2 Mart 2024 Cumartesi

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM III

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM (III) -Orucu kasten bozan kimseye verilen kefâret cezası; diğer dinlerden esinlenerek oluşmuş bir anlayıştır. Diğer dinlerde işlenen her suça kefâret cezası veriliyorsa biz de vermeliyiz anlayışı yani... Kur’an’ın buyruklarına göre Müslüman, ibâdet yapıp yapmama konusunda hürdür. İbâdet bu hürriyet içerisinde yapılırsa bir anlam kazanır. Allah kimsenin başına bekçi tayin etmemiştir, peygamberi de dahil- Rüştü KAMHa-ber.com Bu yazımda orucun kefâretini işlemek istiyorum. Önce kefâret nedir? Diğer dinler de de kefâret var mıydı? Varsa nasıl uygulanırdı? kısaca izah edelim:  Kefâret nedir? Kefâret kelimesi, sözlükte, “örtmek, gizlemek, inkâr etmek” manasındaki küfr kökünden gelir. Günah ve hataların üzerini örtücü ve telâfi edici bir anlayışın uygulanmasıdır. Kefâret kelimesinin Arapça’ya, İbrânca; kappârâ ve onun kökü olan kipperden geçtiği söylenir. İşlenen suça kefâret olsun diye kurbanlar kesilir, sadakalar verilir veya oruçlar tutulur. Örf böyledir, böyle yapılır ki; işlenen günahlar daha dünyada iken affedilsin.   Kefâretin kaynağı konusunda dinler arasında farklılıklar vardır. Bazı dinlerde kefâret, Tanrı’nın yapılan yanlışı telâfi etmeye yönelik bir emridir. Tanrı buyruğudur. Bazı dinlerde ise günaha düşenlerin vicdanıdır. Vicdan meselesi. Vicdanı rahatlatmak gerekir. Bu anlayışın en belirgin örneklerine ilkel kabile inançlarında rastlanır. Aslında birçok dinde toplumun başına gelen felâket ve hastalıklar, insanların; Tanrı’nın istemediği bir işi yapmalarından dolayı, O’nu öfkelendirmenin sonucudur. Bu şekilde inanılır, düşünülür.  Bu öfkeyi toplumdan uzaklaştırmak lazımdır. Tanrı ile yeniden barışı sağlamak lazımdır. O’nun nimetlerinden mahrum kalmamak için çeşitli kefâret eylemleri yapılması gerekir.  Bu eylemler yalvarmaktır, takdimeler sunmaktır, kurbanlar kesmektir.  Günah keçileri icad ederek suçu onlara yüklemektir. Örnekler: Hinduizm Hinduizm, günahı dünyanın nizamına karşı işlenmiş bir suç olarak görür. Bu suç bulaşıcı bir hastalık gibidir. Kefâret ile bu hastalıktan kurtulmak mümkündür. Dolunayla başlayarak bir ay süreyle oruç tutmak, bazı kutsal ırmaklarda yıkanmak, hac mekânlarını ziyaret etmek, fakirlere yardımda bulunmak gibi.  Zerdüştlük Zerdüştlüğe göre günah işlememek, günahın kefâretini ödemekten daha iyidir. Fakat kişi bir defa günah işlediyse yapacağı en iyi şey vakit geçirmeden kefâretini ödemektir. İnanışa göre, samimi bir duyguyla yerine getirilen kefâret, Ahura Mazda (Baş Tanrı) ile insanlar arasındaki ilişkiyi yeniden düzene koyacaktır. Bunun için, yatmadan önce kısa bir tövbe duası okumak lazımdır. Diğer bir uygulamaya göre günahkâr kişi, rahibin önünde günahlarından tövbe etmelidir. Ayrıca çeşitli hayırlarda bulunmakla da kefâret yerine getirilmiş olacaktır.   Şintoizm Japon halk dini olan Şintoizm’de ise kötülük, kirlilik olarak algılanır. Kötülükten kurtulmak tövbe ile olmaz. Arınmak ve temizlenmek gerekir. Kefâret arınmanın şartıdır. Bunun için âyinler yapılmalıdır. Mabetteki sunağa tanrılar için takdimeler bırakılmalıdır.KonfüçyanizmKonfüçyanizm öğretisinde ise günah işleyen mutlaka onun karşılığını görecektir. İnanç böyledir. Kabul edilen ahlak sistemine ve kozmik düzene aykırı davranışlar günahtır. Bununla birlikte Konfüçyanizmde, günahlardan arınmaya yönelik herhangi bir kefaret ayini, günah itirafı veya nefsi riyazetle terbiye etme uygulamaları bulunmamaktadır.İnanışa göre suçlu bir şekilde yaptığı o kötülüğün karşılığını görecektir. Etme  bulursun anlayışı.Yahudilik Yahudilik dininde kefâret, kefâret gününde baş hahamın idaresinde çeşitli arınma âyinleri yapılarak ve kurbanlar takdim edilerek yerine getirilir. Başhaham kendisi ve ruhban teşkilâtı için günah itirafında bulunarak kurban sunar ve ardından toplumun günahlarına kefâret olacak âyinlere başlar. Bu amaçla ayin mahalline iki keçi getirilir. Başhaham kura ile keçilerden birini toplumun günahları için kurban eder. Sonra, elini “günah keçisi” denilen diğer keçinin başına koyarak toplumun günahlarını ona yükler. Daha sonra günah keçisini mâbedin kapısına çıkarıp görevlilere teslim eder. Böylece görevliler de günah keçisini çöle sürer ve böylece günahları toplumdan uzaklaştırmış olurlar (Levililer, XVI). Hristiyanlık Hristiyanlıkta aslî günah anlayışı vardır. Hz. Adem’in işlediği günah yüzünden herkes günahkar olarak doğar. Hristiyanlığa göre insanlığın atası Âdem’in işlediği bu ilk günah ve onun cezası olan ölüm, bütün nesillerine sirayet etmiştir (Romalılar’a Mektup, V/12, 19). Bu günahın kefareti verilmelidir. Verilmiştir. Hz. İsa bu kefâreti bizzat canıyla ödemiştir. Böylece Hristiyanların aslî günahları affedilmiştir. (Matta, XXVI/26-28; Markos, VIII/31; X/33-34, 45). Doğrudan doğruya Tanrı’ya karşı işlenen böylesine ağır bir günahı ancak Tanrı’nın kendisi affedebilirdi. Bu sebeple Tanrı oğlu Îsâ’yı insan şeklinde yeryüzüne göndermiştir. Îsâ da insanlığın günahlarına kefâret için, tek ve gerçek kurban olarak kendisini sunmuştur. Böylece Tanrı ile insanlık arasında barışı tesis etmiştir. Bu kurtuluş ve barış ortamına kavuşmak ancak Îsâ’ya iman ederek vaftiz olmakla mümkündür. Vaftizle kişi, Îsâ’nın kefâretiyle oluşan inâyete iştirak ederek bundan pay almakta, böylece aslî suçtan ve diğer günahlarından arınmaktadır (Telfer, s. 18). İslâm İslâm’da kefâret, dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimselere verilen cezadır. Bunlar, köle âzat etme, oruç tutma, fakiri doyurma ve giydirme gibi malî veya bedenî nitelikli cezalardır. Allah’tan af ve mağfiret dileme mânasına geldiğinden geniş anlamıyla tövbenin bir türüdür. Kişiyi gönüllü olarak şahsen olgunlaştırmayı ve eğitmeyi amaçlar. Bu vesileyle de sosyal yapının güçlendirilmesi hedeflenir. Kur’an’da kefâret kelimesi üç âyette dört defa geçer. Mesela, kısastan söz eden âyette, yapılan bağışlamanın ya da malî fedakârlığın işlenen günah için kefâret olacağı bildirilir (el-Mâide 5/45). Diğer ayetlerde ise kefâret, bilerek yapılan yeminin (el-Mâide 5/89) ve ihramda iken avlanma yasağının ihlâl edilmesinin cezası olarak açıklanır (el-Mâide 5/95). Ayrıca Kur’an’da genel bir anlatımla, işlenen günahların ve yapılan kötülüklerin Allah hakkına taalluk eden kısmının tövbe, iyi davranışlar, iman ve sâlih amelle bağışlanıp örtüleceği sıkça tekrarlanır ve müminlerin de böyle dua etmesi öğütlenir (Âl-i İmrân 3/193, 195; en-Nisâ 4/31; el-Mâide 5/12, 65; el-A‘râf 7/153; el-Enfâl 8/29; Hûd 11/114; et-Tegābün 64/9). Oruç ve  Kefâret Orucu kasten bozmak suç olarak belirtilir. Kefâretinin ödenmesi gerekir. Ancak bu suç ve cezası Kur’an’da yer almaz. Bu suç ve cezası peygambere fatura edilir. Kurân, oruç ibadetini yerine getirmekte zorlanan kimselere bir dizi kolaylık ve ruhsat getirmiştir. Ayrıca kasten oruç tutmayan veya başladığı orucu bile isteye bozan kimseye de tutmadığı oruç için kazâ etme imkânı tanımıştır. Kur’an, yemin, zıhar, kâtil, hac ve umre ibadetlerindeki kefâretten bahsederken, kişinin hür iradesiyle iftar etmesini/ orucunu bozmasını dışarıda bırakmıştır. Ruhsat yolunu ve kaza yolunu açık bırakarak yapmıştır bunu. Fakat geleneksel fıkıh kitaplarımız orucunu, bile isteye bozan Müslümana verilecek ceza için özel bir bahis açmıştır. Çünkü, bu kişi orucunu bozarak günah işlemiştir. Bu günahtan kurtulabilmesi için de Ramazan ayından sonra kesintisiz olarak 60+1=61 gün oruç tutacaktırBu hüküm Kur’an’a rağmen verilmiştir. Kendi cinsinden bir ceza ile de suçun telafisine gidilmiştir ve 61 gün oruç tutma şartı getirilmiştir. (Geniş bilgi için bkz., TDV. İslâm Ansiklopedisi, Kefâret Maddesi) Bu bilgilerden anlaşıldığına göre hem vahye dayalı olmayan dinlerde hem de vahye dayalı olan dinlerde suç işleyen, kötülük işleyen insanlar için kefâret uygulaması vardır. Tanrı’ya karşı işlenen bir suçun telafi edilmesi için yapılan uygulamalardır kefâret. Suçlu sayılan kişiyi cezalandırma yöntemi. Suç işlemişse cezası da olmalıdır. Ama suç işlemişse… Bu anlayış sözü edilen dinlerden esinlenerek oluşmuş bir anlayıştır. O dinlerde işlenen her suça kefâret cezası veriliyorsa biz de vermeliyiz anlayışı. Hüküm Koyucu, her ne sebeple olursa olsun orucunu bozan Müslüman için bir gün kaza etmesini buyurduğu halde, Peygamberimiz de bu yolu takip ettiği halde; sonradan bu yol terkedilmiş ve Hüküm Koyucu’ya kendi dinini öğretme küstahlığına soyunulmuştur.  Burada Allah adına, O’nun kullarına işlemediği bir suçtan dolayı ceza vermek gibi bir zulüm vardır. Böyle bir zulmün, Allah’ın dinine fatura edilmesi gerçekten manidardır. Oysa, Hüküm Koyucu’nun hükmü oldukça açıktır: ” İçinizden her kim (Ramazan ayında) hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca daha sonra oruç tutsun.” (2/Bakara Suresi 184; çeviri Mustafa Öztürk) Allah rızası için oruç tutan Müslümanın, öyle veya böyle, hiçbir mazereti yokken orucunu bozması mümkün değildir. Mazereti vardır ki, orucunu bozmuştur, iftarını yapmıştır. Oruçlu bir Müslüman, özel durumuna göre, kendini mazeretli görürse, mazeretli sayarsa, orucunu bozar/ iftarını yapar. Bu ruhsattır ve bu ruhsat; mazeretli Müslümana Allah tarafından verilmiştir. Kur’an’ın buyruklarına göre Müslüman, ibâdet yapıp yapmama konusunda zaten hürdür. İbâdet bu hürriyet içerisinde yapılırsa bir anlam kazanır. Allah kimsenin başına bekçi tayin etmemiştir, peygamberi de dahil. Buyruk şöyle, “Biz seni, onlar üzerinde koruma memuru, denetçi ve inzibat olarak görevlendirmedik. Sen onların adına Allah'a karşı savunma yapamazsın; Allah adına onların üzerinde zor da kullanamazsın.”(6/En’am 107; çeviri, Ahmet Tekin) Katı’ut-tarik (yol kesen, eşkıya), Kur’an’dan kendisine yol bulamayınca, kefâreti O’nun Peygamberine fatura etmiştir şöyle:– Bir adam Peygambere gelerek” Mahvoldum!”dedi, – Peygamberimiz; Seni mahveden şey nedir ? – Adam; Ramazan'da hanımımla ilişkide bulundum. – Peygamberimiz: Köle azâd edebilir misin ? – Adam: Hayır. – Peygamberimiz: Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin ? – Adam: Hayır. – Peygamberimiz: Altmış fakiri doyurabilir misin ? – Adam: Hayır. – Peygamberimiz: Adama biraz hurma vererek al bu hurmaları dağıt dedi. – Adam: Bizden fakiri var mı ki ben bu hurmaları dağıtayım? – Peygamberimiz: Güldü ve adama, git bunları ailene yedir dedi.”(Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Prof.Dr.İbrahim Canan c.9 s. 529) Bu hadisin ışığında kefâreti ilim adamları değerlendirmiş ve şu sonuçları elde etmişler:1- İmam Hanefi, kasten orucunu bozan kişiye; 61 gün ceza verilir, demiş.2- İmam Şafiî, keffâret sadece, kendi isteğiyle cinsi münasebet yapan erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir, kadının kaza yapması gerekir, demiş.3- İmam Malik, hadisteki sıra takip edilir, demiş.4- İmam Nevevî, keffâret erkeğedir, kadına hiçbir şey gerekmez demiş. Çünkü keffâret mehir gibidir, mehir de erkeğe mahsustur, demiş.5- İmam Hanbel, kadına da erkeğe de kefâret gerekir, demiş.6- Bazı âlimler de sadaka vermek yeterlidir, demiş. Avf ibn. Malik el-Eşcai, Abdullah ibn. Rihem bunlardandır.Yüce Mevlam bu yol kesicilerin şerrinden bütün Müslümanları korusun. Amin… Sonuç: 1- Kefâret, ilim adamlarının çoğunluğunun ortak görüşüne göre orucu bozan diğer hususlarla ilgili değildir. Sadece cinsel ilişki ile ilgilidir ve de erkek için geçerlidir, kadın için geçerli değildir. Her ne sebeple olursa olsun oruç bozulduğu zaman, güne gün, oruç tutmakla farz yerine getirilmiş olur. Fetva da bu yöndedir.2- Kefâretin umûmîleştirilmesi ve farz hükmünde görülmesi Allah adına hüküm koymak olur, yanlıştır. O sahabe ile Peygamberimiz’in konuşmalarının sonunda hurmalar o sahabeye kaldı. Adam cezalandırılma yerine mükâfatlandırıldı. Peygamber’in huzuruna eli boş gelen adam, eli dolu olarak geri döndü ve Peygamberimiz’i de keyiflendirdi.3- Orucu kendi hür iradesiyle bozan/iftar eden bir Müslüman için verilen kefâret cezası, İslâm’dan önceki dinlerden esinlenerek Müslümanların literatürüne katı-ut tarik tarafından özellikle sokulmuş olmalıdır.4-Dolayısıyla orucunu hür iradesiyle bilerek ve isteyerek bozan kimse için kefâret cezası yoktur. Kur’an bu konuda tamamen suskun kalmıştır. Hüküm Koyucu, kişi tutamadığı o orucu Ramazan ayından sonra kaza edecektir, demişse ki; demiştir. Sonrası ‘kraldan çok kralcı olmak’ anlamına gelir…Varın sonrasını siz düşünün… Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder