25 Mayıs 2017 Perşembe

ALMANYA’DA RAMAZAN ORUCUNUN SÜRESİ 14 SAAT CİVARINDA OLMALIDIR 2017.27.05.


"Büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır."



 Uzun günlerde oruç tutmak durumunda kalan Müslümanlar için Berlin İlahiyatçılar Derneği (BİLAD) Medine’nin oruç süresini esas alarak bir imsâkiye hazırladı. 2017 yılında Medine’de oruç tutma süresi yaklaşık 14 saat. Bu süre korunarak orucun başlama ve bitiş zamanları yerel (Berlin) çalışma saatleri göz önünde bulundurularak takdir edildi. İmsak saati 04.30 olarak takdir edilirken, iftar saati 18.30 olarak takdir edildi.
Namaz saatlerini imsâkiye içine almadık. Çünkü amacımız, oruç zamanının uzunluğundan dolayı oruç tutamayanlara ve sıkıntı yaşayanlara imkân sunmaktır. Ramazanın bereketinden onların da istifade etmelerini sağlamaktır.
Namazları vaktinde kılma konusunda sıkıntı yaşayan Müslümanlar bu sıkıntılarını ruhsatları kullanarak giderebilirler. Oturdukları yerde, bir binek üzerinde, ima ile namazlarını kılmaları mümkündür. Kur’an’ın bu konuda açık beyanı vardır. "Allah sizin için kolaylık ister zorluk istemez." (Bakara 185) “Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya binit üzerinde kılın...” (Bakara 239) Veya cem ederek de namazlar kılınabilir. Peygamberimizin uygulaması böyledir. Abdullah ibn-i Abbas’tan şöyle bir rivayet vardır: “Rasûlullah (s) korku, yolculuk ve yağmur yokken, Medine’de öğle ile ikindi namazını birleştirerek 8 rekât, akşam ile yatsı namazını birleştirerek 7 rekât olarak kıldırdı. dedi.” (Müslim 705/50, 54, Buhari 612, Nesei 601, 602, Ebu Davud 1210, 1211, Tirmizi 187)
Allah’ın kulundan istediği samimiyettir


İbadetler kul ile Allah arasındaki samimiyet esasına göre Allah’ın terazisinde değer kazanır. Allah namazı rekât sayısına göre değerlendirmeyeceği gibi orucu da aç kalınan, susuz kalınan sürenin uzunluğuna ve kısalığına göre değerlendirmeyecektir. Allah, ibadetlerin Müslümanları hangi ölçüde ne kadar kötülüklerden uzaklaştırdığına bakacaktır. Allah’ın kulundan istediği samimiyettir, ihlâstır. Buyruk böyledir. Aç kalmak, susuz kalmak, cinsellikten uzak durmak amaç değildir, araçtır. Namazdaki semboller de araçtır, amaç değildir. Amaç, arınmaktır, kötülüklerden uzaklaşmaktır, hayatı disipline etmektir ve bu ölçüde Allah’a yaklaşmaktır.

Yeni bir imsâkiye

Berlin İlahiyatçılar Derneği 2016 yılında bir imsâkiye hazırladı. Hazırladığı bu imsâkiyede, uzun günlerde oruç konusunda söz söyleyen din âlimlerinin görüşlerine de yer verdi ve bu görüşleri imsâkiyenin arka sayfasına dercetti.
İbadetlerin farz kılınmasındaki asıl amaçlar göz önünde bulundurularak hazırlanan bu imsâkiye, internet ortamında da paylaşıldı. Almanya’nın değişik şehirlerinden, Avusturya’dan, Avustralya’dan, Türkiye’den telefonlar aldık. Sosyal medya üzerinden yazanlar da oldu. Memnuniyetlerini dile getiren Müslüman sayısı oldukça fazlaydı. ‘İşte bu imsâkiyedeki süreye göre oruç tutabilirim, bu mümkündür. Allah sizlerden razı olsun.’ diye dua edenlerin sayısı oldukça fazlaydı. Vakit sıkıntısından dolayı oruç tutamayıp da bu imsâkiye ile tanıştıktan sonra bir kişi bile oruç tuttuysa ne mutlu bizlere. Sıkıntı içinde olan bir kişinin problemini Kur’an’ın sınırları içinde kalarak çözmek ve onu Mevla’sıyla bin aydan daha hayırlı olan Ramazan ayında buluşturmak gurur verici bir çalışma oldu, amel oldu. Gururlandık, hayırlı bir iş yaptığımız için Mevla’mıza şükrettik.
Yapılan bu çalışmanın geç kalmış bir çalışma olduğunu yazan din âlimi arkadaşlarımız dostlarımız aradılar ve tebrik ettiler, onore ettiler, cesaretlendirdiler bizleri. Münster Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Goethe Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden ve öğretim üyelerinden gurur verici, cesaretimizi ve marifetimizi artırıcı iltifatlar aldık.
Bütün bu övgülerin yanında, karalama kampanyası yapan ve çalışmalara destek vermeyen ilahiyatçı arkadaşlarım da aradılar, onlar da yazdılar, çizdiler. Algı operasyonu ile linç girişimine tevessül edenler de oldu. Katlimize fetva verenler bile vardı.
2017 yılının Ramazan ayında konu yeniden gündeme geleceği için, oruç konusunda yaptığımız bu çalışmaları; kalıcı olsun, tarihe mâl olsun, tarihe not düşülsün diye Mocca Dergisi’nde yayınlamayı uygun gördük.

Büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır
Musa Carullah Bigiyev’in konu ile ilgili açıklaması şöyledir: “Şâri-i Kerim’in (Allah)şahadetine göre, insanı halden düşürecek derecede büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil, aksine günahtır. Oruca büyük güçlükle dayananların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle yerine getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz olur. Ayetteki ‘yutikûne’ kelimesinin manası güçlükle, zahmetle ve meşakkatle eda edebilenler demektir.” (Musa Carullah Bigiyev; Uzun Günlerde Oruç, s.136)

Allah oruç tutmayı farz kılmıştır, önceki ümmetlere de farz kılmıştır. Amaç; kulların, Kur’an’da süresi belirtilen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durarak arzularının frenlenmesi ve bu sayede empati kurabilme kabiliyetinin geliştirilmesidir. Oruç ahlaki boyutu olan bir ibadettir. Amaç; ahlaki yücelişi, ruhi arınmayı, nimetlerin kadir kıymetini bilmeyi, şükredebilme şuurunun oluşmasını sağlamaktır, paylaşımcılık şuuruna varabilmenin önünü açmaktır. Bireyi eğitecek olan toplumsal dayanışmayı üst seviyeye taşımaktır. İnsanı kötü alışkanlıklardan korumak ve temizlemektir. Böylece Müslüman arınacaktır, kendisine çekidüzen verecektir ve kendisini yeniden inşa edecektir. Aç ve susuz kalmanın anlamı bu olmalıdır.

Orucun farz kılınması ile ilgili ilk ayet şöyledir: “Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi sayılı günlerde size de farz kılındı ki Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.” (Bakara 183)
Aynı surenin 184’üncü ayetinde istisnalar açıklanır.  “Sizden kim, hasta veya seyahatte olur da oruç tutamazsa, iyileştikleri veya seyahatten döndükleri zaman, tutamadığı gün sayısı kadar oruç tutmalıdır. Oruç tutmaya güç yetiremeyenler fidye vermelidir. Fidye bir fakiri günlük iki öğün doyuracak miktarda para vermektir. Bu bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa daha hayırlıdır; kendisine iyilik yapmış olur, zira oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır, bunun şuurunda olmanız lazımdır.“
Ayette, bu istisnalara rağmen oruç tutmanın daha faydalı olacağının altı özellikle çizilmektedir. İstisna edilenler geçici bir süre için oruçtan muaftır. Ancak bu özel durum sona erince orucun tutulması gerekir. Güç yetiremeyenler ifadesi ise; iş durumundan dolayı veya kronik bir hastalığından dolayı oruç tutamayanları kapsar.
Anlaşılan odur ki; orucu sağlıklı insanlar tutacaktır. Sağlıklarını bozacak bir durumla karşılaşanlar ya fidye verecekler ya da bu şartların ortadan kalkması halinde oruçlarını kaza edeceklerdir. Yani oruç sağlıklı insanlara sağlıklarını bozmak için değil bilakis sağlıklarının kalitesini artırmak için farz kılınmıştır.
Bunun içindir ki oruç; insanların sağlığını bozmaya vesile olacak sürede ve ortamlarda tutulmamalıdır.  Çalışma şartları, coğrafi şartlar, yol durumu, psikolojik durumlar, hastalıklar gibi kişiyi sıkıntıya sokacak şartlar insanoğlunun sağlığının bozulmasına vesile olacak durumlardır. Oruç tutacağım diye bunlar ve benzeri şartlar zorlanmamalıdır. “Çünkü Allah kullarına kolaylıklar diler, zorluklar dilemez.” (Bakara 286)
Aynı surenin 185’inci ayetine göre; Oruç bir ay boyunca tutulacaktır. O ay Ramazan ayıdır. O ayda tutulamayan oruçlar Ramazan ayından daha sonra kaza edilecektir. Buyruk şöyledir: “Kur'an, insanoğluna bir rehber olarak gönderilmiştir. O doğruyu yanlıştan ayıran bir rehberdir. Ramazan ayında indirilmiştir. Sizden kim bu aya erişirse onu baştanbaşa oruç tutarak geçirsin. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde, tutamadığı günler kadar oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. Sizden istediği; belirlenen günlerin sayısı kadar oruç tutmanızdır. Bir de sizden, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı O’nu yüceltmenizi ve O'na şükretmenizi ister.”

Bu ayette üç ana kuralın altı çizilmiştir:

1- Kur’an insanlara rehber olarak gönderilmiştir. O, doğruyu yanlıştan ayıran bir rehberdir. Ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır.
2- Bu ay oruç ayıdır. Bir ay boyunca oruç tutulacaktır ve böylece sayı tamamlanacaktır.
3- Bu ayda, Allah yüceltilecek ve O’na şükredilecektir.

187’inci ayete gelince; bu ayet cinsellikten ve oruç için zaman tespitinin nasıl olacağından bahseder:
“Gündüz tutulan oruçtan sonraki gece boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helaldir, onlar sizin için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allah bu konuda kendinizi sıkıntıya sokacağınızı bilir; bu yüzden O size mağfiret ile yönelmiş ve bu zorluğu üzerinizden kaldırmıştır. Şimdi öyleyse onlara yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için uygun gördüğünden yararlanabilirsiniz ve gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz. Ama mescitlerde itikâfta iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin: İşte böylece Allah mesajlarını insanlara açıklıyor ki, O'na karşı sorumluluklarının bilincinde olabilsinler.“

 Bu ayet ile de dört ana kuralın altı çizilir:

1- Ramazan ayında iftardan sahura kadar cinsel ilişki serbesttir.
2- Kadınlar erkeklerin erkekler de kadınların velisidirler, birbirlerinin eksikliklerini tamamlarlar, faziletlerini parlatırlar.
3- Oruca güneşin doğmasıyla başlanacak ve batmasıyla da iftar edilecektir. (Ayet, indiği dönemdeki muhatabına hitap etmektedir.) 
4- Ancak itikâfa girilirse cinsellikten uzak durulacaktır. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, ihlâl edilmemelidir.

Birinci ayet grubundan anladıklarımız

Yukardaki ayetlere dönüp baktığımız zaman şu tespitleri yapabiliriz: Bakara Suresi’nin 183’üncü ayeti bütün Müslümanlara orucun farz kılındığını açıklar. Ayet indiği dönemde o coğrafyadaki insana hitap eder, ancak hüküm geneledir. Müslüman, dünyanın hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın oruç ona farzdır. Hattâ güneşin altı ay batmadığı ve altı ay boyunca hiç doğmadığı yerlerde yaşayan Müslümanlara da farzdır. Tersi de vakidir.

İstisnalar
Oruç tutacak olan insanların özel durumları da 184’üncü ayetin muhtevasını oluşturur. Burada kimlerin oruç tutmaması ve kimlerin oruca güç yetiremediği için fidye vermesi gerektiği açıklanır.  İfadeler evrenseldir.

İkinci ayet grubundan anladıklarımız
İkinci ayet grubu 185 ve 187’inci ayetleri içine alır. Öncelikli olarak bölge insanına hitap eden ayetlerdir bunlar, muhatabının kendisini anlamasını istemiştir Kur’an. Bölge, Hicaz Bölgesi’dir.  Mekke ve Medine, gecesi ile gündüzü arasında zaman farkı fazla olmayan bu coğrafyadadır. Gece ve gündüz arasında kayda değer bir fark yoktur. Bölgede gündüz ve gece her zaman 12 saat civarındadır.
Oruç Ramazan ayı boyunca tutulacaktır. Oruca güneşin doğmasıyla başlanacak ve güneşin batmasıyla da iftar edilecektir.  Kur’an oruca başlama ve iftar yapma zamanlarını bu bölgede yaşayan insanların/Arapların kolayca anlayabilecekleri şekilde ifadeye koymuştur. Müslüman Arap, güneş doğuncaya kadar yiyecek-içecek ve cinsel ilişkide bulunabilecektir. Güneşin batmasıyla da yasakları kaldıracak ve normal hayata dönecektir. Muhatap bu açıklamayı anladığı için, kolayca uygulamaya koymuş ve içine de sindirmiştir. Bu süre sağlık ve çalışma hayatı açısından oruçluya sorun çıkarmayacak, sıkıntı olmayacak bir süredir. Peygamberimiz orucun farz kılınmasından sonra vefat edinceye kadar bu bölgede bu şekilde 8 yıl oruç tutmuştur.

Uzun Günlerde Oruç

Fakat gündüzleri uzun olan veya hiç gecesi olmayan coğrafi bölgelerde bu tespit nasıl yapılacaktır? Güneş o bölgelerde, Hicaz Bölgesi’nde olduğu gibi her gün düzenli olarak doğmamakta ve batmamaktadır. Sorun burada başlamaktadır. Sıkıntı orucun nasıl tutulacağı ile ilgili değil, başlama ve bitiş zamanının nasıl tespit edileceği ve oruç süresinin ne kadar olacağı ile ilgilidir. Oruca günün hangi saatinde başlanacak ve hangi saatinde iftar edilecektir? Söz konusu sıra dışı bölgelerde açıklığa kavuşturulması gereken konu budur.

Yorum
Birinci ayet grubunda genel ifadeler kullanılmıştır ve oruç ‘Ben Müslümanım.’ diyen herkese farz kılınmıştır. İstisnalar da aynı şekilde herkes için geçerlidir. 
İkinci grup ayette Hicaz Bölgesi’nde yaşayan Müslümanlar için orucun süresi ve zamanı belirlenmiştir. Muhatapları için ayet anlaşılabilir durumdadır ancak Hicaz Bölgesi dışındaki coğrafyada yaşayan Müslümanlar için ayetlerin yoruma ihtiyacı vardır. O bölgelerde orucun, ayette tarif edildiği şekilde başlama ve bitiş şartları oluşmamaktadır. Bu durumda o bölgelerde yaşayan Müslümanlar ne yapacaklardır? Cevaplanması gereken soru budur. İşte tam burada insan aklı devreye girecek, zaman ve süre tayinini takdiri olarak yapacaktır. Müslümanlar bu konuda Allah tarafından yetkili kılınmıştır. O kadar ki, aklını kullanmayanlara Allah ‘Sizi pislik içinde bırakırım.’ demiştir. (Yunus Suresi 100)
Pislik demek; sıkıntı demektir, anarşi demektir, huzursuzluk demektir, sağlığın bozulması demektir, alt-üst olmak demektir.
Müslümanlar orucun farz kılınma gayesini göz önünde bulundurarak, Hicaz Bölgesi dışında kalan Müslümanların oruca ne zaman başlayacaklarını ve ne zaman iftar yapacaklarını,  orucun süresi ile birlikte ya takdir ile tayin edeceklerdir ya da şartlar oluşmadığı için o bölgede yaşayan Müslümanlara oruç farz kılınmamıştır, diyeceklerdir. Ayetin genel ifadesi göz önünde bulundurulursa ikinci seçenek mümkün görünmemektedir.
Bu durumda Müslümanlar, yaşadıkları bölgenin şartlarını göz önünde bulundurarak ‘Allah zorluk çekmenizi istemez, o sizin için kolaylıklar diler.’ uyarısını da dikkate alarak kendi sorunlarını akıllarını kullanarak çözmekle yükümlüdürler.

Almanya bu ülkelerden biridir

Almanya’da yaz aylarında gündüzler uzundur. Gündüzleri bazı aylarda 20 saate kadar yaklaşır. Burada yaşayan Müslümanlar Medine’deki süreyi ve zamanı esas alarak orucun başlama ve bitiş saatini kendileri takdir etmekle yükümlüdürler. Aksi halde oruç insan sağlığına zarar verir duruma gelir ki; insanların takatleri kesilir, ibadet işkenceye dönüşür. Allah böyle bir zulme müsaade etmez. Allah kendisine ibadet yapılsın diye, insanların sağlıklarıyla oynayanlara aferin demeyecektir.
Ramazan ayında iş durumu oruç tutmasını zorlaştıran Müslümanlar, oruç tutmak için doktordan rapor almamalıdırlar, yalan ile oruç aynı çizgide buluşmaz. Sahtekârlık yaparak Allah’a kulluk yapılamaz. Allah‘ın gözüne girmek için, kulların hakkını çiğnemek Allah’ın gücüne gider.

İmsâkiyeler

Berlin’de değişik cemaatler tarafından her Ramazan ayında en az 20 çeşit imsâkiye dağıtılır. Her bir cemaate ait ayrı ayrı zamanları gösteren imsâkiyelerdir bunlar. Cemaatler, kendilerini farklı kılmak için düzenlerler bu imsâkiyeleri. Kimisi imsâkı 01:05 de başlatır, iftarı 21:40 da yapar. Kimisi imsâkı 03:30 da başlatır iftarı 21:30 yapar, kimileri de 10 dakika, 20 dakika, 40 dakika, 1 saat, 2 saat ara ile imsâk ve iftar zamanını belirlemişlerdir. Hepsinde keyfilik vardır bu tespitlerin, tutarlı değildirler. Aslında önce iftar eden sonra iftar edene göre orucunu bozmuş sayılır: Çünkü, sonra iftar edene göre önce iftar edenin orucu bozulmuştur. Kendi imsâkiyesine göre dakikayı bile hesap ederken, dakikalar önce iftar eden bir başka Müslümanın orucu bozulmuş olmalıdır. Kuralsızlık kural olmuştur, bu nedenle her ikisinin de orucu bozulmamıştır. Öyleyse bu farklılıklar niçin yapılır? Farklı imsâkiyeler niçin bastırılır?  
Bu imsâkiyeler hem orucun farz kılınması açısından hem de orucu tutacak olan Müslümanın yaşadığı bölge açısından sorunludur, ayetin ruhuna uygun olarak hazırlanmamışlardır. Hicaz Bölgesi Müslümanları Medine’de 14 saat civarında oruç tutarken, Almanya’daki Müslümanın 17 saat, 19 saat, 20 saat, başka bazı ülkede 22 saat oruç tutması “Allah’ın ahlakiliği” ile bağdaşmaz. Allah zalim değildir. Bilgisiz de değildir. Yarattığı dünyayı tanır, unutkan da değildir. Adaleti emreder. Yani O Medine’deki Müslümana torpil yapmaz. Almanya’daki ya da kutuplardaki Müslümana da düşman değildir, zulüm yapmaz.
Sorun, Allah’ın değil insanların ahlakiliği sorunudur. Sorun, ibadet yaparken şartlar ne kadar zor olursa o kadar çok sevap kazanılacaktır gibi bir anlayışa sahip “şizofren kafaların” sorunudur. Bu kafaları sorgulamayan, sürü olmayı tercih eden kiralık kafaların sorunudur sorun. Allah‘ı ta’n etmenin anlamı yoktur. “Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım“ diyen bir yaratıcı yapılması gerekeni yapmıştır. “İçimizden birtakım dar kafalıların yaptıklarından ötürü bizi yok/helak edecek misin Allah’ım?” (Araf 155)

Akıllarını çalıştıranlar ne yapmışlardır?

Musa Carullah Bigiyev

Akıllarını çalıştıranlar, yaşadıkları bölgedeki Müslümanların sorunlarını çözmek için bir çalışma içine girmişlerdir. Kimileri Medine’yi, kimileri Mekke’yi esas alarak imsâkiye hazırlamışlardır. Kimileri de kıyaslar yaparak çözüm arayışına girmişlerdir. Musa Carullah Bigiyev Uzun Günlerde Oruç adlı bir kitap yazarak bu çalışmaların önünü açmıştır, O der ki:
“Tefsirciler, ‘Birinci hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu ifadeyi detaylandırmıştır’ derler ve ‘Bu şekilde bir ifadenin kullanılması Kur’an’ın mucize olmasındandır.’ açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları, mekânları, insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle bir ifade yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek daha iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep dairesinde sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Allah, konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.’ (Buhari, Edeb 31,85)
Kur’an’ı Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela; gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde, bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra eder. Bu durumda orucun zamanı ve süresi takdir edilir. Bu yorum tefsircilerin yorumlarından daha iyi olsa gerektir.

Yeryüzünde, gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır. Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; bu durumda Allah yarattıklarına karşı eşit mesafede durmamış olur. Veya oradaki insanlara kaldıramayacakları ağır bir yük yüklemiş olur; bu durumda Allah zalim olur. Veya yarattığı o bölgenin özelliğini unutmuş olur ki; Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Veya o bölgelerde oruç için gerekli şartlar oluşmadığı için orucun farz olmaması gerekir ki; bu durumda da Kur’an’ın kapsayıcılığı kalkar. Oysa Kur’an kapsayıcılığı olan bir kitaptır. Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi yerler böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O bölgelerde yaşayan insanlar orucun zamanını ve süresini kendileri belirleyeceklerdir. O zaman Allah bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek insanları ihmal etmemiş olur.
Tefsircilerin görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in ‘Şafağın beyaz ipliği siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye kadar tamamlayınız’ ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik, kapsayıcılık düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri aydınlık yahut gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i kerime tamamıyla hükümsüz kalır:
Çünkü böyle yerlerde ‘beyaz iplik, siyah iplik’ ‘fecir ve gece’ gibi şeyler bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre devamlı aydınlık, bazı yerlerinde ise devamlı olarak karanlık olur. Bu durumda İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti yeryüzünün çoğu bölgelerinde kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri, bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz. Allah gündüzünde ve gecesinde muntazamlık bulunmayan yerlerdeki insanlara orucu farz kılar mı? Yolculuktaki ufak tefek sıkıntılardan dolayı orucun kazaya bırakılmasını tavsiye eden Allah, işindeki sıkıntılardan dolayı fidye verilmesini tavsiye eden Allah, gündüzleri uzun olan yerlerde yaşayan insanlara Ramazan orucunu farz kılar mı? Kolaylık ilkesi üzerine kurulmuş olan İslamiyet’in şanına bu ayrımcılık yakışır mı?
Buna göre olsa gerektir ki Kur’ân-ı Kerim, ‘Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidâyeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere Kur’an işte bu ayda inmiştir.’ ayetinin sonunda ‘Onu oruçla geçiriniz’ gibi genellik ve belirlilik ifade den bir kelime kullanmamıştır. Bunun yerine Kur’an, ‘Sizden kim bu ayı idrak ederse o ayda oruç tutsun’ gibi günleri ve ayları normal olan yerlerde yaşayan insanlara mahsus bir hitabı tercih etmiştir. ”Gece ve gündüzü sıkıntılı olan yerlerde ayı idrak etmek mümkün olmaz. Bu idrak baş gözüyle görmekten ibaret bir idrak değildir. Bizzat o bölgelerde ikamet etmektir. Ve ayın tümünde o yerde ikamet etmeye devam etmektir.
Mekke ve Medine’de en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilirler.“ Musa Carullah Bigiyev, Uzun Günlerde Oruç, Doç. Dr. Abdullah Kahraman İz Yayıncılık, İslâm Klasikleri Dizisi:35, İstanbul, 2009)

Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu
“Gündüzleri uzun olan günlerde, Mekke ile Medine’nin oruç süresinin ortalaması alınarak Ramazan orucu tutulmalıdır. Bu uygulama Kur’an’ın ruhuna daha uygundur. ‘Allah kimseye gücünün üzerinde bir teklifte bulunmaz.’”(Türk Eğitim Derneği Berlin Konferansı/ Mocca Dergisi)

Prof. Dr. Süleyman Ateş
“Kur'ân-ı Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek saatlerde kılınır.” (Süleyman Ateş, Yeni İslam ilmihali/Reşid Rıza-Menar Tefsir)

Molla Hüsrev (Fatih Sultan Mehmet dönemi şeyhülislâmı)
“Vakitleri normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm )

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah
“45 derece ile 90 derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de böyledir.
Peygamberimiz’den şöyle bir hadis gelir: ‘Deccâl’in bir günü sizin bir seneniz kadar uzun olacaktır. Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır.’
- Ya Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o günde namazlar nasıl kılınacaktır?
- Şöyle cevap vermiştir:  ‘Takdir edilerek! Yani uzun günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak. Nasıl takdir edilip, nasıl hesaplanacak?  En yakın normal vakitli ülkenin takvimi ve saatiyle takdir olunup, hesap edilerek.’” (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)

T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı

“Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.“ (Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı, Tarih: 10-11.06.2009)

Rusya Müftüler Konseyi

“Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ruşan Abyasov Gündüz vakti ortalaması olan 12 saatin çok üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı bölgelerde oruç, Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir.“ (www.topragizbiz.com, http://ramazan.haber7.com/)

Prof. Dr. Hayrettin Karaman

“Güneşin aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî olarak ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır. Bu şartlarda yaşayan müminlerin uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir:
1. Mekke takvimini uygulamak.
2. Kendilerine en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine Hz. Peygamber'e, bu ‘bir yıl kadar uzun günde’ namazları nasıl kılacaklarını soran sahâbîler, ‘Daha önceki normal günlere göre kılarsınız’ cevabını almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim, "Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayrettin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri).


“Güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş batımı tespit edilerek, imsâk ve iftar vakti belirlenir. Unutmamak gerekir ki paralel ve meridyenler itibaridir. Öyle bir şey yoktur ama itibari olarak hesap yapmakta kullanılırlar. Orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen itibari bir zaman tayini yapılır. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. İsterlerse Mekke’ye ve Medine’ye kıyas yapabilirler, isterlerse başka bir yere. Bu konuda bütün insanları bağlayan bir fetvaya gerek de yoktur. Ama ibadetlerde birlik ruhu önemlidir ve fetvanın bu anlamda önemi vardır. İslâm her coğrafyaya göre ayrı yorumlanır. Ebu Hanife’ye ‘Neden kendi görüşüne göre fetva veriyorsun?’ dediklerinde, şu meşhur sözünü söyler ‘Bizden öncekiler adamsa biz de adamız.’ (Mocca Dergisi s.24)

Prof. Dr. İlhami Güler

“Bilindiği gibi Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç adlı kitabında bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilecekleri fikrini ileri sürmüştü. Ben de, günlerin uzun ve en sıcak olduğu yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik, endüstri, fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya ateş ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan ayı içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine gelince; bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına, dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi; susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir. Orucun her otuz yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların kullandıkları ‘Kameri’ takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların kendileri İslam’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî anlamda vaz’ ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar ‘Güneş’ takvimi kullanıyor olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında, orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının Bahar mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir ‘meşakkat’ durumu ile denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette ‘Allah, kolaylaştırmayı murad eder, zorlaştırmayı değil’ denmektedir. Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında oturan din bürokratlarının (Diyanet İşleri bürokrat-memurlarının) ve ilahiyatçıların vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların mağduriyet durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar. Buna örnek olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük “kefaret orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü olmadığı halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda kasten yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise sadece cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına hükmetmişlerdir.” (http://arsiv.taraf.com.tr)

Bayraktar Bayraklı

“Oruç zamanının ve süresinin tespiti, Güneş takvimine göre yapılmalıdır. Bu durumda uzun günlerde oruç tutma sıkıntısı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu çalışmayı Kutlu Doğum Haftası’nda Diyanet İşleri Başkanlığı yaptı. Artık yılın her mevsiminde Peygamberimizin doğumunu kutlamıyoruz. 1989 dan beri 14-20 Nisan tarihleri arasında kutluyoruz. Bu konuda da Diyanet İşleri Başkanlığı karar alabilir.”

Berlin İlahiyatçılar Derneği(BİLAD)
“Uzun günleri olan bölgelerde Medine’deki oruç süresi esas alınır, başlama ve bitiş zamanı da bölge şartları esas alınarak tespit edilir. Bilhassa çalışma şartları ve işe gidip gelme zamanları bu tespiti yapmada belirleyici olmalıdır. Bu bir usuldür, Kur’an’ın ruhuna uygun bir usuldür, tutarlı bir usuldür, gerekçeleri vardır, Sünnet de aynen böyledir. Dünyanın neresinde bir Müslüman varsa, böyle bir imsâkiye onların elinden tutacaktır. Buna göre Medine esas alınacak, orucun başlama ve bitiş zamanının tespiti yapılarak o süre oraya monte edilecektir.  Allah her şeyi en iyi bilendir.”

Sonuç 

1-Kur'an'ı, indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Bizlerden istenen budur. Din bizim elimizde insanlara sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Oruç Medine'de farz kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Medine gecesi ve gündüzü eşit olan bir zaman ölçüsüne sahiptir. 12+12=24

2- Oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline edilmesidir. Helallere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda "umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunacak olan şeyler bellidir. Yalandan- iftiraya, kalp kırmaya, cimrilikten- ihtikâra ve israfa kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunacaktır. İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.

3-Aslında oruç kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğimiz ibadetlerin ön şartıdır. Sevap ve günah o ibadetlerin yapılıp yapılmayışıyla ilgilidir.

4- İbadetler bazı coğrafi bölgelerde yaşayan Müslümanlara avantaj sağlarken, diğer bölgelerde yaşayanlar için dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki Müslümana eşit mesafede durur. En doğrusunu Sahibimiz bilir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder