21 Eylül 2014 Pazar

SARAYBOSNA`DA 3 GÜN (l)

 










Berlin’den çıktığımda hava yağmurluydu, 10 metre ötesini göremiyordum. İlk hedefim Bosna Hersek.  Yanımda eşim var. Gece Avusturya’da konakladım.  Hiç yapmadığım bir işi yaptım; arabada yattım. Konaklama yerleri nedense doluydu.  3 saat uyumuşum. Eşimin hazırladığı yolluklarla açık havada güzel bir kahvaltı yaptık. Park alanında Avusturyalılardan daha çok Çekler ve Slovaklar vardı. Onlar da bizim gibi kahvaltı yapıyorlardı, yeni evli bir çift vardı kahvaltı yapan, seyre daldık onları. Lokmaları kendileri yemek yerine birbirlerine ikram ediyorlardı.  Ne kadar da mutlular. Bu arada biz de birer lokma da olsa birbirimize ikram ettik. Her şey gençlikte güzel. 

Öğleye doğru Bosna Hersek’e giriş yaptık. Biraz ilerde savaştan kaldığı belli olan bir ev var, kurşunlanmış, delik deşik, misafirlerini gözyaşlarıyla karşılıyor. Teselli etmeye çalıştık çektiğimiz fotoğraflarla ve sonra vedalaştık. Yol kenarlarında satıcılar var. Tarlada yetiştirdikleri ürünlerini satıyorlar.

Saraybosna’ya yaklaştığımızda yolun kapalı olduğunu öğrendik. Kuyruk 4 km. civarındaymış, çaresiz bekledik. Yağmur yağınca, dağ yamaçlarından sel olarak akıyor ve önüne kattığı dallar ve topraklarla yolu kapatıyormuş, o sırada yoldan geçiyor olmamalısınız yoksa siz de sele kapılabilirsiniz. Yağmurdan sonra, kepçeler imdada yetişiyor ve yolları açıyorlar. 

Yaklaşık 3 saatimiz yolun açılmasını beklemekle geçti.  Saraybosna’ya akşam saatlerinde ulaştık.  Yolun sağında ve solunda gördüğümüz binaların çoğun kurşun yaralarını daha sarmamış, delik deşik görünüyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre bazı binalar özellikle o halde bırakılmış, tamir edilmemiş. Savaşın acı yüzünü göstermek için bu şekilde bırakılmış olmalı diye düşündük. 
Konaklayacağımız pansiyon önceden oğlum Hureyre tarafından kiralanmıştı. Dilruba ile birlikte bir program çerçevesinde gitmişti o Saraybosna’ya. Pansiyonu bulmak zor olmadı, navigasyon yardım etti. Ev sahibimiz ve sahibemiz çok sıcak karşıladılar bizi, odalarımızı gösterdiler ve hemen sonra Osmanlı kahvesi ikram olarak geldi odamıza. Yanında lokum ve su vardı. İnanın duygulandım. Ha-ber. com ’un sayfasında yaza yaza kalemimde neredeyse mürekkep kalmadı dersem abartmış olmam; buna rağmen Berlin restoranlarında hatırlatmalarımızı dikkate alan olmadı. Değil restoranlar Büyükelçiliğimiz ve Başkonsolosluğumuz bile dikkate almadı.  Oysa bu kurumların mensupları bir anlamada kültür elçilerimizdir. 

Derken ezanlar okunmaya başlandı, bir anda Türkiye’ye gelmiş olduğumuzu düşündük. Duygulandık. Bir Avrupa Ülkesi’nde ezanlar okunuyor ve birbirine karışıyor, o oradan bu buradan ne güzel bir harmoni. Oturup ezanın bitmesini bekledik. Sonra da hemen attık kendimizi dışarıya. Başçarşı’ya yürüme sadece 5 dakika mesafede kaldığımız pansiyon. Baş çarşının girişinde Osmanlı Sebil’i var, ahşaptan yapılmış. Herkes orada fonograf çekiliyor. Biz de öyle yaptık. Sonra daldık çarşıya hedefimizde Boşnak böreği var. ‘En leziz böreği nerede yiyebiliriz?’ diye sorduk hemen gördüğümüz ilk dükkâna, tebessümü yüzünden eksik olmayan genç delikanlı(Nedim) dışarıya çıkarak gösterdi o böreği yiyebileceğimiz börekçiyi.  Gerçekten leziz, biraz fazla kaçırdık galiba. 

Başçarşı’yı başladık adımlamaya, çok kalabalık, iğne atsanız yere düşmez derler ya, bu söz, işte tam burası için söylenmiş olmalı. Osmanlı’dan kalma bir çarşı burası. Olduğu gibi korunmuş. Parke taşlarına varıncaya kadar korunmuş. Esnafla Türkçe konuşarak anlaşabiliyorsunuz. Başörtülü Boşnak kızları var tezgâhların başında. Buyurun diyorlar. Haşlanmış mısırdan hediyelik eşyaya kadar ne arasan bulabilirsin. Gece geç saate kadar cıvıl cıvıl çarşı. Anlatılmaz ki, görülmesi lazım.

Pansiyon sahibi El-Vedud çok cana yakın, Müslümanları özellikle de Türkleri çok seviyor. Sabah Türkçe konuşan bir rehber bulmak için seyahat acentesine gittik. Rehber için günlüğüne 100 € istediler. El-Vedud bu parayı çok buldu ve kendisi bize rehber olabileceğini söyledi. Bildiği Türkçe kelime 20 yi geçmiyor. Benim bildiğim İngilizce kelime de 20 den fazla değil. Kabul ettim. Dreksiyona El-Vedud geçti, bana güvenin dedi. Önce Aliya İzzet Begoviç müzesi,  mezarı, Şehitlik ve Tünel, daha sonra Travnik sonra Mostar oradan Tekke ve Saraybosna. Mostar’da Ömer Özsoy ve öğrencileriyle buluştuk, birlikte kahvaltı yaptık ve onları Frankfurt’a yolcu ettik. 
Devam edecek

Rüştü Kam

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (III) 2014

Milli Park, sularıyla, yeşillikleriyle, kuğularıyla ve ferahlatan ortamıyla biraz da olsa bizi rahatlattı.


Benliğimizdeki duygu yoğunluğundan uzaklaşabildik. Ve döndürdük yönümüzü Travnik’e doğru. Eğri büğrü dağ yollarından yıldırım gibi gidiyor Vedud. Bazen yokuş yukarı, bazen baş aşağı. Kıvrıla kıvrıla aşıyoruz Bosna dağlarını. Başlangıçta biraz çekindim ama, sonra teslim oldum Vedud’a ve tevekkül ettim Allah‘a. Vedud haklıydı, ben onun kadar rahat ve hızlı kullanamazdım o yollarda arabayı. Vedud savaşta yüzbaşı rütbesiyle çarpışmış onurlu bir komutan ve çok iyi bir rehber ve aynı zamanda yol arkadaşı.


  
Yol buyunca cami minaresi de gördük kilise minaresi de. Sırplarla, Hırvatlarla yan yana yaşıyor Müslümanlar. Sordum Vedud’a, „Zor olmuyor mu bu kadar olanlardan sonra birlikte yaşamak?“, „Elbette zor oluyor, eski samimiyet yok zaten, ama katlanıyoruz.“
Kacuni kasabasına gelmişiz. Burada bir tekke var. Mesudiye tekkesi. Tekke üst katta, alt katlarda klinik var. ‘Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelerdir diyor’ yine Vedud. Aynı zamanda medrese olarak da kullanılıyor tekke. Namazlarımızı kıldık tekkede ve yola devam ettik.

 

Travnik, Saraybosna'nın 90 km batısında yer alan şehir. Travnik vezirler şehri olarak biliniyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu'na onlarca devlet adamı yetiştirmiş. Osmanlı’nın çok önem verdiği bu şehri üst düzey vezirler yönetiyormuş. Bundan dolayı Travnik “vezirler kenti” olarak anılıyormuş. Şehirde tam 77 Osmanlı veziri görev yapmış. 19 vezirin türbe ve mezarları bu şehirde bulunuyormuş.

 

Travnik, şu anda da Avrupa’nın ortasında ayakta dimdik duran tam bir Osmanlı kenti. 60 bin kişilik şehirde 18 cami var. Osmanlı Kalesi, medreseleri, çeşmeleri, saat kulesi, köprüleri, kahvehaneleri, köftecileri, börekçileriyle sanki zamanın 19. yy. Osmanlı İmparatorluğu döneminde durduğu bir yer.

Karşıdan kaleyi görüyorsunuz şehre girerken. Travnik Kalesi, 14. yüzyıl sonunda Bosna Kralı II. Tvrtko tarafından yaptırılmış. 1463’te Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan Travnik Kalesi’nin tek bir girişi var. O da kalenin etrafını saran hendeğin üzerinden geçen dar ve uzun bir köprü. Altından ırmak akıyor. Kale Osmanlıların eline geçtikten sonra komple yenilenmiş ve tam bir Osmanlı kalesi hüviyetine kavuşmuş.



Bizi karşılayan ve hoş geldiniz diyerek kucaklayan ilk bina ise Elçi İbrahim Paşa Medresesi. Medrese 1706 tarihli. Medrese bugün İmam Hatip Okulu gibi hizmet veriyor. Medreseye girişte kapının hemen yanında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hristiyanlar için verdiği koruyucu nitelikli ferman asılı*. TİKA tarafından restorasyonu yapılmış, eğitime devam ediyor. Mükemmel bir eğitim kurumu. Bosna’nın en önemli eğitim kurumlarından biri.

 

Medreseden sonra Osmanlı Türk Kalesi’ne çıktık. Kapıda bir genç karşıladı bizi. Medrese öğrencisiymiş, Türkçe konuşuyor. Türkçeyi medresede öğrenmiş. Kaleyi ve Travnik’i anlattı bize.  Kale içindeki yıkık dökük, yangında yara almış bir cami var. Osmanlı Camisi diyorlar. Ayakta dimdik duran ve zamana meydan okuyan sadece minare kalmış. TİKA burayı da elden geçirecekmiş. Kaleden şehre bakarken gökyüzünü delercesine yükselen Travnik’in minarelerini seyretmenin verdiği haz tarif edilemez. Bir Avrupa şehrinde 18 tane minare... 
Kalede kahve içtik.  Kahve burada da lokum ve su ile birlikte geldi. Kaleden Travnik’i seyrediyoruz, Osmanlı kahvesini yudumlarken, keyiflenmemek, Osmanlı’yla gururlanmamak mümkün mü?



Kaleden sonra sokak aralarından yürüdük, yol üzerinde türbeler var. Paşaların vezirlerin türbeleri bunlar. Sadece fotoğraflarını çekebildik. Detaylı bilgilere ulaşamadık. O bize eşlik eden genç kalede kaldı. Travnik şehrine Osmanlı Türk mührünü vuran üç büyük eserden biri ve en önemlisi Alaca Camii. Şehrin merkezindeki bu caminin diğer adı Süleyman Paşa Camii.


Travnik ayrıca Nobel ödüllü (Drina Köprüsü -The Bridge on the Drina) Sırp yazar Ivo Andrić'in doğduğu kentmiş. Sırp yazar İvo Andriç’in evi en az Osmanlı eserleri kadar şehrin gururu. Küçük ve sevimli bir müze olan İvo Andriç Evi de, Travnik’e gelenlerin uğraması gereken yerlerden biri.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebeği her zaman Bosna olmuş. İmparatorluğun batıya en yakın sancağı (Eyaleti) olan Bosna, bir anlamda Osmanlı’nın batıya gösterdiği yüzü olmuş. Bu sebeple İstanbul haricinde en büyük yatırımlar her zaman Bosna’ya yapılmış. Köprüler, camiler, kaleler… Hepsi birbirinden gösterişli ve ihtişamlı eserler. Bu sebeple Bosna’da birçok şehir hâlâ Osmanlı şehirleri olarak yaşıyormuş. Bunlardan biri de işte bu şehir. ‘Vezirler Şehri Travnik’…



Bu Osmanlı şehri Bosna Savaşı’nda en büyük hedeflerden biri olmuş. Özellikle de camileri. Türkiye’nin yardımlarıyla savaşın izleri silinmeye çalışılıyor. Eskiden Boşnaklarla iç içe yaşayan Hırvat, Sırp ve Yahudi halklarının çoğu terk etmiş Travnik’i.

 

Hoşcakal Travnik.

Devam edecek

Rüştü Kam
 
ha-ber.com

Fatih’in Ahidnamesi:


Bu ahidname, ilk insan hakları belgesi olarak kabul edilen 4 Temmuz 1776 tarihli ABD Anayasası’ndan 324 sene evvel yazılmıştır. 'Bu ahidname 550 yıl evvel ecdadımızın din ve vicdan hürriyeti konusunda ne kadar hassas olduklarının göstergesidir.
“Nişan-ı hümayun şu ki; 
Ben ki Sultan Mehmet Han'ım. Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum:
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. 
Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara em nü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler. Ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. 
Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, 124 bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir."

15 Eylül 2014 Pazartesi

SARAYBOSNA’DA 3 GÜN (II)



-ÖZGÜRLÜĞÜ YAKALAMA TÜNELİ-

Bosna-Hersek, Balkanlar'da 51.197 km2'lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 nüfusu olan bir ülke. Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapmakta: 

Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. İngilizce'de ve daha birçok dilde etnik kimlik göz önünde tutulmadan tüm Bosna-Hersek halkına Bosnalı deniyor. Ancak Türkçe'de tarihten gelen yakınlıktan dolayı Bosnalı denildiğinde Boşnaklar yani Bosnalı Müslümanlar akla geliyor. Ayrıca ülkede Bosnalı veya Hersekli olmak da ayrı etnik kimliği vurgulamak için kullanılıyor. Ülke yönetim açısından iki etnisiteye yani devletçiğe bölünmüş durumda.

 

Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti.

İşte ben ve eşim bu ülkeyi ziyaret ettik, Boşnakların yaralarını sarmak için oradaydık. Çok acı çekmişler Osmanlı oradan ayrıldıktan sonra.  En acı günlerini 8.000 Boşnak’ı Srebrenitsa’da askerlerin Sırplara teslim ettiği gün yaşamışlar. 

Vedud savaşta yüzbaşıymış. Sordum ona; savaşı biraz anlatır mısın? Cevabı çok kısa oldu: „ Hacca giden insana duygularını sorarsanız anlatamaz, çünkü o duygu anlatılmaz, yaşanır. Savaşta aynen öyledir.“ Gözleri doldu. Belli ki, o günleri hatırladı.

 
Başladık  Bosna’yı gezmeye, mihmandarımız Vedud. Önce Aliya’nın adını taşıyan müzeye gittik. Aliya’nın çantası, yüzüğü, gözlüğü ve birkaç özel eşyası var. Savaşta kendilerinin borudan yaptıkları silahlar var. Savaş resimleri, bazı devlet başkanlarının resimleri var. Çok mütevazı bir müze. Ya müze kültürü henüz gelişmemiş, ya da sadeliği seçmiş olmalılar.
 
Müze müdürü sınırlı denecek kadar az kelimeyle konuştuğu Türkçe’yle, dağları işaret ederek Fatih’in askerlerinin nasıl şehri teslim aldıklarını, Bosna-Hersek sanki bugün fethedilmiş gibi anlattı bize. Devamla „Aliya vefat etmeden önce, bizi önce Allah’a sonra da başbakanınıza emanet etti“ dedi. 

Şehitliğe gittik: Bilge Kral vasiyet etmiş, ‘Beni askerlerimin arasına gömün.’ diye. Öyle de yapmışlar. Askerlerin arasında mütevazı bir mezar, bir tek asker tarafından önünde nöbet tutuluyor. Fatih’in şehitleri ile Aliya’nın şehitlerini sadece aradan geçen yol ayırıyor.


 
Ayrıldık şehitlikten, yol üzerinde Nakşi tekkesine uğradık, şeyh efendiden dua aldık. Bosna’da, bu tekkelerin bir hayli fazla olduğundan bahsedildi. Bosna’yı ayakta tutan bu tekkelermiş. 

Yolumuza devam ettik: Önce Sırplar tarafından yakılan kütüphaneye uğradık, yenisi yapılmış, ancak mevcut kitapların hepsi yanmış. Berlin’de Hitler’in yaktırdığı kitaplar aklıma geldi, kirli İsabel’in Endülüs’teki 800 yıllık İslâm Medeniyetini nasıl yok ettiği aklıma geldi. Bugünlerde de Amerikalılar ve Avrupalılar Irak’ta ve Suriye’de aynı şeyleri yapıyorlar, yaptırıyorlar. Önce kütüphaneler, camiler ve türbeler bombalanıyor. Gayeleri İslâm medeniyetini yok etmek. Moğol istilalarında da aynı vahşet uygulanmıştı.

 

Sırada “Tünel” var dedi, Vedud ve anlattı: „ Saraybosna’yı Sırplar her taraftan kuşatmıştı. Ortada dar bir bölge vardı, havaalanının bulunduğu yer. Birleşmiş Milletler’in (BM)denetimindeydi havaalanı. Saraybosna’yı ikiye ayırıyordu. BM askerleri Boşnakları sağa da geçirmiyordu sola da. Önde ve arkada da Sırplar vardı. Boşnakların çoğu açlıktan ve susuzluktan ölmüştü. BM’in askerlerinin gözü önünde ölmüşlerdi. Aliya emir verdi, havaalanının altından bir tünel kazıllacaktı ve böylece Boşnaklar birleştirilecekti. 
Gizlice 1993 yılının Temmuz ayında başlatılan çalışma 4 ay, 4 gün sürdü. Tünel, bir metre genişliğinde, 1,6 metre yüksekliğinde ve 800 metre uzunluğundaydı.

 

Tünelin hayata geçirilmesiyle birlikte savaşın ve Saraybosna'nın kaderi değişti. Silah, gıda, ilaç ve gereken her türlü sevkiyat bu tünelden yapıldı.”

Saraybosna Uluslararası Havaalanı'na 800 metre uzaklıktaki tünelin kazılmaya başlandığı Dobrinya Mahallesi'ndeki iki katlı ev, ayakta ve  savaş müzesine dönüştürülmüş. Evin dış cephesinde mermi izleri, iç duvarlarında ise savaşa ait unutulmaz resimler, asker giysileri ve ekipmanı teşhir ediliyor.

 

Bu kadar duygusallık yetti de arttı bile. Tünelden ayrıldık, biraz nefes almak için Bosna Milli Parkı’na gittik. Yeşili ve suyu bol olan bir park. Karnımız da acıktı. Vedud bizi Cevapčići yemeye davet etti. Balkan ülkelerinde yapılan bir tür kebap. Bosna-Hersek'de ulusal yemek sayılmaktaymış.

 

Hedefimizde Travnik var. Dağ yollarından aşarak ulaşacağımız tarihin örseleyemediği bir kentmiş Travnik.

 





Devam edecek

Rüştü Kam