14 Haziran 2018 Perşembe

İFTAR SOFRALARI 2018


Allah’ın rızasına uygun olan oruç nasıl tutulmalıdır yerine, ne kadar süre aç ve susuz kalınmalıdır, tartışması yapılırken haberimiz bile olmadan Ramazan ayı çoktan bitmiş. Bir ay boyunca oruç tutuldu. Orucun nasıl tutulması gerektiğiyle ilgilenenler bu aydan kazançlı çıkanlardır. Onlar sadece kendilerini haram olan şeylerden değil, helâl olan şeylerden de uzak tutanlardır. Onlar, Ramazan ayından önceki 11 ayın içinde yaptıklarıyla yüzleştiler, öz eleştiri yaptılar. Böylece istenilen ahlâkî olgunluğa ulaşmış oldular. Gelecek 11 ayın kendileriyle ilgili vukuatsız geçmesi için de irade ortaya koydular ve Allah’tan yardım talebinde bulundular. Ne mutlu o erdemli Müslümanlara. Allah orucunuzu kabul eylesin.

Orucun nasıl tutulması gerektiğiyle ilgilenmeyip de oruç tutmayı aç kalmak, susuz kalmak olarak düşünenler bu aydan iflas etmiş olarak çıkanlardır. Allah’ın gözüne girmek için yaptıkları küfürler, tekfirler ve kırdıkları kalpler nedeniyle Ramazan’ın bereketi onların ellerinin altından kayıp gitti. Belki kazanç olarak kilolarının azalmış olmasını söyleyebiliriz. Ama onlar, fakir-fukaraya inat Ramazan ayında mükellef iftar sofraları hazırlayıp da sadece karınlarını şişirmişlerse kilo da verememişlerdir, bu durumda külliyen zarar ederek, tam bir müflis olarak Ramazan’a veda etmişlerdir.

Durumdan vazife çıkaran bu gafiller; teravih namazlarındaki, cematin 2-3 saf olmasını iftar ile imsak arasının çok kısa olmasına bağlamaktadırlar. Çalışanlar için yatsı namazının saati uygun değilmiş. Sorduğumda, cami derneklerinin etkili ve yetkili kişileri böyle söylediler. Hem kel hem fodullar.

Söyledikleri doğru elbet, ama uygulamaları yanlış. Yanlıştan dönmek için de erdemli olmak lazımdır. 21:30’da iftar oluyor, bazı cemaatlere göre 21:50’de iftar oluyor. 22:30’da yatsı namazı kılınıyor. Teravihle beraber yatsı namazı 23:30’da bitiyor. Eve gelinceye kadar saat 24:00 oluyor. Yatıp uyumak için zaman yok, çünkü bazı cemaatler 01:30’da, bazı cemaatler 03:30’da imsak yapıyorlar. Almanya’da işe başlama saati 07:00 olduğundan yolun uzunluğuna ve kısalığına göre kişinin sabah 05:00’de evden çıkması gerekiyor. Ne yapsın bu Müslüman şimdi. Ya oruç tutmayacak ya da Ramazanın bereketinden istifade edebilmek için şartlar zor da olsa oruç tutarak kendisine işkence edecek. Bir yol daha var; Ramazan boyunca oruç tutmak için yalan söyleyerek cürüm işleyecek ve doktordan rapor alacak, yatarak oruç tutacak. Durum böyle olunca camiler haliyle boş olur.

Allah böyle bir ibadeti insanların sırtına yüklemez, “Yüklemem” demiştir ve yüklememiştir. O merhametlidir, zalim değildir. Mekke ve Medine’dekilere daha şefkatli olup onların 12-13 saat oruç tutmalarını uygun görürken; gündüzleri 19-22 saate kadar uzanan yerlerdeki insalara zulmetmez. O’nun çifte standardı yoktur. “Ben sizin kaldıramayacağınız yükü sırtınıza yüklemem.” “Sizin için zorluk değil, kolaylıklar dilerim.” diyen bir Rab’dir O. Sorun Rab’bimizin buyruklarında değildir. O buyrukları göz ardı ederek, çarpıtarak; Allah’ın gözüne girmek için mazoşistleşen Müslümanlardadır.
Ne kadar çok eziyet çekilirse sevabın o kadar çok olacağına inanıyorlar bunlar. Ahlâkî olgunluk umurlarında bile değildir bu mazoşistlerin. Sohbetlerinde “Ben orucu çok rahat tutuyorum, acıkmıyorum ve susamıyorum.” diye dayanıklılıklarıyla övünürler bu mazoşistler. Konu ile ilgili fetvaları verenler de klimalı odalarda oturan, güneşle teması olmayan, masa başındaki sadistlerdir. Empati yapmazlar.

Ben bu Ramazan’da yalan söylemeyi bıraktım, ticaretimde bundan sonra hile yapmayacağım, kalp kırmayacağım, yetim malı yemeyeceğim, insanlığın barışı için ne gerekiyorsa onu yapacağım, küfür etmeyeceğim, insanları tekfir de etmeyeceğim, diye söz veren duyarlı Müslümanlardan değildir bunlar. Ama biz yine de bu sorumsuz sorumlulara dua ederiz; Allah sizleri ıslah etsin...

Her sene olduğu gibi bu sene de iftar sofraları kuruldu. Bazı Müslüman kuruluşlar imaj için iftar sofralarında insanları buluştururlarken bazı kuruluşlar da amacına uygun iftar sofraları düzenlediler kendi mekânlarında. Avrupa Türk İşverenler Ağı (NETU) imaj için iftar yemeği verenlerdendi. NETU daha çiçeği burnunda bir dernek. İdealleri var, geleceğin inşasında söz sahibi olmak istiyorlar. Güzel işler yapıyorlar. Bazı eksikliklerine rağmen organizasyon iyiydi. Gençler seferber olmuş misafirlerine özenle hizmet ediyorlardı. Başkan Veli Karakaya anlam yüklü bir konuşma yaptı, özetle şunları söyledi: “Mübarek Ramazan ayı farkındalıktır, farkındalık sorumluluğu, sorumluluk da fiiliyatı getirir. Bizler önce alemlerin Rabbine, sonra şahsımıza, son olarak da yaşadığımız topluma olan sorumluluğumuzun farkındayız. Misafir işçi olarak geldiğimiz Avrupa’da, yabancı işçi, sonra yabancı kökenli işçi olarak bu günlere geldik ve işveren olduk. Bu toprakları kendimize vatan edindik. Zenginliğimizi paylaşarak adeta etle tırnak olduk. Yeri geldi siyasetçi olduk, memur olduk, Alman Milli takımına sporcu olduk ama ötekileştirilmekten kurtulamadık. 100 bin işverenle 500 bin kişiye istihdam sağlayan ve Almanya ekonomisine yıllık 15 milyar Euro’luk ciro yaparak katkı sağlamamıza, toplumsal barışa olan katkımıza rağmen ne yazık ki ırkçılığın, İslâmofobinin ve yabancı düşmanlığının bir türlü önüne geçilemedi.”

İftar sofraları organize etme konusunda bilhassa camilerimiz daha da bonkör davrandılar, 30 gün iftar verdiler. Fakir-fukara bu sofraların davetsiz misafiriydi. Yıl içerisinde sık sık görüşemediğimiz dostlarımızla iftar sofralarında bir araya geldik. Uzun uzun sohbetler ettik, adresler alındı, adresler verildi.

Almanya’nın değişik şehirlerinden sadece iftar sofrasına davet edildiği için Berlin’e gelen STK temsilcileri bile vardı bu sofralarda. T.C. Büyükelçiliğinin iftar sofrasında karşılaştık onlarla. Kançılaryada gerçekleştirilen iftar programında Sefir Ali Kemal Aydın şunları söyledi: ”Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Londra'da kabul edilen Almanya Milli Takımı futbolcuları Mesut Özil ve İlkay Gündoğan hakkında Alman basınının düzenlediği linç kampanyası, Türk toplumunu incitmiştir. Yaşananları hep birlikte ibretle izledik. Günlerce bu konu işlendi. Ülkemiz, Sayın Cumhurbaşkanımız ve buradaki Türk toplumu etrafında yersiz, ön yargılı ve yaralayıcı bir tartışma iklimi yaratıldı. Bu dışlayıcı yaklaşım uyum çabalarına katkı sağlamamaktadır. Sürekli sadakat sorgulamasının yapılması yanlıştır ve toplumsal uzlaşının geliştirilmesine de hizmet etmemektedir. Almanya'nın kalkınmasına emek ve alın teriyle katkıda bulunan Türkler, dinleri ve kültürleriyle Almanya'ya aittir.“

Sefir Ali Kemal Aydın Beyefendiye bu vesile ile bir teklifte bulunmak isterim: Uzaktan yakından davetliniz olarak gelen bu insanlara iftardan 2 saat öncesinden aynı salonda kültür değerlerimizin anlatıldığı, Türkiye’nin tanıtıldığı, Türk ve İslâm tarihinden örneklerin uzmanları tarafından sunulduğu programlar düzenlense de bu insanlar sadece midelerini doyurmasalar, beyinlerini de doyurarak evlerine dönseler nasıl olur?

Türk Eğitim Derneğinin verdiği iftar sofrasında; T.C. Berlin Başkonsolosu Sayın Mustafa Çelik ile Eğitim Müşaviri Sayın Cemal Yıldız ve YTB temsilcisi Sayın Mustafa Arslan vardı. İftardan önce Hristiyan Menonit Papaz Hristiyanlıkta orucun mânâ ve ehemmiyetini anlattı. Udî Burak Eres Türk Sanat Musikisi’nin eşsiz eserlerinden bir demet sundu. Sonra eğitim konuşuldu. Ana dil Türkçe’nin önemine vurgu yapıldı, velilere biraz daha gayretli davranmaları için tavsiyelerde bulunuldu. Vatandaş devletiyle buluşunca ve de kucaklaşınca vaktin nasıl akıp geçtiğini fark etmek mümkün olmuyor. Sohbet 24:00’e kadar devam etti. Ne vatandaş devletinden ne de devleti vatandaşından ayrılabildi. Vatandaş Başkonsolos Mustaf Çelik Beyefendiyi çok sevdi.

İftar sofralarında benimle karşılaşanlar, hemen sözü İlahiyatçılar Derneğinin çıkardığı imsakiyeye getirdiler. Ben de tekrar tekrar anlattım. İlahiyatçılar Derneğinin üyeleri olarak bizler, 6 seneden beri Medine’nin oruç süresini esas alarak oruçlarımızı tutuyoruz. 3 yıldır bastırdığımız imsakiyelerle bu uygulamadan başka Müslümanların da istifade etmesine vesile olduk. İnternet ortamında da paylaşıldığı için dünyanın değişik yerlerinden geri dönüşler aldık. Bu dönüşlerden oldukça memnun kaldık. Geçen 2 seneye nispetle bu sene daha fazla geri dönüş aldık. Bazı Müslümanlar memnuniyetlerini bildirirken bazı Müslümanlar da bizlere küfürler ettiler, hem de Ramazan ayında ve de Allah rızası için... Konu ile ilgili broşürler de dağıttık. Broşürler Almanya’nın değişik şehirlerine ve Türkiye’de bazı şehirlere ulaştırıldı.

Din Hizmetleri Ateşesi Sayın Ahmet Fuat Çandır ile bu sene iki, geçen sene de bir kez iftar sofrasında sohbet etme fırsatım oldu. Çandır nazik bir insan, yüzünden tebessümü eksik olmuyor. Söz hemen gündüzleri uzun olan yerlerdeki oruca geliyor haliyle. Ateşe Çandır, “Sizin imsakiyeniz yanlıştır, çünkü burada güneş doğuyor ve batıyor, insanları kandırmayın.” şeklindeki bildik sözleriyle sohbete devam ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığının konu ile ilgili verdiği fetva için de, “O fetva kutuplar ile ilgilidir, Almanya ile ilgili değildir, sen fetvayı yanlış anlıyorsun.” deyip noktayı koymaya çalışıyor her seferinde.

Ben de cevaben; “Sayın Ataşe’m, güneşin doğuşu ve batışının oruçla ilgili olduğunu söylüyorsunuz. Orucun başlangıcının ve bitişinin güneşle alakası yoktur. Oruç ayeti Medine’de inmiştir. Medine, ortalama 12 saat gecesi ve 12 saat gündüzü olan bir yerdir. Yaz-kış kıyamete kadar bu böyle olacaktır. İlgili ayet ‘fecirden sonra beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar’ yenilip içileceğini ve sonra da ‘gece karanlığına kadar’ da beklenip iftar edileceğini söylemektedir. İplik benzetmesi ile, çıplak gözle varlıkların birbirinden farkedilebileceği zaman anlatılıyor, o zamana kadar yenilip–içilecektir, çıplak gözle varlıkların birbirinden fark edilemeyeceği zamana gelindiğinde de iftar edilecektir.
Allah bu ayetlerde astronomik bir ifade kullanarak imsak işaretini tanımlamıyor, örfi bir tanım yaparak iftar zamanının işaretini belirliyor. Ve dönemin Arap toplumu bu tanımı anladığı için de orucunu rahat rahat tutabiliyor. Sahurda geç kalmışlarsa “Perdeyi çekin.” deyip yemeye devama ediyorlar. Güçlerinin üstünde bir yükü sırtlanmıyorlar. Gün boyu da işlerine güçlerine gidiyorlar. Öğle uykusu ile işe ara veriyorlar (siesta) ve sonra tekrar işe gidiyorlar. Biz diyoruz ki; Allah’ın verdiği işaretler, işe başlama ve işten dönme zamanının işaretleridir. 1.400 sene önceki Arap anlayışından bahsediyoruz. Orta Çağ’daki Arap’tan. Bugüne gelip de astronomik ölçümleri esas alarak hesap yapmanın anlamı yoktur. Din kolaylık dinidir, zorluk dini değildir. Aç kalan Müslümana ‘domuz eti’ni yemesi için, susuz kalan Müslümana da ‘şarap’ içmesi için izin veren Allah, Müslümana 19 saat, 22 saat oruç tutturmaz. İbadetler bir çoğrafyada yaşayan Müslümana avantaj sağlarken öbür coğrafyada yaşayan Müslümana dezavantaj sağlamamalıdır. Zekat gibi. Allah zekatın nerelere verileceğini ve nasıl toplanması gerektiğini ayetinde beyan etmiştir, ancak miktarını belirlememiştir. Zekat miktarı ayrı coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar için şartlara göre belirlenecektir. Ve zekatın zenginler tarafından verileceğine dair de bir hüküm yoktur. Biraz varlıklı olan Müslüman, kendisinden biraz fakir olana zekat verecektir. Aynen bunun gibi; oruç ayetinin indiği coğrafya esas alınarak orucun süresi belirlenecek ve Medine’ye uymayan diğer coğrafi bölgelere aynen monte edilecektir. Belirleme yapılırken işe başlama saati esas alınacak ve oradan sürenin ulaştığı yere kadar gidilerek iftar edilecektir. Çeşitli astronomik hesaplarla Müslümanın ibadeti çekilmez hale getirilmemelidir.” desem de olmuyor, velhâsıl, Din Hizmetleri Ataşesi Sayın Çandır ile bu konuda anlaşmak mümkün görünmüyor. Üzerindeki resmi elbiseyi çıkardığı bir gün belki tekrar oturup konuşmak nasip olur.

Bu vesileyle, Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş’in fetvasını ve yine Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu zamanında Din İşleri Yüksek Kurulunun verdiği fetvaları tekrar hatırlatmak isterim:

“Kur’ân-ı Kerîm’de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur’ân’ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek saatlerde kılınır.”(S.A.)

“Normal vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.“(DİYK)

Sayın Ataşe’m, gücün ne kadar yeter onu tam olarak bilemem ama; Allah aşkına, etmeyin eylemeyin, yazın bu sıcağında klimalı odalarda oturarak, arazideki, tarladaki, ocak başındaki, inşaattaki, fabrikadaki Müslümanlara, Allah’ın gözüne gireceğiz diye 19-22 saat oruç tutturmayın. Sizin fetvalarınız yüzünden oruç tutmaktan vazgeçen insanlar tanıyorum ben. Yazıktır, günahtır.
Almanya’da yaz aylarında gündüzler uzundur. Bu ve benzeri coğrafyalarda orucun süresi ortalama 14 saat olmalıdır. Allah, 14 saat oruç tutan Müslümanları, niçin 14 saat oruç tuttun diye azarlarken, 22 saat tutanlara, aferin işte böyle olacak, diye madalye takmaz. Ancak her ikisine de; Ramazan ayı bittiği halde; “Niçin, hâlâ ahlakî zaafların var, niçin bu ayda ahlâkî olgunluğa ulaşmadın?” diye hesap soracaktır. Unutulmamalıdır.
Selam ve dua ile

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder