11 Mayıs 2021 Salı

ALTMIŞ YILDIR BURADAYIZ BİRTÜRLÜ YUNUS ÖRNEKLİĞİ GÖSTEREMEDİK

-Almanya’ya gelişimizin 60. Yılında maalesef Yunus’un torunları olarak O’nun yüzünü ak edemedik. Başını yere eğdirdik- Rüştü KAM Bu yazıyı 2009 yılında yazmışım. Ha-ber.com da yazmaya başladığım yıl. Aradan 12 yıl geçmiş. Ben bu arada eskimişim, ama ha-ber.com gün geçtikçe daha da gençleşiyor. Sefa kardeşimize Allah selamet versin. Güzel hizmetler yapıyor. Amacım ha-ber.com internet haber portalini tanıtmak değil, inşallah bir gün onu da yaparız. Ha-ber.com’un sahibi Sefa Doğanay köşe yazarlarının yazdıklarını arşivliyor. Sahuru beklerken kendi arşivime gireyim istedim ve girdim. 12 seneden beri neler yazmışım neler, hepsi orada mevcut. 2009 yılında yazdığım ve bugünkü gibi taptaze duran bir yazıma rastladım. “Almanya’yı Ne Kadar Tanıyoruz” başlığıyla yayınlanmış. Eğer o sayfa olmasaydı ve o yazı yazılmasaydı ve de o arşiv tutulmasaydı, bugün o günlerdeki yaşanmışlıklara ışık tutamazdık. Almanya’ya gelişimizin 60. Yılı münasebetiyle tekrar o yazıyı siz okuyucularımla paylaşmak istedim. Bakalım 60 yılda ne kadar yol kat etmişiz. “Bizler, kilometre olarak yakın, ama düşünce olarak ne kadar da uzakmışız Goethe, Schiller, Bach gibi diğer fikir ve sanat adamlarına. Buyruk şöyledir: “Sizden önce de nice topluluklar gelip geçmiştir. O halde yeryüzünde gezin-dolaşın da yalanlayanların sonu nice olmuştur görün. “3/137 Yüce Mevla’mız burada bize bir tavsiyede bulunuyor. Tavsiyesini de aba altından sopa göstererek yapıyor. Yeryüzünde neden gezmiyorsunuz? Sizden önceki insanların kurdukları medeniyetleri niçin görmüyor, bilmiyor ve ibret almıyorsunuz? Helak edilenler niçin helak edilmişler bunu hiç mi merak etmiyor musunuz? Daha buna benzer nice cümleler sıralayabiliriz. Allah insanların bulundukları bölgede kapanıp kalmalarını istemiyor. Dolaşmamızı, gezmemizi istiyor. Eski kavimlerin, milletlerin geriye bıraktıklarını görerek ibret almamızı istiyor. Mesela biz Almanya’da yaşayan Türkler, geriye bakıp da hayatımızın elli yılını geçirdiğimiz bu ülkeyi ne kadar tanıdığımızı hiç düşündük mü? Almanya’ya gelişimizin üzerinden elli yıl geçti. Ha bugün ha yarın döneceğiz derken saçlarımız ağarıvermiş, belimiz bükülüvermiş. Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bunları düşündük, konuştuk ve bu ülkeyi az tanıdığı karar verdik. Tanıdığımız yerler, evden işe işten eve giderken yol üzerinde gördüğümüz yerler ne kadarsa, o kadar. Oraları da sadece gördüğümüzü, tanımadığımızı sandığımızı farkettik. Niye kendimize, (bir arkadaşı vesilesiyle Goethe’nin eserleriyle tanışan) Tatarî Oğuz Efendi’yi örnek almamışız? O Fransa’dan kalkıp Weimar’a kadar gelmiş. Orada vefat etmiş. Goethe’nin yaşadığı şehri ve o şehrin insanlarını, yaşayan değerlerini bizzat tanımak istemiş. Tanımış ve hakkında eserler de yazmış. Tatarî Oğuz Efendi Johann Volfgang von Goethe gibi bir şahsiyeti, ölümünden sonra da olsa tanımak istemiş ve Weimar’a kadar gelmiş. Oysa biz kilometre olarak yakın olduğumuz Goethe, Schiller, Bach gibi fikir ve sanat adamlarına düşünce dünyamızda ne kadar da uzakmışız. Bunu Weimar turu yapınca anladık. Tanımadığınız yer fikir dünyanızda yer almaz Bu konular üzerinde arkadaşlarımızla uzun uzadıya konuştuk. Konuşa konuşa nihayet eksikliklerimizi fark ettik. Yaptığımız öz eleştirilerden sonra, eksikliklerimizi gidermeye karar verdik ve düştük yollara. Önce Weimar’ı ve oranın değerli şahsiyetlerini tanıdık. Tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin yaşadığı yerleri ziyaret edince düşünce dünyamızda yeni kapılar açıldı. Eşim, Goethe’nin malikanesini görünce “burada ancak şiir yazılır” dedi. Başımızla tasdik ettik Eşimi. Sonra Buchenwald toplama kampına uğradık. Daha kapıda irkildik: “Herkes ettiğini bulur” (Jedem das Seine) yazıyordu kapıda. Buchenwald’ta, Toplama kampları kurarak insanları onursuzlaştıran o vicdanı tanımaya çalıştık. Sonraki gezimizde, Wittenberg’e gittik ve Katolik dünyasının tahtını ayaklar altına alan, Almanya’nın önemli şahsiyetlerinden Papaz Martin Luther’le tanıştık. Evinde konuk olduk. 1517 yılında yazdığı 95 maddelik o meşhur Manifestosunu birlikte okuduk. Üzerinde tezekkür ettik. Eski defterleri karıştırmadan, yani Türklerle olan ilişkileri, düşüncelerini karıştırmadan, fiili durumumuzu birlikte değerlendirdik. Sonuçta, düşmanlık değil, dostluk, savaş değil barış galip geldi. Umursamazlık insanları nasıl aptallaştırıyorsa, hoşgörüsüzlük de mutluluğa giden yolları tamamen kapatıyor. Dün mesafeli olduğunuz insanlar bugün misafiriniz oluyor veya siz onlara misafir olabiliyorsunuz, size dostluk eli uzanabiliyor veya siz uzatabiliyorsunuz. Bu oluyor. Geçmişi bilmek ve unutmamak lazım ama, geçmişe takılıp kalmamak da lazım. Türk Eğitim Derneği mensupları olarak biz tam da bunu yaptık. Geçmişe takılıp kalmanın faydasının olmayacağına kanaat getirdik. Önümüze bakmamız gerekiyordu. Baktık. Hem Weimar ve hem de Wittenberg dönüşü, otobüste her zaman olduğu gibi, arkadaşlarımıza mikrofon uzattık ve onlardan değerlendirmeler aldık. Weimar’ı konuştuk, Wittenberg’i konuştuk. Her bir arkadaşımızın düşünce dünyasına da ayrı ayrı paragraflar eklenmişti. Sonra da, Berlin’i ne kadar tanıdığımızı konuştuk. Sonunda yeteri kadar tanımadığımız ortaya çıktı. Öyleyse Almanya’yı tanımaya Berlin’den başlamamız gerektiği kanaatine vardık ve karar aldık. Berlin’i tanımamız gerekiyor. İlerleyen günlerde bu kararımızı hayata geçirdik, sıcağı sıcağına uygulamaya koyduk. Önce kiraladığımız bir otobüsle karadan ve sonra da Berlin kanalında tur düzenleyen gemi ile kanal gezisi yaptık, böylece rehber eşliğinde Berlin’i dolaştık. Meğer, yıllardan beri içinde yaşadığımız Berlin’i tanımıyormuşuz. Toplam 7 saat yetmedi Berlin’i tanımaya. Sonuç; Duvarı’n hikayesini bilmiyoruz, Prenzlauerberg’de, Paul Linke Ufer’ de, Einstein Cafe’de oturup bir kahve içmemişiz. Unter den Linden’i boydan boya geçerek, oradaki müzelerle ilgili bilgiler almamışız. Berliner Dom’u hayran olduğumuz eserler listesine yazmamışız. National Galerie’yi gezmemişiz, Sans Souci’yi gezmemişiz, Bergama Müzesi’nin nerede olduğundan habersiziz… Biz nasıl bir Berlinliymişiz böyle… Velhasıl şu koca Berlin’ de sanki kendimize bir duvar örmüşüz ve duvarın içinde yaşamışız yıllarca. Edindiğimiz bu tecrübelerden sonra, Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bu gaflet uykusundan uyanmaya karar verdik. Daha doğrusu üzerimizdeki bu ölü toprağını silkelemeye karar verdik. Sonuçta titredik ve kendimize döndük. Yeni yeni bilgiler edindikçe yaşadığımız yeri ve o yerin halkını daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Tanış olduk.” Yunusumuz ne güzel de söylemiş: ”Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Bu dünya kimseye kalmaz.” Tavsiyemiz, sizler de düşün yollara, tanıyın, tanış olun, sevin, sevilin. “Bu dünya kimseye kalmaz”mış. Bizim gezilerimizin adı “Kültür ve Araştırma Gezisi.” Bunlar masraflı geziler. Geziye katılanlar paralarını kendileri ödüyorlar. Derneğimiz sadece organizesini yapıyor. Buna rağmen üyelerimiz, bu gezilerden oldukça memnun oluyorlar. Gezilerden dönüşte üyelerimiz, “yeni gezi nereye ve ne zaman hocam?” diye sormaya başlıyorlar. Ulaşmak istediğiniz hedef önemli bir hedefse, hedefe de kilitlenmişseniz mutlaka bedel ödemeniz gerekiyor. Bedel ödenmeden bir şey elde etmek mümkün değildir ve bedelini ödemediğiniz şey de sizin değildir. Nasreddin Hocamız boşuna söylememiş, “Parayı veren düdüğü çalar” diye. Size tavsiyemiz lütfen içinde yaşadığınız ülkenin değerlerini ve güzelliklerini mutlaka tanıyın. İlgisizlik, çirkinlikler, kötülükler, ötekileştirmeler dostluk köprülerinin kurulmasını engelliyor. Bu durumda kılıçlar bileniyor, yaylar geriliyor ve hedef bile tayin edilmeden oklar rasgele boşaltılıveriyor. Gezdikçe, gördükçe, anladıkça, düşündükçe, konuştukça, empati yaptıkça anlaşma sağlanabilecek ortak noktalar mutlaka bulunuyor. Yaşadığı coğrafyayı ve orada kurulan medeniyetleri bilmeyen, oranın tarihini kültürünü tanımayan, velhasıl o coğrafyadaki yaşanmışlıkları gözlemlemeyen insanlar o ülkenin insanlarını nasıl tanıyabilir ki? Tanımadıkları insanlarla da nasıl bir sevgi ve dostluk bağı kurabilirler ki? Kuramıyorlar da zaten. Haydi bugün karar verin ve Alman komşunuz başlayarak, insanları, kültürlerini, örf ve adetlerini, şehirlerini, tarihe mâl olmuş şahsiyetlerini ve onların eserlerini başlayın tanımaya. İnanın tanıdıkça seveceksiniz ve sevdikçe de rahatlayacaksınız. 61. yılda önümüze yepyeni ufuklar açılacak…

8 Mayıs 2021 Cumartesi

YEZDİLİK/EZİDİLİK

Yezîdilik/Ezîdilik Allah’ın en büyük ayeti insandır. Allah insanı “şerefli” bir yaratık olarak takdim eder, yaratılmışların en şereflisi. Böylece Allah insanları onurlandırmıştır. Dünyada rahat bir yaşam sürdürsünler diye ellerine prospektüs de vermiştir. Sıkıntılı bir yaşam sürdürmesinler diye vermiştir bu kılavuzu. Bu Allah’ın tercihidir. Ama insanlar Allah’ın bu tavsiyesini tercih edip etmemekte serbest bırakılmıştır. Dünya hayatının son bulmasından sonra kurulacak olan mizanda doğruların ve yanlışların hesabı yapılacaktır. Hesabı gören Allah olacaktır. Neticesi ya mükafat ya da ceza olacaktır. Buyruk şöyledir: “Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı evrenin uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi öz benliklerinde bulduklarıyla tam olarak anlatacağız ki bu vahyin, tartışılmaz bir gerçek olduğu apaçık ortaya çıksın.”(Fussilet 41/53) Kafirun suresinde ise Allah insanları inançlarında serbest bırakmıştır. “Senin dinin sana benim dinim bana.”(Kafirun Suresi 109/6) Bakara suresinde ise kimsenin inancından ötürü töhmet altında bırakılmaması gerektiği net olarak ortaya konulmuştur. “Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir.”(Bakara Suresi 2/256) Tevbe suresinde de insanlar Müşrik bile olsalar, onların koruma altına alınması ve güvenliğinin sağlanması vahyin muhatabına görev olarak verilmiştir. Bu görevin altı da özellikle çizilmiştir. “Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır.”(Tevbe 9/6) Ama insanlar kraldan daha fazla kralcı oldukları için, kendisiyle aynı inancı paylaşmayanları sürekli dışlamışlardır. Müslümanlar bu konuda toleranslı olmaları gerekirken çoğu kez onlar da aynı şarkıyı söylemeye devam etmişlerdir. Oysa onların Allah’ın konuşmaya başladığı yerde susmaları gerekirdi. Ezidilik inancına sahip olan insanlar var. Daha Ziyade Kuzey Irak’ta yaşıyor bunlar. Kavim olarak bu insanlar Kürt. Din olarak Allah’ın tavsiyesini değil de kendi tercihlerini seçmişler. Yezidiliği/Ezidiliği seçmişler. Bu insanların tercihine Allah saygı duyuyor. Hesabı hesap gününe bırakıyor. Ancak bu insanları insanlar rahat bırakmıyor. Her zaman olduğu gibi. Müslümanlar, Ezidileri tanıyorlar mı, tanıyorlarsa ne kadar tanıyorlar. Prof.Dr. Ramazan Biçer bu konuda güzel bir yazı kaleme almış. Ben de bu yazıyı siz okuyucularımla paylaşıyorum. Okuyalım: “Yezîdi kelimesinin, Farsça’da “iyilik-güzellik” tanrısı olan “İzed” veya Pehlevice’deki “Yezdan” dan geldiği görüşü ileri sürülmekle birlikte, Yezîd b. Uneyse el Harici veya Emevî Halifesi I. Yezîd (64/683)’den geldiği ve menşei itibariyle de Şeyh Adî b.Musafir’e (ö. 557/1162) dayandığı ileri sürülmüştür (Bulut 2011:351). Bunlar arasında en güçlü görüş, kendisine insanüstü nitelikler nispet ettikleri Yezîd b. Muaviye’den kaynaklanmasıdır (Taşğın 2013:525). Yezîdiler, Irak’ın Kuzey bölgesi, Suriye, Türkiye ve İran’da yaşayan ve dinî bakımdan, Şeyh Adî b. Musafir’i (ö. 557/1162) öncü kabul eden Heteredoks bir inanç sistemini benimseyen kadim bir topluluktur (Menzel 1986:415). Zerdüştîlik, Maniheizm, Mitraizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan, ayrıca İslâm ve tasavvuftan büyük ölçüde etkilenen Yezîdîlerin kendi içlerine dönük yaşantılarından dolayı inanç ve ibadet esaslarının tam olarak belirlenmesi çok zor görünmektedir (Taşğın 2013:526). Yezîdilik dininin kurucusu olarak bilinen ve Lübnan’da doğduğu rivayet edilen Adî b.Musafir’in, Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rifai gibi seçkin mutasavvıflardan ders aldığı ve birkaç yıl Medine’de kaldığı, daha sonraları ise günümüzdeki Hakkari’de inzivaya çekildiği kabul edilmektedir. (Çakar 2007:32-34). Emevi asıllı olup, Ehl-i sünnet savunmacılığı ve Şia karşıtlığı görüşleri ile bilinen Adî b. Müsafir, bu doğrultuda Muaviye b. Ebu Süfyan ve oğlu Yezîd’e sahip çıktı. 93 yaşında vefat eden Adî b. Müsafir’in mezarı, Musul yakınlarındaki Laleş’dedir. Adî b. Müsafir’e olağanüstü menkıbeler, harikulade olaylar nispet edilmiş ve bir anlamda kendisi insani niteliklerden soyutlanmıştır (Çakar 34-35). Adî b. Müsafir’e nispet edilen eserler, İtikâdı Ehl-i Sünne ve’l Cemâ‘a, Visâya eş-şeyh Adî b.Musâfir ile'l-Halife, Adâb-ı Nefs ile yaratılışın, emir ve yasakların anlatıldığı Mushaf-ı Reş ve vahyin ürünü olduğu ileri sürülen Kitâb-ı Cilve’dir (Aydın 1978:363). Yezîdilik hakkında bilgi, daha çok Kürtlerin tarihi ile alakalı malumat veren Şerefhan Bitlisi’nin Şerefname adlı eseri kanalıyla gelmiştir. Bu doğrultuda Yezîdilerin ezici çoğunluğunun Kürtlerden oluştuğu kabul edilmektedir (Taşğın 2013:526). Yezîdilerin inanç esasları arasında tek Tanrı vardır. Adî b. Müsafir ve Emevî Halifesi I. Yezid kutsal kimselerdir. Melek Tavus ise yeryüzünde tasarruf eden melekdir. Tenasüh inancına sahip olan Yezîdilere göre Adî b. Müsafir Tanrı tezahürüdür. Yine melek Tavus da Tanrı yansıması olup, Tanrı ile eşdeğerdir (Turan 2000:216). Yezîdilik inancında Tanrı, iyilik sembolüdür. Bu nedenle, korkulmayacağı için O’na ibadet etmek gerekmez. Ancak Melek Tavus (Kral Tavus, Azazil), bazı iyilikler yanında içi kötülüklerle dolu olduğundan, ondan korunmak amacıyla ona tapınmak gerekir (Hançerlioğlu 1993). Mushaf-ı Reş’de, şeytanın adını ya da onu anımsatan İblis gibi sözcükleri zikretmenin yanlış olduğuna vurguda bulunulur. Bu nedenle Yezîdiler, Şeytan’ın adını anmadan, onun için “ismi güzel melek” yani Melek Tavus derler. Bu doğrultuda Yezîdiler, kaytan, ser, melun, lanet, gibi kelimeleri kullanmazlar. Yezîdiliğin en önemli görüşlerinden birisi olan yaratılış nazariyesine göre, Tanrı ilk önce yedi günde yedi melek yarattı. 40.000 yıl boyunca, içinde inzivaya çekildiği büyük bir beyaz inci yarattı. Bu sürenin sonunda, inciyi kırdı. İncinin her bir parçası, toprak, gökler, deniz, dağları oluşturdu. Ardından hayvanlar, bitkiler ve yeryüzü yaratıldı. Son olarak da toprakla Adem’in bedenini yoğurdu ve içine bir ruh yerleştirdi. Adem, yeryüzü cennetine konuldu ve buğdayın dışında toprağın bütün ürünlerinden yemesine izin verildi. Ondan sonra haftanın yedi gününü ve yedi günde de her gün bir tane olmak üzere yedi melek yarattı. Allah, ilk önce Pazar gününü ve sonrasında en büyük meleklerden olan Azrail’i yarattı. Yezîdi inancına göre bu büyük melek ’’Şeytan’’dır. Adı geçen bu melek, Yezîdiler arasında ‘Melek Tavus’ olarak adlandırılmaktadır. Pazartesi gününü ve aynı zamanda Derdâil’i yarattı. Salı günü İsrafil’i, Çarşamba günü Mikail’i, Perşembe gününü ve Cebrail’i, Cuma gününde Şennail’i, en son olarak da Cumartesi de Nevrail-Nurâil’i yarattı. İlk yaratılan melek olan şeytan da diğer meleklerin başına da lider seçildi. Bu meleklerin hepsi de Allah’ın zâtından ruhlar, nurundan olan kutsal varlıklarıdır. Ezeli olup, Allah’ın kanunlarının uygulayıcılarıdırlar (Turan 2000:212-213). Melek Tavus’a, Adem’e secde ile emredilmesi üzerine o, bu insanı yoktan yaratanın kendisi olduğunu ileri sürer ve “Ben, sadece beni yaratan sana tabi olur ve yalnız sana ibadet ederim” diyerek emre karşı gelir. Melek Tavus’un kibrinden değil, Azda’dan başkasına inanmanın şirk olacağını bildiğinden dolayı onlara secde etmek istemediği ileri sürülmüştür (Yaşar 2000:20-21). Tenasüh inancına sahip olan Yezîdilerin, Cennet ve Cehennemin varlığına inandığı da kabul edilmektedir. İbadet mahalleri bulunmayan Yezîdiler, bunu bireysel olarak ve insanlardan uzak yerlerde gerçekleştirirler. Sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken, güneşe doğru yönelerek namaz ibadetlerini uygularlar. Haç farizalarını Adî b. Müsafir’in Laleş’teki mezarını ziyaret etmek suretiyle ifa ederler. Bütün Yezîdilerin sorumlu olduğu genel oruç ile sadece din adamlarının uyguladıkları özel oruçları vardır. Oruç, güneşin doğuşundan batışına kadar geçen süre içerisinde bir şey yememek ve içmemek suretiyle gerçekleştirilir. Yezîdiler gelirlerinin %10’u şeyhlere, %5’i pirlere, %2,5 da fakirlere verilmek suretiyle zekat ibadetlerini yerine getirirler (Akça 2006; Turan 2000:218-220; Fığlalı 1986). Yezîdilerin, Güneş Bayramı, Sultan Ezi Bayramı, Hızır İlyas Bayramı, Kadir Gecesi, Cemaat Bayramı (Cuma bayramı), Yeni Yıl Bayramı (Nisan ayını ilk Çarşamba günü) ve başka bazı bayram günlerine sahip olduğu kabul edilmektedir (Özkan 2009:100-102). Yezîdilikte Emir, en yüksek dini otoriteyi temsil etmektedir. Ardından Baba Şeyhler, Şeyhler, Pirler, Kavvallar, Köçekler, Fakirler, Peşimamlar ve Müritler gelmektedirler (Allison 2007:65-67; Çakar 2007: 191-196). Yezîdilik, soy ve sopla bağlantılı olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle Yezîdi bir aileden gelmeyen bir kimse Yezîdi olması mümkün değildir. Bu doğrultuda Yezîdi bir kızın, bir başka dinden olan erkek ile evlenmesi yasaktır. Yezîdi çocukları küçükken sünnet edilir. Yezidilerin başka inançlarda pek görülmeyen sıradışı kabul edilen gelenekleri vardır. Sözgelimi Evliya Çelebi’nin rivayetine göre “Eğer bu Kürtlerin çevresine bir daire çizersen, onların bu dairenin dışına çıkması imkânsızdır. Meğerki dışarıdan biri gelip daireyi kısmen de olsa bozsun. Aksi halde böyle daire içinde kalan Yezidi öleceğini bilse dışarıya çıkmaya çalışmaz” (Çelebi IV, 61; Akpınar 131-133). Yezîdiler Osmanlı tarihçileri tarafından daha çok Kürt aşiretleriyle ilgili olaylar bağlamında ele alınmıştır. Yezîdilerin Osmanlı dönem serüveni bir tür isyan tarihi olarak kayıtlarda yer almıştır. Bu doğrultuda bölgede meydana gelen ayaklanmalar ve savaşlar bağlamında Yezîdiler gündeme gelmiştir. Osmanlı Rus savaşlarını inceleyen araştırmalarda Yezîdilerin Ruslara iltihak etmesi Osmanlıları Yezîdilere yönelik tutumlarının gerekçeleri hakkında dikkat çekici örnek bir olay olarak değerlendirilmektedir (Guest 2012:150-180;Çakar 2007:64). Yine Osmanlıların Yezîdilerle ilişkisi boyutunda tarihsel süreçte önemli bir gelişme de, önceleri askere alınan Yezîdilerin, 1875 yılında askerlikten muaf tutulmalarına yönelik girişimlerdir (Çakar 2007:82). II. Abdülhamid bölgedeki bütün aşiretlerin ıslahı ve medenileştirilmesi amacıyla gerçekleştirmek istediği harekata, doğal olarak Yezîdileri de dahil etti. Bunun yolunun ise onların eğitim ve öğretimlerinden geçeceği düşüncesi yanında, Yezîdilerin askere alınmak suretiyle terbiyesi düşünülmekteydi. “Vahşet ve bedavet” niteliklerden uzaklaştırılmalarına yönelik bu girişim doğrultusunda II. Abdülhamit idaresi Yezîdilerin yaşadığı köylerde okul ve cami kurulması için çalışmalar başlattı. Osmanlı arşivlerinde bu girişim ile ilgili belgeler mevcuttur (msl. BOA. DH.MKT. 1889/75, 1309 R.12 (15 Kasım 1891); BOA. DH.MKT. 2012/117, 1310 Ra.28 (20 Ekim 1892). Nitekim Osmanlı döneminde gerçekleştirilen “Aşiret Mektebi” de söz konusu bölgede ve Kuzey Afrika’da yaşayan bedeviler arasında yaşayan ve öğretime uygun gençlerden oluşan bir okul idi. Bu okulun en öncelikle, buradan mezun olan öğrencilerin, geldikleri yerlere dönüp halklarını eğitmek amacı güdülmekte idi. Osmanlılar, Yezidiliği heretik olarak kabul etmiştir. 1846 yılında kur’a yöntemiyle gayr-ı Müslimlere getirilen askerlik zorunluluğu Yezidileri de kapsadı. Bu durum Yezîdîler’in 1872’de askerlik için bedel ödemesiyle nispeten düzeldi. Bu aşamada devlet de kendilerini Ehl-i kitap olarak değerlendirdi. II. Abdülhamid devrinde cemaat dışı azınlıkların askerlikten muaf tutulmaması ve bulundukları yerlerde ibadethane yapmalarının istenmesi Yezîdîler’in silâha sarılmaları ve daha uzak bölgelere intikal etmeleri sonucunu doğurdu (Taşğın 2013:525; Gölbaşı 2008). II. Abdülhamid’in bu tür girişimleri bölgedeki insanları asimile etmekten öte, arşive belgelerindeki ifade doğrultusunda, “bedeviyet ve vahşet” ten uzaklaştırmaktı. II. Abdülhamid’in askerlik ısrarını da bu doğrultuda değerlendirmek gerekmektedir. Zira onun, herhangi bir ibadet yeri olmayan bir bölgeye, cami yaptırması, ülke idareciliği açısından doğal karşılanmalıdır. Öte yandan okuma ve yazmaya karşı olan dönemin Yezîdilerinin medenileşmesinin ancak eğitimden geçeceği tezi de sağlıklı görünmektedir. Zira II. Abdülhamid’in bu girişimi, sadece Yezîdilere yönelik olarak da algılanmamalıdır. İbadet mekânı olmayan ve insanların yaşadığı her bir Osmanlı toprağı parçasına cami yapılması, okul olmayan mahallere de okul yaptırılması, “millet” anlayışı eksenindeki devlet politikasının bir parçası idi. Nitekim Osmanlılar yönettikleri topraklardaki mevcut hiçbir mabede dokunmamışlardır. Bu ve benzeri olgular, Osmanlılarda asimile anlayışının olmadığını göstermektedir. Yezîdilerin askere alınması da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Öte yandan askere alınma meselesi siyasi bir anlayışın ve hukuksal bir boyutun sonucudur. Bu onları zorla Müslümanlaştırma politikası olarak değerlendirilmemelidir. Zira askerlik, dini değil, siyasi bir meseledir. Öte yandan Osmanlıların, heretik olarak gördükleri toplulukların ihtidasına yönelik çabalarda bulunmuş olmaları da bir vakıadır. Bu doğrultuda bölgede yaşayan Yezidi, Süryani ve Nusayri gibi dini-milli oluşumlar için ıslah çalışmaları da yapmışlardır. Yezîdîler günümüzde İran’ın çeşitli yerlerinde, Ermenistan’da Tiflis ve Erivan ile Gürcistan’da Batum’un köylerinde, Irak’ta Sincar dağlarında, Türkiye’de Batman, Nusaybin, Siirt’in Beşiri ve Kurtalan ilçeleriyle Hakkâri’nin dağlık bölgelerinde yaşamaktadır. Son zamanlarda terör yüzünden Güneydoğu Anadolu’dan çok sayıda Yezîdî, Batı ülkelerine iltica etmiştir. Toplam Yezîdî nüfusunun 300-400.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir (Taşğın 2013:527).” ………. Kanakça Akça, Mehmet (2006). Yezîdiler: İnanç Esasları ve Ritüeller. Yüksek lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Akpınar, Turgut (1995). Yezîdilik ve İlgi Çekici İnançları. Tarih ve Toplum. 133 (23). 41-54 Allisson, Christine (2007). Yezîdi Sözlü Kültürü. Trc. F. Adsay. İstanbul: Avesta Yayınları Aydın, Mehmet (1978). Şeytan’a Tapma. Yezîdiliğin İnanç ve Esasları. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 23 (1), 258-266. Bulut, H. İbrahim (2011). İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara: Ankara okulu Yayınları Çakar, M. Sait (2007). Yezîdilik. Ankara: Vadi Yayınları Evliya Çelebi (1970). Seyahatname. çev. Z. Danışman. İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi. IV. Fığlalı, E. Ruhi (1984). Yezîdilik. Türk Ansiklopedisi. 33. Ankara. 441-443 Gölbaşı, Edip (2008). Heretik Aşiretler ve II. Abdülhamid Rejimi: Zorunlu Askerlik Meselesi ve İhtida Siyaseti Odağında Yezidiler ve Osmanlı İdaresi. Tarih Toplum ve Yeni Yaklaşımlar. 9. 87-156. Guest, S. John (2012). Yezîdilerin Tarihi. Trc. İ. Bingöl. İstanbul: Avesta Yayınları Hançerlioğlu Orhan (1993). Melek-i Tavus. Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 318-319. Menzel, T. H.(1986). Yezîdiler, İ.A. XIII. Özkan, Akdoğan (2009). Kardeş Bayramlar ve Özel Günler. İstanbul: İnkılap Yayınları Taşğın, Ahmet (2013). Yezîdiyye. DİA. İstanbul: TDV, 525-527 Turan, Ahmet (2000). İslam Mezhepleri Tarihi. Samsun: Sidre Yayınları. Prof. Dr. Ramazan Biçer Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi