7 Mart 2024 Perşembe

HUDEYBİYE ANLAŞMASI IV

HUDEYBİYE ANLAŞMASI (IV) -Elçi bu sefer sinirlenmişti, öfkelenmişti, böyle konuşmalar yakışmazdı Hudeybiye Fatihlerine, dellendi, celallendi ve “Bu, ne kötü bir sözdür, niçin inanmak istemiyorsunuz bana? Tekrar üzerine basa basa söylüyorum ki; evet Hudeybiye Antlaşması bir fetihtir- Hudeybiye’den Ayrılış Elçi, arkadaşlarıyla birlikte yirmi gün kadar kaldıktan sonra Medine’ye dönmek üzere Hudeybiye’den ayrıldı. Kâbe’yi ziyâret edemeyip döndüklerinden dolayı başta Elçi olmak üzere herkes çok üzgündü. Medine’ye dönüyorlardı dönmesine de başlar öndeydi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kimi sahabe ağlıyor, kimisi yakınlarına kavuşamamanın yasını tutuyordu. Yolda yürümekle yürümemek arasında tereddütlü olanlar bile vardı… Açıktan söylemeseler de içten içe Elçi’ye kızıyorlardı …”Ne diye böyle saçma bir anlaşmanın altına imza attı ki?…” Devam edip giden sorular art arda geliyordu… Göz yaşlarını göstermemek için gizli gizli ağlayanların sayısı az değildi. Ne kadar da öfkeli olsalar Elçi’nin üzülmesini istemiyorlardı besbelli… Ordu, Mekke ile Medine arasında bulunan Kürâü’l-Gamîm mevkiine ulaşmıştı. Orada mola verildi. Hem bedenen hem de ruhen yorgundular. Ağaç bulabilen ağaçların gölgesine bulamayanlar develerinin gölgesine öylece sere serpe uzanıvermişti. Onların bitkin halini gören Elçi’de üzülüyordu elbet…Ama üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu… Liderlik böyle bir şeydi. Ümitlerin tükendiği, her şeyin bittiğinin düşünüldüğü sırada Müslümanların yakında büyük fetihlere kavuşacaklarını müjdeleyen Fetih Sûresi nâzil oluverdi; “Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık.”1 Elçi, hemen müjdeyi verdi arkadaşlarına. Gözünüz aydın. Fetih yolu açıldı, fetih yolu açıldı… Şaşkınlık vardı. Bu neyin fethiydi. Herkes birdenbire fırladı yerinden, fırladılar fırlamasına da olan biteni tam olarak anlamış değillerdi. Sahabeler ayaktaydı, birbirlerine sarılıyorlardı, biraz önceki o hüzünlü hava yerini şarkılara, türkülere, danslara bırakıverdi. Kefiyeler havalarda uçuşuyordu, tekbirler gökyüzü boşluğunu dövüyordu, kimileri de çöl toprağıyla banyo ediyordu sanki. Sevinç çığlıklarıydı bunlar… Neye sevindiklerini bile bilmeden atılan çığlıklar. Geride oldukça zor geçen bir 20 gün vardı. Dolmuşlardı. Birdenbire boşalıverdiler. Bir tarafta secdeye kapananlar öbür tarafta ellerini havaya kaldırmış şükür duası yapanlar… Müjdenin mahiyetini anlayıp Elçi’den helallik dileyenler… Bayram yerine dönmüştü Kürâü’l-Gamîm. Aynı manzaralar Medine sokaklarında da yaşanıyordu. Çünkü, Medine’ye sevinç haberi çoktan ulaşmıştı bile. Elçi’nin rüyası tasdik edildi Hudeybiye yolculuğundan önce Elçi’nin gördüğü o rüyayı tasdik ediyordu Fetih suresi: “And olsun ki Allah, Resûl’ünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşallah hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Harâma gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir; onun için, Mekke’nin fethinden önce size yakın bir fetih daha ihsân etti.”2 Hz. Ömer, Medine’ye dönüş yolundaki halet-i ruhiyesini ve Fetih Suresi’nin nazil oluşunu şöyle anlatıyor: “Hudeybiye’den dönerken, Resûlullah’ın hemen yanında gidiyordum. Acaba bana hâlâ kızgın mıydı? Onu öğrenmek istiyordum. Yaptıklarıma pişman olmuştum. O’na bir şey sordum. Bana cevap vermedi. Tekrar sordum. Yine cevap vermedi. Üçüncü kere sordum, yine cevap vermeyince kendi kendime: ‘Ey Hattab’ın oğlu! Annen seni kaybetsin de yok olasın! Bak, Resûlullah’a üç kere sordun, sorularına cevap vermedi. Sen aleyhinde Kur’an’dan âyet inmesini hakkettin!’ dedim ve devemi mahmuzladım, hızla sürmeye başladım, konvoyun en önüne geçtim. Aleyhimde âyet inmesinden korkuyordum. Sanki herkes beni suçluyordu. Yaptığın yanlıştı diyorlardı bana. Sıkıldım. Darlandım. En önde seyrediyordum. Devem de beni uzaklaştırmak için acele ediyordu. Her zamankinden daha hızlı koşuyordu. Arkamdan bir münadinin, ‘Ey Ömer bin Hattab!’ diyerek bana seslendiğini duydum. Kendi kendime, ‘Ben, zaten biliyordum, demek ki ayet indi’, diye düşündüm. Korkmuştum! Hem de çok. Kalbime öylesine bir korku çökmüştü ki, geri dönmek ile dönmemek arasında gittim geldim. Aklı selimim galip geldi ve hemen geriye döndüm. Resûlullah’ın huzuruna vardım. Çekine çekine selâm verdim. Selâmıma karşılık verdi. Sevindim, O da sevinçli idi: Elçi, “Ey Hattab’ın oğlu! Bana bir sûre indi ki; o bana üstünde güneş doğan her şeyden daha sevgilidir” buyurdu. Ve o sureyi okumaya başladı: “Biz, gerçekten, sana apaçık bir fetih ve zafer kapısı açtık…”3 Fetih Sûresi’nin nazil olması sırasında bütün Müslümanlar oldukça korkuya kapılmışlardı. Mücemmi’ bin Câriye, o ânı şöyle anlatır: “Halk, üzgündü, orada sere serpe uzanmışlardı. Bir haber duydular. Kulak kabartmaya başladılar. Ne olmuş, nedir bu telaş? Diyorlardı. Herkes birbirine soruyordu. Rasûlullah’a vahiy gelmiş’ dediler. Biz de korka korka Resûlullah’ın yanına vardık. Resûlullah ayakta öylece duruyordu. Halk etrafında toplanınca onlara “İnna fetehna leke fethan mübînâ…” diye Fetih Sûresi’nin âyetlerini okumaya başladı. Göz yaşları sel olmuş akıyordu. -“O sırada, Sahabelerden birisi, ‘Yâ Resûlallah! Ben anlayamadım, yapılan bu anlaşma gerçekten fetih midir, fetih ise bu nasıl bir fetihtir?’ diye sordu. Elçi, ‘Evet, hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu anlaşma, muhakkak bir fetihtir!’ buyurdu.”4 “Hudeybiye Büyük Bir Fetih’tir” Elçi, bu anlaşmanın bir fetih olduğunu söylese de anlaşmayı bir türlü içlerine sindiremeyenler vardı hâlâ. Peygamberimizden gözlerini kaçırarak kendi aralarında fısır fısır konuşmaya devam ediyorlardı, hâlâ hazmedememişlerdi bu anlaşmayı. “Beytullah’ı tavaftan alıkonulmuşuz, kurbanlıklarımızın Harem’de kurban edilmelerine mâni olunmuş, Müslüman olarak bize gelip sığınanları geri çevirmişiz, bu nasıl ve ne biçim fetihtir?” Homurtuların dalgalar halinde bütün ordunun içine kadar yayılması gecikmedi. Elçi’nin kulağına da gelmişti. Elçi, bu sefer sinirlenmişti, öfkelenmişti, böyle konuşmalar yakışmazdı Hudeybiye Fatihlerine, dellendi, celallendi ve “Bu, ne kötü bir sözdür, niçin inanmak istemiyorsunuz bana? Tekrar üzerine basa basa söylüyorum ki; evet Hudeybiye Anlaşması bir fetihtir.” Elçi’nin bu kızgınlığı herkesi şaşkına çevirmişti. O’nun bu kadar celallendiğini o sıkıntılı günler de bile görmemişlerdi… Elçi, sahabelerini bir daha topladı ve Hudeybiye’nin fetih olduğunu onlara yeniden anlattı. Sesi titriyordu, dudakları da titriyordu, konuşmakta zorluk çekiyordu. Dokunsalar ağlayacaktı. 20 senelik emek boşa mı gitmişti. Bedir’de, Uhut’ta, Hendek’te olup bitenler boşuna mı yaşanmıştı: “Elçi, evet arkadaşlar! Hudeybiye barışı en büyük fetihtir. Adı anlaşmadır ama o en büyük fetihtir. Bu anlaşmayla; Müşrikler, sizin kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize râzı olmuştur, yol emniyetinizi de sağlamaya söz vermişlerdir. Etraftaki kabilelerle de rahat rahat ilişkiler kurulabilecektir, o beldelerdeki insanlar, şimdiye kadar hoşlanmadıkları İslâm’ı kimseden korkmadan, çekinmeden sizlerden öğrenebileceklerdir. Allah, sizi, onlara galip getirecek, gittiğiniz yerden sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir! Mekke’de kalan kardeşlerimiz de orada çoğalacaklardır. Siz bunları anlamıyor musunuz, bunlar küçük şeyler midir? Bu anlaşma, fetihlerin en büyüğü değildir de nedir, derdiniz nedir sizin? Delirtmeyin beni!?”5 Bu duygusal, duygusal olduğu kadar da kararlılık ifade eden konuşmadan sonra arkadaşlarının gönlüne bir ferahlık geldi, yaptıklarından utandılar ve Elçi’den topluca özür dilediler, helallik istediler: “Yâ Resûlallah, Vallahi bizler, bunu senin düşündüğün gibi düşünememiştik! Muhakkak ki sen, Allah’ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin. Bizler yanlış yaptık. Nefsimize uyduk, Affet bizi.”6 Elçi, toplamda bir ay süren bu zorlu yolculuktan sonra Zilhicce ayının başında arkadaşlarıyla birlikte sevinç şarkıları söyleyerek Medine’ye ulaştı.7 Ebu Sufyan’nın kızı Ümmü Habibe de Peygamberimizin yeni eşi olarak çoktan gelmişti Habeşistan’dan. Nikahlarını Peygamberimizin isteği üzerine vekaleten Papaz Necaşi kıymıştı. Peygamberimizin yolunu gözlüyordu. Karşılayanların arasında o da vardı. Haydi, nereye istersen oraya git! Müslüman olduğu için Mekke’de esir tutulanlardan birisi de Ebu Basir’di. Müslümanların Hudeybiye’den Medine’ye gelmelerinden hemen sonra, Mekke’den kaçmayı başarmıştı ve yaya olarak Medine’ye gelmişti. Bunun üzerine Mekkeliler, Hz. Peygamber’e anlaşma maddelerini hatırlatan ve Ebu Basir’in kendilerine iadesini talep ettiler. Bu mektubu taşıyan elçi, Ebu Basir’den üç gün sonra Medine’ye ulaştı. Mektup Elçi’ye ulaşınca Ebu Basir’i hemen yanına çağırdı: – Ey Ebu Basir! Biliyorsun ki, Kureyş ile bir anlaşma yaptık ve onlara bir söz verdik. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yakışmaz. Haydi, kavminin yanına dön! – Ya Resulallah! Bana işkence yapsınlar ve dinimden döndürsünler diye mi beni müşriklere geri veriyorsun?! – Ey Ebu Basir! Git diyorum sana! Hiç şüphe yok ki, Allah senin için ve seninle bulunan Müslümanlar için bir genişlik ve çıkış yolu yaratacaktır. Ebu Basir, Mekke’den gelen elçi ve yanındaki adamına teslim edildi. Ebu Basir’le birlikte bazı Müslümanlar da yola çıktılar ve Ebu Basir’in kulağına şu şekilde fısıldadılar: – Ey Ebu Basir! Hiç şüphesiz Allah, senin için bir çıkar yol yaratacaktır. Git işini gör! Git işini gör! diyerek, sanki ona, yanındakilerin icabına bakmasını ima ediyorlardı. Zü’l- Huleyfe denen yere geldiklerinde öğlen olmuştu. Ebu Basir, bir fırsatını bulup elçiyi öldürdü. Elçi’nin yanındaki köle de korkuya kapılıp Medine’ye doğru kaçmaya başladı. Hz. Peygamber, ikindiden sonra, sahabeleriyle oturuyordu ki köle mescide girdi, Elçi’nin huzuruna çıktı. Elçi: – Ne oldu sana! – Adamınız, sahibimi öldürdü. Ben de elinden zor kurtuldum. Bu sırada Ebu Basir de çıka geldi: – “Ya Resulallah! Vallahi, Sen anlaşmadan dolayı üzerine düşeni yerine getirdin. Ama ben de işkenceye tutulup dinimden döndürülmekten kendimi korudum. Allah, beni onların elinden kurtardı.” Elçi: ”Haydi, nereye istersen oraya git! Ama Medine’de duramazsın.” Dedi. Bunun üzerine Ebu Basir, deniz kenarında bulunan ve Şam kervanlarının yolu üzerinde olan İs adlı vadiye yerleşti. Zaman içinde, Mekke’den kaçmayı başaran birçok Müslüman da birer birer Ebu Basir’e katıldılar. Sayıları önce 70’i, bir süre sonra da çevre kabilelerden katılanlarla 300’ü buldu. Şam’a gitmekte olan Kureyş kervanlarına saldırıyor, mallarına el koyuyorlardı. Kureyş bu durumdan iyice rahatsız olmuş durumdaydı. Sonunda Hz. Peygamber’e bir mektupla ricada bulundular. Mektupta şunlar yazıyordu: – “Allah ve akrabalık aşkına! Sen onlara haber gönder ki, bundan böyle, her kim, Medine’ye Senin yanına gelirse, o emniyettedir. Onun için Mekke’ye geri çevrilme zorunluluğu yoktur. Biz antlaşmadaki o şarttan vazgeçtik. Bundan sonra, Mekke’den Muhammed’in yanına gelen kimse geri çevrilmeyecektir.” Bunun üzerine Elçi, Ebu Basir ve arkadaşlarına, Kureyşlilerin kervanlarına dokunmamaları gerektiğini belirten bir mektup yazdı. Mektup, Ebu Basir’e ulaştığında ölüm döşeğindeydi. Müslümanlar onun cenaze namazını kıldılar ve kendisini oraya gömdüler. Diğerlerinin bir kısmı ailelerinin yanına bir kısmı da Medine’ye döndüler. Medine’ye gelen Müslümanların sayısı 70 kadardı. Evet, Hudeybiye anlaşması ve getirdikleri... Günlük yaşamda her zaman örnek alınabilecek bir fiili sünnettir. Ben böyle bilir böyle derim. Sonuç 1-Kendilerini Kâbe’yi ziyâret ve tavafa hazırlamış olan sahabeler, anlaşma maddelerini tam olarak anlayamamışlar ve peygamberimize tavır koymuşlardır. Fakat zamanla sulhun müspet neticeleri görülmeye başlanınca, Resûl-i Ekrem Efendimizin, kararında ne kadar haklı olduğunu ve endişelerine de mahal bulunmadığını anladılar. 2-Her şeyden evvel, İslâm’ın amansız düşmanı olan Kureyş müşrikleri bu sulh ile Peygamberimizin kurduğu Medine Site devletini resmen tanımış oluyorlardı. Müslümanların da. Bir devleti vardı artık. Diğer devletlerle anlaşmalar yapabilecek bir devlet. Mekke Müşrik devleti tarafından, Medine Site devleti devlet olarak tanınmasaydı Medine’de sığıntı olarak kalacaktı. Amerika tarafından tanınmayan, Filistin ve Kıbrıs gibi… 3-Ayrıca bu barış, diğer fetihlere de bir başlangıç olmuş, fetih kapılarının açılması için bir anahtar teşkil etmiştir. Nitekim bu barıştan, daha doğrusu bu mânevi fetihten, kısa bir zaman sonra Hayber’in fethinin ve ondan sonra da Mekke’nin fethinin gerçekleştiğini görüyoruz. 4-Yine bu barış sayesinde, Müslümanlarla müşrikler arasında diyalog zemini oluşmuştur. 5-Her ne kadar kılıçlar bir müddet kınında sokulu kaldıysa da Kur’an-ı Hakîm’in parlak, mânevî kılıcı ortaya çıktı, kalpleri ve akılları fethe başladı. Anlaşma sayesinde Müslümanlarla, müşrikler birbirleriyle serbestçe görüşme imkânı buldular. Müslümanların yaşayışlarıyla gösterdikleri İslâm’ın güzellikleri onları kendilerine cezbetti. Kur’an’ın sönmez nurları kavim ve kabilelerin inat ve taassuplarını kırıp, mânevî hükmünü icrâ etti. Meselâ, bir harp dâhisi olan Hâlid bin Velid ve bir siyâset dâhisi bulunan Amr bin Âs gibi, kılıçla mağlubiyeti kabul etmek istemeyen zâtlar, bu sulh sayesinde Kur’an’ın mânevî kılıcının cazibesinden kendilerini kurtaramayıp, Resûlullahın huzuruna çıkarak teslimiyetlerini arz etmiş, Müslüman olmuşlardır. 6-Aynı şekilde sulhun tanıdığı imkân dolayısıyla Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye ziyâretler, ticarî münasebetler başladı. Kureyş müşrikleri Müslümanları yakından tanıma fırsatını buldular. Onların doğruluklarına, dürüstlüklerine şahid oldular. Müslümanların nasıl bir hürriyet havası içinde yaşadıklarını yakından takip ettiler. Bu arada Müslümanların telkin ve tavsiyesiyle birçok müşrik îmân dairesine girdi. Kimisi de îmân ve İslâm’a karşı besledikleri düşmanlıklarını yumuşatarak, imâna karşı meyil gösterdi. 7-Hudeybiye Barış Antlaşması’ndan Mekke’nin Fethi’ne kadar geçen iki sene zarfında Müslüman olanların sayısı, Elçi’nin peygamber olarak gönderilişinden barış/sulh gününe kadar geçen yaklaşık yirmi seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Umre maksadıyla yola çıkan ve Hudeybiye’den geriye dönen Sahabelerin sayısı bin dört yüz iken, iki sene sonra Mekke’nin fethine gidildiğinde bu sayı on bini buluyordu. Bu da Hudeybiye Sulhü’nün ne kadar önemli bir anlaşma olduğunu açıkça göstermektedir. 8-Kur’an’ın Hudeybiye Barışı’nı “Feth-i Mübîn”, yani apaçık bir fetih olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Halbuki Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat Kur’an’ın bunları değil de Hudeybiye anlaşması’nı “Feth-i Mübîn” olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl zaferin mânevî sahada, masa başında olduğu gerçeğine işaret içindi. Nitekim İmamı Zührî, buna işaretle, “İslâm’da Hudeybiye Anlaşması’ndan/ Musalahası’ndan önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır” demiştir. İbni Mes’ud’un rivâyeti de aynı meâldedir: “Siz Fetih olarak Mekke’nin fethini kabul ediyorsunuz. Halbuki biz, asıl fetih olarak Hudeybiye Antlaşması’nı sayıyoruz.”8 9-Hudeybiye Barışı aynı zamanda, büyük bir siyasî zaferdi. Çünkü, Hayber Yahudilerini, kuvvetli dostları olan Kureyş müşriklerinden tecrid ediyordu. Hayber Yahudileri için artık Kureyş müşrikleri yok demekti. Dolayısıyla Hayber’in fethi de bu sayede daha da kolaylaşıyordu. Nitekim, Resûl-i Ekrem, Medine’ye döndükten birkaç hafta sonra Hayber’in fethine muvaffak olmuştur. 10- Bütün bu neticeler görüldükten sonra Hudeybiye Barışı için Kur’an’ın, “Biz sana gerçekten açık bir zafer verdik” haber ve hükmünün ne kadar önemli olduğu açıkça anlaşılıyordu. Bu vesileyle şu âyet-i kerimeyi de hatırlatalım: “Hoşunuza gitmese de size zor da gelse, cihad üzerinize farz kılındı. Belki sevmediğiniz şey hakkınızda hayırlıdır. Bazen da sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah her şeyi bilir, siz bilmezsiniz.”9 Evet Hudeybiye anlaşması fiili bir sünnettir. Müslümanlara örnek olması gereken fiili bir sünnet. BİTTİ ……………… 1. Fetih Sûresi, 1. 2. Fetih Sûresi, 27. 3. Müsned, 1:31; Tirmizî, 5:385. 4. Tabakât, 2:105. 5. İnsanü’l-Uyûn, 2:715. 6. A.g.e., 2:715. 7. Sîre, 3:337; Tabakât, 1:258. 8. İbn-i Kesîf, Tefsir, 4:182. 9. Bakara Sûresi, 216.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder