29 Haziran 2014 Pazar

İMSAK VE İFTAR TUTARSIZLIĞI

ANLAYAN VARSA BERİ GELSİN

HA-BER.COM

Rüştü Kam 2014

Ramazan geldi hoş geldi diyeceğimiz yerde, Ramazan geldi sıkıntı getirdi demeye başladık. İmsak ne zaman bitiyor, iftar ne zaman başlıyor diye yıllardan beri birtürlü karar veremedik.  Geçmişte bu konularda Müslümanlar arasında ne kavgalar oldu Berlin'de. Camiden çıkan ve biraz önce Allah'ın huzurunda duran o müslümanlar birbirlerine ağza alınamayacak küfürler savurdular, hakaretler ettiler. Yumruklaşmalar bile oldu.

Birgün önce bayram namazı kılan Müslüman cemaatler, birgün sonra bayram namazı kılmaya gelenleri camiden bile kovdular. Onları camiye sokmadılar. Kapıda nöbetler tuttular ki; gelenler namaz kılamasınlar. Aynı kavga devam ediyor bugün. Ancak bu sefer şiddeti azalmış.

2010 yılı istatistiklerine göre 3.5 milyon nüfuslu Berlin'de 300.000 civarında Müslüman yaşıyor. Bu müslümanların imsak ve iftar vakitleri birbirlerine uymuyor. Her cemaat kendisine göre imsak ve iftar vakti belirlemiş. Neye göre belirlemiş, kimler belirlemiş onu bilen yok. "Bizim cemaatin görüşü budur, doğrusu da budur, diğerleri yanlış yapıyorlar" mantığıyla işler götürülüyor.  Yeter ki o caminin üyesi öbür camiye gitmesin.  Diyanet İşleri Başkanlığı'da aynı mantıkla hareket ediyor. "Ben Devlet‘im" diyor.

Sadece Türkiyeli Müslümanların imsak ve iftar vakitlerine bakılınca işin vahameti görülüyor:

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği(DİTİB)               İmsak    3:16        İftar     21:40

İslâm Toplumu Milli Görüş     (IGMG)                 İmsak    3.25        İftar     21:57

İslâm Kültür Merkezleri         (IKM)                    İmsak   1:10        İftar     21:42

Semerkand Cemaatı                                         İmsak   1:35        İftar     21:35

Şimdi soralım, hangi Müslüman cemaatin tespiti doğrudur? Hangi Müslüman cemaat daha fazla müslümandır? Hangi Müslüman cemaatin tuttuğu oruç daha makbuldür?

Allah aşkına bu nasıl müslümanlıktır?

27 Haziran 2014 Cuma

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM (I)

-Kur’an bu ayda inmeye başlamıştır-

 -Oruç tutacağız diye hasta raporu almak yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse, gayri müslimse vebali, daha da büyüktür-

Kur’an’ın farz olan Ramazan ayı orucuna yaklaşımı 

Yüce Allah, kullarının, ibadet yaparak kendilerini kötülüklerden uzaklaştırmalarını ister. Mesela Kur’an’da; namaz ibadetinin, kılan kişiyi, kötülüklerden uzaklaştırması gerektiğinin altı kalınca çizilirken, sadaka vererek malların kirlerden temizlenmesi emredilir.
Hac ibadetinde birlik ve beraberlik sembolize edilir, bu birlik ve beraberlik ruhunun normal yaşamda da sürmesi gerekir ki; güç elden gitmesin, araya fitne girmesin.
Tavaf yaparken, Tevhid inancının içselleştirilmesidir istenen, böylelikle tefeci bezirganlardan ve onların zulmünden kurtulmanın yolu açılır.
Arafat Tepesi’nde  Adem Peygamber’in tevbesi tekrar edilir, bu tevbeyle insan arınmak ister, yaptığı kötülüklerden arınmak ister, arınma nasuh bir tevbe ile olur. Geriye dönüşü olmayacak olan tevbedir bu.  Adem tevbe ettiği için arınmış ve affedilmiştir.
İbadetler bir anlamda da af edilme vesiledir. Oruç ibadeti de aynı amaçla yapılır. İstenen, kulun aç kalması, susuz kalması değildir. Oruç mide ile tutulmamalıdır. Oruç bütün azalarla tutulmalıdır. Dilin orucu yalan söylememektir, gözün orucu haramı görmemektir, elin orucu harama uzanmamaktır, ayağın orucu harama yürümemektir. Sadece mideleriyle oruç tutanlar, oruç ibadetinin gayesini anlamayanlardır. Oruç ibadetiyle ilgili buyruklar Bakara Suresi‘nde arka arkaya sıralanmıştır. Oruç ibadetinin, Müslümanları belirli bir kalıba sokabilmesi için, bir ay yeterli görülmüştür. Kur’an buyrukları şöyledir:

''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)

- „Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar.
ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)

- „Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin.
Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.“(3)

Oruç ve Teravih Namazı

Oruç, Müslümanın, Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içinde, yeme, içme ve cinsel ilşkiden, kendisini uzak tutmasıdır. Orucun tekniği budur. Ancak oruç sadece yememek- içmemek ve cinsellikten uzaklaşmak şeklinde anlaşılırsa yanlış olur. Amaç vücudun bütününe oruç tutturmaktır. Sadece mideye değil.
Sadece oruç ayında kılınan teravih namazının bile amacı vardır. Abartmamak şartıyla kılınmalıdır teravih namazı. 20 rekât abartılıdır. 4 veya sekiz rekât kılınan bir teravih insanı rahatlatır. Teravih, Ramazan ayında yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile bir namazdır. Teravih, dinlenmek, rahatlamak anlamına gelir. Teravih, yemekten sonra gelen rehavetin dağılmasını sağlar. Sağlık açısından önemlidir. Ramazan ayında camilerin şenlenmesini de sağlar. Müslümanlar o ayı bu vesile ile dolu dolu yaşarlar. Eğlenceler de düzenlenebilir. Karagöz ve Hacivat eski Ramazanların vazgeçilmezleridir. Teravih namazı ile ilgili Peygamber uygulaması şöyledir:
"Resulullah (s) Ramazan’da mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s) mescide gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle seslendi: "Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben sizin, teravih namazını kendinize farz kılmanızdan korktuğum için çıkmadım" (Buharî, Teheccud, 57).

Orucun zamanı 

Orucu farz kılan Allah, orucun nasıl tutulması gerektiğini de anlatmıştır. Ne zaman oruç tutulmaya başlanacaktır, ne zaman iftar yapılacaktır belirlenmiştir. Kur'an'ın buyruğu açıktır: ''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.'' (5)
Ayetten anlaşılacağı üzre, güneşin doğmasına yakın zamana kadar yiyip içilebilir (30 dakika, 45 dakika gibi). Bu şekildeki imsak ayetin ruhuna uygun olan bir uygulamadır. Peygamberimiz, Kur’an’ın buyruğunu uygulamaya koymuş ve bize örnek olmuştur. Oruca başlama zamanı hakkında, Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelerden gelen rivayetler şöyledir:

''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır.“ Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed (s).'in uygulaması da böyle olmuştur. Huzeyfe şöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.'' (4)

Zirr b. Hubeyş’ten: "Sahur yemeğini yiyip mescide gittim. Giderken, Huzeyfe'nin evine uğradım. Bir deve sağmamı emretti, sağdım. Sütü pişirmemi emretti, pişirdim, sonra; "iç" dedi. Ben oruç. tutmak istiyorum" dedim. "Ben de istiyorum." dedi. Yedik, içtik sonra mescide geldik, hemen namaza başlanıldı.”

Zir b. Hubeyş devam eder: “Huzeyfe’ye sordum, o da bana "Rasûlullah bana böyle yaptı" veya "ben Rasûlullah'la böyle yaptım" dedi. "Sabahtan sonra mı?" dedim. "Evet, sabahtan sonra, ancak güneş doğmamıştı" dedi. (Ateş c.1. s.312- 315)

Ebû Davud'un hadîsi de bu görüşün delilleri arasında sayılır: "Biriniz su ve yemek kabı elinde iken ezanı işitirse ihtiyacı kadar yiyip içsin" (Musned: II-423- Ebu Davud c. 2, s.258, h. 2350)

İbnü'l-Münzîr'in rivayetine göre; Hz. Ali sabah namazını kılmış sonra; "Şu an beyaz ipliğin siyah iplikten ayrıldığı andır" demiştir.( Ateş . c.1s. 312- 315)
Bu uygulama günün 12 saat gündüz, 12 saat gece olduğu yerlerde mümkün olabilir. Güneş ısısının ulaşmadığı ama aydınlığının ulaştığı yerlerde mümkün değildir. Almanya, Danimarka, Norveç, İsveç, Fillandiya bu ülkelerdendir.
Gece ve gündüzün saat olarak eşit olmadığı, fazla olduğu coğrafi bölgelerdir buralar. Mezhepler, böyle yerlerde en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulabilir, namaz kılınabilir demişler.
Mekke ile Medine’deki namaz saatleri, imsak ve iftar saatleri esas alınarak oruç tutulabilir, namaz kılınabilir diyenler de vardır. Bizim kanaatimiz de böyledir.

Almanya böyle bir ülkedir. Havanın sıcaklığı da göz önünde bulundurulduğunda, Hicaz Bölgesi’ne göre imsak ve iftar saatlerini ayarlamak Almanya’da, zarurettir.

Gece ve gündüzün işlevleriyle ilgili Kur’an’ın beyanlarını gözden geçirerek bu bölgelerdeki oruç zamanı hakkındaki kararları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Buyruklar şöyle:

“Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan O’dur. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Dinleyen bir toplum için bunda âyetler vardır. (Yunus 10/67)

“Görmediler mi; dinlensinler diye geceyi yarattık. Gündüzü de aydınlatıcı yaptık. İnanan bir toplum için bunda göstergeler vardır.” (Neml 27/86)

“Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan Allah’tır. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Allah insanlara gerçekten çok ikram eder ama insanların çoğu şükretmezler.” (Mü’min 40/61)

Gece, dinlenme; gündüz ise çalışıp kazanma zamanıdır. İlgili âyetlerden biri şöyledir: Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan odur. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Dinleyen bir toplum için bunda âyetler vardır. (Yunus 10/67)

Gündüz, yaşama zamanıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Gündüzü yaşama zamanı yaptık.” (Nebe’ 78/11)

Güneşe ve duhâsına, onu takip ettiğinde aya, güneşin duhâsını gösterdiğinde gündüze, güneşin duhâsını örttüğünde geceye, (yemin olsun) (Şems 91/1-4)
Ayetlerden anlaşıldığına göre. Gece istirahat zamanı, gündüz çalışmam zamanıdır. Gece ile gündüz arasındaki fazlalıktan dolayı iş zamanı ile ibadet zamanını, istirahat zamanını saatle tespit etmek gerekiyor.

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır bu ayetleri şu şekilde açıklamıştır: „Duhâ ile ışık arasındaki temel fark ısıdır. Bu sebeple gece ile gündüz arasında ısı farkı olur. Beyaz gecelerde gökyüzünde dolaşan güneş ışık verir ama ısısı gündüz gibi hissedilmez. Aydınlatan şeyin güneş değil de gündüzün kendisi olması, güneşi gündüzün göstergesi olmaktan çıkarır ve güneşsiz gündüzlerin olabileceğini gösterir. Nitekim Arapçada gündüze nehar denir ve aydınlığın yayıldığı vakit, diye tanımlanır.  İnsanların yaşadığı en kuzey yer olan Tromso’da güneşin doğmadığı günlerde, güneşten gelen ışınlarla çevre aydınlanmakta ve gündüz oluşmaktadır. Güneşin hiç batmadığı Haziran ayında Tromso’da gündüz kısa kollu gömlekle dolaşırken gece, pantolonun altına içlik, kalın çorap, yün kazak, ceket, kaban ve başlık giyilir.

Ekvatorda güneş ışınları, dünayanın eksenine sürekli 90 derecelik bir açıyla geldiği için o bölgede gece ile gündüz hemen hemen eşit olur. Yazın gece ile gündüz kutup noktalarında da eşittir. Buralarda aydınlığın sürekli olması ve gecenin göstergesinin kaldırılmış bulunması sebebiyle gece ile gündüzden birini diğerinden uzun saymanın delili olmaz. Bu eşitlik, güneşin batmadığı salât dönencesi boyunca devam eder. Diğer enlemlerde güneş ışınlarının geliş açısı gece ve gündüzün uzunluklarını değiştirir. Kışın salât dönencesinden sonra günün uzunluğu, ışığın o bölgeye gelişine bağlı olarak değişir.“( www.suleymaniyevakfi.org)

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığı tespit ve gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit ettiklerini söylüyor.
Molla Hüsrev’in de fetvası böyledir: Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer*)

Prof.Dr. Mehmet said Hatipoğlu, bu konuda şöyle der: “Bu gibi bölgelerde Mekke’nin ve Medine’nin zaman ölçüleri esas alınarak, ibadet zamanları belirlenmelidir.” Prof.Dr.Hayri Kırbaşoğlu’da bu tespite katılmaktadır.

Sonuç 

Bu açıklamalardan sonra biz de deriz ki, Almanya gece ve gündüzün 12 saat olmadığı ülkelerdendir. Gündüz 20 saate kadar uzanır. Yukarda verilen fetvaları göz önüne alırsak, Almanya’da orucun başlama zamanı saatle tespit edilmeli ve saat ile iftar edilmeli ve 13 saat olarak tutulmalıdır. Bu tespit hem Bayındır ve hem de Hatipoğlu ve Kırbaşoğlunun görüşlerine uygundur. Dürer sahibi Molla Hüsrev de aynı kanaattedir.
20 saate yaklaşan bir süre oruçlu olmak, oruç ibadetinin ruhuna uygun değildir. Sağlık açısından önemine dikkat çekilerek teşvik edilen oruç ibadetinin süresi  20 saat olduğu zaman, oruç faydalı değil, zararlı olmaya başlar. Günde en az iki litre su alması gereken vücud 20 saat susuz kalırsa kanda pıhtılaşmalar oluşabilir. Bu durum beyin kanamalarına, kalp krizlerine sebep olabilir. Yukarıda da söylediğim gibi oruç tutmak sadece aç kalmak demek değildir, susuz kalmak demek değildir.

Bundan dolayı Almanya’da oruç; Mekke ve Medinedeki oruca başlama ve orucu açma zamanları  esas alınarak tutulmalıdır. Saat ile başlanmalı ve saat ile açılmalıdır. Başta Diyanet işleri Türk İslâm Birliği (DİTİB) ve İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG) olmak üzere, diğer dini cemaatler bir araya gelerek oruca başlama ve orucu açma zamanını tespit etmelidirler. Mesela sabah saat 06.da oruca başlanmışsa, saat 19.de iftar edilmelidir. Saat 7 de oruca başlanmışsa saat 20.00 de oruç açılmalıdır.

Dini cemaatlerimiz, Ramazan ayında toplayacakları zekat ve fitre konusunda yaptıkları çalışmalar kadar veya o çalışmaların yarısı kadar üyelerinin ibadetleriyle ilgili kolaylıklar üzerinde mesai yaparlarsa, hem cemaatin sıkıntısını giderirler, hem de istedikleri meblağı yine de tolamış olurlar.
Sözü, Sahibine bırakarak bugünkü yazımızı noktalayalım: “Aaklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım.”(Yunus 100)
…………………………………………………………
(1) Bakara suresi 3
(2) Bakara suresi / 184-185
(3) Bakara suresi / 187
(4) Süleyman Ateş , Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri,İstanbul,1988.1. cild 312- 315.
(5) Bakara 187
* Dürer, Molla Hüsrev’in eseridir. Hanefi Fıkhına göre yazılmıştır. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene boyuncu bu görevi yürütmüştür. Fatih Sultan Mehmed Molla Hüsrev için ‘Zamanımızın Ebu Hanife'sidir.’ diyerek sevgisini belirtmiştir. Eserinin tam adı: Dürerü’l-Hukkâm Fî Şerhi Gureri’l-Ahkâm, Musannıfı : Muhammed Bin Ferâmûz.

Devam edecek

Rüştü Kam

26 Haziran 2014 Perşembe

GÜNEYDOĞU GEZİSİ (IX)

-Her tarihi eser gibi Ulu Cami de pislikten nasibini alan tarihi eserlerden biri-


Mardin Ulu Cami

Ulu cami, Mardin’in en eski Camisi. Minaresi Artuklu Hükümdarı Kutbettin İlgazi zamanında inşa edilmiş(1176). Caminin kapısında 1190 tarihinde yapıldığı yazılmakta. İlk yapıldığı sırada iki minaresi varmış. Günümüze bir minaresi gelmiş. Diğeri yıkılmış.

Mardin Ulu Camii’nde,  Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki mezheplerinin mensupları için ayrı ayrı mihraplar yapılmış. Caminin mihrap tarafında duvara monte edilen bir muhafaza içinde sakalı şerif şişesi de mevcut. Ayrı ayrı kişilerin sakladığı 4 anahtarı varmış bu muhafazanın.
Caminin minaresinde kufi harfler ile kelime-i tevhid ve cennetle müjdelenen on sahabenin ismi yazılı. Ayrıca -ve men yetevekkel alellahi fehuve hasbuhu-,/Kim allah'a tevekkül ederse O ona yeter, ayeti yazılı.

Mardin Ulu Camii ile ilgili olarak anlatılan bir de hikâye var: İki minare varken minareler arasına yılan ve akrep sokmasına karşı bir tılsım asılıymış. Sonradan minarelerden birinin yıkılması ile tılsım işlevini yitirmiş. Fakat halk halen tılsımın etkisinin sürdüğüne inanırmış. Mardin'de yılan ve akrep sokmasının olmayışını bu tılısıma bağlarlarmış.

Müslümanlara miras kalan, her tarihi eser gibi, Ulu Cami de pislikten nasibini alan tarihi eserlerden biri. Maaşlı olarak çalışan iki tane görevlisi (İmam ve Müezzin) olduğu halde.

Mardin’i ziyarete gelenler, önce Manastırları sonra da mutlaka bu camileri geziyorlardır. Bizim gezdiğimiz gibi.  Manastırlardaki temizliği ve ilgiyi gören bu ziyaretçiler Camilerdeki pisliği ve ilgisizliği görünce ne düşünüyorlardır tahmin etmek güç değil. Mardin Turizm Müdürü’ne göre bu cami de Diyanet Vakfı’na aittir herhalde!

Şehidiye Camii ve Medresesi



Şehidiye Camii Sultan Melik Nasruddin Artuk Aslan tarafından 1201-1239 tarihlerinde yaptırılmış. Kendisi de burada medfundur. 1916 yılında camiye bu gün ayakta duran o muhteşem minaresi ilave edilmiş. Cami, eğitim odaları ve şadırvan hepsi bir avlu etrafında çevrelenmiş. 2004’te restore edilmiş. Minare 1916 yılında Ermeni mimar Lole tarafında inşa edilmiş.

Yatsı namazını kıldık burada. Namazdan sonra Cami hakkında bilgi almak istedik hoca efendiden. Hoca efendi çok yorulmuş (!) olmalı ki namaz kıldırmaktan, bu görevi müezzine devretti ve gitti. Müezzin bilgi vermeye çalıştı, fazla da bilgi sahibi olmadığını anladık. Caminin giriş kapısının üstünde bir pencere var. Müezzine sordum bu pencere ne işe yarıyor?’  İnanın ben bu pencereyi ilk defa görüyorum’ dedi. Sözünde de samimiydi. Camide müezzinlik yapıyor ve caminin tarihi hakkında bilgi sahibi değil. Şaşırdık sadece.

Dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu durumu bu sorumsuz sorumluları görünce daha iyi anlıyorsunuz.

Telkâri

Mardin yöresine ait bir gümüş işleme sanatı. İnce gümüş tellerin birleştirilmesiyle yapılırmış. Bu işlem türü millattan önce 3000'lere dayanmaktaymış. Ortadoğu'ya ait bir sanatmış. Dönem dönem geniş uygulama alanları bulmuş. Ortaçağda Sicilya ve Venedik'te de kullanılmış. Telkâri, tamamen elde yapılan bir işlem. Bu amaçla teller kendilerinin etrafında oval, yuvarlak vb. şekiller oluşturularak sarılıyorlar. İmran’ın abisinin oğlu bizzat uygulamalı olarak anlattı bunları bize.

Mardin Eşekleri

Mardin Belediyesi bünyesinde istihdam edilen kadrolu 47 adet eşek varmış. Sokaklar çok dar olduğu için bu eşekler çöp taşıma işinde kullanılmaktaymış. 43'ü günü birlik çöp toplayan eşeklerden 4'ü yedek olarak tavlada bırakılıyormuş. Eşekler yaş itibari ile emekli bile yapılıyorlarmış.

Otelin terasındayız

Akşam, otelin terasından ovaya bakarak çay içmek özel bir keyif verdi bize. Siyaset konuştuk İmran’la biraz da. Açılım sürecinden bahsettik. PKK’dan ve BDP-HDP’den bahsettik. AK Parti’den konuştuk. Verilmeyen haklar, vatandaş olarak sahiplenilmemek, sistemin Kürt halkı üzerinde baskı kurması gibi konuları konuştuk. Sadece konuştuk. Konuşabilmek bile güzel bu konuları. Anlamak için konuşmak gerekiyor.
Kürt halkı ile Türk halkı ne kadar konuşabiliyorlar bilmiyorum. Bildiğim tek şey konuşulmadan sorunların çözülemeyeceği. Barış sürecinde halklar konuşmalı.
Türkiye halkları bu süreçte konuşmak için vesileler aramalı. Bizim yaptığımız gibi. Arkadaşlarımızın ortak kararı, bizler birbirlerimizi tanımıyoruz. Medya üzerinden konuşmaya çalışıyoruz. Medya da safları sıklaştırmıyor ayrıştırıyor.
Sırf bu yüzden çiçeği burnunda Mardin belediye Başkanı Ahmet Türk’ü makamında ziyaret etmek için girişimlerde bulunduk ama başarılı olamadık.

Midyat



Sabah Mezopotamya Ovası’na karşı otelimizin terasında kahvaltımızı yaptıktan sonra,  Midyat’a müteveccihen yola çıktık. Devlet Konuk Evi’nin terasındayız. Midyat’ı terastan seyrediyoruz. Midyat Ayna demekmiş.  Bu konakta çekilen Miran Ağa ve Sıla dizilerinin birer aktör ve aktristi gibi kendimize roller bile biçtik konakta.

Midyat Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en gelişmiş ilçelerinden biri. Geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. 2000'li yıllardan itibaren İlçede çekilen dizi film ve sinema yapımları sayesinde unutulmaktan kurtulmuş. Midyat'ta yaşayan tüm toplulukların ortak değeri olan Telkâri/Gümüş İşleme sanatı da bu vesileyle tekrar canlanmış.
Midyat; MS 6. yy da Abbasilerin hâkimiyetine geçmiş. 1535 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Birçok ulusun yaşam sürdüğü bütün dinlerin kardeşçe yaşadığı antik bir kent Midyat.

Mardin ve Midyat’ın büyüsüne kapıldık ve Mor Gabriel Manastırı’nı unuttuk. Emin’e işin başından beri Mor Gabriel’i defalarca hatırlattım ama, demek ki o da unutmuş olmalı. İmran niye unuttu onu bilmiyorum. Zaman sıkışıklığından olmalı diye yorumladık.

Hasankeyf



Batman'a bağlı olan, iki yakasını Dicle Nehri’nin ayırdığı tarihi bir ilçe Hasankeyf. Tarihi, M.Ö. 10.000 yıl öncesine kadar gitmekteymiş. 1981'de sit alanı ilan edilmiş. Zamanında önemli bir ticaret merkeziymiş.
Hasankeyf'i Artuklular'dan alan (1232) Eyyubiler, henüz bölgeye tam hâkim olamadan Moğol istilası musallat olmuş. Birçok yerleşim yeri gibi burası da altüst edilmiş.

Eyyubiler, Moğol şokunu atlattıktan sonra 14. yüzyıl başlarından itibaren Hasankeyf'i yeniden imar etmeye başlamışlar. Özellikle bugün Hasankeyf'te bulunan birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler'in, Sultan Süleyman zamanında bu imar faaliyeti zirveye ulaşmış. Hasankeyf, bu yıllarda tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşamış. 1515 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçmiş.

Doğunun muhteşem tarihini görmek istiyorsanız, Hasankeyf’i mutlaka görmelisiniz. Geç kalırsanız, göremeyebilirsiniz. Çünkü 2015 te  Ilısu Barajı, bu güzelliği timsah gibi yutacak.

Hasankeyf Kalesi



Hasanakeyf kalesi, Dicle nehri kıyısında ve nehirden 200 m. yükseklikte. M.S.363 yılında, Süryani piskoposluğunun merkezi olarak Bizanslılar tarafından yapılmış. Hristiyanlığın bu bölgede yaygılaşmasından sonra, Kadıköy Konsili tarafından M.S. 451 yılında alınan bir kararla Hasankeyf’teki Piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiş. Bu kale, Bizanslılar’ın doğuda yaptıkları en sağlam kaleymiş.
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra 1101-1231 yılları arasında Artukoğulları Beyliği’ne başkentlik yapmış.






Hasankeyf Kalesi’nin iki kapısı var. Doğudaki kapıya İmam Abdullah Kapısı, Batıdaki kapıya da Sır Kapısı denilmekteymiş. Kaleye 2.000 basamaklı merdivenlerle çıkılırmış. Kaleye su taşımak için Dicle Nehri’ne inen biri açık diğeri gizli iki yolu daha varmış. Bu merdivenler hâlâ ayakta. Kale ziyarete kapalı olduğu için biz içini gezemedik. İnsanlığın ilk olarak dünyada mağara yaşantısıyla, mağara hayatıyla şehirleşmeye başladığı antik bir kent. Hasankeyf‘e mağaralar, camiler, saraylar, kiliseler diyarı desek yanlış olmaz.

En görkemli dönemlerini yaşadığı Artukoğulları’na 130 yıl boyunca başkentlik yapmış, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış ve binlerce yıl önce Yukarı Mezopotamya'nın göz bebeği olan bu antik kent 2015’ te maalesef sular altında kalacak. Tıpkı Halfeti’de olduğu gibi.

Halk 1969 yılına kadar mağara evlerde yaşamını sürdürmüş... Mağara evleri oldukça güzel evler. Herşeyi düşünülmüş içinde. Mağara evler gayet serin ve hatta konforlu denecek kadar büyük ve ferah bana kalırsa...

Er-Rızk Camii

Cami, Eyyubi Hükümdarı Sultan Süleyman tarafından 1409 yılında yaptırılmış. Güneydeki ibadet mekânı heyelan yüzünden nehre uçmuş. Günümüze harimin kuzey duvarı ile avlu giriş cephesi, taç kapı ve minaresi ile ulaşmış. Bugün caminin özgün yapısından sağlam olarak avlunun kuzey cephesindeki minare ve taç kapı ile harimin kuzey cephesi kalmış. Şerefesine iki merdivenle ulaşılan minare, gövdesindeki geometrik bezemeler ve kufi hatlı Arapça yazılar, küçük mozaikler halinde kesilmiş renkli taşlar ile hayranlık verecek kadar güzel.

Minarenin bir de hikâyesi var: Minare ustalarından birinin kabiliyetli bir çırağı varmış. Çırak ustalaşınca başka öğrenciler yetiştirmek için ustasından izin ister. Usta "Bunları başkasına öğretirsen benim bir önemim kalmaz" diyerek bu isteğe karşı çıkar. Konu halka açılır. Halk karar verir. Çırağın ayrılması yeni ustaların yetişmesine vesile olacaktır. Bu güzel birşeydir. Ancak çırak söylediği gibi gerçek bir usta mıdır? Bunun tespit edilmesi gerekir.  Yarışma açılır. Hangisnin daha iyi usta olduğunun tespiti yapılacaktır. Usta ve çırak birer minare yapacaktır.



Çırak kimseye sırrını söylemeden çift merdivenli bir minare yapar. Minareye çıkan ve minareden inen birbirlerini görmezler. Ustanın yaptığı minare bilinenlerden farklı değildir. Üstelik çırak minareyi ustasından önce tamamlar. Yarışmayı çırak kazanır. Usta bu durumu hazmedemez ve çırağını öldürmeye karar verir. Çırak yaptığı minarenin tepesinden Hasankeyf’in büyüleyici güzelliğini seyre daldığı bir sırada, usta gizlice minareye girer. Çırak ustanın elinde hançerle yanına yaklaştığını görünce ikinci merdivenden aşağı iner. Usta, bir de bakar ki çırak aşağıda. Başlar bağırmaya yukarıdan.  "Sen nasıl indin oraya?!!’.
Usta ikinci yolu unutmuştur. Çırak minareden atladığını söyler. Usta hatırlamıştır çırağının çift merdivenli minare yaptığını. Gururuna yediremez ve minareden aşağıya atlayarak, hayatını sonlandırır. Boynuz kulağı geçti lafı, işte buradan gelmekteymiş.

Osmanlılardan kalma bir de hamam var Hasankeyf’in girişinde. Şehre gelenler önce hamama uğramak zorundalarmış. Çeşitli hastalıkların şehirde yayılmaması için alınmış bu tedbir.

İmran, kalenin kireç ve kalkerden yapılma olduğu için zamanla, zaten eriyeceğini ve yok olacağını düşünüyor.

Hasankeyf gibi tarihi bir dokunun 2015 yılında sular altında kalacak olması bütün arkadaşlarımızı üzdü. Şüphesiz enerjiye ihtiyacı olan bir ülke Türkiye, ama bu işin rüzgârı var,  güneşi var. Türkiye de bu ikisi de fazlasıyla mevcut. Bunlardan yeteri kadar yararlanılıyor da, sıra Hasankeyf’e mi geldi?...

Zeynel Bey Türbesi

Türbe, 1462-1482 yılları arasında Hasankeyf’e hâkim olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın, Otlukbeli Savaşı'nda yaralanıp burada ölen oğlu Zeynel Bey için yaptırılmış. Mimarisinde, kuruluşu ve bezemesiyle Azerbaycan ve Türkistan yöresi anıt mezarlarının etkisi görülürmüş. Dıştan silindirik görünüşüne karşılık, içten sekizgen plandaymış. Gövde yüzeyinde firuze ve lacivert renkli sırlı tuğla kaplamalarla, mozaik çinilerden oluşan bitkisel ve geometrik dekorasyonun yanı sıra, "Allah, Muhammed, Ali, Ahmed" kelimelerinden müteşekkil kufi hatlı Arapça yazıya da yer verilmiş. Biz karşıdan gördük türbeyi. Yalnızlaşmış. Ölümünü bekler gibi hüzünlü. Bizi yanına çağırdı ama, Emin bu sese de kulak vermedi. Fereibotu kaçıracağız diye kaygılı.



Hasankeyf'ten ayrılmak çok zor geldi bana. Keşke burada birkaç gün daha kalabilseydim. Tarihe biraz daha yakından dokunmak hoşuma giderdi. Ama Emin çoktan başladı bile bağırmaya ‘Aruz turdan kimse kalmasınnnnnn...’

Hasankeyf'e,  Zeynel Bey Türbesi’ni, Er-Rızk camiinin minaresini, Hasankeyf Kalesi’ni ve Mağara evlerini, suyun altında kalmış halleriyle hayal ederek veda ettik.



“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”/ Şanı yüce olan Allah'a hamdolsun! Biz, O'ndan geldik ve yine o'na döneceğiz (Bakara 156)



Devam edecek

Rüştü Kam