15 Mayıs 2016 Pazar

UZUN GÜNLERDE ORUÇ KOLAYLIĞI 2016


 

“Şâri’i Kerim’in şahadetine göre, insanı halden düşürecek derecede büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır.  Oruca büyük güçlükle dayananların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle yerine getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz olur. Buradaki ‘yutikûne’ cümlesinin manası güçlükle, zahmetle ve meşakkatle eda edebilenler demektir.” Musa Carullah Bigiyev; Uzun Günlerde oruç, s.136)

Orucun farziyeti ile ilgili ayetler şöyledir: Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere sayılı günlerde olmak üzere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.  Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir... Sabahın beyaz ipliği, siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın...” (Bakara 183-187)

Görüldüğü gibi, “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” ayetlerinde orucun ayı ve günlerinin sayısı tayin edilmemiş. Bütün insanlara farz kılındığının altı özellikle çizilmiş. Daha sonraki ayetlerde ruhsatlara geçilmiş. İnsanların iradelerini terbiye ve ahlaklarını arındırma maslahatı öne çıkarılmış.

Sonraki ayetlerde, en etkili biçimde birlik olunması gerektiği vurgulanmış ve bu vesilesiyle gerçek bir  İslâm anlayışının tesis edilmesi istenmiş, ayrıca orucun hem ayı hem de günleri belirlenmiştir: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.”

Oruç hakkındaki bilgi iki ayrı hitapla bizlere ulaşmıştır. Hitabın birinde orucun ayı bellidir, Ramazan’ın sayı ile belirlenebildiği yerlerde geçerlidir,  diğerinde ise belli değildir. “ Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi günahlardan korunmanız için sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç farz kılındı…” demek, Ramazan’ın sayı ile belirlenemediği yerlerde bu ayet müstakil olarak, Ramazan’ın sayı ile belirlenebildiği yerlerde ise diğer ayetle birlikte hükmünü icra eder. Kur’an’ın mucize olması böyle olur. Kur’an yeryüzünde bulunan yerleri ve her zaman bulunabilecek durumları kapsar. Bakara suresi 185’de şöyle buyrulur.” Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun…” İdrak kavramının altını çizmek gerekir. Gün 24 saattir. 12 saati gündüz 12 saati gecedir. Normal olan budur.

Tefsirciler, “Birinci hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu ifadeyi detaylandırmıştır ”derler ve “Bu şekilde bir ifadenin kullanılması Kur’an’ın mucize olmasındandır.” Açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları, mekânları, insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle bir ifade yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek daha iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep dairesinde sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.” (Buhari, Edeb 31,85)

Kur’an’ı Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela; gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde, bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra eder. Bu durumda orucun zamanı ve süresi takdir edilir.

Bu yorum tefsircilerin yorumlarından daha iyi olsa gerektir. Yeryüzünde, gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır. Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; bu durumda Allah yaratıklarına karşı eşit mesafede durmamış olur.  Veya oradaki insanlara kaldıramayacakları ağır bir yük yüklemiş olur; bu durumda Allah zalim olur. Veya yarattığı o bölgenin özelliğini unutmuş olur ki; Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Veya o bölgelerde oruç için gerekli şartlar oluşmadığı için orucun farz olmaması gerekir ki; bu durumda da Kur’an’ın kapsayıcılığı kalkar. Oysa Kur’an kapsayıcılığı olan bir kitaptır.

Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi yerler böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O bölgelerde yaşayan insanlar orucun zamanını ve süresini kendileri belirleyeceklerdir. O zaman Allah bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek insanları ihmal etmemiş olur.

Tefsircilerin görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in  “Şafağın beyaz ipliği siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye kadar tamamlayınız” ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik, kapsayıcılık düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri aydınlık yahut gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i kerime tamamıyla hükümsüz kalır: Çünkü böyle yerlerde “beyaz iplik, siyah iplik”  “fecir ve -gece” gibi şeyler bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre devamlı aydınlık, bazı yerlerin de ise devamlı olarak karanlık olur.  

Bu durumda İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti  yeryüzünün çoğu bölgelerinde  kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri, bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz.

Allah gündüzünde ve gecesinde muntazamlık bulunmayan yerlerdeki insanlara orucu farz kılar mı? Yolculuktaki ufak tefek sıkıntılardan dolayı orucun kazaya bırakılmasını tavsiye eden Allah, işindeki sıkıntılardan dolayı fidye verilmesini tavsiye eden Allah, gündüzleri uzun olan yerlerde yaşayan insanlara Ramazan orucunu farz kılar mı? Kolaylık ilkesi üzerine kurulmuş olan İslamiyet’in şanına bu ayrımcılık yakışır mı?


İlim adamlarından Görüşler:

Süleyman Ateş

“Kur'ân-ı Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır.”
Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek saatlerde kılınır.”(Süleyman Ateş Yeni İslam ilmihali/ Reşid Rıza-Menar Tefsir)

Molla Hüsrev /Şeyh-ül İslâm (15.asırda yaşamış)

„Vakitleri normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm )

Muhammed Hamidullah


(45) derece ile (90) derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de böyledir.“
Peygamberimizden şöyle bir hadis gelir:  "Deccal’ın bir günü sizin bir seneniz kadar uzun olacaktır.

Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır.“
- Ya Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o günde namazlar nasıl kılınacaktır? Şöyle cevap vermiştir:
- Takdir olunarak! Yani uzun günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak.

Nasıl takdir edilip, nasıl hesaplanacak?
-En yakın normal vakitli ülkenin takvimi ve saatiyle takdir olunup, hesap edilerek.“ (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)

T.C. Diyanet İşleri başkanlığı

“Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde "takdir yöntemi" ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.“ “(Tarih: 10-11/06/2009 Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı.)

Abdülaziz Bayındır

''Kutuplarda gecelerin karanlık olmayabileceğini gösteren ya da beyaz gecelerin olabileceğini gösteren ayetler var. Mevcut namaz vakitleri anlayışında insanların dinlenmesine imkân verilmiyor. Çalışmalarımız devam ediyor, ancak 1 Ağustos'ta Tromso'da uygulanması gereken oruç vakti imsak için 05.32, iftar için 19.19. Böylece oruç tutulması gereken zaman yaklaşık 14 saat oluyor. Gece de dinlenmek için 10 saat kalıyor.'' „ (Süleymaniye Vakfı)

Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ruşan Abbyasov

Gündüz vakti ortalaması olan 12 saatin çok üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı bölgelerde oruç, Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir“ (www.topragizbiz.com, http://ramazan.haber7.com/)

Hayrettin Karaman

Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî (sanal) olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır.
Bu şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir: 1. Mekke takvimini uygulamak. 2. Kendilerine en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine Hz. Peygamber'e, bu “bir yıl kadar uzun günde” namazları nasıl kılacaklarını soran sahâbîler, “Daha önceki normal günlere göre kılarsınız” cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (
Müslim, "Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri).

Şaban Ali Düzgün 

“Kuzey Kutbuna Yakın Olan Yerlerde Oruç güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş batımı tespit edilerek, imsak ve iftar vakti tespiti yapılabilir. Unutmamak gerekir ki paralel ve meridyenler itibaridir. Öyle bir şey yoktur ama itibari olarak hesap yapmakta kullanılırlar. Orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen itibari bir zaman tayini yapılabilir. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. İsterlerse Mekke’ye kıyas yapabilirler, isterlerse başka bir yere. Bu konuda bütün insanları bağlayan bir fetvaya gerek de yoktur. Ama ibadetlerde birlik ruhu önemlidir ve fetvânın bu anlamda önemi vardır. İslâm her coğrafyaya göre ayrı yorumlanır. Ebu Hanife’ye neden kendi görüşüne göre fetva veriyorsun dediklerinde, şu meşhur sözünü söyler “Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.” (Mocca Dergisi s.24)

Musa Carullah Bigiyev

„Mekke ve Medine’de en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilirler.“ Musa Carullah Bigiyev, Uzun Günlerde Oruç . Doç. Dr. Abdullah Kahraman’ın İz Yayıncılık, İslam klasikleri dizisi:35, İstanbul, 2009)

İlhami Güler

Bilindiği gibi Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa ekvatorun kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç adlı kitabında bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilecekleri fikrini ileri sürmüştü. Ben de, günlerin uzun ve en sıcak olduğu yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik, endüstri, fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya ateş ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan ayı içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim. Gerekçesine gelince, bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına, dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi; susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir.
Orucun her otuz yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların kullandıkları “Kameri” takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların kendileri İslam’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî anlamda vaz ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar “Güneş” takvimi kullanıyor olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında, orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının Bahar mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir “meşakkat” durumu ile denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette “Allah, kolaylaştırmayı murad eder, zorlaştırmayı değil” denmektedir.
Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında oturan din bürokratlarının (Diyanet işleri bürokrat-memurlarının) ve ilahiyatçıların vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların mağduriyet durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar. Buna örnek olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük “kefaret orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü olmadığı halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda kasten yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise sadece cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına hükmetmişlerdir. (http://arsiv.taraf.com.tr)

Bayraktar Bayraklı

“Oruç zamanının ve süresinin tespiti, Güneş yılına göre yapılmalıdır. Bu durumda Uzun günlerde oruç tutma sıkıntısı kendiliğinden ortadan kalkacaktır.”
Bu çalışmayı Kutlu Doğum Haftasında Diyanet İşleri başkanlığı yaptı. Artık yılın her mevsiminde peygamberimizin doğumunu kutlamıyoruz. 1989 dan beri 14-20 Nisan tarihleri arasında kutluyoruz. Bu konuda da Diyanet işleri Başkanlığı karar alabilir. 

Sonuç

Rüştü Kam

1-Kur'an'ı, indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Bizlerden istenen budur. Din bizim elimizde insanlara sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Oruç Medine'de farz kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Medine gecesi ve gündüzü eşit olan bir zaman ölçüsüne sahiptir. 12+12=24.

2-Gece ve gündüz kavramını Medine'dekiler tanıma uygun, yaşam standartlarına uygun olarak tam manasıyla anlamışlardır. Bu şu demektir: Oruç zamanı 12 saattir. Çünkü gün 12 saat gece ve 12 saat gündüzden ibarettir. İmsak vaktini bir saat geriye çekersek oruç süresi 13 saat olur. Öyleyse oruç ibadetinin süresi 13 saattir. Dünyanın neresinde olursanız olun ölçü ve süre böyle olmalıdır. Öyleyse bu sürenin başlangıç ve bitişi de takdir ile tespit edilerek oruç tutulur.

3- Oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline edilmesidir. Helallere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda "umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler bellidir. Yalandan, iftiraya, kalp kırmaya, cimrilikten, ihtikâra ve israfa kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır. İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.

4-Aslında oruç kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğim ibadetlerin ön şartıdır sanki. Sevap ve ceza o ibadetlerin yapılıp yapılmayışıyla ilgilidir.

5- Müslümanlara bazı coğrafi bölgeler avantaj sağlarken, bazı coğrafi bölgeler dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki Müslümana eşit mesafede durmalıdır. En doğrusunu Sahibimiz bilir.

6- Ben böylece görevimi hakkıyla yaptığım kanaatindeyim. Bana ufuklarını açtığım, ibadetlerini huzurla yapmalarına yardımcı olduğum için dua edenler var. Onlara teşekkür ederim. Bana kızanlara, hoş olmayan sözler söyleyenlere de hoşgörü ile yaklaşır, onlar için  Mevla’ma duacı olurum. Allah’ım bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı, sen onlara hidayet nasip eyle, ekletmeleri için onlara yardım et derim.

Selam ve dua ile


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder