29 Haziran 2017 Perşembe

SEYRAN ATEŞ CAMİ AÇMIŞ



- Seyran Ateş cami açmış dediler; hayırlı olsun dedim, imamlık da yapmış dediler; neden olmasın dedim. – 
 
Cami toplanma yeri demektir. Herkesin bir yerlerde toplanma hakları vardır. Cami sadece 5 vakit namaz kılınan yer anlamına gelmez. Seyran Ateş de, o açtığı cami de 5 vakit namaz kılacak değildir. Eğer kılacaksa, kıldıracaksa; o zaman Müslümanlar da onu alkışlayacaktır. Ben Seyran Ateş’in arkadaşlarıyla birlikte oturup sohbet edecekleri bir yer açmış olabileceğini düşünüyorum. Çay kahve içecekler, konuşacaklar, tartışacaklar, stres atacaklar ve dağılacaklardır. H2O şeklinde bir formül yazarsanız bunun suyu meydana getiren element olduğunu herkes anlar, bilir. H2M suyu oluşturan elementtir derseniz herkes size güler, ciddiye almaz. Seyran Ateş’in Camisi de böyle bir şeyse, yani H2M ise, Müslümanlar o mekânın 1400 yıllık gelenek içinde var olan cami olmadığını anlayacaktır. Tercih meselesi. 
 
Gelelim kadın imam meselesine
Kur’an’ın hiç bir ayetinde kadın imam olamaz anlamına gelebilecek bir ayet yoktur. Üstelik Kur’an birçok ayetinde kadın ve erkek eşitliğinden bahseder. “Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler. Namazı hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir, Allah'a ve Resul’üne itaat ederler. İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir, üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”(Tevbe 71) 
 
Bu konuda Peygamber uygulaması da vardır
''Peygamber Ümmü Varaka adında bir kadını, oturduğu mahalledeki mescide imam olarak tayin etmiş ve o da bu câmide günlük vakit namazlarını erkeklerden müteşekkil cemaatlara kıldırır olmuştur.”(Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi c.1, s.172)
Görüldüğü gibi Kur’an ve Sünnet’in tavrı çok nettir. Hatta kadından yanadır demek daha doğrudur. O devirde ki; Ortaçağ’dır, Avrupa’da kadın insan mıdır, değil midir tartışması yapılıyordu ve karar, “kadın insan değildir” şeklinde çıkmıştır. Kur’an kadına hakkını işte o zaman verdi. Tevbe Suresinin 71. ayeti işte o zaman indi. Kadına seçme ve seçilme hakkı işte o zaman verildi (620, Ortaçağ). Biat şeklinde literatüre giren bu kavram seçme ve seçilme hakkı demektir. Biat; karşılıklı ahitleşmedir. Tek taraflı kabul değildir. Akabe batlarında kadın vardır, Uhut’ta kadın vardır, Hudeybiye’de kadın vardır, Hendek’te kadın vardır, Ticarette kadın vardır, Cemel Vak’a’sında kadın vardır... Bugünün demokrasi havarisi olan ülkeleri başta Almanya olmak üzere; kadınlara seçme ve seçilme hakkını kısmi olarak 1918’de verirken, ABD 1920, Birleşik Krallık 1928 yılında vermiştir. Fransa 1944, İtalya 1945, İsviçre 1971 yılında vermiştir. 
 
Kur’an’dan ve Sünnet’ten kopuşlar
Peygamberimiz’in vefatından hemen sonra Kur’an ve Sünnet dışı bilgiler İslâm literatürüne girmeye başlamışsa da, kurumsal olarak hicri 150 yılından itibaren mezheplerin varlığına rastlarız: İslâm coğrafyası genişlemiş, dil değişmiş, yaşam şartları değişmiş, sorunlar başkalaşmış, kültürler değişmiştir. Yeni olaylara yeni fetvalar gerekmiştir. Her âlim tabiatıyla kendi bulunduğu şartlara uygun fetvalar vermiştir ve bu fetvaların çoğu idari fetvalardır, olayın ortadan kalkması durumunda da fetvanın tedavülden kalkması gerekirken, kaldırılmamıştır. Bu fetvalar dinin aslından değildir, dinden değildir, din de göz önünde bulundurularak insanların ihtiyacına göre verilmiştir. Aynı fetva başka bir coğrafyada geçerli olmayabilir. Müslümanlarda kadın imam geleneği yoktur denilebilir. Ancak, Kur’an ve Sünneti devre dışı bırakıp da mezheplerde bulunan fetvaları esas alarak “İslâm’da kadın imam yoktur” gibi ucube iftiralarla/fetvalarla İslâm’ı yargılamak doğru olmaz. Böyle bir gayret ancak İslâm düşmanlığından kaynaklanır. 
 
Eşcinsellik meselesi
Seyran Ateş bir açıklamasında da “eşcinseller camilere gelemediği için ben bu cami (toplantı yeri)’yi açtım” demiş. Ben öyle duydum. Eğer bu doğruysa, böyle bir düşünceyle açmışsa camiyi Ateş, ben Ateş’i tebrik ederim. Ancak bunu camilere giremedikleri için değil de, “ben onlara bu mekanda başka imkanlar da sunuyorum” diye açtım, kendilerini burada daha rahat hissediyorlar diye açtım deseydi daha gerçekçi olurdu ve o zaman söyleminden provokasyon kırıntısı çıkmazdı. Eşcinsellerin camilere gelmelerinin yasak olduğunu kim söylerse söylesin halt etmiştir. Kimsenin eşcinsellerin camiye gelmesinin yasak olduğuyla ilgili bir fetvası olamaz, yoktur. Yaratılan her canlı Allah’ın kuludur ve Allah kulları arasında ayırım yapmaz. He kulun Yaratıcısına ibadet etme hakkı vardır, hürriyeti vardır. Allah’ın verdiği bu hakkı kimse onların elinden alamaz. Ancak eşcinsel olan o kişi kalkıp da o mekanda provokatif eylemler yapıyorsa, bu durumda o kişide iyi niyet aranmaz, o provokatördür veya onu kullananlar provokasyon peşindedir. Ben eşcinsel olan birinin bugüne kadar camilerden atıldığına dair bir duyum almadım ve kendim de böyle bir olaya şahit olmadım. Ama eşcinsel olarak bildiğim insanların ibadetlerini yaptıklarına şahit olmuşluğum vardır.
Camiler Müslümanların, Kiliseler Hristiyanların, Havralar Yahudilerin, Tapınaklar Putperestlerin kutsal mekânlarıdır. Bu mekânların dokunulmazlığı vardır. Lütfen oralara giderek Rableriyle birlikte bütünleşmeye çalışan insanları kimse provoke etmesin. Böyle bir hak da yoktur. Müslümanın liberali, kapitalisti, komünisti, faşisti, kemalisti, modernisti falan olmaz; Müslüman Müslümandır. Onun adını Allah koymuştur. (Hacc 78) Onların nelerle mükellef oldukları da Kur’an’da detaylı bir şekilde mevcuttur. Müslüman olduğunu söyleyen kişiler Kur’an dışı İslâm’dan bahsediyorlarsa onlara Kur’an zaten Müslüman demez. Müslümanlık farklı bir kimliktir, bu farklı kimliğin farkında olmayan Müslümanlar varsa, ki; vardır. Bunlar cahildir...Bu gibi insanların İslâm hakkında konuştuklarına da itibar edilmemelidir... 
 
Ölüm tehdidine gelince
Müslümanlar tarafından ölüm tehditleri aldığından da bahsediyor Sayın Ateş; Neden ölümle tehdit edilsin ki? Müslümanlar onu muhatap bile almazlar. İbadet yapmak isteyen bir kişiye neden Müslümanlar tavır alsınlar. Ancak kendisi böyle bir işin yapılmasını istiyor da birisi bana saldırsın diye medya aracılığıyla ilan ediyorsa, o başka. O zaman durup düşünmek lazımdır. O zaman bu cami projedir deriz. Bu şekildeki haberlerle, Müslümanları provoke etmek istiyorlar deriz. Kadından imam mı olurmuş diye saldıracaklar ve o toplantı yerini tahrip edecekler, sonra da Müslümanlar camiye saldırdı, kadın imamı darp ettiler diye haber yapacaklar, asıl yapılmak istenen budur deriz... “Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.”(Enam 159) ayetini okuruz. 
 
“House of One”
Seyran Ateş kendisi söylüyor “House of One” projesinin içinde olduğunu, “Berlin Türk” e verdiği röportajda. Bu projenin kimin projesi olduğunu da herkes biliyor. “SPD‘nin başbakan adayı Schulz da Berlin'de kadın ve erkeklerin birlikte ibadet ettiği liberal camiye Türkiye’den yöneltilen eleştirilerin "tahammül edilemez" olduğunu söylemiş.” Sayın Schulz espri yapmış olmalı. Müslümanların 1400 seneden beri devam edip gelen bir cami geleneği vardır. Kimse bu geleneği yok sayarak Müslümanlara hakaret etme hakkını Sayın Schulz’a vermez. Hele oturduğu Sosyal Demokrat koltuğu hiç vermez.
Sayın Ateş ve Sayın Schulz; Müslümanlar 50 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşıyorlar. Bir Müslümanın eline silahı alıp da, terör yaptığını, savunmasız masum insanları öldürdüğünü, kiliseleri yaktığını, Bockwurstçuları sırf Almandır diye öldürdüğünü gördünüz mü, böyle bir şey söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz.
Sayın Schulz; karikatür çizerler Müslümanların Peygamberine hakaret ederler, türban derler Müslümanların başörtüsüne saldırırlar, Cami yakarlar Müslümanların inancına saldırırlar, Yabancılar dışarı! derler dönerci esnafını katlederler, şiir okurlar Müslümanların liderlerini aşağılarlar sırf Müslümanları provoke etmek için bunu yaparlar; ama Müslümanlar yine de çıkıp bir masumun canına kıymaz, onu aşağılamaz. Çünkü o Allah’tan korkar, öldükten sonra hesaba çekileceğine inanır. Cami, açılsa da yakılsa da, oraya kadın imam konulsa da, karikatür yapılsa da bu vesile edilerek oradaki masum canlar katledilse de...
Müslüman artık kimin ne yaptığını niçin yaptığını çok iyi biliyor...Şu iyice bilinmelidir ki; bundan sonra onları kimse oyuna getiremeyecektir...
”Çatlasalar da getiremeyecekler, patlasalar da.”( Saf 8)
Rüştü Kam

17 Haziran 2017 Cumartesi

İftar Sofraları 2017 (II)




Ramazan oldukça bereketli geçiyor. Camiler teravih namazında istenildiği gibi cemaat doluluğuna ulaşamamış. Gençler teravih namazına fazla ilgi göstermiyorlar. Gecenin kısalığı elbette büyük etken. Berlin’de onun üzerinde imsakiye var. Bir imsakiyenin iftar saati diğerine göre 10 dakika ile 30 dakika farklı olabiliyor. Sahurlar da oldukça renkli; 01.30’da imsak yapanlar olduğu gibi . 2.00’de 3.00’ te 4.00’te ve 4.33’te imsak yapanlar da var. Kim hangi ölçüye göre bu farklılıkları ortaya koydu o belli değil. Belli olan şey şu: 10 dakika, 15 dakika 30 dakika arayla oruçlarını açanlar, ilk açana göre orucunu yemiş sayılıyorlar ki; ikisi aynı saatte oruçlarını açmıyorlar.

1.30’da imsak yapan kişi 21,5 saat oruç tutuyor. 4.30’da imsak yapan kişi 18. saat oruç tutuyor. 19 20 saat tutanlar da var. Bu farklılık sadece Berlin için geçerli. Halimize ağlayacağımıza gülüyoruz. Bir de seninki yanlış benimki doğru kavgası var. Orucun keyfiyetiyle meşgul olan fazla yok.
Kavga; senin orucun olmadı benim orucum oldu kavgası, birbirlerini fitnecilikle suçlama kavgası. Allah, hangilerinin orucunu kabul edecek onu bilmek mümkün değil. Bilinen şey her bir Müslüman cemaatin kendi orucunun kabul edildiğine, öbürünün orucunun kabul edilmediğine inanıyor olmalarıdır. Allah bu Müslümanların başlarındaki hocaları ıslah etsin… Bu yol kesicilerin arkasından sorgulamadan körü körüne giden cemaate de akıl fikir versin.

Türk Eğitim Derneği (09.06.2017)
Üçüncü haftanın ilk iftarını Türk Eğitim Derneği’nde (TED) açtık. Bay ve bayanların katıldığı iftar sofrası fevkalade bereketliydi. Türkiyem Restoran hazırlamış yemekleri. Kuzu tandır ana yemek. Severek içtiğimiz çorba buğday çorbası. Günün hatibi Martin Spangenberg. Spangenberg; 5. Emniyet Şubesi, AGIA Müdür yardımcısı. Spangenberg, Komiser Mehmet Aydın ile birlikte gelmişler iftar sofrasına. AGIA (Arbeitsgebiet Interkulturelle Aufgaben) Kültürler arası çalışma grubu olarak göçmen uyruklu derneklerle, kurumlarla, cemaatlerle devamlı temas halinde bulunan emniyet müdürlüğü içinde bir bölüm. Görevleri Berlin’de suç işleme oranını azaltmak. Bunun için daha suç işlenmeden önlemler almak.

Spangenberg yaptığı selamlama konuşmasına şunları söyledi: “Öncelikle davetiniz için teşekkür ederim, Ramazanınız mübarek olsun. Türk Eğitim Derneği’nin düzenlediği iftarlara 10 senedir devamlı katılıyoruz, artık bizim ekibimiz için gelenek haline geldi. Geçen sene aramızda olanların bazıları bugün yok, onları saygıyla anıyorum. Türk Eğitim Derneği’nin vefat eden başkanı sevgili dostumuz Ahmet Yumuşak’ı burada rahmetle anıyorum. Vefa duygusu çok önemlidir ve anlamlı bir şeydir. Biz sayın başkanı ve hatırasını unutmayacağız.

Türk Eğitim Derneği’nin tamamen yenileniyor olması daha da güzel, çok güzel bir atmosfer olmuş. Yıllardır eğitim amaçlı çalışmalar yapan ve bünyesinde resmi bir kütüphanesi bulunan, iki dilde yayınlanan MOCCA dergisini çıkaran bir ilim yuvası burası, örnek bir kurum, burasını herkesin desteklemesi gerekiyor.

Bu tür davetler karşılıklı tanışmalara vesile oluyor. Bizlerin ne olursa olsun karşılıklı konuşmaya ihtiyacımız var. Herkesin aynı düşünceyi savunmasının mümkün olamayacağını biliyoruz. Buna rağmen insanlar konuşarak sorunlarının üstesinden ancak gelebilir.

Birbirimizle konuşalım, tartışalım, beraber olalım, tavla da oynayalım, ama sadece tavla oynamayalım, sonrasında birbirimizle mutlaka konuşalım, konuşmak önyargıları kaldırır.
Rüştü Hoca’nıza sorular sorun, başka kaynaklardan da bilgiler alın sonra hocanızı bu bilgilerle tekrar sorgulayın bu bilgilerle onu karşı karşıya getirin. Bizler çok kötü olaylarla karşılaşıyoruz, konuşmadığımız için karşılaşıyoruz bu olayların çoğuyla, insan olan herkesi rahatsız edecek olaylar bunlar. Bir örnek vereyim: “Adamın birisi dini yanlış anlamasından dolayı karısını döverek hastanelik etmiş, 3 yaşındaki kızının saçlarını da aynı nedenden dolayı sıfıra vurdurmuş, ‘inançsızlar’ kızımın saçlarına bakmasın“ diye yapmış bunu. Bu gibi aşırı akımlar var, biz onlarla mücadele ediyoruz, bu gibi konuların çözümünde sizlere şiddetle ihtiyacımız var, bize yardımcı olmalısınız, bu gibi meseleleri onlarla konuşmalısınız, birlikte konuşmalıyız.”

Yemekten sonra misafirlerin sorularını da cevaplayan Spangenberg, bir soru üzerine Kottbusser Tor (Berlin)‘daki uyuşturucu tacirleri hakkında şunları söyledi: „Evet emniyet olarak çok eksiğimizin olduğunu biliyoruz. Kottbusser Tor‘daki olayları takip için özel bir ekip kuruldu. Bu ekibin görevi Kottbusser Tor‘u tekrar yaşanabilir hale getirmek. Tabii ki polisin yaptığı çalışma halk tarafından fazla görülmüyor.
Polis olarak problemlerimiz var, bunu biliyoruz. Polis meydana çıkınca ortadan kayboluyorlar, sonrasında geri geliyorlar. Esrar, eroin satıyorlar, çünkü kısa yoldan daha çok para kazanma imkânları var. Lüks arabalar kullanıyorlar, markalı ayakkabılar giyiyorlar. Bu Arz - talep meselesi.
Kısa vadeli bir başarı beklentimiz yok, uzun vadeli olarak bakıyoruz meselelere. Ayrıca hukuk sitemimizde de bazı boşluklar var. Olayların daha hızlı bir şekilde çözülmesine yardımcı olmuyor sistem. Mesela biz yakalıyoruz birisini, bakıyoruz bir süre sonra aynı şahıs karşımıza çıkıyor, delil yetersizliğinden dolayı serbest bırakılmış. Bu kişilerin Alman, Türk, mülteci olması arasında fark yok. Bazen özel bir işi yaptırmak için dışardan suça özel adam bile getiriyorlar.

Esnaf şikâyetinde haklıdır, ama polis çözüm makamı değildir. Çözüm makamı siyasettir, hukuktur. Siyasiler üzerinde baskılar kurun, bunun için de seçimlere katılın, vekillerinize değişim için baskı yapın. Öyle oturduğunuz yerden şikâyet etmekle sorunlar çözülmez. Halkın, polis teşkilatıyla dayanışma içinde çalışması gerekiyor. Birbirimize güvenmemiz gerekiyor. Biz bugün burada istenilen o güven ortamını oluşturmak için varız. Komiser Mehmet Topal sizden birisi, buraya onunla birlikte geldik. Herkesin biraz gözlerini açıp sağına soluna bakması gerekiyor. Eğer komşumuzu üç hafta boyunca görmediysek, posta kutusu taşıyorsa onu merak etmemiz lazım. İnsanlık bunu gerektirir.
Her şeyi de polisten devletten beklemeyelim, anne babalar çocuklarına sahip çıksınlar, gençleri meslek yapmaları için, okumaları için teşvik etsinler. Herkesin görevini yapması lazım. Sizler de elinizi taşın altına koyun. Gençlerinizi polislik mesleğine yönlendirin, bize gelsinler onlara her hususta yardımcı olmaya hazırız.“

BİG Partisi
BIG partisi değişiklik yapmış. Herkes iftar yemeği veriyor, biz de sahur yemeği verelim demişler. Mutfak Restoran’da sahur yemeği vermişler, davet ettiler biz de katıldık. Gençlerin çoğunlukta olduğu bir katılım vardı sahur yemeğinde. Yusuf Dinç sahur sofrasına özen göstermiş. Omlet, zeytin çeşitleri, peynir çeşitleri, bal, tereyağı, haşlanmış yumurta, unlu mamüller… Zengin bir sahur sofrası hazırlanmış. Yanında Rize çayı da olunca kahvaltının keyfi bir başka oldu.

Sıcak bir ortamda yenildi sahur yemeği. BIG Partisinin Berlin Bölge başkanı İsmet Mısırlıoğlu yaptığı konuşmada, BIG Partisi’nin çok kısa zamanda büyük yol kat ettiğini ve yakın gelecekte Federal Parlamento’ya girebileceklerini söyledi. Sadece Türklerin değil bütün Almanya’nın Partisi olduklarından dem vurdu Mısırlıoğlu. Ancak önceliklerinin göçmen kökenliler olduğunu söyledi. Konuşmanın özeti şöyledir: “Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Biz kimseyi kendimize rakip de görmüyoruz. BIG Partisi’ne sahip çıkmamız gerekiyor... Göçmenlerin toplumun en mağdur kesimi olması nedeniyle bunlar için öncelikli taleplerimiz var. Mesela; ana dil eğitiminin yaygınlaştırılması, din dersi ihtiyacının karşılanması, helal kesim, başörtüsü konusu… Bunların yasal zemine oturtulması gerekir. Ayrıca okullarda çocuklarımıza farklı şeyler empoze ediliyor, biz buna karşıyız. Sadece Türk kimliği değil. Alman kimliği de erozyona uğruyor. Kültür ve gelenekler de önemli. Çoğunluk toplumu da geleneklerinden kopmak üzere. Bunu bizim korumamız lazım. İnsanlar ne kadar kendi kimliklerini, geçmişini bilirse, geleceğini de o kadar kendileri belirler. Dolayısıyla okuldaki derslerin daha nitelikli okutulması lazımdır. Halkın sandığa gitmesi çok önemlidir. Oyunuzu mutlaka kullanın çünkü demokrasilerde herkes oyu kadar ciddiye alınır. Artık zaman, siyasi teslimiyet değil, siyasi temsil, rehavet değil, hareket, ayrımcılık veya ötekileştirmek değil, birlik ve beraberlik zamanıdır.“

Madem bir parti kurulmuştur, siyaset yapılacaktır, Almanya siyasetinde yer alınacaktır: Almanya’da nasıl bir siyaset izleneceği de iyi planlanırsa, bu konuda gençlere önem verilir ve yetiştirilirse BİG partisi gelecek için iyi bir siyaset okulu olabilir. Neden olmasın…

Berlin Başkonsolosluğunun iftarı
İftar yemeği Şehitlik Camii’nin bahçesinde verildi. Mekân seçimi itibarıyla anlamlı bir iftar yemeği.  Giritli Ali Aziz Efendi’yle birlikte iftar sofrasına oturmak ve onun maneviyatından feyiz almak iftar yemeğine ayrı bir anlam kattı. Bu seçimde başkonsolosluğun katkı payı büyüktür, bizi Berlin’in ilk mukim Büyükelçisi ile iftar sofrasında buluşturduğu için kendilerine müteşekkirim. Berlin Büyükelçiliği de ilk Büyükelçimizin manevi huzurunda bizleri buluşturabilirdi…
Katılımcılar renkli simalara sahipti. Masalar sırt sırta oturulacak şekilde dizilmiş. Şehitlik Camii yönetiminde Muharrem Keskin ve Eşi Sema Keskin misafirleriyle yakından ilgilendiler.

Ev sahibi Başkonsolosumuz konuşma yapmak için kürsüye davet edilinceye kadar ortalıkta görünmese de konsolosluk çalışanları bayanlar eksikliği hissettirmemek için gayret sarf ediyorlardı. Oldukça sempatik davrandılar. “Hoş geldiniz,…nasılsınız,…yer bulabildiniz mi? Gibi sorularla misafirlerin gönüllerini aldılar. Garsonluk yapan kızlarımız da özverili çalışma yaptılar. Ancak garsonluk da olsa o mesleğin eğitimini almak gerekiyor, sadece masaya tabak getirmekle garson olunmuyor galiba.
Sayın başkonsolosumuzu sadece kürsüden misafirlere hitap ederken gördük. Konuşmasına hazırlanmadan gelmiş, birkaç beylik lafla konuşmasını sonlandırdı ve kürsüden ayrıldı. Böyle günlerde o makamları işgal eden Beyefendilerden günün mana ve ehemmiyetinden bahseden mesaj yüklü konuşmalar bekleniyor, halkımızın isteği de bu yöndeydi. Her iftarda ayrı ayrı konuşma hazırlamak zor ise; bir iftar konuşması hazırlanır ve bu hazırlıkla bir ay boyu gidilen her yerde konuşulur. Oturulan makamın hakkını vermek gerekir diye düşünüyorum…

Ayrıca ev sahibinin, girişte uygun bir yerde durarak misafirlere “Hoş geldiniz” demesinin o kadar da zor olacağını sanmıyorum. Hem eski Büyükelçimiz Hüseyin Avni Karslıoğlu hem de eski Başkonsolosumuz Ahmet Başer Şen’den biz böyle gördük. Böyle biliriz..

İftar yemeğini Türkiyem Restoran hazırlamış; çorbayı zevkle içtik, ana yemek burada da yine kavurma. Elçiliğimizin iftar yemeğinden sonra önümüze gelen ikinci düğün yemeği. Ne istenirse o pişiriliyor herhalde. Ancak bir fark var, en azından bu kavurma istenilen kıvamda olmasa da biraz kavurmaya benzemiş, az da olsa kavurma tadı aldık. Hiç haşlanmadan, içine hiç su katılmadan kavrulsaydı daha lezzetli olacaktı. Pilav lezzetliydi ama daha da lezzetli olabilirdi. Keşke pilav için Tosya pirinci kullanılsaydı ve bol tereyağıyla kavrulsaydı. Malzemesi zengin, şehriye, nohut, kuş üzümü ve tarçın birlikte kullanılmış. Eksikliklerine rağmen pilava tam not. Örnek alınmasını dilerim.

Şerbet Başkonsolosluğun iftar sofrasına da gelmedi.  Şerbet hazırlatmak bu kadar zor bir şey midir? Milli kıyafetiyle, sırtında güğümüyle şerbet dağıtan bir “şerbetçi” bulmak o kadar zor bir şey midir? Burada yoksa Türkiye’den getirtilemez mi? Biz Kültürümüzü nasıl tanıtacağız, nasıl anlatacağız, bulunduğumuz ortamlardaki yeni neslimize ve yabancılara?

Bir gün Türk mutfağının, Osmanlı mutfağının o eşsiz lezzet içeren yemekleri iftar ve sahur sofralarının vazgeçilmezleri olacaktır, ben buna inanıyorum. Kendi milletinin, kendi kültürünün aşığı Büyükelçilerimiz ve Başkonsoloslarımız mutlaka olması gereken yerlerde olacaklardır. Dün olmaz dediklerimiz bu gün bir bir olmaya başladıysa onlar da olacaktır. Ne gam…

Çay iki ayrı demlikte demlenmiş. Birisi Seylan çayı öbürü ÇAYKUR çayı. Çay sorumlusuyla görüştük ve bize müjde verdi, “ileriki günlerde bu ocakta Türk çayından başka çay kullanılmayacaktır.”
Din Hizmetleri Ataşesi Ahmet Fuat Bey 930 camilerinin olduğundan bahsetti. DİTİB’in bütün camilerinde ÇAYKUR çayının satıldığını düşünelim ve  bu rakama diğer cemaatlere ait olan camileri de ekleyelim, böylece Karadeniz halkına büyük ekonomik destek yapılmış olunmaz mı?. Biraz milliyetçi olmanın kimseye zararı olmaz. Kur’an milliyetçiliği değil ırkçılığı yasaklamıştır.

Yeri gelince falanca içeceği içmeyelim diye boykot kampanyaları düzenleyenler, klavye mücahitliği yapanlar, kendi içeceklerine niçin sahip çıkmazlar anlamak mümkün değildir.
Devam edecek…

15 Haziran 2017 Perşembe

İftar Sofraları 2017


İlk iftarımızı yönetim kurulu üyelerimizle birlikte Türk Eğitim Derneği’nde(TED) açtık.  Ramazan ayının bereketi bir başka oluyor. Teravih namazları, iftar yemeği için yapılan hazırlıklar ve iftar sofraları. Ramazan ayı tebrikleri de var. Tatlı bir telaştır gidiyor. Sıcacık Ramazan pideleri, özenle hazırlanmış iftar yemekleri, Ramazan ayına özel güllaç tatlıları, çam fıstıklı irmik helvaları daha neler neler işte 11 ayın Sultanı bütün zenginliğiyle, cömertliğiyle, bereketiyle bizleri kucaklamış, çepeçevre sarmalamış durumda.
Etrafımıza bakarsak milyonlarca Euro harcayıp karnavallar, festivaller düzenleyerek insanları bir araya getirmeye çalışanları görürüz. Bu festivallerle insanların kucaklaşmaları, mutlu olmaları istenir. Ancak Ramazan ayı öyle değil, Müslümanlar para harcamadan, sadece Allah emrediyor diye bir araya geliyorlar, kendiliğinden organize oluyorlar ve ellerinde avuçlarında ne varsa birbirilerine ikram etmek için yarışıyorlar, “İftar için bugün bize gelin…, yarın da bize”… herkes bir yarışın içinde. Ne güzel…

Türk Eğitim Derneği’nin ilk iftar sofrasında Ramazan ayının cömertliğinden bahsettik, oruç tutmanın aç ve susuz kalmamak olduğunu konuştuk. Amacına uygun olarak tutulan bir orucun kazandıracağı güzel hasletlerin ve böylece Ramazan ayında kazanacağımız bu güzel alışkanlıkların, diğer 11 ayda da aynıyla devam etmesi gerektiğinin altını çizdik. Güzel bir ortamda ikinci orucumuza giden adımımızı attık.

NETU

İkinci iftar sofrasına NETU’da oturduk. Çiçeği burnunda bir iş adamları derneği. Salon tıklım tıklım dolu, yönetim kurulu üyeleri misafirleriyle teker teker ilgilendiler, yüzleri gülüyor, sevinçliler. İftar menüsünü Türkiyem Restoran hazırlamış, kuzu tandır geldi önümüze.  Mükellef bir sofra, iftar sofralarında da düğün yemekleri yemeye alışmıştık maalesef, NETU bu alışkanlığımızı sonlandırdı, güzel de oldu. Yemekten sonra da Rize çayı ikram edildi…İşte kültür elçiliği böyle olur.
NETU, Berlin’de yaşayan işadamlarının vesayet usulüyle çalışmaya son vererek oluşturdukları bir kuruluş, başarılar diliyorum o genç yiğitlere. İftar sofrasına getirdiğiniz bu yeni menü anlayışı gibi Berlin’e de yeni bir işadamları nefesi üfleyin. Küçük işletmelerin derneği olmaktan ziyade holdingleşmeyi teşvik edin, işletmelerin sadece aidatlarını almayın onlara yön verin, önlerini açın, projeler sunmayı öğretin onlara, ufuklarını açın,  üretken olun, büyük yatırımların altına imza atın, vakıflar kurun, eğitime önem veren kuruluşları destekleyin, tercüme büroları kurarak buradaki neslin ihtiyacı olan Türkçe kitapları Almanca’ ya çevirin ve ücretsiz dağıtın. Üniversite yurtları açın, üniversite öğrencilerine burslar verin, geleceğin Almanya’sının inşasında sizlerin de bir tuğlanız bulunsun…
Birbirinize olan bağlılığınızı gördüm, bu bağlılığınız bozulmasın, aranıza fitne sokmak isteyenlere müsaade etmeyin, yolunda samimiyetle yürüyen kuluna Allah yardım edecektir, onların müşkillerini ortadan kaldıracaktır. “Üzülmeyin mahzun da olmayın, inanıyorsanız üstünsünüz.”

Kançılarya

Üçüncü iftarı Kançılarya ’da yaptık. Orada da çiçeği burnunda bir Büyükelçi var, Ali Kemal Aydın. Karslıoğlu’ndan gelen bir alışkanlıktan kaynaklansa gerek; misafirlerini kapıda özel bir noktada eşiyle birlikte durarak karşılayan ve herkesin elini sıkarak hoş geldiniz diyen bir Elçi aradık Kançılarya’da ama onu bulamadık. Belki de haklıdır Elçimiz, en az bir saat ayakta kalarak misafirlerin elini sıkmak ve onlara hoş geldiniz demek sıkıntılı olacaktır. Her misafirin elini tek tek sıkmak, sağlık açısından da tehlikeli olabileceğini unutmamak gerekir…

Resmi makamlarda Kur’an okunmasına, dua edilmesine ve iftar sofraları kurulmasına alıştık artık, “Elçiliklerde ve Konsolosluklarda iftar yemeği mi verilirmiş” gibi aşağılayıcı tavırlar, konuşmalar yapılmıyor artık. Büyükelçilik ne zaman iftar verecek, konsolosluk ne zaman iftar verecek? diye sormaya başladık birbirimize, ne güzel.  Ramazan ayında hem de Cuma günü Cuma saatinde alkollü kutlamalar yapılmıyor artık Büyükelçiliklerde. “At sahibine göre kişner” derler ya, bu deyim doğru olsa gerek.

Masalar özenle hazırlanmış. Kapıda numaralarınızı veriyorlar siz masanızı bulup isminizin karşısına oturuyorsunuz.
İftardan önce, çok güzel sesli bir hafız tarafından Kur’an tilavet edildi, Süleyman Küçük tarafından Türkçe ve Almanca açıklamaları verildi, “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksula yedirerek fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.“ (Bakara 183-185)

Sonra Ezan okundu, tasavvuf musikisinden örnekler sunuldu. Servis yapan görevli bayanlar hem nazik hem de işlerini iyi yapmak için istekliydiler.

Ancak, Büyükelçiliğimizin iftar menüsü düğün salonlarındaki menüyü aratmadı. Türk mutfağından, Osmanlı Mutfağı’ndan örneklerin ikram edileceği beklentimiz vardı, maalesef bu beklentimize cevap alamadık.  Büyükelçi iftar yemeğine davet edince ister istemez bir beklenti içine giriyorsunuz. Acaba menüde ne var? Sorusunun cevabını arıyorsunuz.
Gele gele, suda haşlanıp biraz yağda dolaştırılarak terbiye edilmiş et önümüze geldi, et kavurması (!)da deniliyormuş buna. Oysa menüde kavurma olacaksa et kuyruk yağıyla veya iç yağıyla kavrulur ki; lezzetli olsun.

Pilav sadece tereyağıyla pişirilmiş, tane tane düşmüyor tabağınıza kaşıktan… Biraz nohut, şehriye ve kuş üzümüyle zenginleştirilmeliydi pilav. Hele Güllaç tatlısını hiç yazmayayım. Evlere şenlik ifadesi maksadını aşan bir deyim gibi gelir sizlere ama, tam da öyleydi…

Ben Türk kahvesi içmeyi yeğledim, içtim. Ancak kahve su ve lokumla ikram edilir, usul böyledir, kültür böyledir, Elçiler aynı zamanda Kültür Elçilerimiz değil midir?  
Çay Seylan çayıydı maalesef. Bir çay ülkesi olan Türkiye, kendi Büyükelçiliği’nde  Seylan çayı yerine kendi çayını tanıtmalı değil midir? ÇAYKUR’un çayları varken Büyükelçilik ’de Seylan çayının servise konulması kendi değerlerimize ne kadar önem verdiğimizi göstermez mi? Kendi ayağımıza kurşun sıkma anlamına gelmez mi bu?

Çin restoranlarında, İtalyan restoranlarında, Japon restoranlarında, Hint restoranlarında iç dizayn nasıl yapılmıştır, menüler nasıl hazırlanmıştır, içecekleri nelerdir gidip bakmak kendimize gelmemiz açısından faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Kendi kültürlerinden taviz vermiyorlar.

Avni Karslıoğlu uyarılarımızı dikkate alarak bu usulü yerleştirmeye gayret gösteriyordu. Devlette devamlılık esastır deriz ama büyükelçi değişse bile bu devamlılığı maalesef göremiyoruz. Sanki bize has bir özellik olsa gerek bu vurdumduymazlıklar.

Devlet kurumlarının oturmuş bir ikram geleneği, mutfak geleneği, misafir ağırlama, karşılama geleneği olmalı değil midir?
Kur’an okunurken misafirleri rahatsız eden ses düzeninden bahsetmeye de gerek yoktur sanırım.

Büyükelçimiz Ali Kemal Akın’ın verdiği mesaj yüklü konuşma takdire şayandı:

" İslâm coğrafyasının her yıl sabırsızlıkla beklediği Ramazan ayına hep birlikte erişmiş olmanın saadetini yaşıyoruz.   Bu mübarek ayda İslâm coğrafyasında aynı saadeti yaşamaktan mahrum kalan Müslümanlar var, bugün İslâm coğrafyasındaki pek çok insanın, aynı huzur ve mutluluğu yaşadığını söyleyebilmek maalesef mümkün değildir. Savaş ve çatışma ortamlarının hüküm sürdüğü pek çok İslâm ülkesinde milyonlarca insan Ramazan ayına bu sene de can korkusu, açlık endişesiyle girdi. Keza ülkelerinde savaştan kaçmak zorunda kalan milyonlarca Müslüman mülteci Ramazan ayını yurtlarından ve sevdiklerinden uzakta, içleri buruk şekilde hüzünle karşıladı.  Müslümanlar can korkusu yaşıyor.
Buralardaki insanların bundan sonraki Ramazan aylarını huzur ve güven içinde idrak etmelerini diliyorum. Almanya'da yaşayan 3 milyonu aşkın Türk var, biz onları Almanya ve Türkiye'yi birbirine bağlayan en önemli beşeri bağ ve güçlü bir köprü olarak görüyoruz. Almanya'da yaşayan Türklerin huzur ve esenliği en öncelikli meselemizdir. Bu ülkede yaşayan Türklerin zaman zaman karşılaştıkları yabancı düşmanlığı, İslâm karşıtlığı ve ayrımcılığının önünün alınmasında Alman makamlarının kendileriyle aynı hassasiyeti paylaştıklarına inanıyoruz.  Bu yönde alınan önlemlerin ve yürütülen çalışmaların artırılmasını bekliyoruz.

15 Temmuz hain darbe girişimi sırasında vatanımızın korunması sırasında canını fedakârca ortaya koyan şehitlerimizi bu vesileyle tazim ve rahmetle anıyor, cesur gazilerimizi yürekten selamlıyorum.“

Kısa, anlamlı ve mesaj yüklü bir konuşma…

Devam edecek…