25 Haziran 2019 Salı

SON İFTAR SOFRALARINDAN MESAJLAR 2019

''Din ve inanç özgürlüğü bağlamında, Almanya’daki Müslüman kuruluşlar içinde en geniş temsile sahip DİTİB’le ilgili haksız itham ve iddiaların artık son bulmasını istiyor, bu süreçte karşılıklı olarak sarsılan güvenin yeniden inşası yönünde devam eden çabaları destekliyoruz.''
Türk Eğitim Derneği (TED) bu sene 4 Cuma iftar sofrası kurdu: Bu iftar sofralarına sofrayı anlamlı kılacak konuşmacılar da davet etti. Son iki sofranın misafir hatipleri; T.C Berlin Başkonsolosu Mustafa Çelik, T.C. Berlin Büyükelçiliği İletişim Müşaviri Refik Soğukoğlu, St. Christophorus Katolik Kilisesi Papazı Kalle Lenz ve Neukölln Yabancılar sorumlusu Jens Rokstadte, SPD Federal Milletvekili Fritz Felgentreu ve Neukölln Emniyet Müdürlüğü adına polis Mehmet Aydın, konuk oldular. Konuklar iftar öncesinde ve sonrasında birer selamlama konuşması yaptılar.
Polis Mehmet Aydın yaptığı selamlama konuşmasında, “Türk Eğitim derneğinin üyeleri içinde polis mesleğine ilgi duyan bay ve bayan gençlerimiz varsa onları gelip dernekte bilgilendirmeye hazırız” dedi.

Kiminle Ne Konuşacağız, Önce Aranızda Birliği Sağlayın Sonra Gelin ...

SPD Federal Milletvekili Fritz Felgentreu da Almanya'nın İslâm'ı din olarak tanıdığını ancak Müslümanların kendi aralarında bir birilik oluşturamadıklarından dolayı kendilerine bazı hakların verilemediğinden söz etti. “Neredeyse her cemaatin kendi din anlayışı var, kiminle neyi konuşacağız, önce aranızda bir birlik oluşturun sonra da bize gelin bakın o zaman istekleriniz nasıl da karşılanıyor...” dedi.
T.C. Berlin Büyükelçiliği İletişim Müşaviri Refik Soğukoğlu, İletişimin tarihini Hz. Adem'e kadar götürdü ve Türk toplumunun sıkıntısının iletişim konusundaki sıkıntılardan kaynaklandığını söyledi.
Katolik Papaz Lenz, Hristiyanlığın oruca bakışını anlattı ve Yeni Ahit'teki bir ayetin metnini okudu. İşte Kutsal Kitap’taki oruç:
Gerçek Oruç-Yeşaya 58
1-“Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, Sesinizi boru sesi gibi yükseltin; Halkıma isyanlarını, Yakup soyuna günahlarını bildirin.
2-Bana her gün danışıyor, Yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı’nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi...Benden adil yargılar diliyor, bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış.
3-Diyorlar ki, ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, İsteklerimizi denetlediğimizi neden fark etmiyorsun?’ “Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, İşçilerinizi eziyorsunuz.
4-Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, Şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla Sesinizi yükseklere duyuramazsınız.
5-İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, RABB'i hoşnut eden gün diyorsunuz?
6-Benim istediğim oruç, Haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, Her türlü boyunduruğu kırmak değil mi?
7- Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, Çıplak gördüğünüzü giydirir, Yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz,
8-Işığınız tan gibi ağaracak, Çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, RABB'in yüceliği artçınız olacak.
9-O zaman yardım çağrılarınızı RAB yanıtlayacak, Feryat ettiğinizde, ‘İşte buradayım’ diyecek. “Eğer boyunduruğa, başkalarını suçlamaya, Kötücül konuşmalara son verirseniz,
10-Açlar uğruna kendinizi feda eder, Yoksulların gereksinimini karşılarsanız, Işığınız karanlıkta parlayacak, Karanlığınız öğlen gibi ışıyacak.
11-RAB her zaman size yol gösterecek, Kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış bahçe gibi, Tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız.
12-Halkınız eski yıkıntıları onaracak, Geçmiş kuşakların temelleri üzerine Yeni yapılar dikeceksiniz.
‘Duvardaki gedikleri onaran, Sokakları oturulacak hale getiren’ denecek sizlere.
13-“Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz, Şabat Günü’nü çiğnemezseniz, Şabat Günü’ne ‘Zevkli’, RABB’in kutsal gününe ‘Onurlu’ derseniz, Kendi yolunuzdan gitmez, Keyfinize bakmayıp boş konulara dalmaz, O günü yüceltirseniz,
14-RAB’den zevk alırsınız. O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır, Atanız Yakup’un mirasıyla doyururum.” Bunu söyleyen RAB’dir. (İncil-Yeni Çeviri 2009)
Neukölln Yabancılar sorumlusu Jens Rogstatte de; Türk Eğitim Derneği’yle bazı projelerde ortak çalıştıklarını ve her davetlerine katıldıklarını söyledi. Türk Eğitim Derneğine yapılan saldırıyı da nefretle kınadıklarını sözlerine ekledi.
T.C. Berlin Başkonsolosu Mustafa Çelik, Türk Eğitim Derneği’nin iftar yemeğinde mesajlarını fazlası ile verdi. Başkonsolos Mustafa Çelik; “Türk toplumunun birlik ve beraberlik içinde olmaya her zamankinden daha çok ihtiyaçları var” dedi. Berlin’e yapılacak olan kültür merkezi ile ilgili çalışmalarından da bahseden Çelik arsa arayışı içinde olduklarını söyledi. Bu arada Neukölln yabancılar sorumlusuna dönerek “Belediyenizin sınırları içinde kültür merkezi yapmaya uygun bir arsayı bizlere tahsis edebilir misiniz?” diye de sordu.
Samimi bir sohbet çerçevesinde devam eden son iftar sofrası bir türlü kalkmak bilmedi. Sohbet sokağa taşındı ve Mustafa Çelik ile vatandaşlar uzun süre baş başa kalma fırsatı buldular, Çelik de vatandaşın bu ilgisine bigane kalmadı ve sorulara cevap vermeye sokakta da devam etti. Türk Eğitim derneği üyeleri Başkonsoloslarını çok sevdiler. Birlikte, ayakta Çaykur/Rize çayı içmenin tadına vardılar.
Çok kazanmak, en büyük olmak
Mocca dergisi, işadamları derneği NETU’nun iftar sofrasına da katıldı. NETU’nun yeni resmi imaj filmi tanıtıldıktan sonra Genel Müdür Önder Coştan NETU’nun güncel projeleri hakkında misafirleri bilgilendirdi. Daha sonra kürsüye gelen NETU Genel Başkanı Veli Karakaya yaptığı konuşmasında NETU’nun göçmen işletmelerini Berlin şehrinin aktif iktisadi hayatına entegre etme konusundaki gayretlerinden ve hedeflerinden bahsetti: .
“Çok kazanmak, en büyük olmak, tek olmak gibi marjinal hedeflerle yetinmeyip, marka olmak, imrenilen olmak, takdire şayan işlerde bulunmak, toplumun her kesimine dokunarak gönül kahramanları oluşturmak istiyoruz.
Dünyadaki adaletsizlikten dert yanmak, haklının değil güçlünün egemen olmasını eleştirmek, insanlığın bir avuç zengin tabakanın iki dudağı arasına mahkum olduğunu dillendirmek gibi serzenişleri bırakıp yaralarımıza merhem olmak istiyoruz.
Bizler alternatifler üretmek zorundayız, Bugün birçok yerde karşımıza çıkan sıkıntılar bizleri yıldırmamalı,
  1. ki uçurtmayı uçuran rüzgar değil uçurtmanın rüzgara karşı duruşudur.
Biz, Avrupalı Türk İşletmeler Ağı NETU olarak üyemiz olsun veya olmasın bütün işverenlerimizin güçlerine güç katabilecekleri, başarılarını ve ticaretlerini artırabilecekleri platformlar sunmak için gayret sarfediyoruz..
Ayrıca üye işletmelerimizin özel şartlardan ve fırsatlardan istifade etmeleri için sayısız marka ve şirketler ile anlaşmalarımız var. Bunun yanı sıra NETU Akademisi olarak dijitalleşme, veri güvencesi, girişimcilik gibi bir çok farklı alanda sertifikasyon programları ve seminerler sunuyoruz.
Özellikle vizyon ve inovasyon sahibi gençlerimizin ticarete atılması için NETU startup genç işverenler platformunu kurduk. Farklı devlet kurumları ile koperasyonlar başlatarak 33 yaş altı genç girişimcilerimizi biraraya getirdik. Kendilerine her türlü finansman ve bilim desteği sunarak başarılı işletmeler kurmalarına yardımcı oluyoruz.
Bu minvalde gençlerimiz ile NETU İşletmeler ağının gelecekte Almanya ve Avrupa’da vazgeçilmez, güçlü bir lobby oluşturacağına inancımız tamdır.”
Son iftar sofrası
Son iftar sofrası Kançılarya’da kuruldu. Ev sahibi Berlin Sefiri Ali kemal Aydın. Mesaj yüklü bir konuşma yaptı: ''Son Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa’da kimlik siyasetinin giderek baskın hale gelmekte olduğunu bir kez daha göstermiştir. (Alman) Basının, toplumun ve siyasetin kamuya açık alanlarda kipa takma özgürlüğü hassasiyetini, tramvaylarda saldırıya uğrayan başörtülü bayanlar için de göstermesini beklemek Müslümanların en doğal hakkıdır.
Ötekileştirilmiş bir Müslüman kimliği çabalarına verilecek en iyi karşılık özgür, adil ve insan onuruna yakışan evrensel değerlere dayalı bir toplum ideali çerçevesinde tüm kesimlerin bir araya gelmesi, iş birliği yapmasıdır.
Siyasi, dini, mezhebi ve yaşam tarzı farklılıkları çatışma kaynağı değil, sosyal ve kültürel zenginlik olmalıdır. Bu çoğulcu ve renkli karakterimiz özellikle yurt dışında hepimizi ilgilendiren ortak meselelerde uzlaşı, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmamızı daha da önemli kılmaktadır. Temel değerlerimiz etrafında çeşitlilik içinde birlik olmayı başarabilmeliyiz.
Artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığı, dışlayıcı akımlar ve politikalar karşısında içine kapanmadan, Alman Anayasasında yer alan temel değer ve ilkeler etrafında, bu ülkede huzur ve barıştan yana daha iyi bir gelecek için çalışan tüm kesimlerle yakın diyalog içinde olmak lazımdır.
İnsanlığın ortak değerlerini hedef alan ırkçı, yabancı düşmanı ve popülist akımların sadece Avrupa’da değil, dünyanın diğer bölgelerinde de gün geçtikçe daha fazla zemin kazanmakta ve rağbet görmekte olduğunu hep birlikte görüyoruz. Son dönemde Yeni Zelanda'da camileri, Sri Lanka'da kiliseleri, ABD'de sinagogları hedef alan saldırılar aslında tüm insanlığı ve ortak değerlerimizi hedef almıştır.
Müslüman karşıtlığı, Antisemitizm ve Hristiyan karşıtlığı dahil ırkçılığın ve şiddetin her türüne karşı hepimizin aynı duyarlılığı göstermemiz ve tavizsiz bir duruş sergilememiz gerekir.
"Basın, kipa hassasiyetini saldırıya uğrayan başörtülü kadınlar için de göstermeli"

Din ve inanç özgürlüğü konusunda bir hiyerarşi inşa edilmesi yanlıştır. Basının, toplumun ve siyasetin kamuya açık alanlarda kipa takma özgürlüğü hassasiyetini, tramvaylarda saldırıya uğrayan başörtülü bayanlar için de göstermesini beklemek Müslümanların en doğal hakkıdır.
Olağan Şüpheli Muamelesine Hayır

Bu alanda çifte standartlı bir yaklaşıma herkesin karşı durması gerekir. Son yıllarda camilere ve Müslümanlara yönelik artan saldırılar karşısında Alman kamuoyunun daha duyarlı olmasını bekliyor, İslam dinine yönelik ön yargılardan ve Müslümanlara olağan şüpheli muamelesi yapılmasından derin endişe duyuyoruz.
Din ve inanç özgürlüğü bağlamında, Almanya’daki Müslüman kuruluşlar içinde en geniş temsile sahip DİTİB’le ilgili haksız itham ve iddiaların artık son bulmasını istiyor, bu süreçte karşılıklı olarak sarsılan güvenin yeniden inşası yönünde devam eden çabaları destekliyoruz.''
Böylesine mesaj yüklü bir konuşmadan sonra, yapılan dua ve okunan Kur’an verilen mesajlara uygun olsaydı ne kadar da anlamlı olurdu.
Sayın Ataşem Ahmet Fuat Çandır: O iftar sofrasında, Ehl-i Kitap ile ilgili bazı ayetler okunabilirdi. Mesela:
-“Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.( Al-i İmran Suresi, 199. Ayet)
-“İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46. Ayet)
-“De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64. Ayet)
-“Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylemektedirler.” (Al-i İmran Suresi, 75. Ayet)
-“Kitap Ehlinin hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.” (Al-i İmran Suresi, 113. Ayet)
Sayın Ataşem, İncilden de bir kaç ayet duanın içine konabilirdi.
Mesela:
-“Ülkenizde sizinle birlikte yaşayan bir yabancıya kötü davranmayın. Ona sizden biriymiş gibi davranacak ve onu kendiniz kadar seveceksiniz. Çünkü siz de Mısır’da yabancıydınız. Tanrınız RAB Benim.“(Leviler 19)
-“Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız. Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız. Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin? Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, ‘İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım’ dersin? Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün. İinsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Kutsal Yasa’nın ve peygamberlerin söylediği budur.”(Matta 7)
Sayın Ataşem bu kadarını da yapabilecek birikiminizin olduğuna inanıyorum. Almanlar, DİTİB’in hocalarından, ataşelerinden, müşavirlerinden bu ve benzeri mesajları bekliyorlar. Kur’an Müslümanlarla Ehlikitap arasında kavga istemiyor. Allah’ın bu isteğine bağlı olarak aradaki buzların erimesi için, bu ve benzeri ayetler neden ön plana çıkarılmıyor. Sayın Ataşem, biz bürokratız deyip işin içinden çıkamazsınız. Sayın Ataşem alınmayın lütfen; siz yarın çekip gideceksiniz, ancak bizler burada yaşamaya devam edeceğiz. Bazı şeyleri yapmıyorsunuz veya yapamıyorsunuz, bari gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz sizlerden… Para atana değil de biraz da Yaratan’a hizmet etmek gerekmez mi?
Allah’ım rızana uygun olarak tutulan oruçlarımızı kabul eyle…
Rüştü Kam

12 Haziran 2019 Çarşamba

RAMAZAN ve ORUÇ BEYLER GELDİLER VE ÇEKİP GİTTİLER

Ramazan geldi ve çeşitli hanelere Oruç Bey’le birlikte bir ay boyunca misafir oldu. Ayın sonunda da, on iki ay sonra tekrar geleceğini söyleyerek çekip gitti. Bazı hane sahipleri bu 30 gün içinde, 20 saatlik zaman diliminde Ramazan’a ne yemek verdiler ne de içecek. Halsiz düştüğü zamanlar oldu Ramazan’ın, o zaman da klimalı odalarda oturan sorumsuz sorumlular Ramazan’a; yat uyu dediler. Ağır bir işte çalışıyorsan hastalık raporu al dediler veya o işi bırak, başka bir iş bul dediler. Ramazan’ı aç ve susuz kalmanın ibadet olduğuna inandırdılar. Ramazan’ı, oruçlu iken acı çekmesinin kendi kaderi olduğuna da inandırdılar. Bu durumda çok daha fazla sevap kazanacaktı.

Ramazan olup bitenlere zaman zaman başkaldırsa da, mahalle baskısına engel olamadı. Hatta Ramazan’ın gözüne soka soka, rakip sahada top koşturan diğer hane sahiplerinin dedikodusunu yapmaktan çekinmediler. Onlara küfürler yağdırdılar, katledilmelerine fetvalar verdiler. Fetva verenlerin çoğunluğu şizofren kafalı ev sahiplerinden oluşuyordu. Misafirlerini uzun süre aç-susuz bırakan bu kafalar; misafirliğin süresi ne kadar uzun olursa, misafirin Allah’a o oranda yakın olacağına inanan, mazrufa değil de zarfa bakan şizofren kafalardı. Öze inemeyip kabukta çürüyen kafalardı bunlar. Bunlar misafirlerinin açlığıyla susuzluğuyla değil, misafir olarak hanelerinde kaldığı süreyle ilgilendiler. Yok yere nice kalpler kırıldı, nice küfürler yapıldı. Dolayısıyla Ramazan’ın ne kafası kaldı kırılmadık ne de kolu kanadı.

Bu arada, Ramazan’ın üzerinden maddi menfaat devşirenler bile oldu. Bu sahtekarlığı farkeden Ramazan ve Oruç Beyler o evlere konuk olmaktan çok sıkıldılar ve geldiklerine pişman olarak yara bere içinde çekip gittiler.

Ramazan’a karşı nezaket gösteren hane sahipleri de yok değildi elbet. Onlar Ramazan’a saygılı davrandılar, hizmette kusur etmediler, bunun için özen gösterdiler. Her bir kurala titizlikle riayet ettiler. Mesela, misafirlerinin yanında seslerini yükseltmediler, rakip sahada top koşturanların dedikodusunu yapmadılar, insanların ayıplarını araştırmadılar. Dudaklarından tebessüm, yüzlerinden neşe hiç eksik olmadı. Misafirlerini uzun süre ne aç bıraktılar ne de susuz. Yemek saatlerine dikkat ettiler. Öğün atlamadılar. O kadar ki; misafirlerini dostlarıyla tanıştırabilmek için sofralarına devamlı yeni yeni konuklar davet ettiler. Misafirleriyle uzun süre birlikte olmaktan ziyade, birlikte oldukları süreyi anlamlı kılmaya çalıştılar. Ramazan ve Oruç Beyler de kendilerine yapılan saygısızlıktan dolayı çekip giderken onlara dediler ki; “Sizler olmasaydınız bizler buralarda aç-susuz perişan olurduk. Allah sizlerden razı olsun ve sizlerin sayılarını artırsın, iyi ki varsınız, seneye tekrar görüşmek üzere Allah’a emanet olunuz.”

Ramazan’ın hanelere misafir olarak geldiği bu süre içinde, onun ne kadar faziletli biri olduğundan bahsedilerek; Zekatlar, fitreler, sadakalar da toplandı. Değişik vaatlerle, halkın huzuruna çıkan yardım kuruluşları ve cami dernekleri pastanın dörtte üçüne sahip oldular. Afrika ülkeleri, Suriye, Irak, Yemen, Filistin halkına yapılan zulümler yine ön plana çıkarılarak toplandı bu paralar. Ramazan bu istismardan rahatsız oldu. İşlerin söylenildiği gibi olmadığını çok geçmeden o da anladı. Anladı anlamasına da, kimseye söz geçiremedi...Çünkü, bu yardım kuruluşları koca koca ünvanları olan akademisyenleri bile kullanarak bu işi yapıyorlardı. Allah ile aldatıyorlardı insanları... Akademisyenler de alet oluyorlardı bu işe. Uyarıldıkları halde, yine de alet oluyorlardı. Ve hemen savunmaya geçerek özürlerinden fazla kabahat işliyorlardı. Ramazan, göz yaşları içinde olanları sadece seyredebiliyordu. Daha fazlası onun boyunu aşıyordu.

Ramazan düşünüyordu; duygu sömürüsü yapılarak kendileri için para toplanan Ortadoğu ve Afrika halklarının devletleri vardı, vatanları vardı. Allah, o ülkelere zenginlik de vermişti. Kimileri petrol zenginiydi, kimilerinin değişik yeraltı zenginlikleri vardı, kimilerine de çeşit çeşit, değişik tatlarda meyveler ve sebzeler vermişti.

Vatanına, milletine, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, kültürel zenginliklerine sahip çıkamayan, o insanların, Birleşmiş Milletler (BM) de temsilcileri de vardı. Ancak geleneklerinden, örf ve adetlerinden uzaklaştıkları, kendi değerlerine sahip çıkmadıkları için, kimliksizleştirilmişler ve sömürge durumuna düşmüşlerdi. Onların yaptığı yanlışlıkların faturasını, yardım kuruluşları ve dini cemaatler Berlinli Müslümanlara kesiyorlardı, bu doğru değildi.

Oysa bu paralar, Berlin’de yaşayan Müslümanların ihtiyaçları için toplansaydı, gelecek nesiller için milyonluk yatırımların altına imza atılırdı. Berlin’de yaşayan Müslümanların bu yatırımlara ihtiyaçları vardı. Genç nesil her geçen gün biraz daha kendi kimliğinden uzaklaşıyor veya uzaklaştırılıyordu. Şu anda devam ediyor gibi görünen faaliyetleri hâlâ birinci nesil yürütüyordu. İçlerinde pek azı ikinci ve üçüncü nesildendi. Bu gerçekti ve Ramazan’a çok acı veriyordu.
Berlin’de yaşayan Müslümanların; devletleri yoktu, problemlerine ciddi şekilde eğilen, kurum ve kuruluşları da yoktu, doğal zenginlikleri de yoktu. Var olan kurumların ve STK’lerin yöneticilerinin çoğu da, makam-mevki sahibi olan birileriyle fotoğraf çektirme yarışındaydı. Yakalarında birer aidiyat rozeti, toplantılarda sadece boy gösteriyorlardı. Havalarından yanlarına bile yaklaşılamıyordu. Çoğu liyakat sahibi bile değildi bunların.

Bazı yardım kuruluşları, akademisyenleri kullanarak Allah ile aldatma peşindeydi, bazıları da kendi cemaatlerinde bulunan din hizmetlilerini kullanarak Allah ile aldatma peşindeydi. Sonuçta her ikisi de duygu sömürüsü yaparak para topluyor ve topladıkları paraların büyük bir bölümünü Berlin’in dışına çıkarıyorlardı. 82 Milyon nüfuslu bir ülkeden gelerek 3 Milyon gurbetçiden para toplamak ne kadar büyük bir saygısızlıktı. “Sen zekatını bana ver, sadakanı-fitreni bana ver ben o parayla Suriye’de köy kuracağım, Afrika’nın bir ülkesinde su kuyusu kazdıracağım, Afrika halkına kumanya götürüp dağıtacağım” diyorlardı.

Bazı cemiyetler de, zekat toplamakta sıkıntı çekmeye başlamış olmalılar ki; “Sen zekâtını yanlış hesaplayabilirsin; bana gel zekâtını ben senin için hesaplayayım” diye sosyal medyada ilanlar veriyorlardı. Onlar da Allah ile aldatıyordu. Amaç daha fazla para toplamak. Bütün bunlar kahrediyordu Ramazan’ı.
Berlin’de yaşayan Müslümanlara, Türklere sizin ne derdiniz var diye soran yoktu. Kendi devletleri de sormuyordu bu soruyu, içinde yaşadıkları devlet de sormuyordu. Ancak, arada bir fark vardı. Kendi devletleri; "saldım çayıra Mevla’m kayıra" mantığıyla hareket ederek tutmuşta salıvermiş vatandaşlarını yaban ellere.

İçinde yaşadıkları devlet en azından onlara iş imkânı sağlıyor, açsa karnını doyuruyor, çocuğunun eğitimine yatırım yapıyor, can güvenliğini sağlıyor, hasta olduğu zaman tedavisinde yardımcı oluyordu...
Berlin’de yaşayan Türkiyeli Müslümanlardan toplanan sadakaların miktarı, her sene en az 5 milyon Euro civarındaydı. Ramazan bunu biliyordu. Bu miktar sadece Berlin’de toplanan miktardı. Almanya genelini düşünüyordu Ramazan. O zaman beti benzi atıyordu. Miktar milyon ile değil milyarlar ile ifade edilebilirdi. Vatandaşlar iyi yönlendirilse, yatırımları iyi organize edilse, istismar edilmese, onlar kendi geleceklerini kendileri inşa edebilecek ekonomik güce sahiptiler. Halktan sadaka olarak toplanan bu paraların yarısı Berlin’de kalsa neler yapılmazdı ki...

Mesela diyorlar Ramazan ve Oruç Beyler; üniversite öğrencileri için yurt yapılabilir, kültür merkezleri açılabilir, özel okullar açılabilir, araştırma merkezleri kurulabilir, ihtiyaç duyulan eserleri Almancaya tercüme etmek için tercüme büroları açılabilir, imam yetiştirmek için enstitüler kurulabilir, üniversite öğrencilerine burs verebilmek için vakıflar kurulabilir, Almanya genelinde dağıtımını yapmak için bir Kuran meali basılabilir, özel okullar kurulabilir, hastaneler kurulabilir, İslâm’ın tanıtımı için konferanslar, seminerler ve sempozyumlar düzenlenebilir bunlar için gerekli bütçe oluşturulabilirdi, v.b.

Ramazan’a göre, resmî kurumlar da bu konularda sessiz kalmayı tercih ediyorlardı. Bazıları, biz bürokratız, bir bürokrat olarak ne yapılacaksa biz ancak onu yaparız diye düşünüyor olabilirlerdi. Bazıları azıcık aşım ağrısız başım mantığıyla hareket ederek yurt dışında kalacağı sürenin sorunsuz geçmesini isteyebilirdi, bazıları da dua ederken bile aman ağzımdan bir kelime kaçmasın diye özen gösterdiğine göre rızkın Allah’tan başkası tarafından verildiğine iman etmiş olabilirdi. Bu kişi Din Hizmetleri Ataşesi de olabilirdi.

Ramazan ve Oruç Beyler kafa kafaya verdiler ve bir karar aldılar; madem hane sahipleri kendilerini aç-susuz bırakmaktan zevk alıyordu yapılacak tek şey çekip gitmekti.
Bütün bunlara rağmen gurbetçiler celladına aşık idamlık mahkûm gibi boynunu yine onların önüne uzatıyordu, bu nasıl bir işti. Bu insanlar niçin düşünmüyorlardı, niçin tribünlere oynayanların peşinden koşuyorlardı. Ramazan ve Oruç Beyler daha ne yapabilirdi ki. Sadece bizim dediğimiz doğrudur demek zordur amma, gerçekten de öyleyse onlar ne yapsın... Velhasıl, Berlinli gurbetçiler yalnızdı, hem de çok yalnız.

Evet, Ramazan geldi ve Oruç Beyle birlikte hane sahiplerinin misafirleri oldular. Hane sahiplerinin bu sorumsuz tavırlarına şahit oldular, onlara söz de geçiremeyeceklerini anlayınca Yunus Peygamber gibi çekip gittiler.

Sonuç:
30 gün Ramazan ve Oruç Beylerle beraber olmak kime ne kazandırdı?
Ramazan ve Oruç Beylerin gözüne soka soka, amacına uygun oruç tutmamak, oruç süresini 20 saat olarak tespit ederek insanları aç-susuz perişan etmek, hatta oruç tutmamalarına sebep olmak kime ne kazandırdı?
Oruç tutmak isteyip de sürenin uzunluğundan dolayı tutamayanları oruç tutmaktan uzaklaştırarak başınız göğe mi değdi?
Oruç süresini 14 saat olarak ilan edenlere küfredenler, ne kazandı?
Medine’deki oruç süresini esas alarak, meşakkat sahibi insanların oruç tutmalarına vesile olan, onların hayır dualarını alan insanları aşağılamak onları ölümle tehdit etmek kime ne kazandırdı?
Yazık, hem de ne yazık…

29 Mayıs 2019 Çarşamba

BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI ŞEHİTLİK CAMİİ


26 Mayıs 2019
Ben aradığımda o Türk Eğitim Derneği’nin sokağında seyir halindeymiş, iki dakika içinde kapının önünde göründü. Halil Kaya’dan bahsediyorum. Türkiyem Restoran’ın sahibi. Halil, Türk Eğitim Derneği’nin kahrını çeken saygı değer iş adamlarımızdan birisidir. Başkonsolosluğun iftar sofrasına konuk olacağız. Acele ediyor, “Saat 8 de orada olmalıyız, park yeri bulmak oldukça zor olacaktır”diye. Dediği gibi de oldu, park yeri bulamadık, park yasağı olan bir yere park ettik ve cezayı da yedik.

Önder Coştan, hanımı ve annesi ile karşılaştık arabadan inince, camiye kadar birlikte yürüdük. Dış Kapıda ise Veli Karakaya ile karşılaştık, hâl hatır sorduk ve kucaklaştık. İçeriye girince Giritli Ali Aziz Efendi ve Hafız Şükrü Efendi beni bekliyorlarmış. Yara-bere içindeler. Zamana karşı fazla direnememişler, kar, yağmur, güneş canlarını çok yakmış. Çok feryat etmişler ama seslerini duyan olmamış. Arayan soranları da yokmuş, yalnızlaştırmışlar onları. Yardım istediler benden, “en azından şu yaralarımızı saracak birilerini bulsaydık, ıstırabımızı biraz dindirirdik” dediler. Kültür ve Turizm Ataşesinin orada olması gerektiğini ve onlara mutlaka yardım etmek için uğrayabileceğini söyledim. Söylemesine söyledim de inanmadılar bana, “Biz nice ataşe gördük- geçirdik, onların bizim varlığımızdan haberi bile yok.” dediler. Üzüldüm. Teselli etmeye çalıştım, “Bir gün Türkiye sevdalısı, geçmişine ve tarihine aşık bir Kültür Ataşesi mutlaka gelecek ve sizlerin yaralarınızı saracaktır, biraz daha sabredin, ben elimden geleni yapacağım.” dedim ve gözleri yaşlı ve boyunları bükük olarak onları orada öylece bırakarak oradan ayrıldım.

Ve salona geçtim. Güler yüzlü üç güzel hanımefendi karşıladı hemen salonun önünde, hoş geldiniz Rüştü bey, buyurun, sizin masanız 9 numara işte şurada. Müge, Nihan ve Selen hanımefendiler. Giritli Ali Aziz Efendi ve Hafız Şükrü’den ayrılmanın hüznü dağılıverdi birden. Kendilerine teşekkür ettim ve 9 numaralı masaya doğru ilerledim. Masamda Süleyman Selçuk ve tanımadığım başka masa arkadaşlarım var. Bayanlardan birisi, “Siz orucu erken açan hocasınız değil mi?” diye sordu. “Evet ama erken değil zamanında açan demeniz daha uygun olur.” dedim. Sorusuna kısaca cevap verdim. Diğer masa arkadaşlarım da beni ilgi ile dinlediler. Yargılamadılar, anlattıklarımı onayladılar. Uygun bir zamanda dernekte buluşmak üzere kendileriyle vedalaştık.

Halil acele ettirince ben iftardan öncesinde sohbet olacak diye düşündüm. Eski Başkonsolos Ahmet Başer Şen’den kalma alışkanlıktı benimki. Düşündüğüm olmadı.
Salon 250 kişilikmiş. Süleyman Küçük söyledi. Her türlü etkinlik için kiralanabiliyormuş. Güzel bir salon, biraz basık olmasına rağmen alımlı. Masaların üzerine beyaz örtüler serilmiş, iftarlıklar üzerine konmuş, servise hazır hale getirilmiş, ambiyans güzel, masaya kimlerin oturacağı da özenle yazılmış. Tabi kimin nereye oturacağı konusunda o kadar dikkatli davranılmamış. Mesela, duayen gazeteci Ahmet Külahçı protokol masasına alınsaymış daha isabetli olurmuş, ama, Külahçı belki katılacağını geç haber etmiş de olabilir.

Masalar arasında dolaşarak tanıdıklarımızla sohbetler ettik, hal hatır sorduk, adresler aldık, karşılıklı telefon numaralarımızı değiştik. Fena da olmadı. Herhalde sohbet yemekten sonra yapılacak diye düşündüm. Derken Başkonsolos Mustafa Çelik Beyefendi anons edildi. Çıktı kürsüye ve “Ramazanınız mübarek olsun, iftar soframıza hoş geldiniz, ben konuşma hazırlamadım çünkü; bizim âdetimize göre büyüklerin yanında küçüklerin konuşması yakışık almaz, dolayısıyla Büyükelçimiz varken benim burada konuşmam edebe aykırıdır, Büyükelçimiz de konuşmak istemediğine göre size iyi iftarlar, afiyet olsun” dedi ve kürsüden indi.

Yapılanın espri olduğunu düşündüm ama yadırgadım, şoke oldum. Bu iftar Büyükelçiliğin değil, Başkonsolosluğun iftarıydı. Ben, ev sahibi olarak, davet sahibi olarak Beyefendi’den mesaj yüklü bir konuşma bekliyordum. Türkiye’nin etrafı yangın yerine dönmüş iken, Suudi Arabistan bu mübarek Ramazan ayında Yemen’i defalarca vurmuş iken ve bu işi , Alman silahlarıyla yapmış iken, Amerika tarafından Körfez kaynayan kazan haline getirilmişken, Ortadoğu savaşın eşiğinde iken, S-400 füzelerinin satın alınmasıyla Türkiye hedefe konmuşken, Fırat’ın doğusunda terör tehdidi devam ederken, Almanya’da Müslümanlara potansiyel terörist olarak bakılırken, bu konuları içeren bir konuşma beklemenin hakkım olduğuna inanıyorum. Sayın başkonsolosum olmadı bu. Böyle olmamalıydı.

İftardan sonra davetliler arasında benim gibi düşünenlerin olduğunu da öğrenince haklılığım anlaşıldı. Gayem haklı çıkmak değil elbet.
Buruk bir şekilde okunan Kur’an’ı mealini ve ezanı dinledim ve arkasından da çaldım kaşığı çorba tasına. Yemekten sonra bir din görevlisi ilahi okumak için davet edildi kürsüye, çıplak sesle okundu ilahiyi, ilkönce, herhalde enstrüman çalan birini bulamamış olabilirler dedim. Sonradan, iftar verilen mekânın caminin altında bir salon olduğu aklıma düştü. Telli çalgılar haram(!) olduğuna göre ve burası da caminin salonu olduğuna göre bu hizmetliye ilahiyi enstrümansız okutuyorlar dedim. İnşallah aklıma düştüğü gibi değildir. Eğer düşündüğüm gibiyse din hizmetleri Ataşesi Ahmet Fuat Çandır yanlış yapmıştır. Değilse...

Din Hizmetleri Ataşesi Ahmet Fuat Çandır da çağrıldı, dua etmek için kürsüye. Sayın Çandır’dan mesaj yüklü bir dua beklentisine girdim. Madem Başkonsolos o mesajı vermedi, belki Diz Hizmetleri Ateşesiyle anlaşmışlardır diye düşündüm. Amin komutuyla, eller avuç içi gökyüzüne bakacak şekilde pozisyon alındı. Sayın Ataşe ’den de tık yok. Klasik bir yemek duası. Ne diyeyim ben şimdi. Bu iftar yemeği, akşam yemeği değil ki. Allah aşkına bu dua metninin içine iki cümle yerleştirilerek; Dünya Müslümanlarının durumu dile getirilmez mi? Bu Mübarek Ramazan ayında; emperyalistlerin, Suudi Arabistan gibi, Birleşik Arap Emirlikleri gibi taşeronların, satın alınmış İslâm ülkelerinin Müslümanlara yaptıkları zulümler kınanmaz mı? Sayın Ataşem bu nasıl bir aymazlıktır. Siz Allah’a nasıl hesap vereceksiniz sayın Ataşem. Bir süre Almanya’da kaldım, suya sabuna dokunmadan görevimi tamamladım ve geriye döndüm, zaten Türkiye’de de maaşım işliyordu, bir ev aldım bir de araba…Verdiğin bu nimetlere şükürler olsun Allahım, böyle mi diyeceksin Allah’a hesap gününde sayın Ataşem. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyruğunu siz okuyorsunuz kürsülerden, ilmimiz ile amel etmemiz gerektiğini de sizler söylüyorsunuz. Hakkı söylemeyenlerin, gizleyenlerin; Allah ile aldatanlar olduğunu da siz söylüyorsunuz kürsülerden Sayın Ataşem… Prof.Dr. Vehbi Başer’in şu sözü ne kadar da anlamlı: “İslâm’ın başına gelen en büyük felaket Müslümanlıktır.”
Bir hikâye anlatırlar Bekri Mustafa ile ilgili, hikâye şöyle:

Bekri Mustafa hafızdır, ama bir kıza vurulduğu için ve kızı da ona vermedikleri için kendini meyhanelere atmıştır. Bir gün yoksul bir mahalle olan “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir... O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur.
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.
“Yok, ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve cenazenin kulağına bir şeyler fısıldar.
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak ederler ve ısrarla cevap vermesini isterler. Bekri Mustafa onlara gülerek cevap verir. Ona dedim ki:

“Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Orada sana soracaklar ‘yukarıda ne var ne yok?’ diye. Onlara de ki; “Bekri Mustafa Ayasofya Camii’ne imam oldu.’ Onlar yukarıda işlerin nasıl olup bittiğini anlayacaklardır...”
Velhasıl ev sahibimiz Sayın Başkonsolosumuzla vedalaşarak salondan ayrıldık. Sayın Başkonsolosum Allah kabul etsin, geçmişlerinizin ruhuna değsin...

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Berlin`de iftar sofraları I 2019

Almanya’da velilere çok büyük haklar verilmiştir. Veliler toplantıları önemli toplantılardır, o toplantılar ihmal edilmemelidir. Bunun için dil bilmeniz de gerekmez. Yeter ki siz o toplantılarda bulunun. Çocuğunuzun eğitimiyle ilgilendiğinizi göstermeniz dikkatlerden kaçmayacaktır.
Berlin`de iftar sofraları
Berlin Türk Eğitim Derneği ilk iftarını verdi. Türk Eğitim Derneği Ramazan ayı boyunca her Cuma iftar sofrası kuruyor. Vatandaşlarımızın ihtiyacı olan konularda uzmanları tarafından bilgilendirmelerin de yapıldığı bu sofraların ilki geçtiğimiz Cuma günü kuruldu. Bay ve bayanlardan müteşekkil olan konukların katıldığı bu sofrada, Eğitim Müşaviri Prof. Dr. Cemal Yıldız, Emniyet Müşaviri İbrahim Cihangir ve Adalet Müşaviri Ahmet Başaran da hazır bulundular. Halil Esmerin okuduğu ezandan sonra, servis Türk Eğitim Derneğine mensup bay ve bayan gençler tarafından yapıldı.

Yemekten sonra Dernek Başkanı Rüştü Kam, kısaca derneğin faaliyetlerini tanıttı: “Şu anda Almanya’nın ilk resmi Türk Kütüphanesinin salonunda iftar yapıyoruz. Ancak kütüphanemize istediğimiz kaynak eserleri temin edemediğimiz için açılışını henüz yapamadık. Allah’ın izniyle onu da başaracağız. Bu kütüphaneyi açarken ‘Türkler zaten okumuyorlar siz bu kütüphaneyi boşuna açıyorsunuz.’ demişlerdi, biz açtık ve açılışı yapılmadığı halde gelip buradan kitap götürüp evinde okuyan vatandaşlarımız az da olsa vardır. İnternet adresimiz www.tbv.berlin

Mocca Dergisini çıkarıyoruz 3 ayda bir ve iki dilde. Bu dergi Alman Kütüphanelerine gönderiliyor. Almanya geneline az da olsa dağıtılıyor. Ancak 2500 baskı yapabiliyoruz, imkanlarımız çok kısıtlı. Sponsor olan iş adamlarına huzurunuzda teşekkür ediyorum. Dergide çalışanlar ücret almıyorlar. Tercüme yapanlar da ücret almıyorlar ve bu dergi çıkabiliyor. Derginin desteklenmesi geleceğimize yapılan bir yatırımdır. Bu dergiyi okuyunuz ve okutunuz ve de abone olunuz.”

Akşam namazı molasından sonra Kam sözü Eğitim Müşaviri Cemal Yıldız’a verdi, Yıldız yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

“Çocuklarımızı içinde bulunduğumuz toplumun imkanlarını ve şartlarını bilerek ve kullanarak en iyi şekilde yetiştirmemiz gerekir. Almanya’da velilere çok büyük haklar verilmiştir. Veli toplantıları önemli toplantılardır, o toplantılar ihmal edilmemelidir. Bunun için dil bilmeniz de gerekmez. Yeter ki siz o toplantılarda bulunun. Çocuğunuzun eğitimiyle ilgilendiğinizi göstermeniz dikkatlerden kaçmayacaktır. Ben Alman okul müdürleriyle görüşüyorum, bana diyorlar ki; “Türk veliler çocuklarını dünyaya getirip sokağa salıveriyorlar. Eğitime öğretime çok uzaklar.” Bu şekildeki eleştirilmek bizlere yakışmıyor.
Anadil çok önemlidir. Çocuklarımız anadillerini unuturlarsa dinlerini de unutacaklardır. Başkonsolosluğumuzun bünyesinde 45 öğretmenimiz var. Toplam 2800 öğrenciye Türkçe dersi veriyoruz. Bunun 1100 ‘ü Sivil Toplum Kuruluşları (STK)’ nin mekanlarında 1700’ ü de Alman okullarında ders görüyorlar.
Aslında en başarılı eğitim iki dilli eğitimdir, bu pahalı bir eğitimdir. Ancak veliler isterlerse, bu isteklerinde ısrarcı olurlarsa başarı elde edeceklerine inanıyorum.”
Bir selamlama konuşması yapan Adalet Müşaviri Ahmet Başaran’dan sonra, Emniyet Müşaviri söz aldı ve şunları söyledi: “Türkiye uzun yıllardan beri PKK terörü ile mücadele ediyor. Son yıllarda bu mücadelede büyük yollar kat ettik. 15 Temmuz’da PKK yetmiyormuş gibi bir de FETÖ Terör Örgütü ile tanıştık. Elbette bu örgütleri temizlememiz gerekiyor. Tek başımıza temizlememiz oldukça zorluyor bizi. FETÖ’ nün okullarında çocukların beyinleri yıkanıyor, o okullarda terörist yetiştiriliyor. Çünkü, terör örgütleri dışardan besleniyor. Onun için tek başımıza üstesinden gelemiyoruz. Terörist teröristtir. İster PKK olsun ister FETÖ olsun bunlar Türkiye Devletine düşman örgütlerdir. FETÖ ile birlikte olup da pişmanlık duyan çok insanımız var. Komşularımızı bize karşı kışkırtıyorlar, tırlar dolusu silahla donatıyorlar onları, Türkiye bunlarla mücadele için kolları sıvayınca da başlıyorlar bağırmaya. Eski Türkiye yok artık onların karşısında yeni Türkiye var. Yeni Türkiye’de de de bunlara gerekli cevaplar veriliyor ve verilmeye de devam edilecektir. “
İftar, katılımcıların sorularıyla, tatlı ve ÇAYKUR çayı sohbetiyle sona erdi. Haftaya Cuma yine aynı mekânda buluşmak temennisiyle iftar sofrası kaldırıldı.
Zülfikar Kam/Berlin

Ein Fasten, das dem Herrn gefällt/Alter Testament



1 “Ruf, so laut du kannst! Lass deine Stimme erklingen, mächtig wie eine Posaune! Halte meinem Volk seine Vergehen vor, zähl den Nachkommen von Jakob ihre Sünden auf!

2 Ach, für wie fromm sie sich doch halten! Sie rufen Tag für Tag nach mir und fragen nach meinem Willen. Sie kommen gern zum Tempel gelaufen, um meine Nähe zu suchen. Weil sie sich einbilden, nach meinen Geboten zu leben, darum fordern sie von mir auch ihre wohlverdienten Rechte.

3 ›Warum siehst du es nicht, wenn wir fasten?‹, werfen sie mir vor. ›Wir plagen uns, aber du scheinst es nicht einmal zu merken!‹ Darauf antworte ich: Wie verbringt ihr denn eure Fastentage? Ihr geht wie gewöhnlich euren Geschäften nach und treibt eure Arbeiter genauso an wie sonst auch.

4 Ihr fastet zwar, aber gleichzeitig zankt und streitet ihr und schlagt mit roher Faust zu. Wenn das ein Fasten sein soll, dann höre ich eure Gebete nicht!

5 Denkt ihr, mir einen Gefallen zu tun, wenn ihr bloß auf Essen und Trinken verzichtet, den Kopf hängen lasst und euch in Trauergewändern in die Asche setzt? Nennt ihr so etwas ›Fasten‹? Ist das ein Tag, an dem ich, der HERR, Freude habe?

6 Nein – ein Fasten, das mir gefällt, sieht anders aus: Löst die Fesseln der Menschen, die man zu Unrecht gefangen hält, befreit sie vom drückenden Joch der Sklaverei und gebt ihnen ihre Freiheit wieder! Schafft jede Art von Unterdrückung ab!

7 Teilt euer Brot mit den Hungrigen, nehmt Obdachlose bei euch auf, und wenn ihr einem begegnet, der in Lumpen herumläuft, gebt ihm Kleider! Helft, wo ihr könnt, und verschließt eure Augen nicht vor den Nöten eurer Mitmenschen!

8 Dann wird mein Licht eure Dunkelheit vertreiben wie die Morgensonne, und in kurzer Zeit sind eure Wunden geheilt. Eure barmherzigen Taten gehen vor euch her, und meine Herrlichkeit beschließt euren Zug.

9 Wenn ihr dann zu mir ruft, werde ich euch antworten. Wenn ihr um Hilfe schreit, werde ich sagen: ›Ja, hier bin ich.‹ Beseitigt jede Art von Unterdrückung! Hört auf, verächtlich mit dem Finger auf andere zu zeigen, macht Schluss mit aller Verleumdung!

10 Nehmt euch der Hungernden an und gebt ihnen zu essen, versorgt die Notleidenden mit allem Nötigen! Dann wird mein Licht eure Finsternis durchbrechen. Die Nacht um euch her wird zum hellen Tag.

11 Immer werde ich, der HERR, euch führen. Auch in der Wüste werde ich euch versorgen, ich gebe euch Gesundheit und Kraft. Ihr gleicht einem gut bewässerten Garten und einer Quelle, die nie versiegt.

12 Euer Volk wird wieder aufbauen, was seit langem in Trümmern liegt, und wird die alten Mauern neu errichten. Man nennt euch dann ›das Volk, das die Lücken in den Mauern schließt‹ und ›Volk, das die Straßen wieder bewohnbar macht‹.

13 Achtet den Sabbat als einen Tag, der mir geweiht ist und an dem ihr keine Geschäfte abschließt! Er soll ein Feiertag für euch sein, auf den ihr euch freut. Entweiht ihn nicht durch eure Arbeit, durch Geschäfte oder leeres Geschwätz! Achtet ihn vielmehr als einen Tag, der mir, dem HERRN, gehört.

14 Wenn ihr das tut, werde ich die Quelle eurer Freude sein. Ich werde euch reich beschenken und zu Herrschern des ganzen Landes machen, das ich eurem Stammvater Jakob zum Erbe gegeben habe. Mein Wort gilt!“

Hoffnung für Alle® (Hope for All)
© 1983,1996, 2002, 2009, 2015 by Biblica, Inc.®
Alle Rechte, insbesondere des Nachdrucks, der auszugsweisen Wiedergabe größerer Texte der Übersetzung, der Speicherung auf Datenträger bzw. der Einspeisung in öffentliche und nichtöffentliche Datennetze in jeglicher Form, der Funksendung, der Microverfilmung oder der Vervielfältigung auf anderen Wegen sind ausdrücklich vorbehalten.

Kutsal Kitap’ta Oruç



Yüce Allah buyurur ki; “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. (Bakara 2/183)
Bizden öncekiler, Müslümanlardan önceki ümmetlerdir. Yahudilerdir, Hristiyanlardır ve Allah’ın peygamber gönderdiği diğer kavimlerdir. Müslümanlara kürsülerden hitap eden din görevlileri, nedense Allah bizden önceki ümmetlere oruç hakkında ne buyurmuş, diye anlatmazlar. O kitapları hepten yok sayarlar. İnsanlar tarafından değiştirildiğini düşünürler. Değiştirilmiş ayetleri vardır ama hepsi değiştirilmiş değildir. İncil, Tevrat ve Zebur’da geçen oruç ayetlerini okuduğunuz zaman, Allah’ın Müslümanlardan nasıl bir oruç tutmalarını istediğini daha iyi anlayacaksınız.
İşte Kutsal Kitap’taki oruç:

Gerçek Oruç-Yeşaye 58
1-“Avaz avaz bağırın, çekinmeyin,
Sesinizi boru sesi gibi yükseltin;
Halkıma isyanlarını,
Yakup soyuna günahlarını bildirin.

2-Bana her gün danışıyor,
Yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış!
Doğru davranan,
Tanrısı’nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi...
Benden adil yargılar diliyor,
Bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış.

3- Diyorlar ki, ‘Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor,
İsteklerimizi denetlediğimizi neden farketmiyorsun?’
“Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor,
İşçilerinizi eziyorsunuz.

4-Orucunuz kavgayla, çekişmeyle,
Şiddetli yumruklaşmayla bitiyor.
Bugünkü gibi oruç tutmakla
Sesinizi yükseklere duyuramazsınız.

5- İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz?
İnsanın isteklerini denetlemesi gereken gün böyle mi olmalı?
Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı?
Siz buna mı oruç, RAB’bi hoşnut eden gün diyorsunuz?

6- Benim istediğim oruç,
Haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek,
Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak,
Her türlü boyunduruğu kırmak değil mi?

7-  Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi?
Barınaksız yoksulları evinize alır,
Çıplak gördüğünüzü giydirir,
Yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz,

8-Işığınız tan gibi ağaracak,
Çabucak şifa bulacaksınız.
Doğruluğunuz önünüzden gidecek,
RAB’bin yüceliği artçınız olacak.

9- O zaman yardım çağrılarınızı RAB yanıtlayacak,
Feryat ettiğinizde, ‘İşte buradayım’ diyecek.
“Eğer boyunduruğa, başkalarını suçlamaya,
Kötücül konuşmalara son verirseniz,

10-Açlar uğruna kendinizi feda eder,
Yoksulların gereksinimini karşılarsanız,
Işığınız karanlıkta parlayacak,
Karanlığınız öğlen gibi ışıyacak.

11- RAB her zaman size yol gösterecek,
Kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek.
İyi sulanmış bahçe gibi,
Tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız.

12- Halkınız eski yıkıntıları onaracak,
Geçmiş kuşakların temelleri üzerine
Yeni yapılar dikeceksiniz.
‘Duvardaki gedikleri onaran,
Sokakları oturulacak hale getiren’ denecek sizlere.

13- “Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz, Şabat Günü’nü çiğnemezseniz,
Şabat Günü’ne ‘Zevkli’,
RAB’bin kutsal gününe ‘Onurlu’ derseniz,
Kendi yolunuzdan gitmez,
Keyfinize bakmayıp boş konulara dalmaz,
O günü yüceltirseniz,

14-RAB’den zevk alırsınız.
O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır,
Atanız Yakup’un mirasıyla doyururum.”
Bunu söyleyen RAB’dir.

İncil-Yeni Çeviri 2009
Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil). Eski Antlaşma ©2001, 2009 Kitab-ı Mukaddes Şirketi; Yeni Antlaşma ©1987, 1994, 2001, 2009 Yeni Yaşam Yayınları.