamasıyla bize örnek olmuştur. Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelerden gelen rivayetler şöyhledir:

''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır."(4)



Hz. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed s.'in uygulaması da böyle olmuştur. Hz. Huzeyfe çöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.'' 




Kur'an'ın buyruğu böyledir:

''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.''(5)



Rivayetlerden anlaşıldığına göre, peygamberimizin uygulaması da bu yöndedir. Bu durumda Güneşin doğmasına 45 dakika kalaya kadar yiyip içilebilir.



Oruç ibadetiyle ilgili hadisler

Oruç İslâm`ın beş şartından biridir. Allah Teâlâ, orucu müslümanlara farz kılmıştır. Oruç, hikmetleri ve maddî manevî faydaları çok olan bir ibâdettir. Aşağıdaki hadîsler, orucun hikmet ve faydasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

''Her hangi biriniz oruçlu bulunduğu gün artık kötü söz söylemesin ve cahilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisi ile dövüşür yahut ona hakaret ederse derhal: ''Ben oruçluyum, ben oruçluyum, desin.''(6)

''Âdemoğlunun her işi kendisi içindir. Oruç müstesna. O, içine riyâ karışmayan bir ibâdettir. Onun mükâfatını da doğrudan doğruya Allah verir, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında, muhakkak misk kokusundan daha hoş ve temizdir.''(7)

''Oruç bir kalkandır.''(8)

''Herşey için bir zekât vardır, cesedin zekâtı da oruçtur, oruç sabrın yarısıdır.''(9) 




''En güzel düzenleyici Allahtır.''

-Oruç, ruhsal yükselişi sağlamak için farz kılınmıştır. Oruç, aynı amaçla önceki ümmetlere de farz kılınmıştır.

-Ramazan ayında oruca güç yetiremeyenler, tutamadıkları gün sayısınca başka günlerde oruç tutarlar.

-Oruca tahammül edemiyecek olanlar ise, oruç yerine fidye verirler. Bununla beraber kendileri için oruç tutmaları daha hayırlıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki; Allah'ın temel tavrı, kullarının işini kolaylaştırmaktır, güçleştirmek değildir. 


''Rızık temini için zor şartlar altında çalışanlar, çocuklu kadınlar, esir veya hapiste olanlar ve bizim bilemeyeceğimiz, oruç tutmaya mani herhangibir mazereti olanlar, hergün için fidye verebilirler.''(11)



-Diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetin de de mazeret tesbiti, tamamen şahısların kendilerine aiddir. Kur'ân, oruç tutmakta zorlananlara fidye kolaylığı getirmekle iki amacı birden gerçekleştirmiş olmaktadır:

1- Müslümanın, oruç ibadetimi yerine getiremedim diye, karamsarlığa kapılmamasını sağlamak.

2- Fidye imkanıyla, toplumda yoksulluk ve imkansızlığa çare bulmak. Kur'ân'ın açıklamasına göre, „bir insana diğer bir insanın yardım ulaştırması, sadece kendisinin faydalanacağı ibadetlerden daha hayırlıdır."



Kur'an'ın beyanına göre insan, dünyada; inaç açısından, düşünce açısından, çalışma açısından velhasıl insan hakları açısından, tamamen hür olarak yaşaması gereken bir varlıktır. İnsan için ibâdet, bu hürriyet içerisinde yapıldığında bir anlam taşır, zorlamayla veya şov olsun diye yapılan ibadetlerin Allah'ın terazisinde bir ağırlığı olmayacaktır.

Dini insanlara anlatmak konusunda kendilerini görevli hissedenler, bu konuda sorumluluk üstlenenler, bu açıdan meseleye bakarak, muhataplarına dini anlatmalıdırlar.

''Oruç tutmayanın, namaz kılmayanın hapse atılması veya öldürülmesi''(12) gibi garip fetvalar ne yazık ki fıkıh kitaplarımızda yer almaktadır. Hangi amaçla, ne zaman, ne şekilde bu fetvalar kitaplara girdiyse girmiş. Ancak bugünün müslümanları, bu garip fetvalara itbar etmemelidir.



Aklı başında hiç bir insan namaz kılmadığı, oruç tutmadığı zaman hapsedileceği, öldürüleceği bir dine girmek istemez.

-O halde Allah'ın kullarına lutfettiği ruhsat ve kolaylıklar müslümanlara özellikle anlatılmalıdır. İbadetleri zorlaştırmakla müslümana daha fazla sevap kazandırmış olmayız. Tam aksine onları samimiyetsizliğe ve riyakârlığa itebiliriz.



Allah ibadetlerle ilgili meseleleri Kitabı'nda bizlere açıklamıştır. Bu Kitab'a rağmen müslümanlara din anlatılmaz, anlatılırsa o din Allah'ın dini olmaz. Takva adına, azimet adına, iyi müslüman olma adına, cihad yapma adına, imanı artırma adına Allah'ın dinine çomak sokmanın âlemi yoktur. Bu tip temelsiz kurallarla ne yazık ki din tahrif edilmiştir, hâlâ tahrife devam edilmektedir. Allah din tahrifçilerine, çok nazik bir şekilde, diyeceğini diyor aslında ama anlayana. Benim işime karışmayın, siz kendi işinize bakın: ''En güzel düzenleyici Allahtır.''(13) 




Orucun fayda ve hikmetleri

Orucun fayda ve hikmetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

-Oruç tutmakla, Allah'ın rızası kazanılmış olur. Oruç, insanı kötülüklerden alıkoyar, nefsi terbiye eder, ihtirasları bastırır ve ruhu yüceltir.

-Oruç tutarak aç kalan müslümanın, şefkat ve merhamet duyguları gelişir, fakirlerin, miskinlerin, açların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini tecrübe ile öğrenmiş olur ve onlara karşı daha insanî yaklaşımlar ortaya koyar.

-Oruçlu kişiler, açlığa, susuzluğa ve sıkıntılara tahammül etmeyi öğrenir, sabır, sebat sahibi olurlar.

-Orucun ruhumuz kadar bedenimize de faydası vardır. Ramazan boyunca mide ve kalb daha az çalışır, bütün organlar dinlenir, vücut sağlık kazanır. Bu sebeble oruç, maddî, mânevî hastalık ve kötülüklere karşı bir kalkandır :

- Oruç; ahlâk mektebidir.

- Oruç; nefse karşı bir savaştır.

- Oruç; sabır alışkanlığı kazandırır.

- Oruç; iradeyi kuvvetlendirir, gayreti biler.

- Oruç; düzeni ve disiplini öğretir.

- Oruç; merhemet ve kardeşlik bağlarını güçlendirir.

- Oruç; toplumsal hastalıkların tedavilerinde önemli bir etkendir.

- Oruç; vücut için bir rektefe vazifesi görür. 




Ramazan orucu kimlere farzdır

Namaz kimlere farz ise oruç da onlara farzdır. Ancak biz yine bir sıralama yaparak bilgilerimizi tazelemiş olalım, oruç, erginlik çağına gelmiş, akıllı, her erkek ve kadın müslümana farzdır. Yani 15 yaşından itibaren müslümanlar oruç ibadetini yerine getirmelidirler.




Orucun çeşitleri

Farz olması ve olmaması açısından 3 çeşit oruç vardır.

1- Farzolan oruçlar: Ramazan'da oruç tutmak farzdır. Bu ayda tutulamayan oruçlar başka günlerde kaza edilir.

2- Nafile olan oruçlar: Ramazan ayının dışında tutulan oruçlar nafile olan oruçlardır.

3- Haram olan oruçlar: Sıhhati kesinlikle oruç tutmaya uygun olmayan kimseye oruç tutmak haramdır. Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günü oruç tutmak uygun değildir. Çünkü bayram günleri Allah'ın kullarına birer ziyafet günüdür. Allah'ın ziyafetinden kaçınmak uygun düşmez. 




Orucu bozan şeyler

Orucu bozan şeyler, orucu geçersiz kılan şeylerdir. Oruçlu iken bilerek herhangi bir şeyi yemek, içmek. Cinsî münasebette bulunmak ve besleyici olan iğne yaptırmak orucu bozar. Besleyici olmayan iğneler ise orucu bozmaz.

Denize girmek, banyo yapmak, kan aldırmak, içerisinde şeker ihtiva etmeyen natur bir sakızı çiğnemek de aynı şekilde orucu bozmaz. Ağız kokusunu kısmende olsa gidereceği için toplum içerisinde bulunan ve insanlarla konuşmak durumunda olan müslümanlara sakız çiğnemeleri tavsiye bile edilir. 




Kazayı gerektiren haller

Orucu bozan şeyler, aynı zamanda kazayı gerektiren hallerdir. Herhangi bir nedenle orucu bozulan müslüman, Ramazan ayından sonraki günlerde, orucunu kaza eder. 




Oruçla ilgili diğer meseleler



1-Keffâret

Keffâret ceza demektir. Fıkıh kitaplarımızda orucunu kasten bozan müslümana verilecek cezadan, keffaret adı altında uzun uzun bahsedilmiştir. Oysa hüküm koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan müslümana kaza etmesini söylememiştir. Peygamberimiz de bu yolu takip etmiştir. Sonradan bu yol terkedilmiş ve hüküm koyucu devre dışı bırakılarak keffaret uygulaması esas alınmıştır. 


Kur'an ve Sünnet'e göre, her ne suretle olursa olsun orucunu bozana keffâret lâzım gelmez. Yani orucun keffareti yoktur.

Keffâret cezası başka konulardaki (zıhar olayı Mücadele 2,3) keffâret uygulamalarının anlam kaydırmalarıyla, oruca da tatbik edilmesinden doğmuştur.

Burada Allah adına hüküm koymanında ötesinde, Allah adına, O'nun kullarına ceza vermek gibi bir zulüm de vardır.

Biz, böyle bir zulmü, Allah'ın dinine fatura etmekten Allah'a sığınırız. Hüküm ne kadar da açık: ''Ramazan günlerinde orucunu tutamamış olanlar, başka günlerde tutarlar.''

Allah rızası için oruç tutan müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması zaten mümkün değildir.

Oruçlu bir müslüman özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa iftar eder. Keyfi olarak oruç bozan insan, zaten Allah korkusundan veya ibâdet şuurundan uzaktır. Bu müslüman da keffaret orucundan zaten korkmaz, çünkü onu da tutmayacaktır. Bu durumda ceza iyi niyetli olan müslümana verilmiş olur ki yanlıştır.

Yukardaki sözümüzü yeniden tekrar edelim. İnsan ibâdet yapıp yapmamakta hürdür. Bu hürriyet içerisinde yapılırsa, ibadet bir anlam taşır. Herkes Cennet'e girme hürriyyetine sahip olduğu gibi Cehennem'e girme hürriyyetine de sahiptir. 




Keffârete delil olarak şu hadis gösterilir:

- Bir adam Peygambere gelerek'' mahfoldum''dedi,

- Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ?

- Adam; Ramazan da hanımımla ilişkide bulundum.

- Peygamberimiz: Köle azad edebilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ?

- Adam: Hayır.

- Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi.

- Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım?

- Peyagamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.''(15)



Bu hadise gböre keffâret kabul edilse bile, sadece cinsi münasebetle ilgili olduğu görülür. Keffâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi yanlış olur. İkincisi, Adamla peygamberimiz'in konuşmalarının sonunda hurmalar adama kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Üstelik, peygamberin huzuruna eliboş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü, peygamberimizi keyiflendirdi ve güldürdü.



Bu hadisi ilim adamları da değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:

1- İmam Hanefi, kasden bozulan oruca 61 gün ceza vermiş. (Keffaret)

2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir, onun kaza yapması gerekir demiş.

3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir demiş.

4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehirde erkeğe mahsustur.(16) 




Sonuç

Keffâret ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir, sadece cinsî ilişki ile ilgilidir, ve erkek için geçerlidir, kadın için ise geçerli değildir. Herne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur diyebiliriz. Kur'an  ise keffaret uygulamasına sıcak bakmaz.




2- İtikaf

Beş vakit namaz kılınan bir camide ibâdet niyetiyle durmaktır. İtikaf'ta olan insan, yeme içme işlerini camide yapar. Devamlı zikirle, tefekkürle, okumayla meşgul olur.

Müddeti, mezheblere göre değişir. Hanefîler, Şafiiler ve Hanbelîlere göre, enaz; ''az bir zaman, bir an'', olarak belirlenen müddet, Malîkiler'e göre bir gün, bir gecedir. İsteyen daha fazla da durulabilir. İtikâf'ın amacı; belirli bir zaman içerisinde, hertürlü dünya meşgalesinden uzaklaşarak, murakabeye dalmak, tabir caizse, Allah'la baş başa kalarak huzur ve mutluluğu yakalamaya çalışmak, hiçliğin şuuruna ermektir. (17) 




3- Oruç ve Hilal

Hilâl, Ramazan ayının başlangıcının belirlenmesinde belirleyeci rolünü oynar. ''Hilali gördüğünüz zaman Oruç tutunuz, hilali gördüğünüz zaman bayram yapınız, hava bulutlu ise taktir ediniz'' Başka bir rivayette ''Hava bulutluysa veya hilâl'i gözetlemeye mani bir durum var ise, Şaban'ı otuza tamamlayınız''(18) buyurulmaktadır.

Tespit, o günün şartlarında şahısların şahadetiyle yapılıyormuş. Bugün tespit, Astronomi uzmanlarınca, yapılmaktadır. Hassas aletler ve hesaplamalarla yapılmaktadır. Yapılması gereken, Ramazan ayının başlangıcının tesbitidir. Hangi şekil ve esas alınırsa alınsın tesbit yapıldıysa sorun çözülmüş demektir.'' 29 veya 30 gün oruç tutulur ve sonunda bayram yapılır. 




Biz deriz ki,

mümkünse bütün İslâm aleminde orucun başlaması ve bitimiyle ilgili birlik sağlanmalı ve bir prensip üzerinde anlaşılmalıdır. Aynı zamanda oruca başlanmalı ve aynı zamanda bayram yapılmalıdır. Kimi müslümanların oruç tutarken kimi müslümanların iftar etmesi, müslümanlar arasında sürtüşme meydana getirmektedir. Hilâl tartışmasının altında yatan gerçek dînî endişe değil, siyasî endişedir.



- Hanefî Mezhebine göre kılınması vacip olan bayram namazı, cumhurun görüşüne göre sünnettir. Bir özür gereği, bayram namazları, bir gün ertelenerek kılanabilir. Bu şekildeki bir uygulama ile müslümanlar arasındaki birliği korumak en güzeli olacaktır. Çoğunluğun sünnet olarak belirlediği bayram namazında kavga çıkararak ümmetin birliğini zedelemek haramdır. Ümmetin birliğini sağlamak ise farzdır. 




Kaldıki,

Şafiî Mezhebi'ne göre, hilâl tesbitinde hesaba itibar edilir. Cumhurun görüşü ise; ''onu takdir ediniz''(19) şeklindedir. Kısacası cumhurun görüşü hakikate daha yakındır. Namaz vakitlerinde saati dakikasına varıncaya kadar kullanan müslümanların, oruç tesbitinde hesabı dışlamaları mânidar değil midir?

Oysa teknolojiyi en iyi kullananların, ondan en iyi şekilde istifade etmesi gerekenlerin müslümanlar olması gerekmez mi? ''Herşeyi bir nizam, bir hesap üzerine yarattığını, feleklerin kendi yörüngelerinde yürüdüklerini, yüzdüklerini''(20) Kur'an altıncı asırda, tüm dünyaya ilan etmedi mi? Böyle bir Kitab'a inanan müslümanlar nasıl olur da Kur'an'ı ve Sünneti dışlayarak oruç tesbitinde, hâlâ hilalin çıplak gözle gbörünmesi konusunda israr eder?



- Allah, her çağda dinini omuzlayabilecek, her platformda onu temsil edebilecek, akıllı, yetenekli, ehliyetli aksiyon sahibi düşünren duyarlı müslümanlar istiyor. 'Allah Kitabında bu düşüncesini şu şekilde ifadeye koyuyor: ... "hâlâ düşünmeyecek misiniz? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım.'' 




4- Güneşin tam olarak batmadığı yerlerde oruç

Gece ve gündüzün saat olarak eşit olmadığı coğrafi yerlerdir. Gece ile gündüz arasındaki fark bu yerlerde fazladır. Böyle yerlerde en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulabilir, namaz kılınabilir. Veya Mekke ile Medine'deki namaz saatleri, imsak ve iftar saatleri esas alınarak oruç tutulabilir namaz kılınabilir. Almanya böyle bir ülkedir. Bilhassa bu sene gece çok kısa gündüz çok uzundur. Havanın sıcaklığı da göz önünde bulundurulduğunda, Hicaz bölgesine göre imsak ve iftar saatlerini ayarlamak zarurettir.
 



5- Niyet

Oruçta niyet şarttır. Niyet kişinin kalbinden oruç tutacağını bilmesidir. İmam Hanefî, Malikî ve Hanbelî' ye göre şart olan niyet, İmam Şafii'ye rükündür.(21) 




6- Sadaka-ı Fıtır

Sadaka-ı fıtır, Ramazan bayramını geçirmemek üzere verilecek olan bir sadakadır. Bayram günü sabah namazına kadar verilmesi gerekir. İmkân bulunamamışsa daha sonrakî günlerde de verilebilir. Zengin (nisaba mâlik) olan hür müslümanlar, sadaka-ı fıtrı vermelidir. Fıtır Sadaka'sı bakmakla yükümlü olunan şahıs başına hesab edilerek Allah rızası için verilir. Sadaka-ı fıtır, sofraya konan tüm yiyecekler üzerinden zamanın şartlarına göre tesbit edilmelidir. Tesbit çağın getirdiği zorunluluklar göz önünde bulundurularak fakir lehine yapılır. Sadaka-ı fıtır, bir fakirin akşamlı- sabahlı bir günlük yiyeceğinin tutarıdır. Hesap buna göre yapılır. 




Orucun fidyesi

Oruç tutmaya güç yetiremeyenler (ağır işlerde çalışanlar, işyeri ile promlemleri olanlar, özürlü olanlar, hasta olanlar, kendi açılarından oruç tutmaya mani, herhangi bir mazereti olanlar), farz olan oruç için tutamadıkları her bir oruca bedel bir fidye verirler. Bir fidye, bir sadaka-ı fıtır miktarıdır. Fidye vermekle mükellef olan müslümanlar, fidye vermeye de güç yetiremezlerse, o zaman Allah'dan af ve mağfiret dilerler.

Fidyeler yaşanılan ülkenin şartları göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir ve o ülkede yaşayan insanlarına verilmelidir. Almanya'da yaşayan müslümanlar Afrika'daki veya başka ülkelerdeki müslümanlara fidye göndermemelidir. Öncelik en yakındaki müslümanındır, insanındır.




Oruç tutmamayı mübah kılan özürler

Kendisine oruç farz olan bir mükellefin, aşağıda belirtilen sebeblerden dolayı, oruç tutmaması veya iftar etmesi mübahtır. Orucunu tutamayan veya iftar eden özür sahipleri, mazeretleri geçince tutamadıkları gün sayısınca oruçlarını tutarlar. 


1- Hastalık

Hasta olan ve orucun kendisine zararlı olacağı, doktor tarafından bildirilen kişi hastalığı süresince oruç tutmayabilir. 


2- Yolculuk

Ramazanda yolculuğa çıkacak kimse, oruç tutmayabilir. Eğer yolculuk herhangi bir sıkıntı vermeyecekse oruç tutmak daha iyidir. 


3- Kadınların hâmile veya emzikli olması

Hâmile olan veya çocuğunu emziren bir kadın, oruç tutmayabilir. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde, isterlerse oruç tutmayabilirler, tamamen kendi taktirlerine bağlıdır. Müslüman gücü yetiyor ve ibadet yapmak istiyorsa Allah ona sen hayızlısın, bana ibadet edemezsin demez. Hayızlı kadınlar kendileri istemedikleri taktirde hiçbir ibadetten uzaklaştırılamaz. Allah, güçleri yetmediği halde kendilerini ibadet yapmak zorunda hissedenlere, sıkıntıya girmesinler diye, isterseniz bu hallerde oruç tutmayabilirsiniz demiştir. Yoksa hayızlı olduğunuz sürece bana yaklaşmayın dememiştir.



Hayızlı kadınlar cahiliye çağında horlanırlar, dışlanırlardı. Fıkıh kitaplarındaki horlama ve dışlama da aynı mantıkla, sonradan İslâm'a fatura edilmiştir. (22) 


Hayızlı kadın, namazını da kılar orucunu da tutar, Kâbe'yi de tavaf eder. Din bunlara mani değildir.



Efendim bu konuyla ilgili hadisler vardır gibi, üzerinde düşünülmeden sarfedilen sözler doğru değildir. Kur'an'a ters hadis olmaz, peygamber böyle fahiş bir hata yapmaz. Kur'an hayızlı kadını- nifaslı kadını hasta kabul etmekte ve hastaların üzerinden sorumluluk yükünü kaldırmaktadır. Hasta olan, mazeretli olan müslümanlar ibadetlerini nasıl yapıyorlarsa hayızlı- nifaslı kadınlar da, onu yapacaklardır. 




4-Şiddetli açlık ve susuzluk

Oruçlu bir kimse açlık ve susuzluğa dayanamayacak bir duruma düşerse iftar eder, içinde bulunduğu durumdan kurtulduğu zaman, orucunu tutar. 




5-Rızık endişesi ve ihtiyarlık

Bakara Sûresi'nin 184. Âyetinin beyan ettiği mazeretlere, sahib olan insanlar; senenin hiçbir gününde oruç tutamayabileceği gibi, rızık temini için zor şartlar altında çalışan insanlar da aynı şekilde oruç tutmayabilirler.

Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür.

Yukarda açıkladığımız gibi, bu müslümanlar fidye vererek oruç ibadetini yerine getirmiş olurlar. Belki de bu usulle oruçtan daha hayırlı bir ibadeti yapmış olacaklardır. Yıllık izinlerini de oruç tutmak amacıyla kullanabilirler. 




6-Delilik

Deliler oruç tutmakla mükellef değildir.




7-Zorlama

Oruçlu bir müslüman, tehdit altında kalırsa, hürriyyeti elinden alınırsa oruç tutamayacabileceği gibi tuttuğu orucu da bozabilir.







  
Rüştü Kam


(1) Bakara suresi 3

(2) Bakara suresi / 184

(3) Bakara suresi / 187

(4) Süleyman Ateş 1. cild 312- 315.

(5) Bakara 187

(6) M. sıyâm, 160.

(7) Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm, 161

(8) Buhârî, savm, 2; sıyâm, 162

(9) Tefsirul Kur'ân-nül Hakîm 2/156

(11) Islâm'ın ışığında Günün Meseleleri c. 1 s. 110 H. Karaman

(12) Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Ölçü yay. Ank. 1985, c. 1, s. 413, Ibn. Abidin- Reddü'l-Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar- Ist. 1983, c. 4, s. 320

(13) Tefsiru‘l Kur'ân‘ı Hakîm 2/156

(14) Bakara 187

(15) Ebû Hureyre'de rivayet edilmiştir. Kütü- i Sitte, c. 9, s. 527, h. no: 3227

(16) Fıkhussire Cilt 2 Shf 47 Seyyid Sâbık

(17) Vehbe Zuhaylî, c. 3, s. 219

(18) Buharî, Savm 2

(19) Ibn. Rüşd, Bidayetü'l Müçtehid, c. 2, s. 25,

- Ege Hasan, Dört Mezhebin fıkıh kitabı, bahar yay.Ist.,c.2,s. 25

- Islâm Ilmihâlleri- Fikri Yavuz- Süleyman Ateş

- Kur'an Meali- Ali Bulaç / Ali Özek ve arkadaşları

- Tefsir- Süleyman Ateş- Prof. Dr. H. Atay Raporlar

- Islâm Fıkhı Ansiklopedisi- Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî

(20) Yâsin 37, 38, 39, 40

(21) Ege Hasan, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, c. 2, s. 15

(22) Bakara 185- 222


Rüştü Kam'in ha-ber.com'da yayınlanan tüm yazıları

7 Haziran 2013 Cuma

TOPÇU KIŞLASI 2013 BERLİN



Topçu Kışlası ve Tarihine yabancılaştırılan bir millet !



Cumhuriyet çocukları olan bizler tarihimize yabancı olarak yetiştirildik. Geçmişimize saygı göstermeyi değil, sövmeyi öğrettiler bize okullarda. Yalan söyleyen tarih bilgisiyle büyüdük. Murat Bardakçı'nın kaleminden okuduğumuz "ŞAHBABA" bize öğretilen yalanlardan bir kısmını gün yüzüne çıkardı. Okudum ve hayıflandım. Tarihimizle ilgili saklanan acı gerçekler günümüzde duyarlı tarihçiler tarafından halkımızın istifadesine sunulmaya başlandı sevindirici gelişmeler bunlar. Ancak yeterli değil. Belki de arşivlere girebilecek yeterli donanıma sahip yetişmiş, yeterli ilim adamlarımız yok. Buna rağmen gelişmeler ümit vericidir. Ancak, kandırılmış olmak çok acı. Hem de devlet eliyle kandırılmışsanız ve bu devlet de sizin devletinizse daha da acı.

Arka planını tam olarak bilemediğimiz ancak tahmin edebildiğimiz "Gezi parkı" olayları bir gerçekle tanışmamıza vesile oldu: Topçu Kışlası. Ne zaman yapılmış, kimler tarafından ne zaman ve niçin yıktırılmış onu öğrendik bu vesile ile. Bu arada mimar Henri Prost'la da tanıştık. Ortaya bazı acı gerçekler çıktı. Okuyalım:
Taksim Kışlası ya da Topçu Kışlası, 1780 - 1940 yılları arasında İstanbul Taksim Meydanı'nda günümüzde Taksim Gezi Parkı'nın durduğu yerde bulunan bir yapıymış.


Taksim Kışlası 1780 yılında Osmanlı padişahı I. Abdülhamid zamanında Krikor Balyan tarafından yapılmış. Kabakçı Mustafa İsyanı'nda tahrip olan bina, II. Mahmut döneminde aslına uygun olarak elden geçirilmiş.

Bina birkaç kez yangın geçirmiş. Sultan Abdülmecit döneminde 19. yüzyıl mimari üslubunda ve çok gösterişli olarak yeniden yapılmış. Rus ve Hint mimarilerinden izler taşıyan yapının iki anıtsal giriş kapısı Harbiye Caddesi ve Talimhâne Caddesi cephelerinin tam ortalarında bulunuyormuş.


Kışla 1860-1870 yılları arasında Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi sürecinde önemli bir rol oynamış ve en şatafatlı günlerini yaşamış. Sultan Abdülaziz'in 1864 yılında Mısır seyahati dönüşünde kışlayı ziyaret edip kışlada yemek yemesi, kışla tarihinde önemli bir olay olarak kayıtlara geçmiş.

Askeri işlevlerinin yanı sıra cambaz gösterileri, at yarışları, Rum hacıların konaklaması gibi amaçlarla da kullanılmış. Kışla 31 Mart İsyanı'nda önemli bir rol oynamış. İsyan, 27 Nisan 1909'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesiyle son bulmuş.

İsyandan sonra önemini yitiren kışla, 1913'te Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye'ye satılmış. Binanın orta kısmındaki eğitim alanı futbol sahası haline getirilmiş ve uzun yıllar futbol maçları ve çeşitli gösteriler için kullanılmış. Kışla, I. Dünya Savaşı'nın ardından işgal edilen İstanbul'daki Fransız kuvvetlerinin yönetiminde bulunan Senegal'li askerlere tahsis edilmiş.

Cumhuriyetin ilanından sonra da kışlanın avlusundaki futbol sahası futbol karşılaşmaları için kullanılmayı sürdürmüş ve kışla Taksim Stadı adını almış. 1923 yılında Türkiye Millî Futbol Takımı ilk resmî maçını bu sahada Romanya'ya karşı yapmış.


Kışla, 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye başkanı olan Lütfi Kırdar'ın isteği ve Henri Prost'un tavsiyesiyle yıkılmış. Henri Prost'un hazırladığı imar planı çerçevesinde park haline getirilmiş.

1944'te Taksim Gezisi'nin Taksim Meydanı'na bakan ön (güney) kısmında, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün at üzerindeki heykelinin kaidesi inşa edilmiş ancak heykel hiçbir zaman dikilememiş. 1950'de Demokrat Parti (DP)iktidara geldikten sonra da, atlı heykel uzun süre bir depoda bekletilmiş, sonunda kaide söktürülmüş, heykel bu parka değil, Maçka'daki Taşlık Parkı'na dikilmiş. Taksim Gezi Parkı uzun bir süre "İnönü Gezi Parkı" olarak adlandırılmıştır.


Henri Prost kimdir?



Henri Prost (1874 - 1959) Fransız mimar ve kent planlamacısıdır. 1936 yılında Atatürk'ün daveti üzerine Türkiye'ye getirilmiştir. "İstanbul'un nazım planı" nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937'de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939'da tamamlamış ve hükümetten onay almıştır. Suriçi İstanbul'un bugünkü silueti ve bazı binalar ile Taksim Meydanı ve Maçka Parkı kendisinin eseridir. İstanbul tarihinde önemli yeri olan yapıların ortadan kalkmış olması nedeniyle tarihi eserleri koruma duyarlılığına sahip ilim adamları ve mimarlar tarafından, haklı olarak eleştirilmektedir Prost. BAYGEM Tarih Atölyesi yazarlarından Sevda Kaya da eleştirmenlerden biridir. Biraz Henri Prost'u Tanıyalım adlı yazısında bakın neler yazmış:


"İstanbul kendisine hayran bırakır görenleri. Şahane manzaraları, muhteşem görünüşüyle camiler ve Boğaz. Ahengi sizi içine alır. Gezenin tadı damağında kalır. Hiç düşündünüz mü? Koskoca Osmanlı Devleti'nden bu kadar mı eser kalmıştı geriye. Bu çarpık kentleşme, tarihi yapıdan yoksunlaşmış İstanbul, nasıl bu hale geldi. Kim yaptı bunları. İstanbul'a karanlığı yaşatan adam Henri Prost'tu.

Fransız mimar ve şehircilik uzmanı. 1902 de yüksek mimarlık okullarından mezun olmuş, öğrenciliğinde "Roma Büyük Ödülü'nü" almış. Asıl çalışmalarını Roma da kaldığı beş yıl zarfında gerçekleştirmiştir. Bu süre zarfında da Ayasofya'nın da içinde bulunduğu tarihi anıtların rölöve ve arkeolojik çalışmalarını gerçekleştirmiştir. İstanbul'un Bizans anıtlarını da içeren bu ön çalışmaları Prost'un İstanbul'a olan ilgisini arttırmıştır.

1936 yılında Atatürk'ün daveti üzerine Türkiye'ye gelmiştir. "İstanbul'un Nazım Planı"nı uygulamakta görevlendirilmiştir. 1937'de hazırlamaya başladığı raporlarını 1939 da tamamlamış ve hükümetten onay alışmıştır. Şimdi bu raporu inceleyelim çok masum görünen bu raporların önerileri ne yöndeydi.


Prost sözde kentin kendisine özgü dokusunu koruyacak, tarihi yapıları koruyup yeni yerleşim alanları oluşturacaktı. Sözde diyorum çünkü Prost sadece Bizans yapılarını korumaya yönelik çalışmalar yapmıştır.

Prost, ilk darbeyi Saraçhane- Unkapanı arasına vurur. Prost, eski Paris yerleşimlerini yıkıp yeni bulvarlar açan Haussman'ın geleneğinden gelen bir Fransızdı. Onun için de "Suriçi İstanbul'unda Osmanlı kimliğini ve çevre ölçeğinin dikkate almadan meydan ve bulvarlar açmakta" sakınca görmedi. Prost, bütün dünya kentlerinin metroya yöneldiği yıllarda İstanbul'u otomobil yollarıyla donatmakla ısrarlıdır. Zira bu bahaneyle minare ormanı şehri budayacak ve Bizans eserlerini ortaya çıkaracaktır. Nitekim Atatürk Bulvarı'nı açarken Pantokrator'un yanından Valens (Bozdoğan) Kemeri'nin altından geçerek onları değerlendirmiş ama aynı güzergâhtaki cami, medrese, konak ve çeşmelerin üzerinden geçmekte sakınca görmemiştir.


Bir zamanlar sokakları süsleyen yapıların yerlerinde şu an kara binalar, okullar benzin istasyonları bulunuyor. Bazıları ise boş arsa durumunda. İMÇ bloklarının altında kalan Hoca Tebarrük Mescidi, sanat değeri çok yüksek bir yapı. Ama bırakın varlığını, kimse bu yapının ismini duymamıştır. Henri'nin de istediği budur zaten "sonsuza kadar elveda" diyerek kıyımlarını gerçekleştirmiştir. Yol yapacağız diye eserler yıkılır. Yola denk düşmeyenler dahi şu an olsaydı yine de bambaşka olurdu. Firuza Ağa Mescidi yola denk düşmez ama yine de yıkılır. Saraçhane Mescidi'nin üzerinde ise şu an resmi daireler bulunuyor. Anlaşılan şu ki yol bahane Osmanlı yapısı yıkmak şahane Prost için.


Prost yetinir mi hiç devam eder şehri şehirsizleştirmeye. İkinci yıkım dalgasını gerçekleştirir. Yol için yıktırdığı eserler biter, yollar olur sıra gelir yol kenarında kalan mescitleri yıkmaya. Oysa ne güzel olurdu. Gezindiğimiz her "Dar" yolda geçmişin kokusunu içimize çekmek. Büyük alış-veriş merkezlerinin yerine o muazzam yapıları görsek de ilham alsak. Yıkılan her yapı kültürden bir şeyler kopararak toprağa karışıyor. Bin zahmetle yapılan eserler dakikalar içinde yok ediliyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde öncelikle emeğe saygı vardır. Başkalarına ait bir eseri yıkmak şöyle dursun başkalarına ait bir eşyayı almak dahi çok ayıp karşılanırdı. Henri her yıkımında bizden bir şeyler götürdü. Bizim kültürümüzü yıktığı mescit yerine alış-veriş merkezleri belirler oldu. Zavallı insanları da yeni cami yapacağız diye kandırdılar.

İstanbul'un ilk belediye başkanı Hızır Bey'in Mezarı tam kurtuldu derken camileştirilmesin diye üzerine İMÇ blokları yapılır.


Prost, Vatan, Millet, Fevzi Paşa caddelerine öyle bir hat çizer ki adeta minare biçer. Sadece 1956-1957 yıllar arasında 54 camiyi yıktırır. Topkapı'daki İlyaszade Mescidi nefis bir Mimar Sinan eseridir. Bu cami sanat tarihi açısından çok önemlidir. Fakat Prost için taş yığınından başka bir şey değildir. Fındıkzade'deki Molla Gürani mescidi (1483) ise fetih ruhu açısından çok önemlidir. Ama bu iki güzide mekân yıktırılır. Tepki çıkmayınca Prost iyice cesaretlenir. Pazartekke Mescidi yola denk düşmediği halde yıkılır. Şu an yerinde bir benzin istasyonu bulunuyor.


Gelelim Haliç'e. Haliç'i Haliç yapan saraylar yıkılır. Tabakhane, Kâğıthane onun elinden geçer. Eyüp, Ayvansaray civarları medrese, türbe, camii ve tekkelerin yoğun olduğu bir mekândır. Kolay tırpan atamaz. Ama yaptığı korkunç planla Haliç'i çekilmez bir yer haline getirir. Kazlıçesme'yi dericilere verir, Altınboynuz'u sanayiye açar. Böylece hem dünyanın en büyük foseptik çukurunu elde edecek hem de işçi kesimine teslim ederek tarihi eserleri gecekondulara ezdirecektir. Bir gün Haliç'in beton karası binalarla kuşatılacağını suyunun kirleneceğini ve havanın çoraptan beter kokacağını adı gibi bilir. Haliç'in, Sadâbâd'ın Osmanlı kültüründeki yerini bilmiyor, zaten önemsemiyordu. Haliç onun için sadece hammaddeyi boşaltan, mamüllerin taşınacağı su yoluydu. Medreseler, tekkeler yok oldu. Türk, Musevi ve Rum mahalleleri renklerini kaybetti. Sanayinin arkasından gecekondulaşma aldı başını gitti. Haliç artık bir saraylar meskeni değil kanalizasyon oldu. Esma Sultan Yalısı'nın yerinde bir lastik fabrikası karşısında Karaağaç'ta İbrahimzadeler Yalısı'nın yerinde mezbaha vardır. İstanbul'da yerleşim olmayan o kadar yer varken neden Haliç...


Cevabı çok açık; kültür katliamı.


Bu kasap mimarın gözü kutlu fethin nişanesi olan Fatih Camii'ne takılır kalır. Güya ona el sürmez ama öyle bir oyun oynar ki... Fatih Cami kilden bir tepe üzerinde bulunur. Malum kil kuruyken kaya gibi ıslakken civa gibidir. Bu yüzden civara derin kuyular açarlar, zemindeki suyu toplayıp aşağı basarlar. Çırçır, Horhor ve Küçük Mustafa Paşa'da ki mahalle çeşmelerinin lülelerinden gün boyu su akar. Kullanılanı kullanılır, artanıyla bostan sularlar.

Prost Fevzi Paşa Caddesi'ni, Fatih külliyesi'nin eteklerinden geçirir. Kotu (zemin yüksekliğini) metrelerce düşürür. Temellerini açığa çıkarır. Koca kütleyi dayanıksız bırakır. Etrafını da imara açar. İşte Fatih'e apartmanların musallat olduğu yıllarda temeller su yollarını battal eder, çeşmeler susuz kalır, kararır, çöplüğe döner. Çeşmelere değil caminin yağa dönüşen tabakası içler acısıdır. O kadar boş arsa varken okullar da tarihi yapıların üzerlerine yapılır.


Yıkılan yıkılmış, yıkılmayanlar da kuytu köşeye atılmış. Hep İstanbul'a dışarıdan bakarız ve güzeldir. BAYGEM Tarih Atölyesi olarak İstanbul gezisine çıktık, camileri zor bulduk. Mihrimah Sultan Camii'nin sadece minaresi görünüyordu. Sokullu Paşa Camii'nin durumu vahimdi. Sultan Selim Camii çok önemli bir eser. Sokaklar arasında kalmış.


Prost amacına ulaştı. Bizler kendi kültürümüzü tanımıyoruz artık. Kaçımız cami, mescid gezmeye gidiyoruz. Yapıların ulaşımı zorlaştırılmış, kolay ulaşılan yerlerde de hiçbir eser yok.

Kaç kişi Bakırköy Meydanı yerine bir tarihi yapı görmeye gidiyor. Her şey dışarıdan bakıldığı gibi değil. Dışarıdan ayrıntılı görmezsiniz. Ayrıntılara girince çıkılmaz bir hal alır. Prost da İstanbul'un dış görünüşüne hayran bıraktırdı herkesi ya İstanbul'un heceleri, harfleri ne olacak..."







  
Rüştü Kam