Türk Eğitim Derneği'nin davetlisi olarak Berlin'de bulunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Profesör'ü M.Akif Koç, "Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri" konusunu işledi. Koç'un altını çizdiği hususları şu şekilde özetlemek mümkün:
"Kur'an'ın
tefsirine geçmeden önce O Kitabı bize getiren peygamberi tanımak
lazım. Bu tanıtımı Kur'an yapar. O nun insan peygamber olduğunu
haber verir. Israrla peygamberin insan olmasının üzerinde durur.
Çünkü insan olmayan peygamber örnek alınamaz. İmtihanın
gerçekleşmesi için peygamber, insanlar içinden seçilmiştir.
Melek bir peygamber imtihanı ortadan kaldırırdı.
Peygamberler
mücadele ederler, bu mücadeleler zorludur, yorucudur, tedirgin
edicidir, sabır gerektirir. Onlar kendilerine yapılan kötü
muamelelerden ötürü acı çekerler. Sıkıntı çekmeyen acı
çekmeyen peygamber yoktur. Çünkü, peygamberler
kurulu köle düzenlerine başkaldıran insanlardır. Görevleri
arasında insanlar arasında adaleti sağlamak vardır. Bu görevi
yerine getirirken, işkence görürler ve acı çekerler.
Hz.
Aişe "Kim peygamber Allah'ı görmüştür derse yalan
söylüyordur.'' der. Ayrıca Hz. Aişe Lokman suresinin 34'üncü
ayetini, "Son
Saat'in ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir; yağmuru yağdıran
O'dur; rahimlerde yer alanı O bilir; Halbuki kimse yarın ne
kazanacağını ve hangi topraklarda öleceğini bilmez. (Yalnız)
Allah, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.''
delil göstererek " Peygamberin geleceği bilmediğini'' söyler ve
bu kapıyı kapatır.
Allah
her peygamberi mucize ile gönderir. Mucize ihtiyaca göre verilir.
İnsanlara bazen şok edici şeyler gerekir. Mucize ile
peygamberlerin farklı oldukları anlatılmak istenir. Ancak
Kur'an'da Peygamber'e verilen mucizelerden bahsedilmez.
Peygamberimiz'e verilen en büyük mucize Kur'andır. Kur'an
kendisinin dışında Peygamber'e verilen başka bir mucizeden
bahsetmez.
Kur'an
müşriklere meydan okuyarak onları aciz bırakmıştır. "Gücünüz
yetiyorsa bir benzerini getirin"...Güçleri Kur'an'ın
benzerini getirmeye yetmedi. Bundan dolayı onlar tercihlerini onunla
savaş yapmaktan yana koydular.
Kur'an muhataplarına meydan okur
Corpus
Quranicum projesi Kur'an'ın değişmiş olabileceği ihtimali
üzerinde araştırma yapmak üzere 1870 yıllarında planlanan bir
çalışmanın devamıdır. Bu kurumun merkezi Berlin'dedir.
Kurulduğu tarihten bu tarafa Kur'an üzerine yaptığı
araştırmalarda bir değişim tespit edemedi.
Onlara
göre,
Kur'an
versiyonu olmayan bir dünya klasiğidir.
Allah
Kur'an'da hep akla hitap eder. İbrahim peygamberin kıssası bu
konuda en önemli örnektir. İslâm'da inanç tartışılır, hem de
sonuna kadar tartışılır. Hristiyanlıkta inanç tartışılmaz.
Kur'an bu konuda kendisine çok güvenir. Mesela Ahiret inancı
konusunda Allah bize, ilkbahara bakmamızı söyler. Aklımızı
çalıştırırsak ilkbaharda Ahiret inancımızı güçlendirecek
örnekler buluruz. Bütün peygamberlerin getirdikleri inanç
esasları aynıdır, inanç esaslarında değişiklik yoktur,
değişiklikler ameli hükümlerdedir.
Tefsir
Tefsir,
anlaşılamayan bir metni anlaşılır kılma çabasıdır. Sahabe
döneminde tefsir faaliyetlerine rastlamıyoruz. Çünkü, onlar
Kur'an'ı anlıyorlardı.
Müslümanlar,
anladıktan sonra O'na birşeyler ilave etmeyi de ihmal etmediler.
Anlamaktan daha öte şeylerdi bu ilaveler. Böylece amacın dışına
çıkıldı. Kur'an ısrarla kendisinin kolay bir Kitap olduğunu
bize söyler, herkese söyler. Ancak bizler O'nun anlaşılmaz bir
Kitap olduğunda nedense ısrar ederiz. Müslümanlar kendi
doğrularını Kur'an'a onaylatmak için çalışmamalıdırlar,
metni doğru anlamaya çalışmalıdırlar.
Kur'an'da
herşey vardır algısı yanlıştır, 600 sayfa Kitap'ta herşey
olur mu? Aradıklarını Kur'an'da bulamayanlar ondan sonra zorlama
yorumlara gidiyorlar. Kur'an'da olmayan birşeyi Kur'an'da varmış
gibi göstermek doğru değildir.
Son
300 yıldır neden debelenip duruyoruz. Çalışmak, didinmek, gayret
etmek yerine başkalarının bulduklarına Kur'an'dan delil aramakla
vakit geçiriyoruz. Ayıptır, günahtır.
Ortaçağ'da
müslümanlar çalıştı ve Allah da onları hak ettikleri yere
getirdi. Bugün Avrupalılar, Amerikalılar çalışıyor, Allah bu
sefer onları hak ettikleri yere getiriyor. Kur'an'daki bir ayete
bağlı olarak yapılmış bir icad yoktur. Olamaz da zaten. Şu icad
Kur'an'ın şu ayetinden yola çıkarak bulunmuştur kimse diyemez,
yok böyle bir şey. En büyük sorunumuz bu, Kur'an'ı uygulamaya
koymamak ve çalışmamak.
Berlin'de
üniversiteye giden çocuklarımızın oranı yüzde 7 civarındaymış.
Evet işte en büyük sorun bu. Bundan daha büyük sorun olur mu?
Böyle devasa bir sorun varken ortada müslümanlar birbirlerinin
imanıyla uğraşıyorlar. Yazık değil mi sizin geleceğinize.
Bakın biz bugün burada neyi tartışıyoruz...
Müslüman
olmak Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.
Müslümanlar
zirvede olduklarında tabii bilimleri kullanarak Kur'an'ı tefsir
etmediler. Ne zaman dibe vururlarsa bu meseleler gündeme gelir.
Bugün dibe vurduğumuz için bu meseleleri konuşuyoruz. Aşağılık
kompleksidir bu. 300 yıldır biz bu komplekslerle yaşıyoruz. Bugün
biz her konuda Kur'an'ı referans göstermeye çaılışmanın
dışında bir şey yapmıyoruz.
Napolyon
ne zaman Mısır'a çıktı müslümanların kafası karıştı, işte
o karışıklık hala sürüyor. O günden beri antı tezdir
müslümanlar, ortaya tez koyamıyorlar. Kur'an'ı anlamak başka
birşeydir, içselleştirmek başka birşey. Müslüman olmak
Kur'an'ın doğru anlaşılmasının garantisi değildir.
Arapça antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir
Arapça
antik bir dil değildir, anlaşılabilir bir dildir. Bunu Allah
söylüyor. "Biz
onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.''
Kur'an
birebir nüzul sebepleriyle daha iyi anlaşılır. Metinle çağdaş
olmak dili öncelemekle olur. Her metni çağdaşı en iyi anlar, bu
böyledir. Sahabe Kur'an'ı yüzdeyüz anlamıştır, bizden daha
zeki oldukları için değil, vahiy sürecini yaşadıkları için bu
böyledir. Günümüze ulaşan 54.000 tefsir rivayeti vardır,
bunların yüzde yedisi peygambere ulaşır. Tabiîne ulaşan ise
yüzde seksendir. Abdullah ibn Abbas'ı devreden çıkarırsanız
sahabeden hemen hemen tefsir rivayeti gelmez.
Taberi
sadece nakleder, yanlış ve doğru ne varsa nakleder. O nakillerin
değerlendirilmesi okuyucuya kalır. Eğer o nakiller olmasaydı biz
o dönemde yaşayan insanları, yaşantılarını ve ruh hallerini
bilemezdik. Taberi "Tarih''inin önsözünde açıkça yazar bunu.
"Reddetmek veya kabul etmek okuyucuya aittir.'' der.
İbn
Ebî Hâtim´in tefsirinin yaklaşık olarak % 74´ü Tabiînden
gelen rivayetleri içermektedir. İbn Ebî Hâtim´in tefsirinde
olduğu gibi Taberî tefsirinin de büyük bir bölümü
Tabiîn rivayetlerinden oluşmaktadır. Bu durumda, ´rivayet
tefsiri´nin aslında ağırlıklı olarak Tabiîn neslinin ürünü
olduğu ortaya çıkmaktadır: Taberî ve İbn Ebî Hâtim´in
tefsirleri kanalıyla günümüze ulaşan, yaklaşık 54000 tefsir
rivayetini dikkate alırsak; Taberî´nin tefsirinde yüz kereden
fazla tekerrür eden toplam 23 isnad içinde ve İbn Ebî Hâtim´in
tefsirinde de elli kereden fazla tekerrür eden toplam 35 isnad
içinde Hz. Peygamber´e
ulaşan herhangi bir isnad yoktur.
Bu
isnadlardan İbn Abbâs dışında bir sahabiye ulaşanı da yoktur.
Bu veri, Tabiîn döneminden önceki tefsir faaliyetlerinin düzenli
ders halkalarında icra edilmediğini gösterir. Eğer aksi olsaydı,
Hz. Peygamber´e, ondan sonra da diğer pek çok sahabiye ulaşan ve
düzenli olarak tekerrür eden isnadlarla karşılaşmamız
gerekirdi. Açıkçası Tabiîn döneminden önceki zaman dilimi,
tefsir ilmi bakımından yalnızca basit bir ön aşama idi.
Sahabe'nin
tefsire ihtiyacı yoktu. Çünkü Kur'an onun anlaması için
kolaylaştırılmıştı zaten. Bu açıdan bakarsak Peygamber
onların müfessiriydi demek çok doğru olmaz... Kur'an'ı meal
olarak okuyan müslümanlar Kur'an'ın kendilerine yüklediği
yükümlülükleri bilir ve anlar. Tekrar ediyorum, bugünkü sorun,
Kur'an'ı anlayamama sorunu değildir. Kur'an'ı uygulama
sorunudur...
Kur'an'ın
anlaşılmaması konusunda engel olarak görülen devletler,
kurumlar, hükümetler her zaman hedef tahtasına konulabiliyor. Bu
işi müslümanlar yapıyor, onlar engel olmasa İslâm daha iyi
yaşanacaktır deniliyor. Oysa, asgari ücretten çalıştırdığı
işçiye ücret ödeyen iş veren, asgari ücretin üzerinde bir
ücret vermeyi istemez. Bu konuda tenkid ettiği devletin yanında
yer alır. Bu nasıl bir müslümanlık anlayışıdır. Kur'an
ekonomik adaletsizliğe başkaldıran bir kitap değildir sanki...
Cizvit tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu
Din
çok güçlüdür, ancak müslümanlar sahip oldukları bu cevherin
farkında değiller.... Fransa'da, Almanya'da, Amerika'da 150 yıldan
beri kesintisiz yayım yapan İslâm'ı araştırma dergileri var...
İslâm aleminde böyle kesintisiz yayım yapan bir dergi yok. Ankara
İlahiyat Fakültesi Dergisi 60 yıllık... Başarısızlıklarımızın
faturasını başkalarına kesmenin anlamı yok. Bir gayret bir
heyecan lazım...
Almanya'da
İkinci Dünya Savaşı sırasında doktora yapan insanlar var,
onların eserlerini istifade edilen kaynak eserler olarak
gösteriyoruz. O zor şartlarda bile adamlar ilimden vazgeçmemişler.
Cizvit
tarikatında dil öğrenmek ibadet olarak kabul ediliyordu. Müritler
dil öğrenmek için yarışa giriyorlardı. Bizim tarikatlar başka
şeylerle uğraşıyorlar...
Namaz
İslâm'ın birinci sıradaki ibadetidir, ancak sabah akşam sadece
namaz kılsak ne kadar ilerlemiş oluruz...Başarının sırrı çok
çalışmaktır ve çok çalışmaktır.
Müslümanların
okumaması eksikliktir. Yapılan bir araştırmaya göre bir Japon'a
25 kitap, 25 Türk'e ise bir kitap düşüyormuş...Bu ne kadar vahim
birşeydir. Bizler oturup ahkam kesiyoruz. Bir buluş olduğu zaman,
işte bu Kur'an'da vardır diyoruz. Falan ayeti örnek gösteriyoruz.
Bu anlayış çok yanlıştır. Ama realite budur. Maalesef
müslümanlar bugün Avrupalının yaşadığı Ortaçağ'ı
yaşıyorlar.''
Rüştü
Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder