6 Şubat 2015 Cuma

EVLİLİK, BOŞANMA ve BEL’AMLAR (III)

BEL’AM
 Karaktersiz bir karakter

* Bel’am, Allah’ın vahyi ile tanışmış, iman etmiş ama daha sonraları şeytanın ayak oyunlarına kapılmış, dünyalık çıkarı için dinini satmış, peygamberini satmış, inananları satmış bir kimsedir. Bel’am din bezirgânıdır, din pazarlamacısıdır. Karakteri karaktersizliktir.

* Bel’am, bilgisi sayesinde tuğyan etmiş, ilmini nakite çevirme peşine düşmüş, az bir paha karşılığı dinini tahrif etmiş bir şahsiyettir.

* Bel’am, heva ve hevesinin peşinden gitmiş, nefsinin arzularını ilah edinmiş, ilmini önceleri Allah için kullanırken sistemin çarkına dâhil olduktan sonra ilmini egemen güçlerin/ zorbaların/ müstekbirlerin hizmetine sunmuş bir şahsiyettir.

* Bel’am, cahiliyye sisteminin önemli bir faktörü haline gelirken, egemen güce bağlılığını her fırsatta yineleyen, açıklayan ve sisteme karşı çıkanları dindışı ilan eden yani kraldan fazla kralcı bir şahsiyettir.

* Bel’am önceleri Allah’a kul/ köle olurken, sonraki hayatında Firavun ’un, iktidar gücünün kulu/ kölesi olmuş bir şahsiyettir.

* Bel’am, Allah’ın ayetlerini hatırlatan kimselere karşı, köpeğin uluması, ürmesi gibi uluyan, üren ve canla başla inancın hayata hâkim olmasına engel olmaya çalışan bir karakterdir.

Kur’an’da, Bel’am karakteri Araf suresinin 175’inci ve 176’ıncı ayetlerinde anlatılır.  Kur’an’ın başka ayetlerinde de din adamlarının özelliklerinden bahseden ayetler vardır. Onlar:

* Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığında satan kimselerdir.

“Yanınızdaki Tevrat’ı tasdik ederek indirdiğim Kuran’a, inanın; onu ilk inkâr edenler siz olmayın, ayetlerimi hiçbir değere karşılık değiştirmeyin ve bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara 41)

* Hakkı gizlerler ve Hakka batılı karıştırırlar.

“Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara 42)

* İyiliği/marufu başkalarına emrederler ama kendileri yapmazlar, sanki onlar bundan muaftırlar.
“Kitap’ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?” (Bakara 44)

* Kitab’ı tahrif ederler ve çıkarlarına uygun bir şekilde yorumlarlar.

“Size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah’ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı.” (Bakara 75)

* Kendi yazdıklarını, söylediklerini Allah’a izafe etmeye çalışırlar.

“Vay, Kitab’ı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, “Bu Allah katındandır” diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!” (Bakara 79)

* Kitabın işine gelen kısımlarını kabul ederler, işlerine gelmeyenleri gizlerler.

“Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara 85)

* Onlar, Allah’ın kimi ayetlerini gizlerler, kimilerini gündeme bile getirmezler.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu –Kitap’ta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)

* Onlar, insanların mallarını yolsuzluk yaparak ellerinden alırlar, haksızlık yaparlar.

“Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin (Din adamlarının) çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.” (Tevbe 34)

* Onların bilgileri nazaridir, pratik hayatlarında bilgileri hiç işe yaramaz.

“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (Cuma 5)

Sonuç:

Yukardaki ayetlere göre,
1-Kadın da erkek de boşanmak için mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.
2-Kadına verilen hediyeler ve mehirler geriye alınmayacaktır. Hali vakti yerinde olanlar hediye
konusunda cömert olmalıdırlar.
3-Bekleme süresince, kadın evde kalacaktır ve geçimi kocaya aittir.
4-Hamilelik durumunda da, doğuma kadar kadın evde kalacak ve geçimi kocaya ait olacaktır.
5-Kur’an, “3 ten 9 a şart olsun seni boşadım” diyerek kadının boşanmasına müsaade etmez.
6-Kur’an’ın buyruğuna göre, mahkemede taraflardan adaletli 2 de şahitleri olacaktır.
7-Boşanan taraflar birbirleri hakkında ileri geri konuşmayacaklar, iftira atmayacaklar, haklılık yarışına girmeyeceklerdir.
8-Bunlar Allah’ın sınırlarıdır, kim bu sınırları çiğnerse hesabı çetin olacaktır.

Tavsiyeler:

1-Kızlar, resmi nikâh yapılmadan önce dini nikâh/iman nikâhı yaptırılmamalıdır.
2-Hülle sahtekârlığına kanarak eş boşanmamalıdır.
3-Üçten dokuza şart olsun gibi bir sahtekârlığı esas alarak eş boşanmamalıdır.
4-Çocuklar kız/erkek sevmediği, istemediği bir kimseyle evlendirilmemelidir.
5-Evlenen çocuklarla aynı binada veya çok yakın semtte oturulmamalıdır.
6-Anne ve babalar sık sık yeni evli çocuklarını ziyaret etmemelidirler.
7-Çocuklar problemlerini kendi aralarında çözmelidirler. Anne ve babalar müdahil olmamalıdırlar
8-Kadının istediği gibi kullanma hakkına sahip olduğu mihrine erkek müdahale etmemelidir. Aralarında anlaşırlarsa o başka.
9-Damat ve gelin birbirlerine, senin annen senin baban gibi ifadeler kullanmamalıdır. Taraflar birbirlerinin anne ve babalarına, akrabalarına aynı uzaklıkta durmalıdır.
10-Eşler birbirlerinin üzerinde üstünlük kurmaya kalkmamalıdır.
11-Eşler birbirlerinin kişilik haklarına müdahale etmemelidir.
12- Ailede seven sevilir, sevilen de sever mantığı geçerli olmalıdır.

Allah Bel’amların şerrinden bizleri muhafaza buyursun.

BİTTİ

5 Şubat 2015 Perşembe

BEŞ BIÇKIN MÜCAHİT (!!!!!)*

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken 4+1 bıçkın mücahit varmış... Gurbetçiymiş bunlar...Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki Almanya adında bir ülkeye işçi olarak gelmişler. O zamanlar Almanya'da insanların dini görevlerini yerine getirmelerine yönelik teşkilatlar kurulmuş, bu teşkilatlardan çoğu Türkiye diye bilinen bir ülkeden yönetiliyormuş. Bıçkın mücahitler de hasbelkader o teşkilatlardan birinin yöneticisi oluvermişler...Astıkları astık, kestikleri kestikmiş bu bıçkınların...Yönettikleri teşkilatta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar yönetimleri süresince...Yalan söylemek ve iftira atmak da bunların sünnetiymiş aynı zamanda...

O zamanlar Almanya'da bir de göçmen televizyonu kurulmuş. Bu televizyonu üç gurbetçi arkadaş kurmuş. Ortaklardan biri olan delikanlı anlarmış televizyon yayıncılığından. Diğer ortaklar kendi işleriyle meşgullermiş...Nasıl olduysa, bu bıçkın mücahitlerle, gurbetçi delikanlının yolları birleşivermiş birdenbire Almanya'nın büyükçe bir şehrinde...O büyük şehirin adı da Berlin'miş...Bir zamanlar Almanya'nın başşehriymiş Berlin...
Kader bu ya, televizyon aşkı o bıçkın mücahitlerle o gurbetçi delikanlıyı televizyon yayıncılığında bir araya getirmiş...Parayı veren düdüğü çalar hesabından hareketle, bıçkın kardeşler o televizyonu sahiplenivermişler...Gurbetçi delikanlı televizyonun Genel yayın yönetmenliğini yapacakmış...Öyle anlaşmışlar bıçkın kardeşlerle. Ancak bıçkın kardeşler söz verdikleri halde para desteğinde bulunmamışlar...Bulunmak bir yana televizyonda yayınlanacak reklam konusunda bile delikanlıya ayak bağı olmaya başlamışlar... "O reklamı yayınlayamazsın haramdır, bunu yayınlaman lazım, o helaldir" v.s.

Aslında haramlık ve helallik meselesi değilmiş mesele, mesele: Bıçkın mücahitlerden birisinin arkadaşı restoran sahibiymiş, aynı zamanda kasaplık da yaparmış...Helal olan onun sattığı etmiş, diğer kasapların sattığı etlerin hepsi harammıııış...

Bütün bu sıkıntıların üstesinden gelerek yayın hayatını sürdürmüş gurbetçi delikanlı...4 yıl boyunca o televizyon Berlin'de gündem belirlemiş... "Tek kişilik ordu" diye gazetelere manşet olmuş, hatta başka televizyonlara da konu bile olmuş, bu tek kişilik ordu ile yönetilen televizyon... Zamanla bıçkın mücahitler genel yayın yönetmenini ve aynı zamanda televizyonun kurucusu olan delikanlıyı çekememişleeer. ‘Bu televizyonda şarkı türkü söyleniyor ve aynı zamanda davamıza da ihanet ediyor' diye baş vezire şikayette bulunmuşlar. Bunun için taaa Köln'e kadar gitmişler.

Davamıza ihanet ediyor demeleri işin bahanesiymiş, işin aslı başkaymış: O yıllarda geldikleri ülkede ihtilal olmuş, askerler devleti elegeçirmiş. İhtilalden sonra sağcı solcuyla, solcu sağcıyla konuşmazlarmış. Ülkücülerle, şeriatçılar da birbirlerine yan yan bakarlarmış. Genç delikanlı bunları televizyonda bir araya getirmeyi başarmış, onlarla açık oturumlar bile yapıyormuş televizyonda.
Ayrıca çeşitli dini gruplara da yer vermiş televizyonda genç delikanlı. Süleymancısı da, nurcusu da, diyanetçisi de, o televizyonda yer bulmuş kendisine. Bunlar da yetmezmiş gibi Aleviler de türkü söylemeye, saz çalmaya başlamazlar mı...Bunlar cin çarpmışa dönmüşler... Toplantı üstüne toplantı yaparak, şarkı türkü çalmanın haram olduğuna dair fetva çıkarmaya çalışmışlar. Sonunda çıkarmışlar fetvayı....Bu fetvayı delikanlıya tebliğ etmişler... Tebliğ etmişler etmesine de, delikanlı kesin delil istemiş...Onlar da kesin bir delil getirememişler... Bu durumda delikanlı aynı şekilde yayın politikasına devam etmiş...Çünkü o delikanlı da aynı zamanda ilahiyatçıymış...Neyin haram neyin helal olduğunu o da bilirmiş...
İşte bıçkın mücahitler asıl bu renkliliği hazmedememişler...Dava dedikleri şey ne ise, bu yapılanlar güya onların davalarıyla örtüşmüyormuş...

Aynı zamanda bunlara dört silahşörler de derlermiş. Başka bir ifadeyle o şehirde bunlar Dalton Kardeşler diye de tanınırmış. Herşeyi çok iyi bilirlermiş haaa bu Dalton Kardeşler....Bilmedikleri hiçbirşey yokmuş onların...Siyaseti çok iyi bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş, ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş, yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s. Bunların herbiri bulunmaz birer Bursa kumaşıymıııış...

Baş vezire, televizyonda yayınlanan hangi yayının zararlı olduğunu anlatamamışlar Kölln'de ama...Olsun...Baş vezir irade etmiş ve Adil(!) bir yargılamayla alıvermişler genç delikanlının televizyonunu elinden...Televizyonun kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan delikanlı böylece ortalıkta kalakalmış...Paranın gözü kör olsun...İster istemez razı olmuş kaderine genç delikanlı...Binbir emekle kurduğu televizyonun elinden gittiğine mi yansın, gurbet ellerde beş parasız ve işsiz kaldığına mı yansın...Yoksa bu durumu hanımına nasıl izah edecek olduğuna mı yansın...

Olacak olan olmuş, evde ekmek beklerlermiş çocukları...Genç delikanlı çocuklarının rızkını temin etmek için Manisa'lı bir arkadaşının desteğiyle pazarcılık yapmaya başlamış, -Allah rahmet eylesin, delikanlının o arkadaşı genç yaşta Hakkın rahmetine kavuşmuş-... Olanları içine sindirememiş ama yapacak daha fazla bir şeyi de yokmuş delikanlının...Çaresiz sabretmiş bütün bu olanlara...

Televizyonun adı TFD televizyonu imiş. Almanya'daki Türk televizyonu demekmiş...Bir süre sonra da binbir emekle kurulan bu televizyon sorumsuz sorumluların, kifayetsiz muhterislerin üstün gayretleriyle maalesef kapanmış, tarih olmuş...

Bu zihniyetin sahipleri alışkınmış zaten televizyon açıp televizyon kapatmaya. Başka yerlerde kurulan televizyonları da kapatmış bunlar...Hem de Allah rızası için hizmet yapacağız diye, insanların duygularına hitap ederek, onların birer fenik birer fenik verdikleri paralarla açmışlar o televizyonları...Hisse sahipleri hesap sormaya başlayınca da" Üzgünüz biz ihanete uğradık" diyerek çok rahat bir şekilde çıkıvermişler işin içinden...

Ortalıkta dolaşan dedikodulara bakılırsa, bu Dalton kardeşler, 25 sene yönettikleri teşkilatlarını da 4 milyon Euro civarında zarara sokmuşlar...Bu zararı haber alan baş vezir ve arkadaşları hemen bunların görevine son vermiş...Son vermiş vermesine de bunların yıllarca muhasipliğini yapan, onlar gibi bıçkın bir mücahidi(!) de onların boşalttığı koltuğa oturtuvermişler...

O, +1 bıçkın mücahit de vefa borcu olarak 4 milyon Euro'nun iç edilme konusunu hukuk açısında zaman aşımına uğrayıncaya kadar tartışmamış çalışma arkadaşlarıyla, konuyu açanları da gözünün yaşına bakmadan görevden alıvermiş...Zaman aşımına uğrayınca da elindeki asayı havaya fırlatarak sevinç çığlıkları arasında kutlamışlar zaferlerini hep birlikte Dalton kardeşlerle...Baş vezir de "Aferin evlat aferin...İşte böyle olacak, gel seni alnından öpeyim bakim" demiş ve görev süresini uzatıvermiş ödül olarak +1 bıçkın mücahidin...

Bir numaralı bıçkın mücahit şeyhliğini ilan etmiş daha sonra, el veriyormuş artık müritlerine ve ekliyormuş soranlara: "Siz biliyor musunuz, ben neler biliyoruuum neler... Padişah hazretlerinin Amerika da 50 milyon, İsviçre' de 40 milyon Doları yatmaktadır haaaa. Ben 25 sene sonra oradan neden ayrıldım sanıyorsunuz? İşte bu sahtekarlıklar yüzünden ayrıldım... İsteyen herkese belgeleriyle ispat ederim bu söylediklerimi" diyerek te üstü kapalı tehdit etmeyi de ihmal etmiyormuş dinleyenlerini...

Müridler de "Vay beee, şu işe bak, görüyor musun olanları" diye dedikodu ediyorlarmış kafalarını sallaya sallaya cemaat arasında...Ondan sonra da oturup zikir (!) yapıyorlarmış topluca... Hiç birisi de "Sen 25 sene ne yaptın orada, şimdi oradan ayrılınca mı aklına geldi bütün bunları anlatmak diye soramıyormuuuuş ...Öyle saça böyle tarak..

İkincisini sürgün etmişler yaşadığı o ülkeden, söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları varmıııış. Oysa bu bıçkın mücahit, daha düne kadar cami kürsülerinden: "Değil faiz almak, faiz vermek, bankaların saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için birazcık duranlar bile annesiyle Kâbe'nin önünde zina etmiş gibidirler" diye de vaazlar veriyormuş hararetli hararetli... Hitabeti de oldukça güzelmiş...Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın mücahit...

Üçüncüsü aslında zavallı birisiymiş...O birinci Dalton'un elinde oyuncak gibiymiş...İradesini ona teslim etmiş, birinci Dalton ne derse, o, onu yaparmış...İki kelimeyi bir araya getirip de konuşamazmış ama...Ne yapacaksın, o memnunmuş çantacılık yapmaktan...Aslında rütbe olarak birinci daltonun rütbesinden üstünmüş rütbesi...Ama ehliyet olmayınca ne yapsın zavallım... Zamanla utancından namaz kılacak cami bile bulamaz olmuş...Birisi bana birşey der diye de bucak bucak kaçıyormuş insanlardan...

Dördüncü Dalton'a selam bile vermek istemiyormuş sokakta görenler. Ama o yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışıyormuş yılışık yılışık...
Dördüncü Dalton aynı zamanda duvar ustasıymış. Ancak bu ustanın bir özelliği varmış ki sormayın gitsin. Bu Dalton usta, öyle ev yapmak, otel yapmak, saray yapmak için duvar örmezmiş. Hürrem Sultanlar'ın emriyle evlerin bodrumlarının kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış hani. Birgün televizyonun genel yayın yönetmeni olan delikanlının oturduğu evin bodrumuna inen kapıyı da kapatıvermiş aniden bir duvarla. Hürrem Sultanlar böyle emir buyurmuşlar. Nedense, Gorbachov Doğu Bloklarından duvarı kaldırırken, dördüncü Dalton duvar yapmaya başlamış. Hem de berlin Duvarı'nın yıkıldığı şehirde yapıyormuş bodrum duvarını.

Delikanlı da almış balyozu eline biRgüzel yıkıvermiş bu duvarı. Bu işe celallenmiş Dalton kardeş, yağmış gürlemiş, "Benki dördüncü Dalton'num, bre gafil sen kim olursun da yıkarsın benim yaptırdığım duvarı"diye dellenmeye başlamış... Delikanlı muhatap bile almamış dördüncü Dalton'u...Durumu hemen başvezire bildirmiş. Başvezir olay mahalline bir heyet göndermiş. Heyet kiracıların hepsini toplanmış huzura. Hürrem Sultanlar da varmış bu toplantı da. Heyet herkesi tek tek dinledikten sonra, hep birlikte bodrum duvarını incelemeye inmişler. Delikenlı ve oturduğu evdeki bütün kiracılar bu bodruma kömürlerini koyarlarmış. Başka kömür koyacak yerleri yokmuş. Evler zaten birer buçuk odaymış. Durumu yerinde inceleyen heyet dördüncü Dalton'a emir vermiş: "Derhal bu bodrum duvarı yıkıla ve kiracıların bodrum yolu açıla." Emir uygulanmış, uygulanmış uygulanmasına da zarar ziyan hesabı delikanlının üzerine yıkılevermiş. Duvarı o yıkmış çünkü.. Heyetin verdiği böylesine adaletli (!) bir kararla bodrum duvarı olayı çözülüvermiş.

Ne kadar doğrudur ve ne kadar yanlıştır bilinmez amma. Dördüncü Dalton'un bu yıkılan duvarın altında kaldığı anlatılırmış o şehirde dilden dile, nesilden nesile. Başvezir yapılanları heyetten dinledikten sonra; hımmm demiş ve eklemiş "Buyruğumdur, bu densizin boynu tiz vurula". Ve alıvermişler kellesini geleceğin fatihi olarak o şehirde nam salmış Dalton kardeşin...

İnsanlar olup bitenleri neden sonra görmüşler görmesine de ne yapsınlar...Havale etmişler Rabb'lerine onları...Eeeee etme bulma dünyası demişler bu dünyaya...Zalimin zulmü varsa mazlumun da âhı vardır...Herhalde yapılan zulümler karşılıksız kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır, Allah'ın acelesi de yoktur tabii ki deyip tevekkül ediyorlarmış Rabb'lerine...
Hikaye de burada bitmiiiiiş...

Kıssadan Hisse:

Adamcağızın birisi ölmüş. Cenazeyi kaldıracaklar ama köylüler, namazını kıldıracak kimseyi bulamamışlar. Bakmışlar, hafız olan, aynı zamanda da akşamcı olan Bekri Mustafa geçiyormuş yoldan. Yakalamışlar hemen onu. Ne kadar itiraz etse de kurtulamamış ellerinden cemaatın Bekri Mustafa...
Çaresiz cenaze namazını kıldırmış... Sonra da eğilerek cenazenin kulağına birşeyler fısıldamış... Cemaat merak etmiş ve ne dediğini sormuş Bekri Mustafa'ya, o da; "O na dedim ki, şimdi aşağıya inince sana soracaklar yukarıda ne var ne yok diye, onlara de ki; Bekri Mustafa yukarıda imam oldu, onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar...."

 *
1. Bıçkın  Mücahid: Nail Dural
2. Bıçkın  Mücahid: Yakup Taşçı
3. Bıçkın  Mücahid: Mahmut (Mehmet) Gül
4. Bıçkın  Mücahid ve duvar ustası: Haldun (Aykut) Algan
+1 Bıçkın Mücahid: Siyami Öztürk
Başvezir      : Osman Yumakoğulları
Hürrem Sultanlar: Haldun Algan'ın hanımı, Erkan Dileğin hanımı, Ali Uzun'un hanımı, Ahmet Algan'ın hanımı.

Rüştü Kam

BOHEMYA GÜZELİ: PRAG



 
Berlin Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu'nun birlikte düzenledikleri gezilerden beşincisi İÇİN Prag'da idik. (16.10.2010)
16 Ekim sabahı saat 02'ye beş kala yola koyulduk. Gece olması münasebetiyle gezi ile ilgili bilgilendirmeyi kısa kestik. Sabah namazını kılmak için mola verdiğimizde Prag'a 20 kilometre kalmıştı. Kahvaltıyı otelin restoranında yapabiliriz diye düşündük ama olmadı. Dolayısıyla sabah kahvaltısını tren istasyonunda yapmak zorunda kaldık. Rehberimiz geldiğinde saatin akrebi dokuzu gösterirken yelkovanı da 12.00'nin tam üstündeydi. Hava güzeldi tam bir gezi havası. Rehberimiz Azerbaycanlı bir delikanlı, Ramil Mehmetova.
Dönüşte gezinin değerlendirmesini yapan arkadaşlarımızın anlattıklarından da anladığımıza göre herkes memnun kalmış Prag gezisinden. Özellikle kadınlar bu geziden oldukça fazla keyif almışlar. Ancak memnun olmadıkları bir husus varmış kadınların, o da kocalarından alış veriş izni alamamış olmalarıymış. Kristal bir avize, tek taş bir yüzük, küpe ve kristal bir su bardağı alamamışlar Prag'dan... Velhasıl kadınlar buruk bir sevinçle dönmüşler Berlin'e. Gelecek gezimiz ya Bosna-Hersek ya da İspanya olacaktır. Umre yolculuğu da olabilir...
rustu-kam-25-10-c.jpg
 
Çek Cumhuriyeti'nin tarihçesi
Mitolojiye göre 6'ncı yüzyılda efsanevi Prenses Libuse ve Prens Premysl'inin kurduğu kabul edilen Prag, 9'uncu yüzyıldan itibaren Çeklerin başkenti olmuştur. Prag, 14'üncü yüzyılda İmparator 4.Karl'ın imar faaliyetleriyle sıradan bir şehir olmaktan çıkıp, bir metropol haline gelmiş. 17'nci yüzyıldan itibaren Avusturyalıların egemenliğine giren Prag, 1918'de kurulan Çek Cumhuriyeti'nin başkenti ilan edilmiş. 1939'da ise bombardıman tehdidi üzerine savaşmadan Almanlara teslim edilmiş. 1945'te Rus askerleri tarafından istila edilen kent, 1948'de yapılan seçimlerin ardından 40 yıl sürecek Komünist iktidarına adım atmış. 1989 yapılan "Kadife Devrimle" yeniden demokrasiye geçmiş. 
rustu-kam-25-10-d.jpg
 
Prag
Prag dünyanın en güzel şehirlerinden biri. O kadar güzel ve alımlı bir şehir ki, sanki açık hava müzesi. Sokaklar tertemiz, köpek pisliklerine rastlamıyorsunuz, gürültü kirliliği yok. Renkli Bohemya cam ve kristallerinin pırıltısı sokakları pırıl pırıl aydınlatıyor. Ancak bu kristallerin fiyatları oldukça yüksek. Bir şarap bardağı 1.790 Kron, yaklaşık 60 €.
Prag'ın sokakları tarihe tanıklık ediyor. Birinci dünya savaşında Almanlara savaşmadan şehrin anahtarı teslim edilmiş, gaye şehrin bombalanmasının istenmeyişiymiş... Tanklar 1968 işgalinde saat kulesinin yanındaki belediye binasını yıkıp geçmiş... Bugün ayakta sadece bir duvarı kalmış...
Prag, 2004'den bu yana Avrupa Birliği'nin bir üyesi olan Çek Cumhuriyeti'nin başkenti. 1.2 milyon nüfuslu bu kent oldukça fazla turisti ağırlıyor. Prag geniş bir alana yayılıyor. Metro, tramvay ve otobüslerle şehrin her köşesine kolayca ulaşabiliyorsunuz.
 
 
Saray bölgesinden Prag ve Vltava manzarası
Şehir oldukça geniş ve yüksek debili bir nehir olan Vltava nehriyle ortasından ikiye bölünüyor. Gece tekne gezintisi harika. Nehrin kenarındaki tarihi eserler öyle güzel ışıklandırılmış ki tek kelimeyle muhteşem. Teknede açık büfe usulü yemek yiyebiliyorsunuz. Ancak önceden söylemeniz gerekiyor.
rustu-kam-25-10-e.jpg
Burada bulunan tarihi yapılar içinde en çok ilgi çekeni astronomik saat kulesi. Astronomikliği saatin güneş, ay ve gezegenlerin konumlarını da gösteriyor olmasından kaynaklanıyor. Prag'ın simgesi olan bu tarihi saat kulesinde, her saat başı çanların çalmasıyla ufak çaplı bir gösteri başlıyor. Saatin sağını solunu süsleyen birkaç heykelcik, çanların çalmasıyla birlikte hareket ediyor ve aynı zamanda üst tarafta iki pencere açılıyor ve 12 havarinin heykelleri geçiş seremonisini başlatıyor. Rehberimizin anlattığına göre bu heykellerden her biri bir insanlık halini simgeliyormuş. Bana en ilginç geleni ipi çekerek çanı harekete geçiren iskelet oldu. Çünkü bu heykelin verdiği mesaj fevkalade önemliydi. Ve o iskelet yüzyıllardır her saat başı aynı canlılıkta bu mesajı vermeye devam ediyor: "Ey insanoğlu, öleceksin!..."
rustu-kam-25-10-f.jpg
 
Eski meydan
Eski Şehir meydanında başka birçok tarihi yapı var. Buradaki en etkileyici yapılardan biri Meryem Ana Kilisesi. Gotik bir film setinden çıkmışçasına bütün heybetiyle meydana karşı duran bu yapı oldukça etkileyici. Bu yapının iki kulesi var. Soldaki kule Hz. Adem'i, sağdaki kule Hz. Havvayı simgeliyormuş. Hz. Âdem hafif eğilerek Hz. Havva'ya kur yapıyormuş, soldaki kulenin eğriliği bu yüzdenmiş. Yılmaz Gün kardeşim de bu seremoniden etkilenmiş olacak ki; sevgili hanımına bu meydanda kendi deyimiyle yeniden ilanı aşk eylemiş Hz. Âdem ve Havva'nın huzurunda.

Tırdlov (Trdelnik) tatlısı
Meydanda aynı zamanda, ortaçağ pazarlarını andıran bir pazar kuruluyormuş her gün. Bu meydandan „Tırdlov tatlısı"nı yemeden ayrılmak olmazmış. Herkesin bu tatlıdan mutlaka yemesi gerekirmiş. Manası ahmak tatlısı demekmiş. İçinin boş olmasından dolayı beyinsiz anlamında bu isimle isimlendirilmiş. Kokoreç şeklinde şişe dolanmış vaziyette satılıyor. Biz yedik ama ahmaklık konusundaki farkı fark edemedik.
Peynir kızartması da Prag'ın oldukça meşhur yemeklerinden biriymiş, denemeye değermiş. Prag'a gelipte ördek ve geyik eti yemeden gitmekse hiç mi hiç olmazmış. Ama bizim bu denemeyi de yapma şansımız olmadı. Yemekler çok pahalı değil. Örneğin bir kişi karnını 15-20 Euro arası bir ücretle doyurabilir. Şehrin en turistik yerinde en orijinal şeyleri yediğiniz düşünülürse bu fiyat son derece normal bir fiyat. Para birimi olarak Kron'u kullanıyorlar. Avrupa Birliği üyesi olmalarına rağmen Euro'ya geçmemişler. Geçmeye de niyetleri yokmuş.

Prag sokakları adeta bir festival alanı gibi. Her köşe başında yeteneğini sergileyen  sanatçılara rastlamak mümkün.
Meydanda işimiz bitince Karlov köprüsüne doğru yol aldık. Bu kısa mesafede zaman tüneline giriyorsunuz adeta. Gördüğünüz o güzellikler karşısında hayranlığınızı gizleyemiyorsunuz. Kral Karlov'un dört hanımıyla birlikte dikilmiş anıtının yanından giriyorsunuz zaman tüneline. Sağlı sollu değişik heykellerin ve Vltava nehri üzerine yapılan o tarihi köprülerin ve etrafındaki o tarihi binaların güzelliği ve görkemi karşısında şoke oluyorsunuz.
Heykel deyip geçtiğime bakmayın, her bir heykelin ayrı bir hikâyesi var. İçlerinden biri biraz kötü bir imajla da olsa zindan bekçisi bir Osmanlı'yı canlandırıyor. Osmanlı'yı görmemişler ama Osmanlı korkusunu bir heykelle halklarına anlatmışlar. Ancak, zindan bekçisi olan Osmanlı'yı göbekli birisi olarak canlandırmışlar. Bira içen bir Çekli gibi düşünmüşler zindan bekçisini. Kılıç da Osmanlı kılıcına hiç benzemiyor.
Prag kalesinde St. Vitrus katedrali ihtişamıyla dikkat çekiyor, içine girdiğinizde başka bir ihtişamla karşılaşıyorsunuz. O günkü Kilisenin gücünü Katedralin içinde görebiliyorsunuz.
Bu bölgede en çok ilgi çeken yerlerden biri de Kafka'nın doğduğu ve yaşamış olduğu ev. Kafka, Çek asıllı bir Yahudi. Prag onu sahiplenmiş.
rustu-kam-25-10-b.jpg
 
Oyuncak müzesi
Kafka'nın evini hemen geçtikten sonra birkaç katlı bir binada oyuncak müzesi kurulmuş. Biz müzeleri gezemedik. Sadece dışarıdan binaları gördük. Müzelerden söz açılmışken, Prag'da oldukça fazla müze varmış. Ancak bir süre sonra bu müzelerin aslında tamamen turistik amaçlı birer derleme olduğunu fark ediyormuşsunuz. Bu yüzden rehberimiz müzelere boşuna para vermeye gerek yok dedi. Bu müzelerden bazılarının isimleri şöyle: Komünizm müzesi, ulusal müze, işkence müzesi, Yahudi müzesi, müzik aletleri müzesi v.b.
Müzelerden en önemlisi ulusal müze imiş. Rehberimizden edindiğimiz bilgiye göre bu müzeyi gezmek 1 tam günümüzü alırmış. Dışarıdan gördük ama içine giremedik. Bu müzenin önünde birkaç yüz metre uzanan geniş bir meydan var. Wenceslas meydanı. Meydan boyunca yürümek ayrı bir keyif veriyor insana.

Buranın gece âlemi de bir başka güzellik taşırmış. Murat ve arkadaşları bu âlemin güzelliğine tanık olmuşlar. Bu durum Recai'nin gözünden kaçmamış tabi. Bu caddeye Prag'ın Şanzelize'si (Champs-Élysées) diyorlar. Son model Ferrariler! Ve limuzinler! Süslüyormuş bu caddeyi geceleri. Recai biraz Murat'a takılmak istedi ve ısrarcı oldu ama Murat'ın ağzından bir şey alamadı. Nihayet Murat "Recai abi boşuna uğraşma senin söyletmek istediğini ben söylemeyeceğim" diyerek Recai'nin çekim alanından uzaklaşmasını bildi...

Saray bölgesinden dönüşte yine Karlov köprüsünü geçerek bu sefer sol tarafta kalan Yahudi Mahallesi de gezilebilecek yerler arasında.
Prag'da görülmesi gereken yerlerden biri de Narodni Caddesi. Burada sağlı sollu lüks dükkânlar görmek mümkün. İşin güzel tarafı bu dükkânlar ve caddedeki yapılar yeni yapılmış. Ancak kentin dokusuna uygun olmasına özen gösterilmiş.
Narodni caddesinin sonunda, caddenin Vltava kavuştuğu noktada etkileyici bir binanın zemin katında Cafe Slavia bulunuyormuş. Burası zamanında birçok ünlünün tercih ettiği bir mekânmış. Bu ünlülerin fotoğraflarını duvarlarda görmek mümkünmüş. Fotoğrafların içinde Nazım Hikmet'in ve Yılmaz Güney'in fotoğrafları da varmış.
Bünyamin'in anlattığına göre, bu mekân gerçekten fiyatlarıyla, tatlıları ve içecekleriyle, atmosferiyle, Vltava nehri ve Ulusal Tiyatro binası manzarasıyla mutlaka birkaç saat geçirilmesi gereken gizli bir hazineymiş...

Tabi her zaman olduğu gibi Hikmet yine burada da hanımını kaybetmiş... Bu konudan Güldane Hanım otobüste anlatıncaya kadar haberimiz yoktu.... Bilmediğimiz bir şey daha, dört odalı odada iki kişi kalmışlar... Sabahattin, Yunus ve oğlu ise bir yatakta üç kişi olarak kalmış... Bu durum herhalde müdürün gözünden kaçmış olmalı...

Ahmet Yumuşak yolda rahatsızlandı ve Prag'a varır varmaz hemen yatağa attı kendisini. Hanımına ısrar ettik "sen bari bizimle gel"diye, ama o ben beyimi bu halde bırakamam diyerek beyi ile birlikte otelde kalmayı tercih etti... Kendisini dönüşte gezinin kadını ilan ettik.
rustu-kam-25-10-a.jpg
 
Arnavut kaldırımlı sokakları üstü açık klasik arabalarla da turlamak mümkün. Fakat benim tavsiyem bu şehrin her sokağını adım adım dolaşmak.
Rehberimizin verdiği bilgiye göre; Prag'a gitmişken günübirlik gezilerle yakın yerlere gitmek de mümkünmüş. Bunlardan en bilinen ikisi Karlovy Vary ve Terezin Nazi kampıymış. Karlovy Vary, Çeklerin kur merkeziymiş. Son dönemde zengin Rusların diktikleri otellerle çirkinleşen bir bölge olmuş burası.
Terez'in Nazi kampı ise Polonya'daki Auschwitz kadar meşhur olan bir kampmış. Biz bunların hiçbirine gitme fırsatı bulamadık ne yazık ki. Bir de Prag'ın 70km doğusunda bir kasabada yer alan, tamamen insan kemikleriyle yapılmış bir kilise varmış. Burası da ilgi çeken yerlerden birisiymiş. Ancak vaktimizin kısıtlı olması nedeniyle biz buraya da gidemedik.
 
Rüştü Kam




Rüştü Kam'in ha-ber.com'da yayınlanan tüm yazıları
 


  Yorumlar (8)


 1 Aşksız Kalmayın
Yazan Yılmaz Gün, 31-10-2010 23:30
Hocam cok hos bir gezi analizi yapmissiniz, tesekkür ederim,
Allahin buyrugu üzerine, "Sizden öncekilerin yasadigi yerleri bir görün" Isareti üzerine gezmis oldugumuz Prag gercektende Mimari acidan güzel dizayn edilmis. Tarihi doku sizin de buyurdugunuz gibi cok güzel korunmus. Gezimiz arkadaslarimizin birbirlerine olan saygi ve sevgilerinin zirve yaptigi alanlar idi. Hele,Bahnhof ta acik hava Büfesi mükemmeldi. Bacilarimizin ve erkek kardeslerimizin kaynasmasi cok güzeldi. Bu sebebdendir, Sehirleri, Kasabalari,Köyleri, v.s. güzel yapan icindeki yasanmisliklardir. Anilardir, yani Ley´la dan Somut bir hatira
birakmaktir. Daha önceleri Ley´la dan somut bir hatiram yoktu. Simdi O na Dünyanin servetini degismem. Ley´la kim miş? Dostlar ile Yasanmisliklar, ve anilar....Prag da Yaratilani sevmek, Istanbul´da Yaratani sevme sirri na mazhar olmak
Hos dur...
Ask´siz kalmayin.....Hayatınızda devamlı Ask olsun......

 2 Bensiz Gezi Olurmu
Yazan Ali Aksoy, 27-10-2010 14:58
Sayin Rüstü Hocam

Siz Prag gezisini yaparken ben Türkiye'de calisiyordum.Yazinizi okuyunca sanki bende Prag sehrini gezmis gibi oldum. Ama bensiz gezi olmaz oldugunu herhalde unuttun.Beni Türkiye'den özel ucakla aldirman gerekirdi.Bunun icin bana özel bir Prag gezisi borclusun, sakin unutma

 3 adiniz cikacak Hocam.......:)
Yazan Mustafa Eksi, 27-10-2010 08:05
Sonra demedi demeyin adiniz cikacak, neyemi ?

Günümüzün evliya celebisine .

Prag gitmesekde yazilariniz insan ve sehir havadislerini bizlere bir evliya celebi havasinda ulastiriyo.

Gerci Almanlarinda Karl May i var degilmi :)

sanirim bu geziler sonunda bir kitap olarak cikacaktir.

Ümidimiz budur.

selam ve selametle

 4 Bir açık hava müzesi
Yazan Murat Yıldız, 26-10-2010 19:20
prag cok güzel bir sehir, gidip görülmesi gereken sehirlerden birisi. arkadasim ve ben otelde oda ayarlama kavagasini yasarken bizim gurub gezmis bizim haberimiz yok :-)
en cokta hocamiz gezmis!!

buradan recai abiye tskler ederim bir sorum var ona ???

üzümler kaca ayrilir ??


cevabi gezimizin kahramanindan bekliyorum :-)

 5 gerek yok artik
Yazan abdurrahman akgül, 26-10-2010 13:42
sevgili Rüstü hocam, her zaman oldugu gibni yine dersine iyi calismissin ve klabvuzun kim oldugunu hissettiemissin. Gitmis görmüs kadar olduk, artik gitmeye gerek yok. Bu geziye katilamadim ancak bosna gezisine katilmak isterim

 6 Prag Gezisi
Yazan Hikmet Yilmaz, 26-10-2010 11:00
tebrikler Rüstü bey.O ince detaylarina varana kadar titzlikle hazirlanmis,emek verilmis yaziniz icin tesekkürler.Sagolun varolun vede devamli yanimizda olun.Yazinizi okuyunca Prag gezisi tekrar gözümün önüne geldi.Herseyden evvel bu organizasyonda emegi gecen arkadaslari Recai bey e,Murat kardesimize tesekkürlerimi iletiyorum.Sagolsunlar var olsunlar.Cok emekleri gecti, sikinti cektiler. Prag a gelince:hakikaten cok güzel bir sehir.sanki canli acik hava müzesi.Sunu söylemek,teslim etmek gerek.Tarihi yapilari korumasini bilmisler.Burayi görünce bizim kendi ülkemizdeki tarihi yapilarin durumu aklima geldi.Ne yazikki insan üzülmeden edemiyor. Sizinle böyle gezilere katilmak ayri bir zevk veriyor.Oraya varmadan otobüste bizi prag hakkinda bilgilendirmeniz, ische verdiginiz ciddiyeti gösteriyor.Cok cok tesekkürler.Sonuc itibariyle sunu diyebilirim :Iyiki prag a gittim,gitmeye degdi. Saglicakla kalin,esen kalin.Saygi ve selamlar.

 7 helal sana valla..
Yazan Mustafa yücel, 26-10-2010 00:01
Iki gün boyunca ben ayakta uyumusum hocam. Gezilen mekanlari en ince detayina kadar hatirlamaniza sasirdim. Yalniz 3 kisinin bir yatakta, 2 kisininde 4 kisilik odada yatmasi Recai`nin eksi hanesine yazildi haberin olsun..

 8 ahoi, boheyma güzeli Alena anne, unutulm
Yazan Yunus Inci, 25-10-2010 21:32
Tesekkürler hocam,

topluca istirak ettigimiz Prag gezimizi, 46 kisilik ekibimizle, mükemmel bir ortamda beraberce gecirdik.
Prag'in tarihcesi ve güzellikleri gezip görülmeye deger, üstelik hemen yani basimizda.

Asil güzel olan edindigimiz dostluklar, ve iyice kaynastigimiz arkadaslarlar, ablalar, abiler.

Unutulmaz olan dostluklar, tipki ögrencilik yillarimizda can dostum Sebahattin'le geldigimiz Prag'da tanistigimiz Alene annenin dostlugu gibi ...

Hayir dua aldigimiz icinmi tesadüfmü bilinmez, 1997'in mayis ayi paskalya tatilinde, 7 üversetili arkadas, L'hota'da (Prag'a 30 km uzak, sirin bir köy) tatil evi ariyoruz bulamayinca bakkala girip soruyoruz.
Ozaman bakkalda calisan Alena anneyle tanisiyoruz, bizleri hemen arabasinin pesine takiyor ve evine götürüyor, evinin üst katinda iki oda bir mutfak, cicek gibi hazirlanmis, bize burda bir hafta 100 Marka kalabilecegizi söylüyor.
Saskinlik icinde hemen yerlesiyoruz, ve huzur icinde Alena annenin evinde keyifli bir hafta geciriyoruz, ve ...
Ogün bügündür her yil olmazsada mutlaka Alena ennenin yanina ugrariz, bizi kendi evlatlari gibi bagrina basmis, bizde onu ayni sekilde saygi ve sevgiyle dost edindik.

Gercek ve icten dostluklar, tipki Berlin Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu'nda daki dostluklar gibi.

En icten sevgi ve saygilarimla

Yunus


2 Şubat 2015 Pazartesi

EVLİLİK, BOŞANMA ve BEL’AMLAR (I)

Müslümanlar günümüzde evlilik ve boşanma konularında sıkıntı çekmektedirler. Dini önderler bu ve benzeri konularda Müslümanlara yardımcı olamıyorlar. İmam nikâhı, birden fazla eşlilik, boşanma, faiz, miras taksimi, kadının şahitliği, ehli kitapla olan münasebetler, recm ( zina yapanların taşlayarak öldürülmesi) gibi konular bunlardandır. 
İmam nikâhıyla yapılan evliliklerin meşru sayılması, nikâh yapılırken Mehir belirlenmesi, “3’ten dokuza şart olsun, boşol boşol boşol” diyerek kadınları boşamak, toplumda ciddi sıkıntılar doğurmaktadır.
Müslümanlar Kur’an’a mı uyacaklar, yoksa yaşadıkları ülkelerin kanunlarına mı tabi olacaklar? Sıkıntılı bir durum. Belirsizlikler istismara da kapı aralıyor. Mesela, İslâmi duyarlılığı olmayan Müslümanların, miras taksimi konusunda, birden fazla eşle evlenme ve erkeğe boşama hakkı verilmesi konularında bilhassa erkeklerin birden bire Müslümanlaşıvermesi gözden kaçmıyor. “Kur’an ne diyorsa onu yapalım, biz Müslüman insanlarız” gibi sözler Müslüman (!) erkeklerin dudaklarından dökülüveriyor. Başımdan geçen birkaç örnekle konuyu detaylandırmak isterim:

Problem

Hof’tayım
1993 yılında Nürnberg’in Hof şehrine teşkilat (IGMG) çalışması için gitmiştim. Çalışma bittikten sonra yanıma cemaatten birisi yaklaştı ve beni evinde misafir etmek istediğini söyledi. Cami derneği başkanı müsaade etmedi. Ancak o şahıs ısrar etti. “Başkanım durumumuzu biliyorsun, hocam ile konuşmam gereken özel meselelerim var” dedi. Başkan müsaade verdikten sonra eve gittik.
Çay kahve faslından sonra ev sahibi suç işlemiş gibi, mahcup bir şekilde elini dizlerinin üzerine koydu, başını önüne eğdi ve “Hocam bizim başımızda büyük bir bela var, her gelen hocaya soruyorum bana bir çıkış yolu göstermiyorlar. Ne yapacağımızı şaşırdık. Sizin görüşlerinizin farklı olduğunu duyuyoruz. Ayrıca genel merkezden bir tanıdık, bu konuyu sizin çözebileceğinizi söyledi bana. Bugün sizi evime misafir edişimin asıl sebebi budur.”  dedi.

Anlattı olan biteni, bir taraftan anlatıyor, bir taraftan da ağlıyordu: “Müslüman çocuktur, cami cemaatindendir, evlendikten sonra meslek yapar,  bir iş tutar, geçinip giderler dedim ve kızımı verdim delikanlıya. Rahat konuşsunlar birbirlerini iyi tanısınlar diye hemen imam nikâhı da yaptık. Bir sene sonra düğün yapacaktık. Ancak bu arada, kızım evlenmekten vazgeçti. Zaten gönülsüz vermiştim. Kızımın bu kararını içine sindiremeyen damat, intikam almak için kızımı bir türlü boşamıyor. “Senin nikâhın bende, asla boşamam seni diyor.” Aradan üç sene geçti. Boşanamadığı için de kızımı başkalarıyla evlendiremiyorum. Bize böyle öğretti hocalar. Biz de inandık.
Damat ise başka bir kızla evlendi. Çocukları bile var. Benim kızım kaldı ortada. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım.” bana bir yol göster hocam…

Benzer bir örnek de Berlin’de başıma geldi
Sene 1986. Bopp Str. 4 numarada oturuyorum. Tek oda. Köşede kocaman bir soba var. Ama odayı ısıtamıyor. Çünkü evin altından yol geçiyor. Tuvaleti merdiven aralığında.

Üst katta Recai Şentürk ve Şerafettin Lekesiz oturuyorlar. Sahur yemeklerini birlikte yiyoruz. Bir gün sahur yemeğinde Recai; “Hocam bu arkadaş (Şerafettin Lekesiz) üçten 9 a şart olsun demiş ve hanımını boşamış. Şimdi ayrı yaşıyorlar. Çocukları da var. Hanımını da çok seviyor. Bir gün iş dönüşü annesi doldurmuş bunu, bu da o öfkeyle “Üçten dokuza şart olsun, boşol, boşol, boşol” demiş ve boşayıvermiş hanımını o öfkeyle. Oysa hanımını çok seviyor. Şimdi çok pişman, ancak hanımına dönemiyor. Mahalle baskısından korkuyor. Fetva arıyor. Onu da bulamıyor.
Çünkü, dinimize göre, “Üçten dokuza şart olsun” demek, kadını üç talâk ile birden boşamak demekmiş. Yâni kadını kocaya bağlayan üç katlı bağın üçünü de bir anda koparıp atmakmış. Şerafettin de bu bağları birden koparıp attığı için  hanımıyla tekrar birlikte olamazmış.
Ne kadar hoca varsa Berlin’de (Nail Dural, Yakup Taşçı, Ali kemal Saral v.b) hepsine sorduğu gibi, buraya gelip giden başka hocalara da sormuş ama, çıkış yolu bulamamış. Hocalar tekrar birleşmeleri için “hülle”* nin dışında bir çıkış yolu göstermemişler. –Şerafettin de onaylıyordu söylenenleri- Sen ne dersin bu işe hocam?” dedi.

(*) Hülle
İki hülle vardır, birisi Kur’an’ın şart koştuğu hülledir. Bakara suresi 230 bu hülleyi düzenler. Üçüncü boşanmadan sonrası için düzenlenmiştir. İkinci hülle de,  lanetlenmiş olan hülledir. Bu hüllede sahtekârlık vardır. Düzenbazlık vardır. Peygamberimiz bu hülle ile ilgili şöyle der: “Hülle yapana da, yaptırana da Allah lanet etsin.” (İbn. Mace, Taberani, Hâkim, Beyhaki)

Koca, hangi şart altında olursa olsun, karısını boşama kastı olmadan, bazen de boşama kastıyla üçten dokuza şart eder veya karısını  “birden üçe şart olsun” ifadesini kullanarak boşadığını ifade ederse, sonra da pişman olur ve karısından boşanmak istemezse;
Bu durumda bir defada üç talakla boşadığı karısını, başkasıyla evlenmedikçe, geriye alamayacağı için, sahtekârlığa başvurulur. Kadın usulen başka bir erkeğe nikâhlanır, kadın bir gece o erkeğin evinde kaldıktan sonra,  o adam kadını boşar,  kadın da böylece eski kocasına döner. İşte hülle rezaleti budur.
Din adamları (!) bu sahtekarlığa din adına cevaz vermektedirler. Bilhassa kocası ve bir yakını olmadan hacca giden kadınlara uygulanır hülle nikahı. Hacdan döndükten sonra nikahı altındaki o kadını boşamayan insanlar bilirim ben. Ahlaksızlıktır, cahilliktir ve kadın istismarıdır, din istismarıdır bu.   Cahil softalarca (Bel’amlarca) uygulanır. Müslümanın şerefiyle oynamak hiç bir kimsenin ve din görevlisinin haddi olmamalıdır. Din böyle bir uygulamaya asla cevaz vermez.

Üçüncü örnek yine Berlin’den
Berlin’de doğmuş büyümüş bir çift. Evlilikleri 4 ay sürmüş. Aileler işin içine girmiş. Ayrılmışlar. Kayınvalide ve kayın baba aynı apartmanda oturuyorlar. Kız tarafı nikâh sırasında mahalle hocasının (DİTİB) tespit ettiği hediyelerini ve Mehirlerini istiyor. Dini nikâhlarını kıyan din görevlisi tespit edilen mihri kayıt altına almamış. Kız tarafı din görevlisinden o günkü konuşulanları kağıda dökmesini istiyor, hoca yaklaşmıyor. “Peki mahkemede tanıklık yapar mısın?” diyor, hoca ona da yaklaşmıyor. Kız tarafı Din Hizmetleri Ataşesi’ne başvuruyor, o da “yapacağımız bir şey yok, hocayı da anlamak lazım, böyle bir durumda o mahallede daha sonra sıkıntı çeker” diyor.
Tabiatıyla, erkek tarafı da kızın Mehirlerini ve hediyelerini vermek istemiyor. Sonunda, hem kız tarafı hem de erkek tarafı birbirlerine meydan okuyorlar. Her iki taraf da cami cemaati. Beş vakit namaz kılıyorlar. Ortada huzur ve mutluluğun tesisi için hizmet veren bir de hoca var. Müslüman kimlikli insanlar.

Çözüm
Birinci örnekte, evlilik gerçekleşmemiş. Çünkü resmi olmayan imam nikâhı hem İslâm Dini’ne hem de mevcut hukuka göre geçersiz bir nikâhtır. İslâm’a göre herhangi bir devlet kurumunun yapılan nikahı/ evliliği kayıt altına alması gerekir. Kayıt altına alınmayan bir evlilik dinen ve hukuken geçersizdir. Bundan dolayı, erkeğin “Ben seni boşamıyorum.” demesinin dinen geçerliliği yoktur. Dolayısıyla kızın başka bir erkekle evlenmesine mani bir sebep yoktur” dedim.
Konuyla ilgili ayetleri hep birlikte tekrar tekrar gözden geçirdik. Adam, hanımı ve kızı sevincinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Kız sevincinden ağlıyordu. Elleri ayaklarına dolaştı. Uzun uzun, teşekkür ettiler bana. O aileyle, uzun süre irtibatımız devam etti.

Genel Merkez’e haber benden önce ulaşmış. Sefer Ahmetoğlu deliye dönmüş gibiydi. İcra heyeti toplantısını sabırsızlıkla beklediği her halinden belliydi. İcra heyeti toplantısı gündeminin ilk maddesi benim Hof’ta verdiğim fetva. O gün başka konu konuşulmadı sayılır. Karar: “Her hafta Perşembe günleri Rüştü hoca ve Fetva heyeti bu ve benzeri konuları başkanlık divanının huzurunda tartışacaklar.” Altı ay sürdü bu tartışmalar. Bir gün Sefer Ahmetoğlu, Genel Başkan Osman Yumakoğulları’na  “Genel merkezden (IGMG) ya Rüştü Hoca gidecek ya da ben, yoksa ben bundan sonra toplantılara katılmıyorum” dedi. Fetva heyetinin diğer üyeleri de destekledi onu. Daha sonra Ahmet Seferoğlu Dortmund Anadolu Camii’ne imam olarak tayin edildi. Ben Genel Merkez’de kaldım. Ali Yüksel Genel Başkan olunca Sefer Ahmetoğlu yeniden genel merkeze geldi. Ancak, bu sefer ben gittim. Görevlendirilmek üzere Berlin Bölgesi’nin emrine verildim. Sene 1996. Hâlâ  görevlendirilmeyi bekliyorum.

İkinci örnekte evlilik gerçekleşmiş. Resmi daire,  onların evliliğini kayıt altına almış. Ancak erkek bir anlık öfkeyle karısını “boşol, boşol, boşol” diyerek geleneksel din anlayışına göre boşamış. Evlenirken iki şahit bulmak şart iken, boşanırken şahide bile ihtiyaç duyulmamış. Sonradan pişman olmuş erkek ama, bu sefer hocalar araya girmiş. “Hanımınla tekrar bir araya gelmek istiyorsan, hanımının önce başka bir erkekle evlenmesi gerekir, o kocası da boşarsa o zaman onunla evlenebilirsin. Yoksa evlenemezsin.” demişler.

Erkeğin hanımını boşama yetkisi olmaz. Boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı vardır. Aynı hakka kadın da sahiptir. Bu durumda boşanma gerçekleşmez. Çünkü, boşamayı kanun adamı yapar. Önce tarafların şahitlerini dinler, sonra kararını verir,  boşar veya boşamaz. Dinin emri böyledir. Erkek “Boşol, boşol, boşol”(**) demekle hanımını zinhar boşayamaz. Allah erkeğe böyle bir yetki vermemiştir. Allah zalim değildir, zalimleri de asla sevmez. En ilkel toplumlarda bile böylesine lakayt bir boşama olmamıştır. Son dinin mükemmel bir din olduğunu söyler Allah. Mükemmel bir dinin boşanma ile ilgili hükmü erkeğin insafına bırakılmamıştır. Taraf olan kişi hâkim olamaz. Erkeğin hangi olağan üstü özelliğinden dolayı böyle bir yetki verilsin ki kendisine? Cevabı olmayan bir sorudur bu. Uzun uzadıya açıkladım.
Bakara suresinin 227-241 ayetlerini, Talak suresinin 1-8 ayetlerini ve nisa suresinin 35’inci ayetlerini birlikte defalarca okuduk, aradan bir hafta geçti. Şerafettin Kur’an’ın ne dediğini anladı ve gereğini yaptı

Yukardaki iki örnekte, taraflar benim açıklamalarımdan mutmain oldular. Birisi evlendi, öbürü de hanımına ve çocuklarına kavuştu.
Olan Recai’ye oldu. O zaman duvar daha yıkılmamıştı, Berlin’de ev bulmak sıkıntılıydı. Şerafettin ev bulamayınca, Recai’yi evden attı. Ama Recai alınmadı bu duruma, arkadaşının içinde bulunduğu durum onu kahrediyordu zaten. Vesile olduğu için mutluydu.

Üçüncü örnekte ise, işin içine aileler girmiş, yeni kurulan ailenin fertleri kendi kararlarını kendileri veremiyorlar. Söz sahibi değiller. Aileler taraf olmuşlar. Çocukların geleceği ile ilgili kararları aileler veriyor olmuş.
Erkek tarafı mehiri(Nisa 4) mutlaka verilmesi gereken bir hak değil de, usulen belirlenen bir bedel olarak görüyor. Laf olsun torba dolsun hesabı. Kur’an’ın şahitliğini ister gibi görünseler de, uygulamaya gelince Kur’an hemen rafa kaldırılıveriyor. Tarafların insafına kalmış bir mesele.
Nikâhı kıyan din görevlisi de zaten belirli bir süreliğine gelmiş Almanya'ya, biraz Euro kazanıp geriye gidecek, mahallede rahatının bozulmasını istemediği için, adaletin gerçekleşmesine yardımcı olmuyor. Hakikati gizlemeyi kendi çıkarına daha uygun buluyor.

Ben ve erkek tarafını tanıyan bir arkadaşım, kız tarafının elçisi olarak erkek tarafına gittik. Nikah kıyan hoca ve damadın bir arkadaşı da vardı konuşmada. Damadın babasıyla camide konuştuk. Oğul yoktu orada, baba olmasını da istemedi zaten. Ancak olumlu bir sonuç alamadık. Damadın babası neredeyse bizi kovacaktı camiden.

Bu ailelere tavsiyem, bilhassa kız tarafı mahkemeye gidip haklarını aramalıdır. Bilhassa mihir konusunda dini işin içine sokmamak gerekiyor. Madde bir yerde işin içine giriyorsa, orada din mutlaka istismar ediliyor. Bu istismarı, Müslüman da yapıyor, Müslümanların önüne geçip de onlara namaz kıldıranlar, din adına onlara nasihatte bulunan din görevlileri de yapıyor. Müslümanlar Yaratan’a değil de para atana hizmet ettikleri sürece bu durum böyle devam edecektir. Kur’an böyle din adamlarına “Kitap yüklü merkep” (Cuma 5) diyor, "Allah'ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında satanlar…"(Maide 44) diyor. Bir anlamda “Bel’am” lardır bunlar.

Tehditler

Bu uygulamalarımdan dolayı hocalar bana tehditler savurmaya başladılar. Şerafettin’in ve ailesinin birleşmeleri, Berlin’de hemen duyulmuş. Yakup Taşçı Mevlana Camii kürsüsünden benim bu insanlara zina yaptırdığımı anlatmış. Ne mezhepsizliğim kalmış ne de reformistliğim. Cemaatten bazıları geldiler sordular, “Doğru mudur hocam bu yaptığın?” Dediler. Onlara da anlattım, ikna oldular. Ancak fitneciler boş durmadı. Şerafettin’in amcası Mehmet Lekesiz Mevlana Camii’inde bana saldırdı. Küfürler savurdu caminin içinde, araya girdiler, ayırdılar.

Daha sonra, İslâm Federasyonu başkanı Nail Dural tarafından hesaba çekildim. “Sen kim oluyorsun, müçtehit misin? Müçtehit olmanın şartları vardır. Kur’an’ı bizler anlayamayız. O mücmel (anlaşılmaz) bir kitaptır. Büyük büyük âlimler bilememiş bu işin böyle olduğunu da, sen biliyorsun öyle mi? Derhal verdiğin fetvadan vazgeçeceksin ve bu kararını da açıklayacaksın…” Tehditler sürdü gitti. Beni dinlemedi bile.

Bu olaydan sonra aynı durumda olan Azeri bir kişi daha bana gelmişti. Meğer onlara da aynı fetvayı vermiş Nail Dural. Tabii karizması sıfırlanmış. Koskoca İslâm Federasyonu başkanının fetvasının üzerine fetva vermişim. Olacak şey mi?
Berlin İslâm toplumu Milli Görüş Teşkilatlarında (IGMG) deprem etkisi yaptı bu olaylar. Müçtehit olmadığımdan dem vurdular, mezhepsiz dediler, reformist dediler, Atatürkçü hoca dediler, daha neler demediler ki;…

Kur’an’da “Bel’am” karakteri zikredilir. Önemli bir karakterdir. Bunlar işte o karakterlerdir. Sayısı çoktur bunların. Müslümanların çektiği sıkıntılar bu karakterlerin yüzündendir.
Rivayetlere göre Bel’am b.Baura isimli kişi Hz.Musa zamanında yaşamış, Hz. Musa’ya iman etmiş ama daha sonraları tercihini Firavun‘un iktidarından yana koymuş, Hz. Musa’ya cephe almış ve Firavun ’un sisteminin ayakta kalması için Fravun’a dinsel anlamda dayanak olmuş. (Araf 175-176)

Devam edecek

Rüştü Kam
Ha-ber.com 2015