17 Şubat 2014 Pazartesi

ETİ HELAL KILAN NEDİR? (III)




Etin helal olması için hayvanın besmele ile kesilme şartı getirilmemiştir. İnsanların istifadesine sunulan her şey zaten helaldir. Bu ilahî bir kuraldır. Et de bu helallerdendir. Hayvanı besmele ile keserek eti helalleştirmeye çalışmanın mantığı yoktur. Ancak bazı şeyler Yaratıcı tarafından özellikle haram kılınmıştır. Bu konuda sıkıntı çekilmesin diye Yüce Yaratıcı yine kullarını düşünerek En'am suresinin 145'inci ve maide suresinin 3'üncü ayetlerinde haramları tekrarlamış ve bu tekrarlanan haramların dışında herhangi bir şeyin haram olarak bildirilmediğini Peygamber'ini muhatap alarak yüksek sesle ilan etmiştir:

Delil 1:

"De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin, yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya Allah yolundan çıkarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır). Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabb'in gafûrdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur)."



"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kurban edilenler, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp ölmüş, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmiş olanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz hariç- ve dikili taşlar adına kesilen hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır. Bunlar fâsıklıktır. Bugün kâfirler, sizin dininizden ümitlerini kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'dan razı oldum. Kim, açlık dolayısıyla zorda kalırsa, günaha düşmeye meyilli olmadan (bu hayvanlardan yiyebilir.) Allah, bağışlayandır, merhametlidir."



Açıklama 1:

Bu ayetlerde besmele çekmeden kesilen hayvanın eti yenmez diye bir hüküm konulmamıştır. Allah'tan başkası adına kesilenlerin eti yenmez diye bir hüküm konmuştur. Yani konu itikadîdir. İnançla ilgilidir. İnançsızlığından dolayı, Allah'ı tanımamadan dolayı, sırf Allah'a muhalefet etmek için yapılan kesimdir konu. Haram olan et bu ettir.



Şoklanarak kesilen hayvanların İslâmî usullere göre kesilen hayvan olduğunu Maide 3'üncü ayetten anlıyoruz. "-ölmeden yetişip kestikleriniz hariç-"deniyor bu ayette. Ben bizzat bu işle uğraşan meslek erbabına sordum ve onlardan şu cevabı aldım; "Şoklanan hayvanları bırakırsanız üç dakika sonra ayağa kalkarlar." Yani hayvanlar ölmüyorlar, sadece bayılıyorlar. Bu durumda şoklanan hayvan leş değildir. Dolayısıyla haram değildir. Haram kılınan leştir.



Bazı Müslümanlar Yahudilerin kestiği İslâmî kesimdir diyorlar. Onların kesimine İslâmîdir demek yanlıştır. İslâm'ı bilmemektir. Onların kesimi Müslümanlara emsal olamaz. İslâm en son inen dindir, kesim konusundaki hükmü bellidir ve çok açıktır. Haramlar konusundaki hükümleri de tartışmaya açık değildir, hüküm koyucu Allah'tır.(Nahl 116)



Delil 2:

Yine sıkıntı çekilmesin, çıkar çevreleri tarafından istismar edilmesin diye Maide suresinde bir hatırlatma daha yapılmıştır: " Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hristiyan vb.nin) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir..." (Maide 5)



Açıklama 2:

Eğer, hayvan kesilmeden önce besmele çekme şartı olsaydı, Ehl-i Kitap'ın kestiği hayvanın etinin helal olmaması gerekirdi, yenilmemesi gerekirdi. Çünkü ayette, besmele çekmeleri şartıyla diye bir açıklama konulmamıştır. Onlar da zaten besmele çekerek kesmeyeceklerdir.



Bu ayette Ehl-i Kitap müşriklerden istisna edilmiştir. Allah Müslümanların Ehl-i Kitap'la kavgalı olmalarını istemiyor. Onlarla uzlaşma sağlanmasını istiyor. Bilhassa Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlar Ehl-i Kitap'la olan münasebetlerini bu ve benzer ayetlerden istifade ederek konumlarını yeniden gözden geçirmelidirler.



İslâm, kestiğinin yenilmesi konusunda Ehl-i kitap'ı yani Hristiyan ve Yahudileri müşrik ve münkirlerden ayrı tutmuştur, onları istisna etmiştir. Çünkü Ehl-i Kitap temelde vahye, peygamberliğe ve genel anlamda dinin aslına inandıkları için mü'minlere daha yakındır. "Ehl-i Kitap'ın yemeği" ifadesi, onların her türlü yemeğini kapsamına alır. Kestikleri hayvanlar da buna dahildir. Ancak leş, akan kan ve domuz eti gibi bizzat haram olanlar bundan müstesnadır. Bunlar haramkılınmıştır. Diğer yandan kestikleri hayvan üzerine Mesîh, Üzeyir, haç ve benzeri, Allah'tan başkasının ismini zikretmemeleri de gereklidir. (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanayî, V, 45; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, cz.1, 365 vd; el-Cezîrî, Kitabü'l-Fıkh alel-Mezâhibi'l-Erbaa, 11, 22 vd.; el-Kardâvî, İslâm'da Helal ve Haram, terc. Ramazan Nazlı, İstanbul 1967, s. 64 vd.)



İbni Kesir Maide suresi 5'inci ayetin tefsirini yaparken şunları zikreder: "... Ehl-i Kitap'ın kestikleri Müslümanlara helaldir. Çünkü onlar, Allah'tan başkası adına kesmenin haram olduğunu kabul ederler. Ve kestikleri hayvanların üzerine Allah'ın adını anarlar. Her ne kadar onlar Allah'u Teâla hakkında - ki Allah'u Teâla onların söylediklerinden yüce ve münezzehtir - yanlış inançlara sahip iseler de, kestikleri hayvanlar üzerine Allah'tan başkasının adını anmazlar. " (İbni Kesir: 5.c.2135.s)



İmam Taberi hayvanı besmele ile kesme konusunda şöyle der: "Kitap ehlinin kestiğinin helal olabilmesi için Allah'ın ismini zikretmeleri şart değildir. Çünkü onlar Allah'ın ismini söyleseler bile, gerçek mâbud olan Allah'ı kastetmezler. Mesih'in babası veya Üzeyr'in babası olduğuna inandıkları Allah'ı kastederler. Gerçek mâbudun ismini kastederek söyleseler bile, ehli kitap kafirlerin besmele çekmesi şart değildir." (Kurtubi Ahkamu'l-Kur'an c: 6 s: 52)



Delil 3:

Besmele çekmenin zorunlu olmadığı, Peygamber uygulamasıyla da Müslümanlara fiilen açıklanmıştır. Hz. Ayşe'den gelen şöyle bir rivayet vardır: "Rasulullah (s)'a bir grup Müslüman geldi ve dediler ki: "Yeni Müslüman olmuş bir kavim bize et getiriyor. Keserken Allah'ın ismini zikredip zikretmediklerini bilmiyoruz. Ne yapalım?"

Bunun üzerine Rasulullah (s), "Siz Allah'ın adını zikrederek yiyin" buyurdu. (Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbni Mace, Malik)



Açıklama 3:

Şayet Allah'ın adını zikretmek şart olsaydı, kesim sırasında üzerine Allah'ın adı zikredilip zikredilmediği şüpheli olan etlerin yenmesine izin verilmez, araştırılması emredilirdi. Bu rivayetlerden de anlaşılacağı gibi kesim işleminde kasıt aranmaktadır. Allah'ı devre dışı bırakmak, inkar etmek veya şirk koşmak anlamında bir kasıttır aranan. Böyle bir kasıt yoksa o hayvanın eti helaldir. İster Müslüman kessin, isterse Ehl-i Kitap kessin.



Delil 4:

Benzer bir uygulama Hayber'in fethinden sonra gerçekleşmiştir: Hayber fethedilmiş, Peygamberimiz ashabıyla birlikte istirahate çekilmişti. Savaşla Rasûl-i Ekrem'i mağlup edemeyen Yahudiler, bu sefer haince bir tertibin içine girdiler: Onu zehirlemeye karar verdiler! Bu vazifeyi, meşhur Yahudi Sellam b. Mişkem'in karısı Zeyneb üzerine aldı. Plân gereği, Zeyneb, bir dişi keçi kızarttı ve her tarafını tesirli bir zehirle zehirledi; ayrıca, Peygamber Efendimizin, davarın kol ve kürek etini daha çok sevdiğini de sorup öğrendiği için, keçinin oralarına daha da çok zehir serpti.



Yahudi kadını Zeynep, kızartılmış, kebap edilmiş zehirli keçiyi alıp getirdi ve, "Ey Ebû'l-Kasım!.. Bunu sana hediye ediyorum!" diyerek Peygamber Efendimizin önüne koydu.

Kadın uzaklaşırken, Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabîler de ortaya konulan etten yemeye başladılar. Rasûl-i Ekrem, etin sevdiği kürek kısmından bir lokma aldı; fakat yutmadan, sahabîlere, "Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor!" ( İbn-i Hişam, c. 3, s. 352; Ebû Davud, Sünen, c. 4, s. 175.) diye buyurdu.



Herkes elini çekti. Sâdece Bişr b. Bera Hazretleri, ağzına aldığı lokmayı yutmuştu. Et öylesine kuvvetli zehirliydi ki Hz. Bişr, oturduğu yerde birden morardı ve ânında şehid oldu. (Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 767.)



Açıklama 4:

Eğer besmele çekilmeden kesilen hayvanın eti haram olsaydı peygamberimiz'in Hayber'li kadına "Bu et besmele çekilerek mi kesildi yoksa çekilmeden mi?" diye sorması gerekiyordu.



Delil 5:

Peygamberimiz, sadece fiili olarak değil, sözlü olarak da besmele çekilmeden kesilen hayvanın eti helaldir demiştir: "Kesim sırasında Allah'ın adını zikretse de zikretmese de Müslümanın kestiği helaldir." (Ebu Davud, Mürsel hadis)



Açıklama 5: Hayvan keserken besmele çekmek farz olsaydı, bizzat Müslümana farz olması gerekirdi. Oysa "Müslüman besmele çekmese de kestiği yenir", demiştir Peygamberimiz. Hanefi mezhebinin görüşü de bu yöndedir. (Prof. Dr. Seyyit kutup, Fi Zılâl-il Kur'an c.4, s. 161)

Delil 6:

Şâfiî alimlere göre, hayvan kesilirken üzerine besmele çekmek sünnettir: Çünkü, Allah âyette (En'âm, 145, Maide 3), haram kılınan şeyleri saymıştır. Ancak, kesilirken üzerine besmele çekilmeyen hayvanın eti haramlar arasında zikredilmemiştir.

Kesilen bir hayvanın haram olması, üzerine Allah'tan başkasının adını anma yüzündendir (el-Kâsanî, Bedâyîu's-Sanayî, V, 46, )



İmam Ata: "Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenleri yemeyin! "(En'am 121) ayetinin manası hakkında şöyle dedi, "Allah bu ayette, Kureyş'in putları için kestiği ve Mecusilerin kestikleri hayvanların etlerinden yemeyi yasaklamaktadır." (Taberi, İbni Kesir)



Açıklama 6: Eğer Allah hayvan keserken besmeleyi farz kılsaydı. Bu kesin emir olurdu. Kesin emirler mezheplere göre değişmez. Dört hak mezhep vardır deniliyorsa ve 4 mezhepten birisi hayvan keserken besmele çekmek "sünnet" diyorsa, bu besmelenin farz olmadığının delilidir. Kaldı ki, Hanefi mezhebi de Müslümanlar için besmele çekmenin şart olmadığı görüşündedir. .



Delil 7:

Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Bu, fasıklıktır. Şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmeleri için fısıldarlar. Onlara uyarsanız, siz de müşriklerden olursunuz.(Enam 121)



Açıklama 7:

Allah bu ayette şöyle buyuruyor: Ey mü'minler! Allah'ın adı dışında, putların, nebilerin, salih kimselerin veya başka varlıkların ismi zikredilerek kesilen hayvanlardan sakın yemeyin! Çünkü bu şekilde kesilmiş hayvanların etlerinden yemek bir fısktır. Yani Allah'ın dosdoğru yolundan, emirlerinden ayrılmak, şerre sapmaktır. Her kim, Allah'ın ismi dışında herhangi bir varlığın ismini zikrederek hayvan keser veya böyle bir kesime rıza gösterir ya da bu yolla kesilmiş hayvanın etinden yemeği kendisine helal görürse dinden çıkar, müşrik ve kâfir olur.



Bu kadar açıklamadan sonra, Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır'a sözü bırakarak yazımızı sonlandıralım. Sayın Bayındır konuya iki soru sorarak başlıyor:



Soru 1:

Peki bazı mezhepler bu ayete dayanarak(Enam 121) "Besmelesiz kesilen hayvanın eti haramdır" hükmüne nasıl varıyorlar?



Cevap 1:

Ayetin şeklini bozarak varıyorlar. Bunu Arapça bilenler için kısaca anlatalım: Ayetin "ve innehu fıskun" bölümüne "liennehu fıskun" manası veriyorlar. Vav harfini kaldırıp bir illet lam'ı ekliyorlar ve "çünkü o fısktır" anlamı veriyorlar. Vav harfi kaldırılınca cümle-i ibtidaiye yapılmış oluyor. Halbuki o cümle Arapçada ancak hal cümlesi olabilir. Çünkü birincisi inşa cümlesidir. İkincisi ihbar cümlesidir. Birbirleri üzerine atfedilemezler. Dolayısıyla cümle ancak hal cümlesi olur. İmam Şafi bunu esas alarak demiş ki: "Hayvanı keserken besmele çekmek farz değildir. İster unutarak ister kasten besmele çekmese o hayvanın eti yenir. Ama besmele çekmek sünnettir."



Şimdi de Arapça bilmeyenler için anlatayım. Arapça bilmeyen kişi de meseleyi çok net bir şekilde anlayabilir. Ayeti bir kez daha okuyalım:



"Fısk olduğu kesin olduğu halde üzerine Allah'ın adının anılmadığı şeylerden yemeyin. Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etsinler diye fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz." (6. En'am 121)



Burada ayetin başıyla sonunu koparmamak çok önemli. Ayetin başında "fısk olarak hayvan kesmekten" bahsediyor, sonunda da şirkten bahsediyor. Demek ki bu fısk olarak kesmenin şirkle bir bağlantısı var. Şimdi aynı surenin 145. ayetine bakalım:

"De ki: Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yemesinin haram olduğu bir şey bulamıyorum. Ancak ölü hayvan (leş), akan kan, domuz eti -çünkü domuz eti pisliktir- ya da fısk olarak Allah'tan başkası adına kesilen hayvan hariçtir."



Demek ki Allah'tan başkası adına hayvan kesmek fıskmış. Zaten bu da şirktir. Şimdi En'am Suresi 121. ayeti tekrar dikkatle okuyalım:



"Fısk olduğu kesin olduğu halde üzerine Allah'ın adının anılmadığı şeylerden yemeyin. Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etsinler diye fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz." (6. En'am 121)



Yani buradaki husus besmele çekilip çekilmemesi değil Allah'tan başkasının adının anılıp anılmaması konusudur. Allah'tan başkası adına hayvan kesmeyi kabul edenler müşrik olur. Yani bir müşrik fısk olduğu kesin olduğu halde putuna hayvan kesecek ve sen bunu normal karşılayıp itaat edeceksin. İşte o zaman sen de müşrik olursun, Allah'ın kesin olarak yasakladığın bir şeyi hoş karşılayan, normal gören kişi müşrik olur. İşte şeytanlar, fısk olan bu işi inananlara da hoş göstersinler diye müşriklere telkinlerde bulunurlar. Zaten bu tür uygulamalar müşriklerin ibadet olarak yaptıkları uygulamalardır. Onların ibadetine iştirak inançlarına da iştiraki beraberinde getirir. Ayette anlatılan ve yasaklanan budur.



Soru 2:

Peki besmelesiz kesilen hayvanın etini yiyen müşrik olur mu?



Cevap 2:

Asla olmaz. Hatta zorda kalan bir kişi, ölmeyecek kadar put adına kesilen etten yese gene müşrik olmaz. Bilmeden yese gene müşrik olmaz. Ayet "fısk olduğu kesinse yemeyin" diyor. Yani Allah'tan başkası adına kesildiği kesinse yemeyin diyor. Sahabeler, Medine çevresinden gelen ve hangi amaçla kesildiği belli olmayan etler hakkında Peygamberimiz'e soru soruyorlar. Peygamberimiz de "Siz Bismillah deyin ve yiyin" buyuruyor.

 

Yani besmelesiz kesilen hayvanın eti yenmez hükmü aynen müşriğin kestiği hayvanın eti yenmez hükmü gibi hiçbir bilgiye ve delile dayanmayan bir görüştür. Bu görüş sahipleri ayetler arası ilişkiyi kurmadıkları gibi ayetin kendi içindeki bütünlüğünü bile koruyamamışlar, ayeti bölmüşlerdir. Dil kurallarına aykırı anlam vermeleri de yanlışın ayrı bir boyutudur.



Fakat imam Şafii çok isabetli bir şekilde; "Bu ayetten, ‘besmele çekmeden kesilen hayvanın eti yenmez' şeklinde bir hüküm çıkarılamaz." demiştir. Çünkü ayette kesenle ilgili hiçbir şey yoktur. Fakat bu doğru hükmü veren imam Şafii nedense "müşriklerin kestiği yenmez" demektedir. Tamam müşriklerin putu adına kestikleri yenmez ama, onlar her hayvanı keserken putları adına kesmiyorlar ki? Yani müşriğin putu adına kestiği yenmez demek doğrudur, ama bunu genelleyerek "müşriklerin her kestiği yenmez" demek doğru değildir.



Sonuç:



    1. Hayvanı besmele ile kesmek farz değildir. Eti helaldir. Çünkü, hayvan keserken besmele çekmek farz değil, sünnettir. Yani ister unutarak ister bilerek besmele çekmeyen kişinin kestiği hayvan yenir.



    2. Hayvanı Allah'tan başkası adına kesmemek farzdır. Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın eti haramdır.(En'am 121, 145. Maide 3)



    3. Ehl-i Kitap olan bir ülkede kesilen hayvanların eti helaldir. O ülkede kesilen hayvanlar Allah'tan başkası adına kesiliyorsa, böyle bir adet varsa haramdır. Allah Ehl-i Kitap'ı müşriklerden istisna etmiştir.(Maide 5) Oysa, Müşriklerin Allah'tan başkası adına kestikleri, taptıkları varlıklar için kestikleri yenmez. Müşriklerin normal olarak kestikleri hayvanların eti yenir.



    4. Şoklanarak kesilen hayvan İslâmi usullere göre kesilen hayvandır. İslâmî kesimde, hayvanın acı çekmeden kesilmesi esastır. Peygamberimiz hayvanların acı çekmeden kesilmesini buyurur.(Hadis) Ama vurarak sersemleyen hayvan ölmeden kesilirse yenir (Maide 3). Zaten batıda ve dünyanın her yerinde ölü hayvan etini satmak kanunlarca yasaktır. Onun için hayvanı öldürmeyecek şekilde vuruyorlar veya şoke ediyorlar sonra hemen kesiyorlar.



    5. Eti yenen hayvanlar ile ilgili hükümler kesindir.(En'am 145) Ayrıca, Maide Suresi'nin 5'inci ayeti Ehl-i Kitap'ı müşriklerden istisna etmiştir. Kestikleri yenir.



    6. Sultanı, hakimi, siyasi lideri, şeyhi, efendiyi, abiyi veya hacdan dönen kişiyi karşılamak için Allah'ın ismi zikredilerek kesilen hayvanın eti Şafiilere ve bütün Hanefilere göre, haramdır.



    7. Kâfir: Bir şeyin üstünü örten, gizleyen demektir. Yahudilere ve Hristiyanlara bu anlamda kâfir denir. Aynı şekilde İslâm'ın hükümlerini karartan, üzerini örten, gizleyen Müslümanlara da İslâm literatüründe kâfir denir. Bunlar Müslüman kâfirlerdir. Dikkatli olmak lazımdır.
 



    8. Bilhassa Avrupa ülkelerinde Müslümanlara hizmet yaptıklarını söyleyen cemaatler, kendilerine yakın kasapların etlerini helal, diğer cemaatlerin etlerini haram ilan etmemelidirler. Hele hele Ehl-i Kitap'ın kestiği etleri zinhar haram etmemelidirler. Bunlar Ehl-i Kitap değildir diyerek Allah'ın "istisna" ettiği bu insanları müşrik olarak nitelemek hüküm koyuculuk olur. Yanlıştır, Allah'a rağmen hüküm koymak olur. Fevkalade tehlikeli bir yaklaşımdır.



    9. Fabrikada sırayla kesilen tavuklara gelince: Onların etleri yenir. Bazıları ‘onu insan kesmiyor alet kesiyor' diyorlar. Zaten hiçbir hayvanı insan, eliyle öldürmez, dünyada her kesilen hayvanı insan bir aletle keser. Bunun bıçak olmasıyla makine olması arasında fark yoktur. Bazıları İslâmî usul diye makinenin başına bir kişi koyup her geçen tavuk için Bismillah, bismillah dedirtiyorlar. Dakikada 1000 tavuk kesildiği için adam besmele de çekemiyor. İnsanlara bu ıstırabı çektirmenin anlamı yoktur. Sünnete uyulsun deniliyorsa, besmeleyle olsun deniliyorsa makineyi çalıştırırken "Bismillah" demek yeterlidir.
    10. Yalnız bir tek yerde hayvanı keserken besmele şartı vardır. O da kurbandadır. Onu da Allah Teâlâ çok açık olarak bildirmiştir. "Her ümmet için, Allah'ın onlara rızık olarak verdiği koyun, keçi, sığır, deve cinsinden hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye kurban ibadeti koyduk..."(Hac 34)



    11. Kurban bir ibadet olduğu için onu keserken de Allah'ın adını anmak farzdır. Bu da kurban bayramı günlerinde olur. Aynı surede Allah Teâlâ biz ümmet-i Muhammed için de şöyle buyuruyor: " İri gövdeli hayvanları da (koyun, keçi, sığır ve develeri) sizin için Allah'a ibadetin simgelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Sıra sıra dizildikleri zaman (kurban bayramında) üzerlerine Allah'ın adını anın." (Hac 36)



En doğrusunu Allah bilir.



Bitti




  
Rüştü Kam

ETİ HELAL KILAN NEDİR? (II)


Burada bakmak lazımdır, ihlal edilen kural nedir? Söylenildiği gibi besmele çekmeden kesmek mi, yoksa Allah'tan başkası adına kesim yapmak mı? Bu kural ibadet maksadıyla kesilen hayvanlar için midir, yoksa ticaret maksadıyla kesilen hayvanlar için de geçerli midir? Besmelenin imani boyutu nedir? Kur'an durduk yerde helal olan bir şeyi niçin haram kılmıştır? Soruların cevabını vermeye devam ediyoruz. Konumuz Ehl-i Kitap'ın kestiği yenir mi, yenmez mi?

Ehl-i Kitap

"Kitap ehli, kitaplı, kitaba bağlı olanlar" demektir. Dinî bir terim olarak Ehl-i Kitap'ın mânâsı konusunda İslâm müçtehitleri farklı görüşlere sahiptirler. Hanefîlere göre, sonradan bozulmuş, değiştirilmiş bile olsa aslı itibarıyla ilâhî olan, vahye dayanan bir kitaba iman eden kimseler Ehl-i Kitap'tır. Buna göre yahûdîler ve hristiyanlar Ehl-i Kitap oldukları gibi, Hz. İbrâhîm'e, Hz. Dâvûd'a gönderilen kitaplara iman edenler de Ehl-i Kitap içinde yer almaktadırlar. Diğer müçtehitlerin çoğuna göre Ehl-i Kitap'tan maksat, yalnızca yahûdîler ile hristiyanlardır. (Fetâvâyı Hindiyye, c. I, s. 281.)

Kur'ân-ı Kerîm, nüzulü sırasında mevcut Ehl-i Kitap'ın özelliklerinden, inanç, âdet ve ibadetlerinden bahsetmektedir. Bunlar arasında onların tevhidden saptıkları, kitaplarını değiştirdikleri, helâl-haram çizgisine riâyet etmedikleri... zikredilmektedir. Bu vasıfta olan kimselere Kur'ân-ı Kerîm Ehl-i Kitap dediğine göre, aynı çizgiyi devam ettiren yahûdî ve hristiyanlara bugün de Ehl-i Kitap demek, onları Ehl-i Kitap olarak kabûl etmek gerekecektir.
Hz. Peygamber (s) Medîne'ye hicret ettiklerinde burada yahûdîler, Yemen vb. uzak çevrede de hristiyanlar vardı. İlk İslâm devleti olan Medîne devleti anayasasında yahûdîlere de ğer verilmiş, onlar tebanın bir parçası olarak kabul edilmiş, devletin himayesi altına alınmış ve kendilerine adlî muhtariyet ve din hürriyeti bahşedilmiştir. Hususi hukuk ve sosyal ilişkiler sahasında da Rasûlullah'ın (s) ve ashâbının sonrası için örnek teşkil eden davranış ve tasarrufları vardır. Ehl-i Kitap ile evlenilmiş, iş ortaklığı kurulmuş, kendilerinden kredi alınmış, komşuluk haklarına riâyet edilmiştir.
Bu vesile ile Hz. Peygamber'in (s), Necrân hristiyanlarının şahsında bütün kitaplı gayr-i müslimlere hitaben yazdırdığı antlaşma metnini vermekte fayda görüyorum. Bu metin, gayr-i müslimlere verilen düşünce ve vicdan hürriyetinin muhteva ve sınırlarına ışık tutmaktadır:
".... Hiçbir din adamının görevi, rahibin ruhbanlığı değiştirilmeyecek, kimse seyahatten menedilmeyecek, mabetleri yıkılmayacak, binaları İslâm mescidlerine veya Müslümanların binalarına katılmayacaktır. Kim bunları yaparsa Allah'ın ahdini bozmuş, Rasûlüne (s) karşı durmuş ve Allah'ın verdiği emandan yüz çevirmiş olacaktır... Papazlardan, din adamlarından, kendilerini ibadete vermiş kişilerden, keşişlerden, tenha yerlerde ve dağ başlarında ibâdetle meşgul olanlardan cizye ve haraç (vergi) alınmayacaktır... hristiyan dînini benimsemiş bulunan hiçbir kimse Müslüman olması için zorlanmayacaktır; '...ehl-i kitap ile ancak güzellik yoluyla mücadele edilecektir.' Onlar nerede olurlarsa olsunlar kendilerine merhamet kanatları gerilecek, kimsenin onları incitmesine izin verilmeyecektir... Bir hristiyan kadın kendi isteği ile bir Müslüman erkeğin yanında bulunursa, Müslüman koca onun hristiyanlığına râzı olacak, kendi büyüklerine uyma ve dini görevlerini yerine getirme konusundaki arzularına uyacak ve onu bunlardan men etmeyecektir. Kim buna uymaz ve kadını dîni konusunda sıkıştırır, baskı altında tutarsa Allah'ın ahdine, Rasûlü'nün (s) antlaşmasına karşı çıkmış olur ve o kişi Allah nezdinde 'yalancılardan' biridir.
Eğer onlar (Hristiyanlar) kilise ve manastırlarını tamir, yahut başka bir din ve dünya işinde Müslümanların yardımına muhtaç olurlarsa, Müslümanlar onlara yardımda bulunacak ve bu onları borç altına sokmayacaktır, yardım, dinî bir ihtiyaçlarından dolayı onları destekleme, Allah Rasul'ünün (s) ahdine vefa, onlara bağış ve Allah'ın bir lütfu olarak yapılacaktır..." (M. Hamidullah, el-Vesâık, s. 124-126)
Bu antlaşma Rasûlullah'ın (s) halifeleri tarafından teyid edilmiş, yalnızca İslâm ülkesinin istiklâl ve bütünlüğünü, İslâm toplumunun izzet ve düzenini koruyacak bazı ekler getirilmiştir.(M. Hamidullah, age. s. 128, 133vd.)

Bu antlaşmada, müşrik, dinsiz ve materyalistlere nispetle Ehl-i Kitap'a bazı ayrıcalıklar tanındığı görülmektedir. Bir önceki maddede verilen vesika bu ayrıcalıklara ışık tutar mahiyettedir. Bunlara ek olarak, diğer kâfirlerin yiyecekleri Müslümanlara helâl olmadığı hâlde, Ehl-i Kitap'ın yiyecekleri -domuz, şarap gibi özellikle Müslümanlara haram kılınanlar dışında kalanlar- helâl kılınmış, Müslümanların bunlardan yiyebilecekleri bildirilmiştir.(Mâide 5)

İşte Ehl-i Kitap budur. Bu Ehl-i Kitap'ın kestiklerinden ve yediklerinden yenilebileceği Kur'an'ı Kerim'de ve Efendimiz (s)'in sünnetinde beyan edilmiştir.

Burada dikkate alınması gereken husus "Ehl-i Kitap'ın kestiği hayvanların etleri yenilebilir" denilirken, bu kitlenin şirkine herhangi bir katılım ve destek verilmeyecektir. Kesim işlerinde gerçekten bir şirk varsa, bu durumda da, kestikleri hayvanların etleri tabii ki haramdır, yenilmeyecektir. Fakat Allah'a ve ahirete inanan ve kendilerini semavi Kitab'a nisbet eden bu kimseler, kesim işinde Allah'a eş koşmuyorlar ve Allah'tan başkası adına kesmiyorlarsa, bu şekilde kestikleri hayvanların etleri Müslümanlara helal olmaktadır.

Sadece Ehl-i Kitap'ın değil, Müslüman kabul ettiğimiz bir kimsenin dahi, keseceği hayvan -Allah'tan gayrisi adına boğazlıyorsa- bu hayvanın eti kesinlikle haramdır, yenilmez. Tekkelerde, türbelerde, anıtlarda ve daha birçok yerlerde bu şekilde kesilen hayvanlar, ister azılı bir kafir adına, ister salih bir mü'min adına kesilsin, o et murdardır, durum değişmez. Bu hükmünde istisna yoktur. Hatta ve hatta Resulullah (s) adına kesilen kurbanlar da, aynı şekilde haram hükmüne girer.

Elektroşok yöntemi ile ilgili fetva

Beynine çekiçle vurulan veya Elektroşok yöntemi ile kesilen hayvanlara gelince: O hayvanlar daha canları çıkmadan kesiliyorsa helaldir, özellikle ve kasten öldükten sonra kesiliyorlarsa bu hayvanların eti de leş hükmündedir ve haramdır.

28 Haziran - 3 Temmuz 1997′de Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde toplanan Mecmau'l-Fıkhi'l-İslâmî bazı şartlar altında hayvanların bayıltılarak kesilebileceği yönünde bir karara varmıştır. Buna göre kesimden önce hayvanlara şu şartlar altında elektroşok uygulanabilir denilmiştir:
a. Elektroşok aletinin kutupları hayvanların ya şakaklarına ya da alın bölgelerine uygulanmalıdır.
b. Uygulanacak voltaj 100 - 400 volt arasında olmalıdır.
c. Elektrik akımı şiddeti koyun cinsinde 0,75 - 1 amper, sığır cinsinde ise 2 - 2,5 amper olmalıdır.
d. Elektrik akımı 3 - 7 saniye süresince verilmelidir. (Mecmau'l-Fıkhi'l-İslami, Karar Rakam: 101 (3/D10) "Bi Şe'ni'z-Zebâih", Mecelletu Mecmai'l-Fıkhi'l-İslami, Cidde, Yıl: 1997, Sayı: 10, C:I, s: 653-654.)

Bu kadar açıklamadan sonra, gelelim işin can alıcı noktasına. Hayvanı besmele ile kesmek şart mıdır?

Devam edecek

  
Rüştü Kam
 

ETİ HELAL KILAN NEDİR? (I)



Allah‘ın yarattığı ve haram kılmadığı bütün nimetler bizlere helaldir. Nitekim sığır, deve, koyun, keçi gibi hayvanların etleri de, biz insanlar için helal olan nimetlerdendir. Kur'an, haram olan bir şeyi helal, helal olan birşeyi de haram kılmama konusunda bizi şiddetle uyarır ve şöyle der:

"De ki: "Peki, Allah'ın size ihsan ettiği rızıklardan, bir kısmını helâl, bir kısmını haram yapmanıza ne dersiniz?"De ki: "Allah mı sizin böyle yapmanıza izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus 59)

"Kendi dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle uydurduğunuz yalanı Allah'a mal ederek "bu helâldir, şu haramdır" demeyin. Çünkü Allah adına yalan söyleyenler asla iflah olmazlar."(Nahl 116)

"Allah adına yalan uydurandan veya O'nun âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak ki o zalimler felâh bulamayacak, muratlarına eremeyeceklerdir." (En'am 21)

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Allah hüküm koyma, haram ve helal kılma konusunda yetkinin tamamen kendisinde olduğunu insanlara, özellikle de Müslümanlara deklare eder. Hatta Peygamber'ine bile bu konuda gözdağı verir:

"Şimdi o, (kendisine bunu emanet ettiğimiz kişi,) (kendi) sözlerinden bir kısmını Bize isnad etmeye kalkışsaydı, o'nu sağ elinden yakalardık; ve şah damarını kesiverirdik; ve hiç biriniz o'nu koruyamazdı!" (Hakka 45-47)

Bu ayetlerin ışığında konumuza yaklaşmak gerekir. Konumuz helal kesimdir. Hemen şunu söyleyebilirim, böyle bir terim İslâmî değildir. Kesimin helali- haramı olmaz. Allah'ın koyduğu kurala uymadan yapılan kesimden sonra haram olan et olabilir. Burada bakmak lazımdır, ihlal edilen kural nedir? Söylenildiği gibi besmele çekmeden kesmek mi, yoksa Allah'tan başkası adına kesim yapmak mı? Bu kural ibadet maksadıyla kesilen hayvanlar için midir, yoksa ticaret maksadıyla kesilen hayvanlar için de geçerli midir? Besmelenin imani boyutu nedir?
Bahse konu olan mesele nedir?. Kur'an durduğu yerde helal olan bir şeyi niçin haram kılmıştır? Bu sorulara cevap arayarak konumuzu açıklayalım:

İslamiyet'ten önce , Arapların büyük çoğunluğu puta tapıcıydı ve her kabilenin kendine özgü putu bulunurdu. Kâbe, Araplarca kutsal sayılırdı. Burada Arap kabilelerinin putları bulunurdu.

En önemli putlârı "Hubel,Lat,Menat,Uzza"dır. Araplar putları ziyaret için Kâbe'ye gelirler ve kurban keserlerdi. Ziyaret zamanlarında kabileler arası çatışmalar yapılmazdı ve bu sebeple bu zamana, Haram Ayları denilirdi. Puta tapıcılık yanında, Mecusilik Zerdüştlük, Musevilik, Hristiyanlık gibi dinler de yaygındı. Ayrıca az sayıda Hz. İbrahim'in dinine inananlar da vardı. Bunlara " Hanif " denilmiştir.

Putun huzurunda yalvarmak, yakarmak, belâ ve musibetler anında yardım etmesini, sıkıntılarını gidermesini istemek; Kâbe'deki putları ziyaret etmek, onların etrafında tavaf etmek, onlara secde etmek, yakarmak, putlar adına, onlara yakın olmak için kurbanlar keserlerdi.

Putperest Araplar, yiyecek ve de içeceklerinden, ya da ekin ve hayvanlardan bir miktarını da putlara ve Yüce Allah'a verirlerdi, Kur'an-ı Kerim, bunu da dile getirmekte ve yasaklamaktadır:
"Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan kendilerince Allah'a bir hisse ayırdılar da, kendi batıl iddialarınca: 'Şu, Allah'ın' dediler, ‘şu da (ulûhiyette ortak edindikleri) putlarımızın.' Ortakları için ayırdıkları, Allah'ın hissesine konulmaz, ama Allah'a ait olanlar ortaklarının hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar!'" (En'am, 136)

Müşrikler, putları için hayvan keserlerken seslerini yükseltip putlarının adlarını zikrederlerdi. Ve şöyle derlerdi: "Lat, Menat ve Uzza adına," Hatta hayvanı keserken bunu açıktan söylemezlerse o hayvanı ilahlarından başkası adına kesilmiş kabul ederlerdi ve etini yemezlerdi.

Sırf bu sebepten dolayı, eğer bir kişi, bir Müslüman herhangi bir hayvanı, müşriklerin yaptığı gibi, Allah'tan başkasına yaklaşmak gayesiyle keserse, kesen kişi müşrik ve kestiği hayvan da leştir, haramdır. ki Kur'ân-ı Kerim'de:

"Putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri size haram kılındı." (Maide, 3) buyurularak, böyle bir davranış şiddetle yasaklanmıştır.

Daha açık bir ifadeyle hayvan kesilmeden önce bizler için helaldir. Bu hayvanı besmeleyle kesmemiz, haram olan bir şeyi helal duruma getirmek için değildir. Kurban edilecek olan hayvanın Allah'tan başkası adına kurban edilmediğini ilan etmek içindir.

Ben burada, etin nasıl helal olacağı üzerinde değil, nasıl haram olduğu üzerinde duracağım. Çünkü kesilen hayvanların etlerini haram durumuna getiren fiilleri /davranışları bilir ve bu fiillerden/davranışlardan sakınırsak, haram hududlarına girmeyen et zaten helallik vasfını kaybetmeyecektir.

Kur'an'ı Kerim'in muhtelif yerlerinde açıkça zikredildiği gibi Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlarin eti, Müslümanlar için haramdır. Ancak bu ayet-i kerimelerden hareket ederek "Sadece Allah'ın adıyla kesilen hayvanlar helaldir" diyemeyiz. Çünkü burada, ayet-i kerimelerde kesilen hayvanların helal olmasıyla ilgili fiil değil, haram olmasıyla ilgili fiil beyan edilmektedir. Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar Kur'an'da belirtildiği gibi elbette Müslümanlar için haramdır ve Müslümanlar bu haramdan şiddetle sakınmalıdırlar.

Mekke döneminde nazil olan "...Üzerine Allah ismi anılanlardan yiyin (En'am 118) ve "... Üzerine Allah'ın ismi anılmadığı şeyi yemeyin..." (En'am 121) mealindeki ayet-i kerimeler Müslümanların içinde bulunduğu konuma göre değerlendirilmesi gereken ayet-i kerimelerdir. Çünkü bu ayetler Mekkidir ve Müslümanların söz konusu haramdan nasıl sakınabileceklerini beyan etmektedir. Konu ile ilgili Medine'de inen ayetler ise bir nebze ruhsatlarla yumuşatılmıştır, Ehl-i Kitap kavramıyla yumuşatılmıştır. Putlar az da olsa fonksiyonlarını yitirmiştir Medine'de.

Meseleyi örneklendirecek olursak çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yaşayan bir Müslüman, kasaptan et alırken ve lokantada et yemeği yerken, bu etin nasıl ve ne şekilde kesildiğini araştırmakla mükellef değildir. Çünkü o ülke Müslümanların ülkesidir. Buradaki genel mükellefiyet devlete ait olup, devlet konuyla ilgili tebliğini ve tahkikatını Müslümanlar adına zaten yapacaktır.

Çoğunluğu Müslüman olmayan bir ülkede yaşayan Müslümanlar, bulundukları toplumun genel yapısını ve konuya olan yaklaşımlarını dikkate almalıdırlar. Şayet bulundukları toplumda kesilen hayvanlar, Müslümanların yaşadığı Mekke toplumunda olduğu gibi, genel olarak Allah'tan başkası adına kesiliyorsa, bu toplumun kasaplarındaki veya lokantalarındaki etler Müslümanlara haramdır, değilse helaldir. Bu durumda Ehl-i Kitab'ı tanımlayarak konuyu anlamaya çalışmak gerekecek:

Devam edecek

  
Rüştü Kam

ALMANYA'DA İLAHİYAT FAKÜLTESİ


Almanya'da 4.000.000 Müslüman civarında yaşıyor. Elbette onların din adamlarına, din-dersi öğretmenlerine ihtiyaçları var. Bu ihtiyacı karşılamak için geç de olsa kolları sıvadı Almanya. Başta Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde olmak üzere Münster Üniversitesi'nde, Tübingen Üniversitesi'nde, Erlangen-Nürnberg'te Friedrich Alexander Üniversitesi bünyesinde ve Osnabrück Üniversitesi'nde İslâm İlahiyat Fakülteleri açıldı. Sayın Bülent Uçar Münster İlahiyat Fakültesi dekanıdır. Prof. Dr. Bülent Uçar ile ilahiyat fakültelerinin amacı konusunda konuştuk...
 
Kam: Sayın Uçar, Almanya'da İslâm din dersi ihtiyacının boyutu nedir?
Uçar: Almanya'da Müslüman öğrencilerin dini eğitimleri konusu aslında yeni bir konu değildir. Bununla birlikte Müslüman öğrencilerin sürekli artan sayısı bu konuya dönük çalışmaları gittikçe daha elzem hale getirmiştir. Almanya'da şu anda yaklaşık 4 milyon Müslüman yaşamaktadır ve bunun 2,7 milyonunu Türk kökenli vatandaşlar oluşturmaktadır. Bu demektir ki, Almanya'daki okullarda en azından 900.000 Müslüman öğrenci bulunmaktadır. Hâlbuki bunların sadece % 3'ü devlet okullarında İslâm din dersi eğitimi almaktadır. Müslüman öğrencilerin en yoğun bulunduğu eyalet ise yaklaşık 300.000 öğrenci ile Kuzey Ren Westfalya eyaletidir.
Müslüman öğrenciler için İslâm din dersi konusu aile birleşimi yoluyla Almanya'ya gelen Müslüman sayısının artmasına bağlı olarak, 1970'lerden itibaren daha fazla önem arz eder olmuştur. Bu ihtiyacı giderebilmek amacıyla bazı eyaletlerde bu öğrencilere dönük olarak kısa süreli öğretmenler görevlendirilmiştir. Çünkü bu tarihlerde Almanya'daki Müslüman nüfus „misafir işçi" (Gastarbeiter) statüsünde görülüyordu.

Kam: Peki okullardaki İslâm din dersinin hukuki zemini nedir?
Uçar: Meselenin başından itibaren tartışılmaz olan husus, başka hiçbir nedenle olmasa bile sırf eşitlik ilkesinin bir gereği olarak, Müslüman öğrencilerin de okullarda İslâm din dersi almaya hakları bulunduğu idi. Nitekim Alman Anayasası 7. maddesinin 3. paragrafı, bu hakkı, garanti altına almaktadır. Bu nedenle uzun zamandır bu konu „okullarda İslâm din dersi olmalı mı olmamalı mı" şeklinde değil „İslam din dersi hangi şekilde düzenlenmeli?" şeklinde gündeme gelmektedir. Bununla birlikte hal-i hazırda bütün hukuki sorunlar açıklığa kavuşturulmuş değildir. En çok tartışılan konuların başında İslâm din dersinin şekli ve içeriği meselesi gelmektedir. Hayati öneme sahip bu meselede gerçi dinî bakımdan tarafsız olan Alman devleti yalnızca tespitte bulunmakta, meselenin çözümü dini cemaatlerden beklenmektedir. 
 
Kam: Bu projenin alt yapısı mahiyetinde olan, Alman üniversitelerinin bünyesinde İslâm din dersi öğretimi ve imam yetiştirme programları üzerine yapılmakta olan çalışmalar nelerdir?
Uçar: İslâm din dersi öğretmenlerinin ve imamların Alman üniversitelerinin bünyesinde yetiştirilmeleri gerektiğine dair neredeyse bir ittifak söz konusudur. Bu yolda önemli bir adım 2001 yılında Münster Üniversitesi'nde Dini Araştırmalar Merkezi'nin (Centrum für Religiöse Studien) kurulmasıyla atılmıştır. İslâm dini öğretiminin ikinci kürsüsü Erlangen-Nürnberg'te Friedrich Alexander Üniversitesi bünyesinde kurulmuştur. 2003 yılından beri de Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından finanse edilen ve başlangıçta Protestan Teolojisi bünyesinde bulunan, İslâm dini üzerine bir vakıf kürsüsü yer almaktadır. Ayrıca Tübingen Üniversitesi'nde de bir İslâm Teolojisi Merkezi kurulmuştur. Osnabrück Üniversitesi'ndeki Kültürlerarası İslâm Araştırmaları Merkezi‘nde (ZIIS) ise, 2007 yılından bu yana İslâm din dersi öğretmenlerinin eğitimi üzerine bir kürsü bulunmaktadır ki, bu merkez 30 Ekim 2012 tarihindeki resmî açılışla birlikte İslâm İlâhiyatı Enstitüsü'ne dönüşmüştür.
 
Kam: Bu çerçevede Osnabrück Üniversitesi'ndeki İslâm İlahiyatı Enstitüsü'nün hedeflerini anlatabilir misiniz?
Uçar: Merkezimiz kurulduğundan beri İslâm Teolojisi üzerine bir enstitü kurulmasının ideal şartlarını oluşturmayı hedeflemiştir. Araştırma alanımız ise İbrahimî dinlerin kendi aralarındaki ilişkiler ve aynı zamanda teoloji ile pedagoji arasındaki münasebetlerdir. Bunlarla bağlantılı olarak gündeme gelen başka bir konu da tabii ki göç ve göçmenler meselesidir. Merkezimiz bünyesinde bulunan akademik kürsü de gelecekteki İslâm dini öğretmenlerini yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Kam: Bu noktada belki merkezin tarihini kısaca aktarmanız faydalı olabilir.
Uçar: 2007 eğitim-öğretim yılı birinci/kış döneminden itibaren üniversitemizde İslâm din dersi kürsüsü kurulmuş ve bu kürsü 2008 yılında kurulan Kültürlerarası İslâm Çalışmaları Merkezi'ne bağlanmıştır. Böylelikle Almanya'da ilk defa İslâm dini pedagojisi ağırlıklı bir kürsü kurulmuş oldu.
Aslında merkezin çalışmalarının ön hazırlıkları 2002 yılında Prof. Peter Graf tarafından bir BLK projesi (Bund-Länder Kommission) kapsamında yürütülen çalışmalarla başlamıştır. 2009 yılında ise Prof. Rauf Ceylan merkezimizde dini bilimler ve din sosyolojisi profesörü olarak göreve başlamıştır.
 
Kam: Enstitünüzde eğitimin yapılandırılması nasıldır?
Uçar: Enstitümüzde lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim verilmektedir. Lisans düzeyinde İslâm din dersi bölümünü hem ana dal hem de yan dal olarak seçmek mümkündür. Yüksek lisans eğitimi dört dönem sürmektedir ve öğrencilere şu uzmanlık alanlarından birini seçme şansı sunmaktadır:
a) İslâm teolojisi, din pedagojisi ve didaktiği,
b) İslâm din dersi öğretmenleri için Arapça,
c) Dinler arası ve kültürler arası çalışmalar.

Kam: Biraz da enstitünüzün gelecek perspektifi hakkında bizi aydınlatabilir misiniz?
Uçar: 1 Ekim 2012 itibariyle enstitümüzde fıkıh ve tefsir alanlarında iki yeni profesörümüz göreve başlamışlardır. 2011 yılının Eylül ayın- da Federal Almanya Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının merkezimizi ziyaretleri sırasında eğitim bakanı bayan Wanka Osnabrück Üniversitesi'ndeki bu enstitüye yedi profesörlük verileceği ve böylece bu kurumun benzerleri arasında Almanya'nın en büyüğü olacağı müjdesini vermiştir. Ayrıca her iki sayın cumhurbaşkanının merkezimizle ilgili olarak yaptıkları açıklamalar da bizim için büyük bir onur kaynağı olmuştur. Bu ziyaret sırasında üniversitemizin rektörü Sayın Prof. Claus Rollinger merkezimizin başarısını „Biz İslâm dini pedagogları ve teologlarının yetiştirilmesi ve bilimsel bir temelde imamlık eğitimi verilmesine dönük çabalarımızın daha şimdiden meyvesini verdiğini görmekteyiz" sözleriyle teyid etmiştir. 
 
Kam: Uluslararası düzeyde hangi üniversitelerle işbirliği içindesiniz?
Uçar: Öncelikle belirtmek isterim ki merkezimiz Erasmus programında yer almaktadır. Türkiye'den İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Avusturya'dan Viyana Üniversitesi, Bosna-Hersek'ten Sarayevo Üniversitesi ve Zenica Üniversitesi bu işbirliği kapsamında partnerlerimizdir. Mısır'dan el-Ezher Üniversitesi ile geçtiğimiz ay işbirliği anlaşması yaptık. Ayrıca Hollanda'dan Leiden ve Rotterdam Üniversiteleri ve Fas'tan Oujda Üniversitesi ile işbirliği yapmayı planlamaktayız.
 
Kam: Son olarak da mezunlarınızla ilgili bilgi verebilir misiniz?
Uçar: Bölümümüzü anadal olarak seçen ilk mezunlarımızı 1 Temmuz 2011 tarihinde verdik. Mezunlarımız enstitümüzden aldıkları diplomalar ile Almanya'nın tüm eyaletlerinde yer alan ilk, orta ve lise düzeyindeki okullarda İslâm din dersi vermeye hak kazanmışlardır. İlk mezunlarımız sekiz bayan ve iki bay öğrenciden müteşekkildir.
 
Kam: Sayın Uçar, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Uçar: Ben de gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim.

  
Rüştü Kam

TAŞLAYARAK ÖLDÜRME



RECM
 
"Evet böyle bir ayet vardı. Eğer insanların, ‘Ömer Allah'ın Kitabı'na ilave yaptı' demelerinden korkmasaydım, ben bu ayeti Mushaf'ın haşiyesine yazardım."
 
Kuran'da olmayan, fakat dine ilave edilmeye çalışılan farzlar ve haramlar, uydurma ayet, kudsi hadis ve hadislerle bu hadislerle görüşlerini temellendiren mezhepler yoluyla dinimize girmiştir. Recm cezası da bunlardan biridir. Bu uydurmalarla, Kuran ayeti iptal edilmeye çalışılmış ve dine taşlayarak öldürme gibi ucûbe bir ilave yapılmıştır. Fakat asıl ucube olan şudur ki; sırf recmi, yani zina edeni taşlayarak öldürmeyi legal hale getirmek için, "recm ayeti"nin var olduğunu, bu ayetin keçi tarafından yenilip yok edildiğini ileri sürerek, Kuran'ın eksik olduğunu söyleyecek kadar ileri gidilmesidir.
  Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbn Hanbel, vb. gibi bütün meşhur hadis kitapları, recm ile ilgili hadislere ve ayete ne yazık ki, yer verebilmişlerdir.
Kuran-ı Kerim'de zinanın cezası açıkça, hiçbir yanlış anlamaya sebebiyet vermeyecek şekilde belirtilmişken, Kuran'ın hükmü ile çelişen bir hüküm ortaya atmak akıl almaz bir durumdur.
 
Recm âşıkları raydan çıkınca saçmalamaya başlamışlardır. O kadar ki, maymuna bile recm cezası uygulatmada beis görmemişlerdir. Şöyle bir Buhari hadisi vardır. Amr ibn Meymûn rivayet eder: "Bir grup maymun zina yapan bir maymunu yakalamış ve taşlama cezasını uyguluyorlardı. Onları bu haklı işte desteklemek için ben de taş atarak yardım ettim" (Buharî, Menakıbu'l-Ensar, 27)
 
İnsanların recmedilmesi konusunda uydurulan ayet ve hadislerle yetinmeyenler, maymunların da zina eden bir maymunu yakalayarak taşladıklarını ve sahabelerden birisinin de maymunu recm etme olayına katılarak maymunu öldürdüğünü anlatabiliyorlar. Dolayısıyla recmin ne kadar mantıklı olduğunu, maymunların bile bunu uyguladığını, fakat bazı insanların bunu anlayamadığını anlatmak istiyorlar. Üstelik bu hadisi Buhari rivayetleri arasına alabiliyor.
 
Birçok çelişkili ve mantıksız izah, sırf recm geleneğinin yerleşmesi için uydurulmuş ve Kuran'ın açık hükmü kaldırılmaya çalışılmıştır: Rivayetlerden birine göre Hz. Ömer recm ayetinin varlığından bahsediyor, ancak Kuran'a yazılamadı deniyor. Başka bir rivayete göre ayeti keçi yiyor ve ortadan kaldırıyor. Diğer yandan maymunların recminden bahisle, sahabelerin buna katıldığından bahsediliyor. Delinin biri kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı asırlardan beri bu taşı o kuyudan çıkaramıyor. Çünkü, mezheplerin ve hadislerin dindeki otoritesini şartsız olarak kabul edenler, bilmeden bu izahları da kabul etmiş oluyorlar. Mezhep taassubu bunu gerektiriyor. Geleneksel din anlayışı bunu gerektiriyor. Ata-baba dinine mensubiyet bunu gerektiriyor. Bu kadar açıklamadan sonra gelelim recmle ilgili anlatılanlara:
 
Recm
Recm, zina etmiş bir bayan ve erkeğin taşlanarak feci bir şekilde öldürülmesidir. Recm cezasının İslâm'da yeri yoktur. Zina konusuyla ilgili ayetler recmi emretmez. Zina haramlardan bir haramdır, Kur'an haramlarla ilgili cezaları ahirete bırakmıştır. Kur'an'da ölüm cezası yoktur. "Allah kısasta hayat vardır" demek suretiyle kısas yetkisini elinde bulunduran kişiye bile affetmeyi telkin eder.
Kur'an'ın zina eden erkek ve kadınla ilgili buyruğu şöyledir: "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek(celde) vurun ve eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorsanız, onlara karşı duyduğunuz acıma, sizi Allah'ın bu yasasını uygulamaktan alıkoymasın ve inananlardan bir topluluk da onların cezalandırılmalarına şahit olsun. " (Nur 2)
 
Ayette zinanın cezası yüz celde olarak geçiyor. Arapça'da "celde" kelimesi, sadece deriyi incitecek bir değnek manasındadır. Deriye tatbik edilen sembolik vuruştur. "Celd" sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir." (Keşşâf) .Bu ceza için Arapça'da sopa ve değnek anlamına gelen "asa ve minsee" kelimelerinin kullanılmaması, bir grubun bu cezaya şahitlik etmesinin istenmesi; suçlunun canını acıtmaktan ziyade, toplum önünde teşhir edilerek cezalandırılmasının hedeflendiğini gösterir. Amaç suçluları, teşhir ederek bu seremoniyi seyredenlerin zinaya özenmelerini engellemektir.
Aslında bu ceza ağır bir cezadır, ölümden daha ağır bir cezadır. Öldürme bir kere olur, oysa toplumda adi bir suç işlediği için teşhir edilen kişi her gün ölür.
Ayrıca Kuran'a göre zinanın ispatı için dört şahit gerekir (Nisa 15). Aynı yatakta yakalanan insanlar bile zina suçundan yargılanamaz. Fiilen zina yaparken yakalanmaları lazımdır. Bu neredeyse imkânsız derecesinde zor bir iştir.
 
Bu uygulamanın dört amacı vardır:
a) Zina suçunu işleyen şahıslara, ızdırap vermek,
b) Onları tekrar suç işlemekten alıkoymak,
c) Toplumda kötü eğilimleri olanlar varsa, onların da aynı suçu işlemesinin önüne geçmek,
d-Cezayı açıkta uygulamanın bir diğer yararı da, cezayı uygulayanların, arzularına göre cezada eksiltme ve artırma yapmamalarıdır.(Tefhim'ul- Kur'an, Mevdudi)
 
Kimlerin recmedilmesi istenir
İslâm'ı tahrif etmek isteyenler, Kur'an'ın zina ile ilgili buyruğunu önce ikiye ayırarak işe başlamışlardır: "Evli olan kadın ve erkek zina yaparsa recmedilecek, bekâr olan kadın ve erkek zina yaparsa celde tatbik edilecektir." Ayette, Allah'ın böyle bir ayırım yapmadığı çok açıktır: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde vurun."
 
İslâm'ı tahrif etmek isteyen derin güçler veya paralel din ihdas etme meraklıları, bu ayırımı yaptıktan sonra, Kur'an'da recm cezasına zemin oluşturma çabası içine girmişlerdir. İlk önce recm ile ilgili ayet uydurmuşlardır: "Eş-şeyhu ve'ş-şeyhatu izâ zeneyâ fe'rcumûhumâ elbettete nekâlen minallah, v'allahu azîzun hakîm.: İhtiyar erkek ve kadın zinâ ettiklerinde Allah'tan bir cezâ olarak ikisini de recmediniz. Allah azizdir, hakîmdir." (İbn Mâce, Hudûd 9; Dârimî, Hudûd 16; Muvattâ', Hudûd 10; Ahmed bin Hanbel, V/132, 183, Buhârî, 93/21; Müslim, Hudûd 8, Hadis no: 1431; Ebû Dâvud, 41/1)
 
Sıra bu ayetin Kur'an'a yazılmasına gelmiştir. Bunun için önce Hz. Ömer'e istinad edilen bir rivayetten bahsedilir: "Evet böyle bir ayet vardı. Eğer insanların, ‘Ömer Allah'ın Kitabı'na ilave yaptı' demelerinden korkmasaydım, ben bu ayeti Mushaf'ın haşiyesine yazardım." (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37, İbni Kesir Nur suresinin 2. Ayetinin tefsiri.)
 
Hz.Ömer'e istinad edilen bu rivayet tutmaz. Çünkü, o zaman daha hafızların çoğu hayattadır. Vahiy kâtipleri hayattadır. Durum böyleyken, Hz. Ömer'in şahit bulamaması mantıksız olurdu. Öyle de oldu ve Hz. Ömer Allah'tan mı çok korkuyor yoksa insanlardan mı? sorusu akıllara geldi. Çünkü, Hz.Ömer'in, ‘İnsanların Ömer Kuran'a ilave yapıyor demelerinden korkmasaydım...' demesi, kendisinden başka hiç kimsenin o ayetten haberi yokmuş izlenimini uyandırıyordu.
Gerçekten böyle bir ayet olsaydı, Hz.Ömer o ayeti, vahiy kâtipleri ve hafızların yardımıyla, diğer sahabelerle de istişare ederek mutlaka Kur'an'a yazdırırdı. Müslümanlar böyle düşünmeye başladılar. Hz. Ömer'i sorgulamaya başladılar. "Konumu böyle bir çalışma yapmaya uygun olduğu halde, niçin yapmadı?" diye soruldu. Önemli bir soruydu bu ancak net bir cevabı yoktu.
 
Fazla vakit geçirmeden ikinci adımı attılar ve Hz. Ömer'e maledilen bu uyduruk ayeti, Hz. Ayşe'den geldiğini söyledikleri başka haberlerle desteklediler: "Andolsun ki recmetme ayeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme ayeti indi. Andolsun ki bu ayetler yatağımın altında bir yaprakta yazılı idi. Rasûlullah (s) vefat edip biz O'nun defni ile meşgulken kapıyı açık bırakmışız ve evde beslenen evcil bir hayvan (koyun veya keçi), girip o yaprağı yemiş." (İbn Mâce, Nikâh, 36, Hadis no: 1944; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/131, 132, 183, 6/269)
 
Bu sefer Hz. Ayşe'ye sorulmaya başlandı sorular. Bu ayetin Hz. Ayşe'nin yatağının altında ne işi vardı? Niçin vahiy kâtiplerinin bu ayetten haberleri olmadı? Hz. Ayşe bu ayeti niçin sakladı? Keçi yatağın altındaki ayete varıncaya kadar evde yiyecek başka bir şey bulamadı mı? Keçi bu ayetin yatağın altında olduğunu nereden biliyordu? Soruların arkası kesilmiyordu. Bunlar cevabı olmayan sorulardı. Başka destekler gerekiyordu recmin İslâmileşmesi için. Üçüncü adım hemen atıldı.
 
Hadisler uydurarak recm cezası desteklendi
Bu rivayetlerin Peygamberimiz'in hadisleriyle ve fiili sünnetleriyle desteklenmesi gerekiyordu. İstenilen sonucun elde edilmesi için bu şarttı. Peygamberimiz hemen devreye sokuldu. Peygamberimiz'i göz dağı vererek işe başlattılar: "İleride bazı kişiler çıkacak ve recm cezasını Kuran'da bulamıyoruz diye recmi inkar edecekler. İşte bu kişiler okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklardır." (Buhari 93/21, Müslim Hudud 8/1431, Ebu Davut 41/1)
 
Bu hadisin başka bir versiyonu da şöyledir: "Korkarım ki, bir zaman gelir de ‘Biz Allah'ın Kitabı'nda recm diye bir şey bulamuyoruz' derler de, Allah'ın indirdiği bir farzı terk etmekle saparlar. Biliniz ki recm, evli olduğu halde zinâ eden ve suçu da delil, gebelik veya itiraf ile sâbit olan kimseye uygulanması gereken bir cezâdır." (Buhârî, Fedâilu'l-Kur'an 3, 4; Kitâbu'l-Mesâhif)
 
Bu uydurma hadislerle, recmin İslâm'da olmayan bir ceza uygulaması olduğu konusunda konuşmak isteyenlerin önü kapatılmak istendi. Duruşu belli olan duyarlı âlimler, recm cezasının Kur'an'da olmadığını yüksek sesle söylediler, çekinmediler kumpasçılardan.
Kumpasçılar, bu âlimleri hadis düşmanı, sünnet düşmanı olarak ilan etmeye başladılar. Çoğu âlimler ise dışlanmaktan korktukları için, sessiz kalmayı tercih ettiler.
Bu sessizlik, bu sisli hava derin güçlerin; hadis kitaplarının, fıkıh kitaplarının, tefsirlerin içine bu uydurma hadisleri rahatça yerleştirmelerine zemin hazırladı. Zamanla bu kitaplara yazılan recm ile ilgili hadisler gerçek kabul edilmeye başlandı. Hatta doğruluğu ile ilgili münakaşalar yapılır oldu, recmin gerekliliği konusunda yorumlar yazılmaya başlandı, hocalar kürsülere bile taşıdılar recm cezasını ve faydalarını. Bazı İslâm ülkelerinde uygulanma zemini bulması da, Müslümanların recmi kabullenilmesinde oldukça etkili oldu.
 
Sıra geldi recmin nasıl uygulanacağına
Uygulamanın nasıl olacağı hadislerle belirlendi. Öncelikle taşın büyüklüğü tespit edildi: "Recm nohut büyüklüğünde çakıl taşları ile olur. Kadın bir çukura gömülür, erkek ayakta taşlanır." (Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı 7/97, Abdurrahman El Cezeri. Tercüme; Hasan Ege)
 
Hemen sonra recmedilecek kişilerin pozisyonları kayıt altına alınır. Recmedilen kadının mahrem yerlerinin görünmemesi gerekiyordu. Bunun için recmedilirken boynuna kadar gömülmeliydi toprağa. Böylece kadının toprağa gömülmesi makulleştiriliyordu. Erkek ayakta recmedilebilirdi. O kadın gibi değildi.
Sıra fiili uygulamaya geldi. Konu mankeni olarak Mâiz isminde bir erkek seçildi, hemen arkasından da isimsiz bir kadın recm için Peygamberimiz'e geldi(!).
 
Önce Mâiz:
Rivâyete göre, Eslem kabilesinden Mâiz isimli bir adam Allah'ın Rasûlü'ne gelir ve zina yaptığını söyler/ itiraf eder: "Yâ Rasûlallah, zinâ ettim, beni temizle!" der.
Allah'ın Elçisi yüzünü öte yana çevirir. Fakat Mâiz, yine karşısına geçip zinâ ettiğini, kendisini temizlemesini ister. Allah'ın Elçisi, tam dört kez yüzünü öte yana çevirir ve Mâiz her defasında onun karşısına geçip bu suçtan kurtarılmasını ister.
Allah'ın Elçisi bakar ki Mâiz gitmiyor, cezâlandırılmakta ısrar ediyor, bu kez: "Sen deli misin?" der.
Mâiz deli olmadığını söyleyince, Allah'ın elçisi: "Sarhoş falan mısın?" der. Sarhoş olmadığı da anlaşılınca Allah'ın Elçisi bu zâtın recmedilmesini emreder.
 
Mâiz, taşlar atılmaya başlanınca dayanamayarak kaçar. Çünkü ayaktadır, çukura gömülmemiştir. Arkasından, elinde devenin çene kemiği bulunan bir adam yetişip onu vurur, sonra başkaları da yetişir ve onlar da vururlar, sonunda vahşi bir şekilde öldürülür Mâiz. Peygamber'e durum anlatılınca: "Keşke bıraksaydınız!" der ve ekler; "Bundan sonra birisini recmederseniz ve o da kaçarsa bırakın gitsin" der. (Müslim, Hudûd, bâb 5, hadis 16-22). Uygulamam aynen böyle olur.
 
Sorular 1:
1- Peygamber'e gelip suçunu itiraf eden Mâiz'e Peygamber'in, sırt çevirmesi ve aynı hareketi dört kez yapması, baktı olmayacak "Sen deli misin?" be adam demesi, sarhoş olup olmadığını anlamak için ağzını koklatması ve sonunda da onu recmedenlere "Keşke bıraksaydınız!" demesi, Peygamberimiz'in bu cezayı ağır bulduğunun ve uygulamak istemediğinin kanıtıdır.
2-Kendisi istemediği halde, Kur'an'da da böyle bir hüküm bulunmadığı halde Peygamberimiz bu insanı ne diye recmediyor?
3- Zina yalnız yapılmaz, madem zinanın cezası recmedilmektir, Peygamberimiz bu adama kiminle bu işi yaptığını niçin sormuyor? Zina yapan kadın niçin serbest kalıyor da sadece erkek recmediliyor?
 
Bu olaya benzer başka bir olay da şöyledir:
Bir kadın, Hz. Peygamber (s)'e gelip zinâ ettiğini itiraf eder, "Beni temizle!" der.
Allah'ın Elçisi ona: "Dön, tevbe ve istiğfâr et" der.
Fakat kadın dönmez, zinâdan gebe kaldığını söyler. Allah'ın Elçisi: "Öyle ise karnındaki çocuğu doğurmalısın" der.
Kadın doğumunu yaptıktan sonra çocuğu bir beze sarıp getirir. "İşte doğurdum" der ve recmedilerek günahtan temizlenmesini ister.
Fakat Allah'ın Elçisi (s): "Seni recmedip yavruyu süt annesiz bırakamayız" der.
Kadın, emzirip sütten kestiği yavrusunu, çocuğun elinde bir ekmek parçası olduğu halde getirir. "Ey Allah'ın Peygamberi, çocuğu sütten kestim, artık yemek yiyor" der ve recmedilmesini ister. Bunun üzerine Allah'ın Elçisi (s), çocuğu bir Müslümana verir. Bir çukur eştirerek kadını göğsüne kadar gömdürür ve taşlanmasını emreder.
 
Herkes taş atarken Hâlid bin Velîd'in attığı taş ile kadından sıçrayan kan, Hâlid'in yüzüne gelir. Hâlid kadına söver. Hâlid'in sövdüğünü duyan Allah'ın Elçisi: "Dur Hâlid, nefsimi elinde bulunduran Allah hakkı için bu kadın öyle bir tevbe etti ki, bunun tevbesi, Medine gibi yetmiş şehir halkına taksim edilse, hepsine yeter. Veya, -Haksız haraç alan gümrükçüler, yahut rüşvet alan çarşı memurları- dahi öyle tevbe etse bağışlanırdı" der. (Müslim, Hudûd bab 5, hadis 22-24)
 
Sorular 2
1-Erkek çukura gömülmeden recmedildiği halde, kadın göğsüne kadar çukura gömülüyor, niçin?
2-Recmedilen kaçarsa arkasından kovalanmaması tembih ediliyor. Bu durumda kaçma şansına sahip olan erkek midir, yoksa göğsüne kadar gömülen kadın mı?
3-Aynı şekilde kadına da kiminle zina yaptığı sorulmuyor ve erkek serbest kalıyor.
4-Kur'an'da 100 celde vurun hükmüne rağmen Peygamber recmediyor. Yani Allah'ın Peygamber'i Allah'ın açık hükmünü reddediyor ve recm uygulaması yapıyor. Peygamber için böyle bir uygulama mümkün müdür?
5-Halid b.Velid kadına sövüyor. Seyfullah lâkâplı Halid b. Velid yapıyor bu küfrü...Sebebi de çok manidar, taş attığı savunmasız kadından fışkıran kan...
 
Sonuç
1- Recm cezası İslâm'da yoktur. Recm Tevrat'ın bir emridir (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye,. Bab 22)
 
2- Ayrıca, İncil'de de şöyle bir olay anlatılır: "Yahudiler, İsa'ya zina ederken yakalanmış bir kadın getirmişler ve Musa peygamberin bu gibilere recm cezası verdiğini ileri sürerek buna ne diyeceğini sormuşlardır. İsa onlara, "İçinizde günahsız olan önce taş atsın" deyince başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa'yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup ona, "Hey kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?" diye sordu. Kadın, "Hiçbiri, efendim" dedi. İsa, "Ben de seni yargılamıyorum" dedi. "Git, artık bundan sonra günah işleme!" (Yuhanna 8/3-11).
 
3- Muhammed İzzet Derveze'ye göre de Hz. Peygamber'in recmettiğine dâir hadisler, Nûr sûresi 2. ayetinin inişinden önceki duruma ait olabilir (et-Tefsîru'l-Hadîs, 10/10). Bu durumda da İslâm'la ilgisi yoktur recmin. Çünkü Arap geleneğinde kadınları recmederek öldürme yoktur.
 
4- Zina eden erkek ve zina eden kadının cezası 100 celdedir Kur'an'da. Toplumun huzurunda yapılacaktır. Peygamberimiz bu açık ayete rağmen recm cezasını uygulamış olabilir mi? Uygularsa bu uygulama Allah'a rağmen bir uygulama olmuş olmaz mı? Hakka Suresi'nde Peygamber'in Kur'an'a ilave yapamayacağından, eksiltme yapamayacağından bahsedilir. (Hakka 44, 45, 46, 47)
 
5- "Hayâsızca davranışlarda bulunan kadınlarınıza gelince, aranızdan onların işlediği suça şahit olan dört kişi çağırın... " (Nisa - 15-16-17) Bu ayete göre, zina suçu işleyenlerin mahkeme huzuruna çıkarılması için 4 şahit gerekir.
 
6- İbn. Kuteybe, Hadis Müdafaası (Te'vilu Muhteliful Hadis) isimli eserinde keçinin mübarek bir hayvan olduğundan bahseder ve haddini aşar: "Keçi mübarek bir hayvandır. Ad ve Semud kavimlerini ortadan kaldıran Allah, bir ayetini keçiye yedirerek kaldıramaz mı?" diyerek müslümanlarla adeta dalga geçmektedir. (İbn. Kuteybe, Hadis Müdafası)
 
7- "Yegâne hüküm sahibi Allah'tır." Sebe/27, Neml/6, Zümer/39, Enfal/10... "Her kim Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmetmez ise işte onlar kâfirdirler." (Maide Suresi/44) Bunlara, recm heveslisi Müslümanlara, Kur'an'ın açık hükmünü görmezden gelen bu kumpasçı Müslümanlara; Müslüman kâfirler denir.
 
8- Uydurma ayetler ve hadislerle, Nur Suresi'nin ikinci ayeti iptal edilmeye çalışılmış ve dine taşlayarak öldürme gibi bir ilave yapılmıştır. Fakat asıl dehşetli olan şudur ki; sırf recmi, yani zina edeni taşlayarak öldürmeyi İslamileştirmek için, Kur'an'ı şaibeli hale getirmiştir bu Müslüman kâfirler.
 
Ne yazık ki yıllarca mezhepçilik övüldü durdu. Hâlâ da övülmektedir. Mezheplere karşı çıkmak sapıklık olarak gösterildi. Bu anlayış hâlâ devam etmektedir. Mezhepsiz kelimesi dilimize bir hakaret unsuru olarak girmiştir. Kuran evimizde bohçalar içinde, yüksek bir yerde asılı olarak bulunmaktadır. Kuran sadece ölülerin arkasından okunan bir Kitap haline getirilmiştir. Dirilerin hayatına yön vermesine izin verilmemiştir.
 
Buna izni vermeyen mezhepçiler; dini ancak üç-beş kişinin anlayabileceğini, bizimse, onlardan ve onların kitaplarından dini öğrenmemiz gerektiğini söylediler durdular. Allah'ın kitabından dini anlamak gibi bir cürete kalkışırsak çarpılacağımızı anlattılar. Böyle bir çabaya ne gerek vardı ki! Mezhep imamları zaten en ince noktalarına varıncaya kadar dini anlatmışlardı.
Nice mühendisler, nice profesörler bile uyutuldu bu taassup anlayışıyla. Çünkü bu anlatımda akıl yok, taklit vardı, sorgulama yasaktı. Aslolan taklit olunca profesörü de, mühendisi de, en cahili de bir oldu. Bu anlayışta akıl, ilim hiç kullanılmayacaktı! Aklı, kullanması gerekli olan mezhep imamları ve hadis imamları kullanmıştı.
 
Biz bu recm yazımızda aklı kullanmanın önemini, Kur'an'a sarılmanın önemini bir nebze de olsa anlatabildiysek, kendimizi bahtiyar hissederiz. En doğrusunu Allah bilir.
 
Son sözü yine sözün Sahibi'ne bırakalım:
Allah pisliği aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. (Yunus 100)
An dolsun size, içinde öğüt bulunan bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?" (Enbiya 10)
"İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Allah'ım!"(Araf 155)

  
Rüştü Kam