24 Temmuz 2013 Çarşamba

REZİDANS'TAN KANÇILARYA'YA 2013


  



Berlin Büyükelçisi Sayın Hüseyin Avni Karslıoğlu 2012 iftarını Rezidansın bahçesinde çadırda vermişti. Sıra dışı eylemlere alışkın olmayan Berlinliler bu iftarı çok konuştular. "Laiklik elden gidiyor.!" diyenler olduğu gibi, göğüslerini kabarta kabarta "İşte bu!" diyenler de oldu. 
 
2013 yılına geldiğimizde bu kez iftar sofrası Kançılarya 'da kuruldu. İftar saatinde Kançılarya'dan semaya ezan sesleri yükseldi "Allahü Ekber... La ilahe illallah", "Allah birdir ve ondan başka ilah yoktur." Arkasından Kur'an okundu ve Almaca tercümesi yapıldı. Kur'an Kançılarya ‘da okundu, sıra dışı uygulamaya yine Karslıoğlu imzasını koydu. Küpe, uzun saç ve bu sefer de sakal. Bakanların sakallı oldukları vaki. Bu gelenek Erbakan hükümetlerinin hepsinde var. Ancak bürokratlar arasında sakal geleneğinin altına bir ilk olarak yine Karslıoğlu imzasını koydu. Sakalıyla ve uzun saçıyla Büyükelçimiz karizmatik bir hüviyet kazanmış. Yakışmış.
Büyükelçi Karslıoğlu, iftardan önce yaptığı konuşmada, birlik ve beraberlik çağrısı yaptı. Bu çağrı ile hem Türkler arasındaki farklılıkların hem de Alman tolumu arasındaki farklılıkların altı çiziliyordu. Bütün bu farklılıklara rağmen birlik ve beraberlik içinde olmak. Mutluluğun sırrı Büyükelçi'ye göre birlik ve beraberlikte yatıyordu. Ramazan ayı bir fırsattı ve iyi değerlendirilmeliydi.
 

"İslâm dininin Kutsal Kitabı Kur'an bu ayda inmiştir, bu ay insanların birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulduğu aydır, bu ayda herkes birbirine saygılı olmak zorundadır. Bu saygı hem Almanlar ve hem de Türkler için geçerlidir. Vesileler iyi fırsatlar teşkil ediyor. Alevi'siyle Sünni'siyle, herkes birbirinin kardeşidir ve hangi görüşten olursa olsun onlar benim de kardeşimdir. Sizler nasıl sıkıntı çekiyorsanız, ben de aynı sıkıntıları çekiyorum ben sizlerin dışında birisi değilim. Burası sizin ikinci evinizdir, bir sığınaktır, her zaman burasını sığınak olarak kullanabilirsiniz. 
 

Bizi bir arada tutan ortak değerlerimiz farklılıklarımızdan daha fazladır. Bu fazlalıklar aynen Almanlar için de geçerlidir. Farklılıklarımız işin güzelliğidir. Güzelliklerimizle birlikte yaşamak varken ayırımcılığa ne gerek var. Bizim köklerimiz Türkiye'dedir. Ancak burası da baba vatanımızdır, benim de baba vatanımdır.

Burada 3,5 milyon Türkiye kökenli insanımız yaşıyor. Yabancı düşmanlığı ve ayırımcılık sizlerin cesaretini kırmasın. Bütün gücünüzle Alman toplumu içinde yer almaya çalışın. Bu mücadeleyi birlikte yapalım, yılmayalım, yılgınlık göstermeyelim. Almanya ile Türkiye arasında çok eskilere dayanan dostluklar vardır, onları hatırlayalım. Demokrasi ve insan hakları aramızdaki müştereklerimizdir. Aramızda diyalog ve hoşgörü hâkim olmalıdır."
 

İftar yemeğine geçildi. Oldukça zengin bir menü vardı: Eller ilk önce İftariyeliklere uzandı (Pastırma, beyaz peynir, kaşar peyniri, yeşil ve siyah zeytin, ceviz, badem, kuru kayısı ve hurma). Soğuklar( Karışık kızartma, yaprak sarma, dolma, patlıcan ezmesi, Antep ezmesi, börek çeşitleri, cacık.)

Ana yemekler( Kuzu tandır, tavuk sote, güveç, döner), garnitürler( Pirinç pilavı, biberiyeli ve sarımsaklı patates), salatalar (çoban salatası, fıstıklı ve parmesan peynirli roka salatası, tatlılar( Güllaç, lokma ve baklava), mevsim meyveleriyle özenle düzenlenmiş meyve büfesi, semaverde çay ve Türk kahvesi, geleneksel kostümüyle şerbetçi. Harika bir menü ve harika bir ambiyans.
 

Mercimek çorbası servis olarak geldi masaya. Daha sonra, açık büfeye geçildi. Kuyrukta hanımların eşik sohbetine benzer sohbetlerle iftarın tadına varıldı. Bu arada dostlar birbirlerine sarıldılar ve ayak üstü de olsa hasret giderdiler. İşte Ramazan'ın bereketi burada. Karslıoğlu'nun konuşmasıyla münasip düşen bir ortama şahit olduk bu iftarda. Ailevisiyle Sünni'siyle, oruç tutanıyla, tutmayanıyla herkes birbiriyle selamlaşıyor ve kucaklaşıyordu. Umarım Kançılarya'daki bu birlik ruhu sokağa da, toplumlara da aynen hâkim olur.


Ancak gözüme çarpan bazı eksiklikleri de yazmadan geçemeyeceğim:



1-Semaverde Türk çayı demlenmeliydi, Seylan çayı değil.

2-Türk kahvesinin yanına su ve lokum mutlaka konulmalıydı.

3-Kur'an Arapça olarak okundu ve Almanca olarak meali verildi, Türkçe olarak da meali verilmeliydi. Programlarda Türkçe' den taviz verilmemeli. Mesele herkesin anlaması değil, sahip olunan değerlerin korunması olmalı. 2 dakika da Türkçe meal biterdi. 2 dakika çok uzun zaman olmasa gerektir.



  
Rüştü Kam

 
Not:

Benim için iftar yemeği o kadar da güzel başlamamıştı. Oturduğum masada bir şehir magandasıyla karşılaştım. Dernek çalışmaları yapan insanlar içinde öylesi magandaya rastlanmaz. Bu maganda oraya nereden düşmüş bilmiyorum. Belki de Elçilikte veya Konsoloslukta görevlidir. Selamün aleyküm gençler diyerek oturdum yandaki masaya, iftar öncesi tanıdıklarla sohbet etmek istedim. "Bu masa senin mi ki böyle pat diye oturuyorsun?" diye kaba bir hitapla karşılaştım. Sanki, başımdan aşağı kaynar su döküldü. Tanımam etmem. Kimdir, neyin nesidir bilmem. Dam başında saksağan vur beline kazmayı. Masadaki diğer arkadaşlar ortamı yumuşatmaya çalışsa da ben masayı terk etmeyi yeğledim.



İftara yaklaşmışken, sabırlı olmanın daha iyi olacağını düşündüm ve böylesine kaba bir yaratığa cevap verme lüksüne girmedim. Masadan kalkıp başka bir masaya gitmekle yetindim. "Oruçluyken birisi size sataşırsa, ona oruçluyum ben deyin ve oradan ayrılın."(H.Ş) Ben de öyle yaptım, ama, hâlâ içim içimi kemiriyor.



Benim oturduğum masaya sonradan Eğitim Ataşemiz Mustafa Çokyiğit Bey geldiler de biraz rahatladım, eskilerden, eski yıllardan söz ettik... İkinci kez Berlin'e geliyor. Nihayet uzun zaman sonra Berlin Eğitim Ataşesi'ne kavuşmuş oldu. Önceden de Berlin'de hizmet yaptığı için, Berlin'e yapılacak hizmetlerin neler olduğunu çok iyi bilen bir bürokrat. Berlin için bir şans. Aramıza hoş geldiniz Mustafa Çokyiğit Bey.
  
 
 
 




İsmi Türk ama filleri Türklerin aleyhinde olan kişilere oy vermeyin!

Türk Eğitim Derneği'nin iftar yemeğine katılan BIG Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmet Mısırlıoğlu, Türk toplumuna ''İsmi Türk ama filleri Türklerin aleyhinde olan kişilerin aday olduğu partilere oy vermekten vaz geçin!'' dedi
 
 
İsmet Mısırlıoğlu iftar yemeğine katıldı

Yenilik ve Adalet Partisi (BIG) Almanya Genel Başkan Yardımcısı İsmet Mısırlıoğlu Türk Eğitim Derneği'nin (TED) iftar yemeğine konuk oldu.
 

Türk Eğitim Derneği'nin (TED) iftar yemeğine katılan BIG Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmet Mısırlıoğlu, Türk toplumuna ''Oylarınıza sahip çıkın, İsmi Türk ama filleri Türklerin aleyhinde olan kişilerin aday olduğu partilere oy vermekten vaz geçin!'' çağrısında bulundu.

Berlin-Göçmenlerin oylarıyla seçilen milletvekillerinin isimlerinin Türk olmalarına rağmen Türk toplumunun değerleriyle bir bağlarının kalmadığını iddia eden Mısırlıoğlu, ''Bu kişiler artık bizleri temsil etmiyorlar. Bizim değerlerimizi temsil etmiyorlar. Meselâ Özcan Mutlu; Ramazanlarda Müslümanlarla daha yakın olmaya çalışır, ramazan geçince aslî kimliğine bürünür. Bir öğrenci mahkeme kararıyla okulda namaz kılma hakkı elde etmişti, buna ilk kim karşı çıktı dersiniz? Maalesef Özcan Mutlu çıktı. Bu konuda kamuoyu oluşturmak için yapmadığını bırakmadı. Diğerleri de ondan aşağı kalmıyorlar tabii. Memet Kılıç sünnet tartışmaları sırasında ''Sünnet kanlı bir ritüeldir.'' şeklinde Hindistan'daki bir gelenekle kıyaslayarak açıklamalar yapmıştı. Bir diğer milletvekili Ekin Deligöz de başörtüsünün bu çağa yakışmadığını belirterek, yasaklanmasını istemişti.'' şeklinde konuştu. Mısırlıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

''Cem Özdemir ise Stuttgart 21 olayları sırasında polisin göstericilere uyguladığı orantısız güç uygulamasını görmezden gelir, hatta desteklerken Türkiye'deki Gezi olaylarına müdahale eden polise ise, dış güç olarak müdahale etmiş ve eleştirmiştir. Demem o ki, ismi sizden olup yaptıkları işler sizin aleyhinize olan kişilerin aday olduğu partilere oy vermeye son verin.''
big-berl-turk-egt-merk-b.jpg
İftar öncesi BIG Partisinin kuruluş amacı ve hedefleri hakkında bir sunum gerçekleştiren Mısırlıoğlu, hedeflerinin Almanya'yı daha iyi yaşanılabilir, ırkçılık ve ayrımcılıktan uzak, adaletin hüküm sürdüğü bir ülke haline getirmek olduğunu söyledi.
Eğitim alanında göçmen ve Alman çocukları arasında büyük uçurumlar olduğuna dikkat çeken Mısırlıoğlu, ''Eğer böyle devam ederse çocuklarımızın geleceklerini başkaları düzenleyecek.'' dedi.

Mevcut hükümetin ve muhalif partilerin, göçmenleri, özellikle Müslümanları anlamada ciddi sorunlarının olduğunu hatırlatan Mısırlıoğlu, "Hatta bizlerle alay ediyorlar, Türkleri çantada keklik olarak görüyorlar'' dedi. Mısırlıoğlu devamla, ''Oysa onlar seçim öncesi hoşumuza giden konulardan bahsedip seçim sonrası kaybolup gidiyorlar'' diye konuştu.

Mısırlıoğlu göçmenlerin problemleriyle ilgili çözüm önerilerini şu şeklide sıraladı: ''Çözüm kimliklerin tanınmasından geçer. Herkesin kendi inanış ve kültürüne uygun, anadilinde eğitim görmesinin artık bir talep olmaktan çıkması gerek. Almanya'da siyasi ve kamusal alanda ön yargıların kalkması ve göçmenlerin en azından nüfuslarıyla orantılı olarak kamusal ve yöneticilik alanlarında temsil edilmeleri şart. 50 yıllık göç tarihinde ilk kez çoğunluğunu göçmenlerin oluşturduğu bir parti, federal seçimlere katılmaya hak kazanıyor. Bu göç ve siyaset tarihine düşülmüş önemli bir nottur." diyen BIG Partisi Genel Başkan Yardımcısı İsmet Mısırlıoğlu, bunun önemli bir başarı olduğunu vurguladı.

Mısırlıoğlu, partisinin hedefleri hakkında da şunları ifade etti: "Kendimizi Almanya'da yaşayan her vatandaşın sesi olarak görüyoruz. Biz göçmen olsun olmasın, haksızlığa uğramış herkesi temsil ediyoruz. Sosyal adalet, fakirlikle mücadele, fırsat eşitliği önceliklerimizden olacak. Farklılıkları, kimlikleri ve değerleri zenginlik olarak görüp korunmasına destek vereceğiz. Özellikle, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele önceliklerimiz arasında yer alacak." dedi.

Mısırlıoğlu, başta göçmenler olmak üzere bütün seçmenleri 22 Eylül'de demokratik haklarını kullanmak için sandığa davet etti.

Berlin İlahiyatçılar Derneği başkanı Rüştü Kam ise iftarda yaptığı günün mana ve ehemmiyeti hakkındaki konuşmasında şunları söyledi:

''Zekât'ın kimlere verileceği, Tevbe suresinin 60'cı ayetinde gayet açık ve net olarak belirlenmiştir.  Kur'an'ın beyanına göre Zekât'ı bir kurum toplayacaktır. Aynı kurum zekât mükelleflerini ve Zekât'ın Kur'an'da açıklandığı şekilde sarf yerlerini de tespit edecektir.
big-berl-turk-egt-merk-c.jpg
Kur'an'ın belirlediğine göre; zekâtın sarf yeri sekizdir: 100'ü, 8'e bölersek, fakirin hakkına düşen kısım % 12,5 tir. Miskini de fakir kısmında değerlendirirsek,  % 12, 5 + % 12. 5 =  % 25 eder. Yani Zekât'tan fakirin hakkı % 25 tir.  Geriye kalan % 75 lik pay ise, fakire ait değildir:
*Borçlulara aittir:

Herhangi bir şekilde işini kaybetmiş veya borçlanmış olan iyi niyetli Müslümanlardır bunlar. Bu insanlar bugün zekâttan nasiplenemeyen kişilerdir. Unutulmuşlardır.

*Zekât memurlarına aittir:

Bu madde zekâtın bir kurum tarafından toplanacağını, şahıslara birebir verilemeyeceğini belirtir.

*Kalbi İslâm'a ısındırılmak istenene aittir:

Bu madde İslâm'ın tanıtımı ile ilgilidir. Tanıtım amaçlı, konferanslar sempozyumlar, açık oturumlar düzenlenir. Gazete, dergi çıkarılır, televizyon kurulur, haber ajansı kurulur, ihtiyaç duyulan alanlarda değişik dünya dillerinde kitaplar basılır ve ücretsiz olarak dağıtılır, şenlikler-festivaller düzenlenir.

*Özgürlüğünü yitirmiş olanlara aittir:

Hürriyeti kısıtlanan insanlar zekâttan payını almalıdırlar. Hapishanelerde yatan insanlardır bugün bunlar. Fikir suçluları öncelikli olarak zekâttan pay sahibidir. Sonra diğer mahkûmlar gelir.

*Allah yolunda yapılması gereken her işe aittir:

Bu madde Müslümanların hizmet sektöründe yer almalarını emreder. Hastane kurmasını, okullar açmasını, üniversiteler kurmasını, enstitüler açmasını, vakıflar kurmasını, iş yerleri- Fabrikalar kurmasını emreder.

*Yolda kalmışlara aittir:

Seyahate çıkan ve bir şekilde parası kalmayan insanlara, konaklaması, yemesi ve içmesi, memleketlerine ulaşmaları için gerekli olan miktardaki paradır. Zekât fonundan karşılanır.

Asr-ı Saadet'te, bu böyle uygulanmıştır. Zamanla işin ciddiyeti kaybolmuş ve bugünkü duruma gelinmiştir. Bugün Müslümanların uygulamaları Allah'ın iradesini tam olarak yansıtmamaktadır. Bilhassa Avrupa'da yaşayan Müslümanlar 30-40 yıldan beri Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Somali ve benzeri ülkelere zekâtlarını vermişlerdir. Hâlâ da vermeye devam etmektedirler. Ancak bu zekâtlar oradaki insanları ayağa kaldıramamıştır, kaldıramayacaktır da. Bu uygulama zekât mükelleflerini psikolojik olarak rahatlatmış olabilir, ancak düşünseler ortada elle tutulur ve gözle görülür bir şeyin olmadığını göreceklerdir.

Müslümanların, ne kendi yaşadıkları ülkelerdeki konumları değişmiş, ne de zekât ile yardım etmek istedikleri insanların konumları değişmiştir. Böyle giderse değişmeyecektir de.

Oysa Müslümanlar yaşadıkları ülkelerde yukarıda sözünü ettiğim müesseseleri kursalardı, sıkıntı içinde olan o ülke insanlarının çocuklarını getirirler okullarda okuturlar, hastalarını hastanelerde tedavi edebilirlerdi. Bu uygulama Müslümanın asıl yüzünü gösteren bir uygulama olurdu. Lütfen bu ramazanda bir ilke imza atın. Zekâtlarınızı Berlin'de bırakın. Buradaki Müslümanların ihtiyaçları doğrultusunda kurumlaşın. Yoksa Allah'a hesap vermekte çok zorlanırsınız. Çünkü Allah, ''Aklınızı çalıştırmazsanız, sizi pislik içinde bırakırım'' der.(Yunus 100)
big-berl-turk-egt-merk-d.jpg
Müslüman toplum, tek vücut gibi olmalıdır. Toplumu oluşturan bir kısım fertler,   refah içerisinde yüzerken,   diğer bir kısım fertler: 
        -   Yoksulluk içerisinde sürünmemeli, okulsuz kalmamalı, hastanesiz kalmamalı,  yurtsuz kalmamalı,   evsiz barksız kalmamalı, işsiz kalmamalıdır.

Kur'an bu hükmü şu şekilde belirler: ''Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, (yok mu?) işte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele! Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi basılacaktır.'' Tevbe 34, 35

''Hak teâlânın ihsan ettiği malın zekâtını vermeyenler; iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki kendilerine kötülük etmiş oluyorlar, o mallar cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır.'' Ali İmran180

Elimizdeki kaynaklarda, zekât, zekât verilecek yerlerle ilgili yatırımlarda kullanılamaz diye,   mani bir hü­küm yoktur. Fakirin,  yeme içme gibi tabii ihtiyaçları yanında:

          -   Oturmak için eve, çalışıp rızkını kazanabilmek için işyerine,  tedavi edilebilmesi için hastaneye,  okumak için okula ve kütüphaneye, yurda ihtiyacı vardır.

 Personelin maaşları da zekât fonundan ödenir.  Ayrıca, yolcular için verilen zekâttan oteller/misafirhaneler yaptırılabilir. 

ha-ber.com / Zülfikar Kam / Berlin
 

7 Temmuz 2013 Pazar

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM 2013 BERLİN



-Kur'an bu ayda inmiştir-

-Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür-

Oruçla ilgili gerekli olan bilgileri vermeden önce, Kur'an'ın oruca yaklaşımını bilmekte fayda olacağı
kanaatindeyim.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Farz olan Ramazan ayı orucu
''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)

 - „Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Ramazan, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar. ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)

- „Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar."(3)

Oruç
Oruç, Müslümanın Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içinde, yemek, içmek ve cinsel ilşkiden, kendisini uzak tutmasıdır.

Orucun zamanı
Orucun zamanını, Kur'an'da belirtilmiştir. Peygamberimiz de uygulamasıyla bize örnek olmuştur. Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelerden gelen rivayetler şöyhledir:
''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır."(4)

Hz. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed s.'in uygulaması da böyle olmuştur. Hz. Huzeyfe çöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.''

Kur'an'ın buyruğu böyledir:
''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.''(5)

Rivayetlerden anlaşıldığına göre, peygamberimizin uygulaması da bu yöndedir. Bu durumda Güneşin doğmasına 45 dakika kalaya kadar yiyip içilebilir.

Oruç ibadetiyle ilgili hadisler
Oruç İslâm`ın beş şartından biridir. Allah Teâlâ, orucu müslümanlara farz kılmıştır. Oruç, hikmetleri ve maddî manevî faydaları çok olan bir ibâdettir. Aşağıdaki hadîsler, orucun hikmet ve faydasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
''Her hangi biriniz oruçlu bulunduğu gün artık kötü söz söylemesin ve cahilliğe kapılmasın. Eğer bir kimse kendisi ile dövüşür yahut ona hakaret ederse derhal: ''Ben oruçluyum, ben oruçluyum, desin.''(6)
''Âdemoğlunun her işi kendisi içindir. Oruç müstesna. O, içine riyâ karışmayan bir ibâdettir. Onun mükâfatını da doğrudan doğruya Allah verir, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında, muhakkak misk kokusundan daha hoş ve temizdir.''(7)
''Oruç bir kalkandır.''(8)
''Herşey için bir zekât vardır, cesedin zekâtı da oruçtur, oruç sabrın yarısıdır.''(9)

''En güzel düzenleyici Allahtır.''
-Oruç, ruhsal yükselişi sağlamak için farz kılınmıştır. Oruç, aynı amaçla önceki ümmetlere de farz kılınmıştır.
-Ramazan ayında oruca güç yetiremeyenler, tutamadıkları gün sayısınca başka günlerde oruç tutarlar.
-Oruca tahammül edemiyecek olanlar ise, oruç yerine fidye verirler. Bununla beraber kendileri için oruç tutmaları daha hayırlıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki; Allah'ın temel tavrı, kullarının işini kolaylaştırmaktır, güçleştirmek değildir.
''Rızık temini için zor şartlar altında çalışanlar, çocuklu kadınlar, esir veya hapiste olanlar ve bizim bilemeyeceğimiz, oruç tutmaya mani herhangibir mazereti olanlar, hergün için fidye verebilirler.''(11)

-Diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetin de de mazeret tesbiti, tamamen şahısların kendilerine aiddir. Kur'ân, oruç tutmakta zorlananlara fidye kolaylığı getirmekle iki amacı birden gerçekleştirmiş olmaktadır:
1- Müslümanın, oruç ibadetimi yerine getiremedim diye, karamsarlığa kapılmamasını sağlamak.
2- Fidye imkanıyla, toplumda yoksulluk ve imkansızlığa çare bulmak. Kur'ân'ın açıklamasına göre, „bir insana diğer bir insanın yardım ulaştırması, sadece kendisinin faydalanacağı ibadetlerden daha hayırlıdır."

Kur'an'ın beyanına göre insan, dünyada; inaç açısından, düşünce açısından, çalışma açısından velhasıl insan hakları açısından, tamamen hür olarak yaşaması gereken bir varlıktır. İnsan için ibâdet, bu hürriyet içerisinde yapıldığında bir anlam taşır, zorlamayla veya şov olsun diye yapılan ibadetlerin Allah'ın terazisinde bir ağırlığı olmayacaktır.
Dini insanlara anlatmak konusunda kendilerini görevli hissedenler, bu konuda sorumluluk üstlenenler, bu açıdan meseleye bakarak, muhataplarına dini anlatmalıdırlar.
''Oruç tutmayanın, namaz kılmayanın hapse atılması veya öldürülmesi''(12) gibi garip fetvalar ne yazık ki fıkıh kitaplarımızda yer almaktadır. Hangi amaçla, ne zaman, ne şekilde bu fetvalar kitaplara girdiyse girmiş. Ancak bugünün müslümanları, bu garip fetvalara itbar etmemelidir.

Aklı başında hiç bir insan namaz kılmadığı, oruç tutmadığı zaman hapsedileceği, öldürüleceği bir dine girmek istemez.
-O halde Allah'ın kullarına lutfettiği ruhsat ve kolaylıklar müslümanlara özellikle anlatılmalıdır. İbadetleri zorlaştırmakla müslümana daha fazla sevap kazandırmış olmayız. Tam aksine onları samimiyetsizliğe ve riyakârlığa itebiliriz.

Allah ibadetlerle ilgili meseleleri Kitabı'nda bizlere açıklamıştır. Bu Kitab'a rağmen müslümanlara din anlatılmaz, anlatılırsa o din Allah'ın dini olmaz. Takva adına, azimet adına, iyi müslüman olma adına, cihad yapma adına, imanı artırma adına Allah'ın dinine çomak sokmanın âlemi yoktur. Bu tip temelsiz kurallarla ne yazık ki din tahrif edilmiştir, hâlâ tahrife devam edilmektedir. Allah din tahrifçilerine, çok nazik bir şekilde, diyeceğini diyor aslında ama anlayana. Benim işime karışmayın, siz kendi işinize bakın: ''En güzel düzenleyici Allahtır.''(13)

Orucun fayda ve hikmetleri
Orucun fayda ve hikmetlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
-Oruç tutmakla, Allah'ın rızası kazanılmış olur. Oruç, insanı kötülüklerden alıkoyar, nefsi terbiye eder, ihtirasları bastırır ve ruhu yüceltir.
-Oruç tutarak aç kalan müslümanın, şefkat ve merhamet duyguları gelişir, fakirlerin, miskinlerin, açların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini tecrübe ile öğrenmiş olur ve onlara karşı daha insanî yaklaşımlar ortaya koyar.
-Oruçlu kişiler, açlığa, susuzluğa ve sıkıntılara tahammül etmeyi öğrenir, sabır, sebat sahibi olurlar.
-Orucun ruhumuz kadar bedenimize de faydası vardır. Ramazan boyunca mide ve kalb daha az çalışır, bütün organlar dinlenir, vücut sağlık kazanır. Bu sebeble oruç, maddî, mânevî hastalık ve kötülüklere karşı bir kalkandır :
- Oruç; ahlâk mektebidir.
- Oruç; nefse karşı bir savaştır.
- Oruç; sabır alışkanlığı kazandırır.
- Oruç; iradeyi kuvvetlendirir, gayreti biler.
- Oruç; düzeni ve disiplini öğretir.
- Oruç; merhemet ve kardeşlik bağlarını güçlendirir.
- Oruç; toplumsal hastalıkların tedavilerinde önemli bir etkendir.
- Oruç; vücut için bir rektefe vazifesi görür.

Ramazan orucu kimlere farzdır
Namaz kimlere farz ise oruç da onlara farzdır. Ancak biz yine bir sıralama yaparak bilgilerimizi tazelemiş olalım, oruç, erginlik çağına gelmiş, akıllı, her erkek ve kadın müslümana farzdır. Yani 15 yaşından itibaren müslümanlar oruç ibadetini yerine getirmelidirler.

Orucun çeşitleri
Farz olması ve olmaması açısından 3 çeşit oruç vardır.
1- Farzolan oruçlar: Ramazan'da oruç tutmak farzdır. Bu ayda tutulamayan oruçlar başka günlerde kaza edilir.
2- Nafile olan oruçlar: Ramazan ayının dışında tutulan oruçlar nafile olan oruçlardır.
3- Haram olan oruçlar: Sıhhati kesinlikle oruç tutmaya uygun olmayan kimseye oruç tutmak haramdır. Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban bayramının dört günü oruç tutmak uygun değildir. Çünkü bayram günleri Allah'ın kullarına birer ziyafet günüdür. Allah'ın ziyafetinden kaçınmak uygun düşmez.

Orucu bozan şeyler
Orucu bozan şeyler, orucu geçersiz kılan şeylerdir. Oruçlu iken bilerek herhangi bir şeyi yemek, içmek. Cinsî münasebette bulunmak ve besleyici olan iğne yaptırmak orucu bozar. Besleyici olmayan iğneler ise orucu bozmaz.
Denize girmek, banyo yapmak, kan aldırmak, içerisinde şeker ihtiva etmeyen natur bir sakızı çiğnemek de aynı şekilde orucu bozmaz. Ağız kokusunu kısmende olsa gidereceği için toplum içerisinde bulunan ve insanlarla konuşmak durumunda olan müslümanlara sakız çiğnemeleri tavsiye bile edilir.

Kazayı gerektiren haller
Orucu bozan şeyler, aynı zamanda kazayı gerektiren hallerdir. Herhangi bir nedenle orucu bozulan müslüman, Ramazan ayından sonraki günlerde, orucunu kaza eder.

Oruçla ilgili diğer meseleler

1-Keffâret
Keffâret ceza demektir. Fıkıh kitaplarımızda orucunu kasten bozan müslümana verilecek cezadan, keffaret adı altında uzun uzun bahsedilmiştir. Oysa hüküm koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan müslümana kaza etmesini söylememiştir. Peygamberimiz de bu yolu takip etmiştir. Sonradan bu yol terkedilmiş ve hüküm koyucu devre dışı bırakılarak keffaret uygulaması esas alınmıştır.
Kur'an ve Sünnet'e göre, her ne suretle olursa olsun orucunu bozana keffâret lâzım gelmez. Yani orucun keffareti yoktur.
Keffâret cezası başka konulardaki (zıhar olayı Mücadele 2,3) keffâret uygulamalarının anlam kaydırmalarıyla, oruca da tatbik edilmesinden doğmuştur.
Burada Allah adına hüküm koymanında ötesinde, Allah adına, O'nun kullarına ceza vermek gibi bir zulüm de vardır.
Biz, böyle bir zulmü, Allah'ın dinine fatura etmekten Allah'a sığınırız. Hüküm ne kadar da açık: ''Ramazan günlerinde orucunu tutamamış olanlar, başka günlerde tutarlar.''
Allah rızası için oruç tutan müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması zaten mümkün değildir.
Oruçlu bir müslüman özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa iftar eder. Keyfi olarak oruç bozan insan, zaten Allah korkusundan veya ibâdet şuurundan uzaktır. Bu müslüman da keffaret orucundan zaten korkmaz, çünkü onu da tutmayacaktır. Bu durumda ceza iyi niyetli olan müslümana verilmiş olur ki yanlıştır.
Yukardaki sözümüzü yeniden tekrar edelim. İnsan ibâdet yapıp yapmamakta hürdür. Bu hürriyet içerisinde yapılırsa, ibadet bir anlam taşır. Herkes Cennet'e girme hürriyyetine sahip olduğu gibi Cehennem'e girme hürriyyetine de sahiptir.

Keffârete delil olarak şu hadis gösterilir:
- Bir adam Peygambere gelerek'' mahfoldum''dedi,
- Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ?
- Adam; Ramazan da hanımımla ilişkide bulundum.
- Peygamberimiz: Köle azad edebilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Peşpeşe iki ay oruç tutabilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ?
- Adam: Hayır.
- Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi.
- Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım?
- Peyagamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.''(15)

Bu hadise gböre keffâret kabul edilse bile, sadece cinsi münasebetle ilgili olduğu görülür. Keffâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi yanlış olur. İkincisi, Adamla peygamberimiz'in konuşmalarının sonunda hurmalar adama kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Üstelik, peygamberin huzuruna eliboş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü, peygamberimizi keyiflendirdi ve güldürdü.

Bu hadisi ilim adamları da değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:
1- İmam Hanefi, kasden bozulan oruca 61 gün ceza vermiş. (Keffaret)
2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir, onun kaza yapması gerekir demiş.
3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir demiş.
4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehirde erkeğe mahsustur.(16)

Sonuç
Keffâret ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir, sadece cinsî ilişki ile ilgilidir, ve erkek için geçerlidir, kadın için ise geçerli değildir. Herne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur diyebiliriz.

2- İtikaf
Beş vakit namaz kılınan bir camide ibâdet niyetiyle durmaktır. İtikaf'ta olan insan, yeme içme işlerini camide yapar. Devamlı zikirle, tefekkürle, okumayla meşgul olur.
Müddeti, mezheblere göre değişir. Hanefîler, Şafiiler ve Hanbelîlere göre, enaz; ''az bir zaman, bir an'', olarak belirlenen müddet, Malîkiler'e göre bir gün, bir gecedir. İsteyen daha fazla da durulabilir. İtikâf'ın amacı; belirli bir zaman içerisinde, hertürlü dünya meşgalesinden uzaklaşarak, murakabeye dalmak, tabir caizse, Allah'la baş başa kalarak huzur ve mutluluğu yakalamaya çalışmak, hiçliğin şuuruna ermektir. (17)

3- Oruç ve Hilal
Hilâl, Ramazan ayının başlangıcının belirlenmesinde belirleyeci rolünü oynar. ''Hilali gördüğünüz zaman Oruç tutunuz, hilali gördüğünüz zaman bayram yapınız, hava bulutlu ise taktir ediniz'' Başka bir rivayette ''Hava bulutluysa veya hilâl'i gözetlemeye mani bir durum var ise, Şaban'ı otuza tamamlayınız''(18) buyurulmaktadır.
Tespit, o günün şartlarında şahısların şahadetiyle yapılıyormuş. Bugün tespit, Astronomi uzmanlarınca, yapılmaktadır. Hassas aletler ve hesaplamalarla yapılmaktadır. Yapılması gereken, Ramazan ayının başlangıcının tesbitidir. Hangi şekil ve esas alınırsa alınsın tesbit yapıldıysa sorun çözülmüş demektir.'' 29 veya 30 gün oruç tutulur ve sonunda bayram yapılır.

Biz deriz ki,
mümkünse bütün İslâm aleminde orucun başlaması ve bitimiyle ilgili birlik sağlanmalı ve bir prensip üzerinde anlaşılmalıdır. Aynı zamanda oruca başlanmalı ve aynı zamanda bayram yapılmalıdır. Kimi müslümanların oruç tutarken kimi müslümanların iftar etmesi, müslümanlar arasında sürtüşme meydana getirmektedir. Hilâl tartışmasının altında yatan gerçek dînî endişe değil, siyasî endişedir.

- Hanefî Mezhebine göre kılınması vacip olan bayram namazı, cumhurun görüşüne göre sünnettir. Bir özür gereği, bayram namazları, bir gün ertelenerek kılanabilir. Bu şekildeki bir uygulama ile müslümanlar arasındaki birliği korumak en güzeli olacaktır. Çoğunluğun sünnet olarak belirlediği bayram namazında kavga çıkararak ümmetin birliğini zedelemek haramdır. Ümmetin birliğini sağlamak ise farzdır.

Kaldıki,
Şafiî Mezhebi'ne göre, hilâl tesbitinde hesaba itibar edilir. Cumhurun görüşü ise; ''onu takdir ediniz''(19) şeklindedir. Kısacası cumhurun görüşü hakikate daha yakındır. Namaz vakitlerinde saati dakikasına varıncaya kadar kullanan müslümanların, oruç tesbitinde hesabı dışlamaları mânidar değil midir?
Oysa teknolojiyi en iyi kullananların, ondan en iyi şekilde istifade etmesi gerekenlerin müslümanlar olması gerekmez mi? ''Herşeyi bir nizam, bir hesap üzerine yarattığını, feleklerin kendi yörüngelerinde yürüdüklerini, yüzdüklerini''(20) Kur'an altıncı asırda, tüm dünyaya ilan etmedi mi? Böyle bir Kitab'a inanan müslümanlar nasıl olur da Kur'an'ı ve Sünneti dışlayarak oruç tesbitinde, hâlâ hilalin çıplak gözle gbörünmesi konusunda israr eder?

- Allah, her çağda dinini omuzlayabilecek, her platformda onu temsil edebilecek, akıllı, yetenekli, ehliyetli aksiyon sahibi düşünren duyarlı müslümanlar istiyor. 'Allah Kitabında bu düşüncesini şu şekilde ifadeye koyuyor: ... "hâlâ düşünmeyecek misiniz? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım.''

4- Güneşin tam olarak batmadığı yerlerde oruç
Gece ve gündüzün saat olarak eşit olmadığı coğrafi yerlerdir. Gece ile gündüz arasındaki fark bu yerlerde fazladır. Böyle yerlerde en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulabilir, namaz kılınabilir. Veya Mekke ile Medine'deki namaz saatleri, imsak ve iftar saatleri esas alınarak oruç tutulabilir namaz kılınabilir. Almanya böyle bir ülkedir. Bilhassa bu sene gece çok kısa gündüz çok uzundur. Havanın sıcaklığı da göz önünde bulundurulduğunda, Hicaz bölgesine göre imsak ve iftar saatlerini ayarlamak zarurettir.

5- Niyet
Oruçta niyet şarttır. Niyet kişinin kalbinden oruç tutacağını bilmesidir. İmam Hanefî, Malikî ve Hanbelî' ye göre şart olan niyet, İmam Şafii'ye rükündür.(21)

6- Sadaka-ı Fıtır
Sadaka-ı fıtır, Ramazan bayramını geçirmemek üzere verilecek olan bir sadakadır. Bayram günü sabah namazına kadar verilmesi gerekir. İmkân bulunamamışsa daha sonrakî günlerde de verilebilir. Zengin (nisaba mâlik) olan hür müslümanlar, sadaka-ı fıtrı vermelidir. Fıtır Sadaka'sı bakmakla yükümlü olunan şahıs başına hesab edilerek Allah rızası için verilir. Sadaka-ı fıtır, sofraya konan tüm yiyecekler üzerinden zamanın şartlarına göre tesbit edilmelidir. Tesbit çağın getirdiği zorunluluklar göz önünde bulundurularak fakir lehine yapılır. Sadaka-ı fıtır, bir fakirin akşamlı- sabahlı bir günlük yiyeceğinin tutarıdır. Hesap buna göre yapılır.

Orucun fidyesi
Oruç tutmaya güç yetiremeyenler (ağır işlerde çalışanlar, işyeri ile promlemleri olanlar, özürlü olanlar, hasta olanlar, kendi açılarından oruç tutmaya mani, herhangi bir mazereti olanlar), farz olan oruç için tutamadıkları her bir oruca bedel bir fidye verirler. Bir fidye, bir sadaka-ı fıtır miktarıdır. Fidye vermekle mükellef olan müslümanlar, fidye vermeye de güç yetiremezlerse, o zaman Allah'dan af ve mağfiret dilerler.
Fidyeler yaşanılan ülkenin şartları göz önünde bulundurularak tespit edilmelidir ve o ülkede yaşayan insanlarına verilmelidir. Almanya'da yaşayan müslümanlar Afrika'daki veya başka ülkelerdeki müslümanlara fidye göndermemelidir. Öncelik en yakındaki müslümanındır, insanındır.

Oruç tutmamayı mübah kılan özürler
Kendisine oruç farz olan bir mükellefin, aşağıda belirtilen sebeblerden dolayı, oruç tutmaması veya iftar etmesi mübahtır. Orucunu tutamayan veya iftar eden özür sahipleri, mazeretleri geçince tutamadıkları gün sayısınca oruçlarını tutarlar.
1- Hastalık
Hasta olan ve orucun kendisine zararlı olacağı, doktor tarafından bildirilen kişi hastalığı süresince oruç tutmayabilir.
2- Yolculuk
Ramazanda yolculuğa çıkacak kimse, oruç tutmayabilir. Eğer yolculuk herhangi bir sıkıntı vermeyecekse oruç tutmak daha iyidir.
3- Kadınların hâmile veya emzikli olması
Hâmile olan veya çocuğunu emziren bir kadın, oruç tutmayabilir. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde, isterlerse oruç tutmayabilirler, tamamen kendi taktirlerine bağlıdır. Müslüman gücü yetiyor ve ibadet yapmak istiyorsa Allah ona sen hayızlısın, bana ibadet edemezsin demez. Hayızlı kadınlar kendileri istemedikleri taktirde hiçbir ibadetten uzaklaştırılamaz. Allah, güçleri yetmediği halde kendilerini ibadet yapmak zorunda hissedenlere, sıkıntıya girmesinler diye, isterseniz bu hallerde oruç tutmayabilirsiniz demiştir. Yoksa hayızlı olduğunuz sürece bana yaklaşmayın dememiştir.

Hayızlı kadınlar cahiliye çağında horlanırlar, dışlanırlardı. Fıkıh kitaplarındaki horlama ve dışlama da aynı mantıkla, sonradan İslâm'a fatura edilmiştir. (22)
Hayızlı kadın, namazını da kılar orucunu da tutar, Kâbe'yi de tavaf eder. Din bunlara mani değildir.

Efendim bu konuyla ilgili hadisler vardır gibi, üzerinde düşünülmeden sarfedilen sözler doğru değildir. Kur'an'a ters hadis olmaz, peygamber böyle fahiş bir hata yapmaz. Kur'an hayızlı kadını- nifaslı kadını hasta kabul etmekte ve hastaların üzerinden sorumluluk yükünü kaldırmaktadır. Hasta olan, mazeretli olan müslümanlar ibadetlerini nasıl yapıyorlarsa hayızlı- nifaslı kadınlar da, onu yapacaklardır.

4-Şiddetli açlık ve susuzluk
Oruçlu bir kimse açlık ve susuzluğa dayanamayacak bir duruma düşerse iftar eder, içinde bulunduğu durumdan kurtulduğu zaman, orucunu tutar.

5-Rızık endişesi ve ihtiyarlık
Bakara Sûresi'nin 184. Âyetinin beyan ettiği mazeretlere, sahib olan insanlar; senenin hiçbir gününde oruç tutamayabileceği gibi, rızık temini için zor şartlar altında çalışan insanlar da aynı şekilde oruç tutmayabilirler.
Oruç tutacağız diye hasta raporu almak tamamen yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse gayri müslimse vebali, daha büyüktür.
Yukarda açıkladığımız gibi, bu müslümanlar fidye vererek oruç ibadetini yerine getirmiş olurlar. Belki de bu usulle oruçtan daha hayırlı bir ibadeti yapmış olacaklardır. Yıllık izinlerini de oruç tutmak amacıyla kullanabilirler.

6-Delilik
Deliler oruç tutmakla mükellef değildir.

7-Zorlama
Oruçlu bir müslüman, tehdit altında kalırsa, hürriyyeti elinden alınırsa oruç tutamayacabileceği gibi tuttuğu orucu da bozabilir.

  
Rüştü Kam

 
(1) Bakara suresi 3
(2) Bakara suresi / 184
(3) Bakara suresi / 187
(4) Süleyman Ateş 1. cild 312- 315.
(5) Bakara 187
(6) M. sıyâm, 160.
(7) Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm, 161
(8) Buhârî, savm, 2; sıyâm, 162
(9) Tefsirul Kur'ân-nül Hakîm 2/156
(11) Islâm'ın ışığında Günün Meseleleri c. 1 s. 110 H. Karaman
(12) Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Ölçü yay. Ank. 1985, c. 1, s. 413, Ibn. Abidin- Reddü'l-Muhtar Ale'd Dürrü'l Muhtar- Ist. 1983, c. 4, s. 320
(13) Tefsiru‘l Kur'ân‘ı Hakîm 2/156
(14) Bakara 187
(15) Ebû Hureyre'de rivayet edilmiştir. Kütü- i Sitte, c. 9, s. 527, h. no: 3227
(16) Fıkhussire Cilt 2 Shf 47 Seyyid Sâbık
(17) Vehbe Zuhaylî, c. 3, s. 219
(18) Buharî, Savm 2
(19) Ibn. Rüşd, Bidayetü'l Müçtehid, c. 2, s. 25,
- Ege Hasan, Dört Mezhebin fıkıh kitabı, bahar yay.Ist.,c.2,s. 25
- Islâm Ilmihâlleri- Fikri Yavuz- Süleyman Ateş
- Kur'an Meali- Ali Bulaç / Ali Özek ve arkadaşları
- Tefsir- Süleyman Ateş- Prof. Dr. H. Atay Raporlar
- Islâm Fıkhı Ansiklopedisi- Prof. Dr. Vehbe Zuhaylî
(20) Yâsin 37, 38, 39, 40
(21) Ege Hasan, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, c. 2, s. 15
(22) Bakara 185- 222