28 Kasım 2019 Perşembe

Haus of One; Bir Ev



-Bu bir çağrıdır, Almanya’da hizmet veren dini cemaatler, “Haus of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız diye başvuru yapmalıdırlar-

Rüştü Kam
Ha-ber.com
                              
Berlin’de aynı çatı altında Cami, Kilise ve Sinagog inşa edilecek. Üç Semavi Din ’in mensupları bir arada dua edeceklermiş. Amaç sadece dua etmekmiş. Yapının Temelinin, 14 Nisan 2020'de atılması bekleniyor. Haus of One (Bir Ev) projesinden bahsediyorum. Bu proje için Almanya 19.5 Milyon Euro destek verdiğini açıkladı. Toplam maliyeti 47 milyon Euro civarında olacakmış. Bu projeyle Hrıstiyan, Yahudi ve Müslümanların aynı çatı altında dua etmek için bir araya gelmeleri ümit ediliyormuş.

‘Bir Ev’ projesi, Berlin'in tarihî Petri Meydanı'nda hayata geçirilecekmiş. Bu meydanda, 13'üncü yüzyılda inşa edilen, İkinci Dünya Savaşı'nda zarar gören ve 1964'te yıkılan ‘Petri Kilisesi’ bulunuyormuş. Sembolik bir anlamı var. Papaz Gregor Hohberg; "Bu yerin Berlin'in geçmişinde önemli bir yeri vardır. Üç Semavi Din’in mensuplarının burada birlikte dua etmeleri, bu yeri gelecekte de önemli kılacaktır. Bu düşünceyle Bir Ev projesini burada hayata geçirmek için karar verdik” diyor. Bu meydanı önemli kılan işte bu Petri Kilisesidir. İnşası üç yıl sürecek.

Bu Projenin fikir babası Protestan Marien Kilisesi Papazı Gregor Hohberg. Papaz Hohberg, 2007 yılına kadar otopark olarak kullanılan bu meydana yeni bir dinî yapı inşa ederek geleceğe yatırım yapmak istediklerini ifade ediyor. Hohberg, günümüzde Petri Kilisesi’ni ayağa kaldırmanın fazla anlamlı olmadığını söyledikten sonra ilave ediyor; “Berlin’in demografik yapısında Müslümanların sayısının gün geçtikçe daha da arttığını gözlemliyoruz. Museviler de var. Bu durumda üç dinin mensuplarının bir çatı altında ibadet edebilmelerine imkân sağlayan bir ibadethane inşa etmek daha da mantıklı olacaktır.”   

Papaz Hohberg haklıdır. Teklifi de mantıklıdır. Almanya’da Müslümanların sayısı altı milyona ulaşmıştır. Bu sayı hızla da artmaktadır. Ancak Hohberg Bir Ev projesini tamamen yepyeni bir projeymiş gibi takdim ediyor. Bilerek veya bilmeyerek. Oysa İslâm Tarihinde bu projenin benzeri Müslümanların yönetimi altındaki coğrafyalarda bizzat uygulanmıştır.  İlk uygulama Habeşli Hristiyanların Medine’ye yaptıkları ziyaret sırasında Peygamberimizin onlara ibadet etmeleri için mescidi açmasıyla başlamıştır.

Sonrasında Kudüs’te aynı uygulama devam ettirilmiştir. Kudüs’te Kilise, Cami ve Süleyman Tapınağı sanki sırt sırta birbirlerine yaslanmış gibidir. Mensupları bu yüzyılın başına kadar ibadetlerini kendi mekânlarında hiç sorunsuz bir şekilde devam ettirmişlerdir.

Yüzyıllardır değişik kültürlere ev sahipliği yapmış olan İstanbul; Ezan, Çan ve Hazzan’ın oluşturduğu bir harmoniye, Hilal'in, Haç'ın ve Davud Yıldızı'nın süslediği bir siluete sahiptir. Kimse kimsenin tavuğuna kış dememiştir. Osmanlı yönetimi, yönetimi altında yaşamlarını sürdüren Kilise ve Havraya özel statü bile sağlamıştır. Fatih, 1463'te Bosna'yı fethettikten hemen sonra bir ferman yayınlıyor. O ferman Mehmetçik tarafından 536 yıl sonra ortaya çıkartılıyor. Fermanına ‘‘yeri-göğü yaratan Allah'ın ve kuşandığım kılıcın hakkı için’’ sözleriyle başlıyor Fatih. Bosnalı Hristiyanları dinlerinde ve inançlarında serbest bıraktığını ilan ediyor ve beş asır öncesinden bugünün dünyasına insanlık dersi veriyor.

İşte, Fatih'in Bosna fermanı

‘‘...Ben ki Sultan Mehmed Han'ım, halkımın tamamına ve devletimde üst düzeyde bulunanlara malum olsun ki, işbu fermanımla Bosna rahiplerine lütfumu arttırıp yeri ve göğü yaratan Allah'ın hakkı için, ulu Peygamber hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç hakkı için şöyle buyurdum:
Bu kişilerin yaşadıkları yerlere ve kiliselerine kimse mâni olmayacak, sıkıntı vermeyecek ve herkes yerinde kalacaktır. En başta yüce hazretim bulunmak üzere vezirlerimden ve kullarımdan ve halkımdan hiç kimse bu kişilere, canlarına, mallarına ve kiliselerine taarruz etmeyecek, onları incitmeyecek; yabancıların buraya yerleşmek üzere gelmelerine karşı çıkılmayacaktır.
Yukarıda bahsi geçen kişiler için himmet buyurup lütfettiğim bu fermanımda yazılı olanlara muhalefet etmeyenler bana iyi bir şekilde hizmette bulunmuş ve emirlerime uymuş olacaklardır. Milodraz'da, 1463'ün 28 Mayıs'ında yazıldı.’’(Hürriyet Gazetesi, Murat bardakçı, 25 Temmuz 1999 )
Antalya’da 2004 yılında Dinler Bahçesi yapılmıştır. Bu bahçede Cami, Sinagog ve Kilise yan yana bulunmaktadırlar. Bu bahçe yapılırken Semavi din mensuplarının birbirlerine karşı hoşgörülü ve saygılı olmaları gerektiğinin mesajı verilmek istenmiştir.

İstanbul/ Kuzguncuk’ta, Kilise, cami ve Sinagog aynı bahçeyi paylaşmaktadırlar.

Batum’un 15 kilometre güneyinde, Çoruh Nehri ağzında bulunan Apsaros Kalesinde, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra bu üç Semavi din için ibadet mekanları kurulmuştur. (1547)

Antakya’da üç semavi din mensupları hâlâ birlikte toplantılar yapabilmekte, dini bayramlarında bir araya gelerek ortak kutlamalar yapabilmektedirler.

Papaz Hohberg’in yeni bir şey yapıyorlarmış gibi ‘Bir Ev’i takdim etmesi bundan dolayı yanlıştır. Ancak önemli bir iş için kolları sıvamaları doğru bir şeydir, taktire şayandır. Almanya’da Müslümanların tarihte yaptıklarına benzer bir uygulama için adım atılmıştır. Birbirlerine yakın mekanlarda değil de aynı çatı altında üç dinin mensupları için dua mekanları oluşturulmak istenmektedir. Hoşgörüye en çok ihtiyaç duyulan zamanımızda böyle bir adımın atılması taktire şayandır. İnanıyorum ki, bu yapı hoşgörünün sembolü olacaktır.

Arsa sahibi Berlinli girişimci Catherine Dussman’ın, projede Müslümanlar adına sadece Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün yer almasından rahatsızlık duyduğu haberleri gelmektedir kulağımıza: Dussman diyor ki; “Dinler arası diyalog ve anlayışı teşvik etmek yerine, yeni çatışma yaratan bir projeyi destekleyemem." Dussman’ın önünde şapka çıkarmak gerekir.

Dussman’dan önce bu konudan, Almanya’da yaşayan 6 milyon Müslüman rahatsız olmalıydı. Almanya'da FETÖ’ye yakınlığıyla bilinen "Forum Dialog" adlı kuruluşun Müslümanları temsil etmediği Müslüman yazarlar tarafından yazılıp çizilmeliydi. Dini Cemaatler bu konuda konferanslar düzenlemeliydi. Konu ile ilgili imza kampanyaları düzenleyip başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkili mercilere gönderilmeliydi. ‘Bir Ev’ projesinde biz de yer almak istiyoruz diye müracaatlarda bulunulmalıydı. Müslümanlar ‘sinekli seccade’ ile ilgili konularla uğraşmaktan bu tür konulara zaman ayıramamaktadırlar.

Anlaşılan o ki; Almanya Müslümanların dağınıklığından rahatsız olduğu için kendisine muhatap arıyor. DİTİB ve Millî Görüş gibi büyük kitlelere hitap eden dini cemaatler bir araya gelmeli, Arapların ve Şiilerin de içinde bulunacağı bir heyet oluşturmalıdırlar. Bu heyet, ‘Bir Ev’ projesinde biz de yar almak istiyoruz diye müracaatta bulunmalıdırlar. Aksi taktirde Türkiye’de 15 Temmuz darbesini gerçekleştiren FETÖ gibi kuruluşlar yürüttükleri etkin politikalarla iletişim stratejisi sonucunda İslam’ı, demokrasiyi ve evrensel değerleri acımasızca suistimal etmeye devam edeceklerdir. ‘Bir Ev’ gibi projelerle büyümeye ve güçlenmeye devam edeceklerdir.

Şu iyi bilinmelidir ki; Almanya’nın anlamak istemediği veya şimdilik kendi ulusal çıkarları için araçsallaştırmayı tercih ettiği bu örgüt, orta ve uzun vadede faaliyetlerine hız verecektir.  Örgüt, Türkiye karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden kendisine siyasi alan açmaktadır. Bu örgüt ilerleyen günlerde Türkiye ve Türk toplumuna olan kinini büyüten bir yapıya dönüşecektir. Her ne kadar Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında sayı olarak bir önem ifade etmeseler de kurulan iş birlikleri ve yaptıkları faaliyetlerinde çarpan işlevi görülmektedir.

Geç kalınmış değil, 14 Nisan 2020 ‘ye daha zaman var. Temeli atılmadan önce Almanya’da yaşayan Müslümanlar adına, “Haus of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız, olacağız diye başvuru yapılmalıdır. Bu başvuruyu dini cemaatler tek tek kendileri yapabilecekleri gibi, oluşturacakları heyet aracılığıyla da yapabilirler. Son pişmanlık fayda vermez. Müslümanlar/ dini cemaatler tarafından gereken yapılmazsa, gerekeni yapanlar, yapılacakları yapacaklardır. Gerekeni yapmayanlar bugün olduğu gibi yarın da dedikodu yapmaya edeceklerdir.





14 Kasım 2019 Perşembe

EKREM İMAMOĞLU, BELEDİYE BAŞKANI DEĞİL DE CHP GENEL BAŞKANI GİBİ KONUŞTU

23:40 - 11/11/2019
 
Sevgili Kenan Kolat ile dostluğumuz 1989 yılına kadar gider. Ben o zaman Almanya Türk Televizyonu (TFD) ’nun Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapıyorum.
Kenan da o zaman öğrenci derneği başkanı idi (BTBTM) 1980 Darbesi’nin üzerinden kısa denecek kadar süre geçmişti. Dünya görüşleri farklı olan gruplar arasındaki buzlar daha erimemişti. TFD Televizyonu bu grupları kendi stüdyosunda bir araya getirerek, seçilen ortak konu üzerinde, karşılıklı olarak tartışmalarını başaran ilk televizyondur. Türkiye’de henüz ulusal televizyonların olmadığı dönemdir o dönem. Kenan Kolat sonraki dönemlerde, Türkiye halkına hizmet etmeye devam etti. Şimdi de CHP Berlin Birliği Başkanlığını yürütüyor.

“Ekrem İmamoğlu ile halkımızı kahvaltıda buluşturacağız, seni de aramızda görmekten mutluluk duyarız” dedi bir toplantıda Kenan Kolat bana. Ben de Kenan’ın davetine icabet ettim. Lüks bir otelin salonunda buluştuk. Masalar numaralanmış. İsimler de masalara yazılı olarak konulmuş. Kimin kaç numaralı masada oturacağı belli. Kapıdaki görevliye isminizi söylüyorsunuz ve o size masanızı gösteriyor. Organizasyonun titizlikle hazırlandığını farkediyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu salona henüz gelmeden, kendisiyle birebir fotoğraf çekilmeyeceği, ama kahvaltıdan sonra gruplar halinde fotoğraf çekileceği ilan edildi.

Ekrem İmamoğlu salona alkışlar eşliğinde eşiyle birlikte girdi. Davetliler ayakta karşıladılar İmamoğlu’nu. Ve kahvaltı masasına oturdular. Biraz önce kürsüden fotoğraf konusunda yapılan anonsa kimse aldırmadı, deklanşörlere basılmaya devam edildi. Bu konuda defalarca hatırlatma yapılmasına rağmen sonuç alınamadı. İmamoğlu aşkı böyle bir şey olsa gerek. Aynı karede onunla beraber olmanın ayrıcalığı var demek ki.

Kahvaltıdan sonra Kolat, davetliler arasında müttefikleri Saadet Partisi’nin temsilcilerinin, İyi Parti’nin temsilcilerinin ve Cem Evi temsilcilerinin salonda olduklarından diğer misafirleri haberdar etti. Duyurulardan sonra Kenan Kolat kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasında; Türkiye ile Almanya’nın arasının açılmasının buradaki yaşayan Türkiyelilere zarar verdiğinin altını çizdi.
Sonrasında da İmamoğlu’nu kürsüye davet etti. Hemen sonra eşi Dilek Hanım da kürsüye davet edildi. Önce anlayamadık bu davetin nedenini. Öğrendik ki, çocukları Semih’in o gün doğum günüymüş. Çocuk yoktu kürsüde ama, olsun, anne ve babası onun için pastasını kestiler, mumlara üflediler.

Ekrem İmamoğlu konuşmasının içinde İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yaptığı çalışmalardan bir cümle bile sarf etmedi.  Konuşmasının merkezine demokrasiyi ve cumhuriyeti koydu. İstanbul halkının da kendisini seçerek demokrat olduklarının ispatını yaptıklarını söyledi. Berlin duvarı yıkıldığında 18 yaşında olduğundan bahisle: “Üniversitede okuyordum ve insanların buluşmasını, kucaklaşmasını, özlemle birbirine sarılmasını, özgürleşmesini derinden hissetmiştim. Nerede olursa olsun, özgürlük, buluşma, kucaklaşma bence dünyadaki herkesin yüzünü güldürür. Şu anda verdiğimiz mücadele de tamamıyla budur. Ortak bir harekettir. Berlin’deki duvarın yıkılışı, demokrasiyle, özgürlükle, cumhuriyetle, bağımsızlıkla birleşen duyguların, dünyaya ne kadar derin ve güzel mutluluklar yaşattığının bir göstergesidir. Duvarın yıkılışının günümüze de çok derin mesajları vardır. O günden bugüne 30 yıl geçti. Şunu unutmayalım ki bu ortak mücadele devam ediyor. İnsanların mutluluğu için, özgürlüğü için devam ediyor. İyi ki Berlin’deki duvar yıkılmış. Tahmin ediyorum ki, dünyada bu anlamda yıkılacak daha çok duvar var.” Dedi.

İntibam odur ki; İmamoğlu Berlin’e belediye başkanı olarak gelmedi veya getirilmedi. Parlatılmak için davet edilmiş olmalı. İmamoğlu şu anda parlatılıyor. Zamanı gelince daha yüksek makamlara aday  göstermek için parlatılıyor. Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Olaf Scholz ile ve Dışişleri Bakanı Heiko Maas’la bir araya gelmeleri ve her iki görüşmenin de basına kapalı olarak gerçekleşmesi benim tezimi kuvvetlendirmektedir.
Bekleyip göreceğiz…