23 Aralık 2023 Cumartesi

KIZIL GONCALAR DİZİSİ!

KIZIL GONCALAR DİZİSİ ! -Tabi ki tarikatların içinde Allah rızasını önceleyen çok tarikatlar vardır. Şeyhler vardır. Müridler vardır. Onları istisna ederek yazıyorum yazdıklarımı- Rüştü Kam Dizi FOX TV'de yayınlanıyor. FOX TV, bile isteye seyrettiğim bir kanal değildir. Buna rağmen ben dizinin birinci bölümünü izledim. Oyuncu seçiminde isabet var. Alt yapı çalışması titizlikle yapılmış. Üç tip aile var dizide. Birisi eğitimli modern bir aile. Ama mutlu değil. Mutlu olmak konusunda o kadar da istekli değiller. Hasta bir baba var. Bakıma muhtaç. Bir de mutsuz bir hanım. Doktor. Ama doktorluk yapmıyor. Mesleğine aşık bir de baba ve arada kalmış bir kız çocuğu. Paraya ihtiyaçları yok bu ailenin ama hepsinin sevgiye ihtiyacı var. Aynı zamanda da tarikat üyesi bu aile. Modern bir tarikat. Fetö gibi duruyor. İkinci aile de tarikat mensubu. Ancak aile içinde bütünlük var. Bu aileyi bir arada tutan şey, bir şeyhe mürid olmaları. Dinin buyruklarına çok önem veriyorlar. Şeyhe karşı tavır almayı Allah'a karşı gelmek olarak görüyorlar. Deprem mağduru bir aile. Geçim derdine düşmüşler. Ahmet Hüda-i hazretlerine müntesipler. Taşradan davulun sesi iyi geldiği için ve de geçim sıkıntısından biraz olsun kurtulmak için tekkeye sığınıyorlar. Arzuları çalışarak hayatlarını kazanmak. Kimseye muhtaç olmadan yaşamak. Karın tokluğuna da olsa. Üçüncü bir aile tipi var, tamamen kaybolmuş bir aile, insanlıktan, insani özelliklerden uzak. O ailede kendi kızına tecavüz eden bir baba var. Kız çocuğu bunalımda. O babanın biletini kesmek isteyen DEAŞ üyesi olduğunu sandığım bir de genç var. Sarıklı, sakallı ve cübbeli. Oldukça da yakışıklı. Tekke’de öğretmenlik yapıyor. Çok zeki birisi. Donanımlı. Entelektüel bir yapısı var. Sıradan bir insan değil. Bu tiplemelerin hepsi, tekkeyi merkez üssü olarak kullanıyorlar. Tekke ticaretle iştigal ediyor. Ancak tekke helal-haram konusunda duyarlı değil. Kalitesiz üretim yapılıyor orada, amaç çok para kazanmak. Yaptıkları hileyi anlayanlara o merkezde hayat hakkı tanınmıyor. Tekkenin sahibi görmediğimiz bir şeyh hazretleri. Sürekli adından bahsediliyor. Perdenin önünde oynayan, fırıldağı çeviren, şeyhin vekili. Ağzı laf yapan birisi. Onun kıyafeti de malum kıyafet. Sarık, sakal, şalvar, cübbe. Şeyhin, müridleri üzerinde manevi bir baskısı var. Şeyhin vekili ve orada hizmet eden diğer müridler şebek gibi. Çok iyi fırıldak çeviriyorlar. Şeyhe itiraz etmek Allah'ın gazabına uğramak olarak algılanıyor. Burada, tasavvuf ile tarikatı birbirinden ayırarak konuya yaklaşmak gerekiyor. Müridler saf ve temiz, iyi niyetli insanlar, vefa sahibi, güvenilir, Allah yolunun yolcusu, yani tasavvuf erbabı kişiler. Hak üzre yol almak istiyorlar. Müridleri organize eden kurum, o tekke, tarikatın merkezi. Çıkar amaçlı bir merkez burası. Yöneticileri var. Hiyerarşik bir yapıya sahipler. Sıkıntılı bir yapı. Bu yapıyı tasvip etmek elbette mümkün değil. Mümkün değil ama fiili durum da böyledir. Bu durumda Müslümanların yapması gereken ilk şey diziyi tenkit etmek değil, dinleriyle yüzleşmektir. İnançlarıyla yüzleşmektir. Tarikatlarla yüzleşmektir. Müslümanlar Müslümanlıklarıyla mutlaka yüzleşmelidir. Herkes yüzleşmelidir. Eteklerdeki taşlar dökülmelidir. Bu yüzleşmeden sonra, herhangi bir kanalda yayınlanan dizilerle ilgili söz söyleme hakkımız doğabilir. Hem suçlu olacaksın, hem de hırsız var diye bağıracaksın. O eskidenmiş. O tip fırıldakları çevirmek şimdilerde o kadar kolay olmuyor. FOX TV’deki yayınlanan dizideki şeyh tiplemesi çoğumuza tanıdık gelmektedir. Müridler de tanıdık gelmektedir. Elimizi sallasak değer mutlaka onlardan birine. Tabi ki tarikatların içinde Allah rızasını önceleyen çok tarikatlar vardır. Şeyhler vardır. Müridler vardır. Onları istisna ederek yazıyorum yazdıklarımı. İlk yapılacak olan şey devletin ilgili kurumlarına- kurullarına düşer. Tekkeler ve zaviyeler acil olarak legal hale getirilmelidir. Gizli olan, denetlenemez olan her ideoloji tehlikelidir. Sonrasında, dine ve dince kutsal sayılan değerlere uluorta, pervasızca, düşünce hürriyetinin, basın hürriyetinin gölgesine sığınarak küfredenler, onları aşağılayanlar, karikatürize edenler cezalandırılmalıdır. Düşünce hürriyeti şemsiyesinin altına sığınarak millete mal olmuş din alimlerine, tarihi şahsiyetlere, mekanlara saldıranlar, mutlaka adalete teslim edilmelidir. Mal bulmuş mağribi gibi her defasında Müslümanlara saldırmak haksızlıktır, terbiyesizliktir. Bu saldırganların masum olmadıkları bellidir, mutlaka ilgililer tarafından araştırılmalıdır. Türk milleti Müslümandır. Müslümanlığı sorgulanabilir ancak sahip oldukları değerleri aşağılanamaz, küçük görülemez, itibarsızlaştırılamaz. Bu tür sıkıntıların doğmasına sebep olanların, tarikatları ve tekkeleri yasaklayanlar olduğu da unutulmamalıdır. Tarikatlardaki yozlaşma ıslah edilebilecekken yasaklanmıştır. Kol ve bacak kesilerek vücudun kurtarılması mümkün iken, bu yapılmamıştır: “30 Kasım 1925'te, 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılasına ve Türbedarlıklarla bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin” bir kanun çıkarıldı. 677 sayılı kanun. Bu kanuna göre “cami ve mescit dışındaki”, tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi şan ve sıfatların kullanılması yasaklandı. Bu kanun 13 Aralık 1925'te yürürlüğe girdi. 677 sayılı kanuna göre kapatılan, tekke, zaviye ve türbeleri açanlar, bu yerlerde ayin yapanlar, geçici de olsa izin verenler, 3 aydan az olmamak üzere hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılacaktı. Bakanlar Kurulunun 2 Eylül 1925 tarihli talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı'na devredildi.” Ve bu yasak, tekkelerin tarikatların yer altına girmesine sebep oldu. Haklı olarak yeraltına indiler. Burada büyüdüler, serpildiler. Bugün bunları legal olmadıkları için denetlemek de mümkün olamamaktadır. Günümüzde illegal oluşları kanun ile korundukları için de tarikatlara dokunmaya kimsenin gücü yetmemektedir. Cumhuriyet döneminde yapıldı bu yanlışlıklar. Bilinçli olarak yapıldı. Tamamen Müslümanların inançlarına, değerlerine karşı tavır alındı. Müslümanlar aşağılandı. Mahkemelerde yargılanmadan asıldı ve sonra yargılandı. Kur’an okumak yasaklandı. Ezan türkçeleştirildi. Başörtüsü yasaklandı. İkna odaları kurularak kız çocukları üniversitelere alınmadı, askeri gazinolara başörtülü ziyaretçiler alınmadı, milletin seçtiği başörtülü vekiller meclisten kovuldu. Anneler ve babalar çocuklarını ziyaret edemediler. Devletin bir engizisyonu diyebiliriz bu uygulamaya. Bu uygulamalar yer altında gizlenen tarikatları yer üstüne çıkardı. Mağdur olan annelerin ve babaların elinden bu kimseler tuttu. Halk da bunlara itibar etti. Haklı olarak itibar etti. Sonra da bu insanlar vatandaşı devletine düşman hale getirdi. Bu iş bilinçli olarak yapıldı. Bu durumda tarikat merkezlerinde otomatik olarak çoğalmalar oldu. Çıkar amaçlı tarikatlar da bu çoğalmayı çok iyi bir şekilde lehlerine çevirdiler. Evet ben 'Kızıl Goncalar Dizisi'nin yayınına devam etmesini istiyorum. Belki birilerinin aklını başına getirir de bundan sonra kimse köpeksiz köy bulduğunu zannedip değneksiz dolaşmaya kalkmaz. O köyün sahipleri vardır. Bekliyorlardır. Bakarsınız bir gün olur köşelerden çıkıverirler...

19 Aralık 2023 Salı

SÜRDÜREBİLİRLİK/TABİATI KORUMA

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK / TABİATI KORUMAK -İslâm İyi İnsan Yetiştirme Projesidir- Sürdürülebilirlik, mevcut kaynakların etkin bir biçimde kullanılması demektir. Bunu yaparken de bir taraftan doğal kaynakların korunmasını sağlar, diğer taraftan bu kaynakların gelecek nesillere aktarılmasını hedefler. Sürdürülebilirlik, çevrenin ve gelecek nesillerin ihmal edilmemesine dikkat çekerek bir farkındalık yaratır. İnsanoğlunun nefes almak için temiz bir havaya, içmek için temiz bir suya, beslenmek için sağlıklı gıda maddelerine, soğuktan korunmak için ısınmaya, günlük işlerini yerine getirebilmek için aydınlanmaya ve enerjiye, ulaşımını sağlamak için taşıtlara ihtiyacı vardır. Peki, bu ihtiyaçların karşılanmasını ve korunmasını nasıl sağlayacağız? İşte bu noktada sürdürülebilirlik kavramı devreye girmektedir. Çevre problemlerinin köklü bir şekilde çözümlenebilmesi için "çevresel ahlâk" diye bir kavramın göz önünde bulundurulması gerekiyor. İslâm’da çevre ahlâkı, tüm hayatı kapsar ve insanın yaratıcısı ile ilişkilerini temellendirir. Başka bir deyişle, İslâm çevre ahlâkı, insanın hem yaratıcısına hem sosyal çevresindeki bireylere hem de kendi benliğine karşı haklarını, bir inanç ve anlayış temelinde ortaya koyan bir kurallar bütünüdür. Dolayısıyla İslâm, çevre sorunlarını, toplumsal ve uluslararası problemleri göz önünde tutarak, inanç ve zihniyet bağlamında ele alır. Çünkü çevre kirliliği ancak, "çevresel ahlâk" şeklinde benimsenirse çözümlenebilir. İslâm, insanlığı olumsuz yönde etkileyen çevresel problemlerin önlenmesinde, Kur’an ve sünnetle mutlak tezini ortaya koyarak, ahlâki yapımızı şekillendirir. Ahlâken kötü olan davranış ve fiiller çevre ve kâinatın düzeni için de kötüdürler. İslâmiyet her safhada güzel ahlâkı emretmekle sağlam temellere dayalı bir ahlâkî çevre oluşturmuştur. Ahlâkî çevreyi oluşturanlar insanlardır. İyi ve güzel ahlâklı insanların yaşadığı bir mânevî çevreye elbette ki iyilik ve güzellik hâkimdir. Böyle bir çevrede zulüm, haset, kıskançlık, riya ve rüşvet yoktur. Burada hayâ, adalet, şefkat, yardımlaşma ve kardeşlik vardır. İslâm, medeniyetlerin kurulmasında ve çevrenin korunmasında her zaman duyarlı olmuştur. İslâm tarihi boyunca, Müslümanlar hangi güzel işin altına imza atmışsa, bunda İslâmın etkisi büyüktür. Çünkü Müslümanın nihâi hedefi yaptıklarıyla Allah’ın rızasını kazanmaktır. Kendi yaşadığımız ve miras olarak gelecek nesillere bırakacağımız dünyayı korumak için çevresel temizliğe önem verilmeli, daha az çöp üretilmeli ve bilinçli birer tüketici olunmalıdır. Atıkların geri dönüşümü ve tekrar kullanımı sağlanmalı ve denetlenmelidir. Aksi durumda küresel ısınma ve iklim değişiklikleri gezegenimizi yaşanmaz hâle getirir. Tarihte nice bozguncu, isyankâr ve hudut tanımaz kavimlerin dünyevi afetlerle helak olup yerle yeksan olduklarını Kur’an’daki kıssalardan öğreniyoruz. Baş döndürücü bir hızla ilerleyen sanayileşmeyle birlikte, insanın ve ekosistemdeki diğer canlıların yaşadığı olumsuzluklar malumdur. Söz konusu olumsuzlukların giderilmemesi halinde üzerinde yaşıdığımız gezegen; “Gayri ben bu kadar gam ve kederi çekemem.” der ve sirenlerini çalmaya başlar. İslâm çevre problemlerine ciddi ve kalıcı çözümler üreterek mensuplarını çaresiz bırakmaz. Bu doğrultuda Kur’an, insanı mutedil ve makul bir yaşam biçimine davet edici tavsiyelerde bulunur. Başta israf ve fesat olmak üzere, tüm aşırılıkları yasaklayarak ekosistemin korunmasını sağlayacak temel ilkeleri ortaya koyar. Şöyle: “Sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma. Çünkü, şüphesiz, Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas 28/77) (Çeviri: Muhammed Esed) “Bakın, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık.” (Kamer 54/49) (Çeviri: Muhammed Esed) "Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz." (Hicr 15/21) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” (Rahman 55/5) (Çeviri: Diyanet Vakfı) “Ve O, gökleri yükseltti ve her şey için bir ölçü koydu ki siz, ey insanlar, asla doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız. Öyleyse yaptıklarınızı adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın.!” (Rahman 55/7-9) (Çeviri: Muhammed Esed) "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın." (Şuara 26/151-152) (Çeviri: Diyanet Vakfı) "Hatırlayın nasıl olmuştu hani, katından bir güvence olarak, sizi bir iç huzurunun kuşatmasını sağlamış ve gökten üzerinize su indirmişti ki onunla sizi arındırsın, şeytanın kirli vesveselerinden kurtarsın; kalplerinizi güçlendirip adımlarınızı sağlamlaştırsın." (Enfâl 8/11) (Çeviri: Muhammed Esed) İsraf ve fesat haramdır/yasaktır Bugün, bütün çevre kirliliğinin ve tabiî dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi hiç şüphesiz israftır. İsraf, bugünkü ev ekonomisinde var, üretim ve tüketimde var, sanayi ve teknolojide var. Âdeta insanlık israf için yarışıyor gibi. Fantezi ihtiyaçlar meydana getiriliyor ve tabiî kaynaklar tüketiliyor. Neticede tabiî denge bozuluyor, hava ve su kirletiliyor. İşte bütün bu olumsuzlukların sebebi israftır. Sağlıklı bir çevre için, her türlü israftan kaçınmak gerekir. İnsanlığın, ihtiyaçlarıyla orantılı bir üretim ve tüketim içinde olması gerekir. Onun için Kur’an’da israfla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: "Ey Ademoğulları! Allah’a kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çekidüzen verin; serbestçe yiyin için, fakat saçıp savurmayın, çünkü kuşku yok ki, Allah savurganları sevmez. (Araf 7/31) (Çeviri: Muhammed Esed) "Sakın saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar. Ve şeytan, kendi Rabbine nankörlük etmiştir." (İsrâ 17/27) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Görüldüğü gibi israfı yasaklayan; her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insanı maddî çıkarların kölesi değil kâinatın efendisi ve en şereflisi sayan, hayvanlara, bitkilere ve bütün kâinat düzenine saygıyı öğreten İslâmî öğreti, bugünkü çöküntüye karşı en güçlü alternatifi oluşturmaktadır. Ayet, meşru olan her türlü yeme ve içmeyi serbest kılmakla birlikte, yeme ve içme fiiline bir limit getiriyor: İsraf denilen tüm aşırılıklar haramdır/yasaktır. İşte Kur'an, israfı yasaklamakla, eko-sistemin temel unsurlarını oluşturan hava, kara ve denizde, sadece biyotik değil, abiyotik çevreyi de tam bir koruma altına almıştır. "Ve onlar ki, başkaları için harcadıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi arasında her zaman bir orta yol bulunduğunu bilirler." (Furkan 25/67) (Çeviri: Muhammed Esed) Kur'an’ın bu mesajı ışığında denebilir ki, Allah'ın sunduğu bunca nimetlerden sağlıklı biçimde yararlanabilmek için, ekosistemin tezahürü olan ilahî dengenin gözetilmesi adına, her tür harcamada ifrat ve tefritten kaçınıp, orta bir yol tutmak gerekecektir. Savurganlığın ve israfın kısmen önlenmesi demek, kirliliğin yanında ekolojik sorunların da azalması demektir. Hoyratça tüketilen gıda maddelerinden tutun da ‘bir defa kullan ve sonra at’ anlayışı ile oluşan yığın yığın atıklar, israfın en açık örneğini teşkil etmektedir. Kur'an, sosyal bünyede ağır tahribatlar meydana getiren müsrifleri “şeytanın kardeşleri” diye nitelendirir. (İsrâ 17/27) Her zerresi Allah’ı tespih ve takdis eden varlıkları koruma ve kollama görevimiz vardır. Anasır-ı Erbaa (dört temel unsur) olarak sayılan su, hava, toprak ve ateş dünya gezegeninin vazgeçilmez ana maddeleridir. Temel unsurların ahenkli bir şekilde oranlarının korunması elzemdir. Suyun, havanın, toprağın ve enerjinin kalitesi, insan hayatının kalitesi demektir. Tüketim azaltılırsa katı, sıvı ve gaz atıklar da azalacaktır. Çevre kirliliğine sebep olan etkenler azaldıkça, sınırlı olan doğal kaynaklarımız daha az zarar görecek ve sürdürülebilirliği kolaylaştıracaktır. Müslüman birey gönüllü çevre koruyucusudur İslâm dini sadece çevre korunmasını teşvik etmekle yetinmez, aynı zamanda Müslüman bireylerin çevrenin koruyucusu, kollayıcısı ve takipçisi olmalarını ister. Marufu (iyiliği) emretmekle ve münkeri (kötülüğü) yasaklamakla görevli olan Müslümanlar haddizatında etkili birer çevre korumacısıdırlar. Kutsal kitabımız Kur'an, kirlenmenin maddi cihetini ele alırken, insanın manevi ve ruhi kısmına ait olan kirlenmelere de bigâne değildir. Allah fıtrata müdahale edilmesine, tabii dengenin bozulmasına ve fesat ortamlarının yeşermesine müsaade etmez. “Bugün, hayatın bütün güzel şeyleri size helâl kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine vahiy verilenlerin yiyecekleri de size helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir ...” (Maide 5/5) (Çeviri: Muhammed Esed) Yüce Allah, kusursuz ve eksiksiz bir şekilde yarattığı kâinâtı, en güzel sûrette var ettiği insanın hizmetine sunmuştur. Öte yandan bu nimetleri bir ölçüye göre verdiğini, onların sonsuz olmadıklarını söyleyerek, Kendisinin öngördüğü şekilde dengeli olarak kullanılmaları gerektiğini bildirmiştir. İnsanoğlu yeryüzüne getirildiği günden beri, ekolojik denge yara almaya başlamıştır. Çünkü Kur’an’da belirtildiği gibi insanoğlu kendisine sunulan nimetleri takdir etmez, nankördür. “Allah, Kendisinden istediğiniz her şeyden size bir parça verdi. Allah’ın nimetini saymaya kalksanız sayıp bitiremezsiniz. Doğrusu şu ki insan gerçekten çok zalim ve çok nankördür.” (İbrahim 14/34) Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Bu nankörlük gitgide ivme kazanmış, nihayet günümüz teknoloji dünyasında ekosistem ciddi kıyım ve yıkımlara maruz kalmıştır. Bencil çıkarları ön planda tutan materyalist zihniyet, insanların problemlerine, dertlerine çareler bulmaktan çok bunlardan yararlanmayı tercih eder haldedir. Mesela, kazanç gayesiyle birçok zararlı alışkanlıklar teşvik edilmekte ve bu nankörlüğe çoğu kez devletler de katılmaktadır. Başka bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Allah'ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde Allah, belki doğru yola geri dönerler diye yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır." (Rum 30/41) (Çeviri: Muhammed Esed) Bu ayette nankörlüğün neticesinde sözü edilen bozulmayı Zemahşeri; kıtlık, yağmurun kesilmesi, tarım mahsullerinde rekolte düşüklüğü, ticaret kazancında azalma, insanlarda ve hayvanlarda toplu ölümlerin yaşanması, yangın ve su baskınlarının artması, (kara ve deniz canlılarının iyice azalması sonucu) avcıların ve dalgıçların avdan eli boş dönmeleri, her şeyden bereketin kalkması, zararların çoğalması olarak yorumlamıştır. (Bk. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224. Vurgu ve ilaveler bize aittir. B k. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224.) Elmalılı Hamdi Yazır bu bozulmayı: "Fıtrî nizam bozuldu gerek doğal gerek toplumsal düzende uygunsuzluk meydan aldı." (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 3833.) şeklinde yorumlayarak yine günümüzdeki insan-çevre ilişkisinin olumsuz boyutunu çok güzel ifade etmiştir. Aynı ayeti Tantavi şöyle yorumlamıştır; “Karada ve denizde düzenin bozulması bir başka açıdan değerlendirilmekte olup, buna göre teknolojinin kötüye kullanılmasının olumsuz sonuçlarından biri olarak ordular, savaş uçakları, savaş gemileri, torpidolar, denizaltılar vb. vasıtasıyla hasıl olan mikropların çevreye saçılması ve bunların hastalık, kuraklık ve kıtlığa yol açması, insanlığa reva görülen savaşlar, yağmalamalar, zulmün artması ve yasakların çiğnenmesi söz konusu olmaktadır ki, tüm bu olumsuzlukların müsebbibi ve sorumlusu yine insandır.” şeklinde yorumlamıştır. (Tantavi, Cevheri, el-Cevfihir, Mısır 1931, XV, 77) Nankör insan tarafından çevre kirlenmesiyle sürdürülebilirlik sonlanırken, paralelinde ruhî kirlenmeyle insanlık dejenere edilmektedir. Ruhî kirlenmeyle, aileler dağılmakta, uyuşturucu alışkanlığı yaygınlaşmakta, müstehcen yayınlar çoğalmakta ve haksızlıklar katlanarak artmaktadır. İnsanlığın ve çevrenin korunması yolunda atılacak ilk adım, insanın ihtiraslarından arındırılarak temizlenmesidir. Kur’an’da ekoloji Kur’an, insana kâinatın nasıl yaratıldığı, niçin yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında çok çeşitli genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir münasebet içerisinde olması gerektiği hakkında da bilgi vermektedir. Kur'an’ın kâinatla ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de ekolojik denge meselesidir. Kur’an, yaratılmış her şeyin bir ölçü, düzen, adalet ve denge içinde yaratıldığını insana sık sık hatırlatmaktadır: “Bakın, Biz her şeyi gerekli ölçü ve nisbette yarattık.” (Kamer 54/49) (Çeviri: Muhammed Esed) "Hiçbir şey yoktur ki onu meydana getiren hazinelerin anahtarları elimizde olmasın. Biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz." (Hicr 15/21) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) “Ve O, gökleri yükseltti ve her şey için bir ölçü koydu ki siz, ey insanlar, asla doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız! Öyleyse yaptıklarınızı adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman 55/7-9) (Çeviri: Muhammed Esed) "İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dâir sözleri senin hoşuna gider. Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şahit gösterir. Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır. Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır, ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez." (Bakara 2/204-205). (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Âyette de açıkça belirtildiği gibi, fesatçı olan kimseler, sadece insan ve toplumlara zarar vermek ve kötülük etmekle kalmazlar, aynı zamanda tabiî çevreye de zarar verirler. İşte bunun için, Allah insanların fesatçı olmalarını yasaklıyor. Onların çevreye karşı olumsuz tesir edebileceklerine dikkatimizi çekiyor. Kur’an, ekolojik dengeyi korumayı ibadetlerin ön şartı olarak koymuştur. Hac ibadeti ekolojik dengeyi korumaya en fazla önem veren ibadetlerden biridir. Çünkü hac ve umre için Mekke’ye çok sayıda insan gelmekte ve bu durum oradaki doğal hayatı tehdit etmekteydi. Bugün bu sayı milyonları aşmaktadır. Hac veya umre için ihrama giren kimselerin, Harem dâhilinde hayvan öldürmesi, ağaçları kesmesi, otları koparması yasaktır. Bu yasak fiillerin İslâm hukukundaki adı cinayettir. Bu cinayetleri işleyen insanlar, mutlaka günahlarının affı için Rablerine yalvarıp yakarmak zorundadırlar. Tevbe, bu günahın affedilmesi için asıl şart iken, bundan başka bir de insanın sadaka vermesi dinî bir hükme bağlanmıştır. “Ey iman sahipleri! İhramda olduğunuz zaman av öldürmeyin. Sizden kim kasten onu öldürürse cezası şudur: Öldürdüğü hayvana denk deve-sığır, davar cinsinden, Kâbe'ye varacak kurbanlık bir hediye ki, içinizden adalet sahibi iki kişi belirleyecektir. Yahut yoksullara yedirme şeklinde bir keffâret, yahut buna denk oruç. Taki yaptığının vebalini tatsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim bir daha yaparsa, Allah ondan öç alacaktır. Allah çok güçlüdür, öç alıcıdır.” (Maide 5/95) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Sünnette ekoloji Sünnet; Peygamber Efendimizin fiilî olarak yaptıkları, sözlü olarak anlattıkları ve takrirlerinin hepsidir. "Sünnette ekoloji" derken, Allah Resûlünün, insanın yakın ve uzak çevresiyle, bu çevrenin temiz ve sağlıklı tutulması ve korunmasıyla ilgili fiilen yaptığı ve sözle ifade ettiği şeyler kastedilmektedir. Peygamber Efendimizin kendi devrinde çevreciliği bir ahlâk ve âdet hâline getirdiğini ve bunun için de çevreyle ilgili bizzat faaliyetlerde bulunduğunu görüyoruz. “Allah Mekke’yi haram bölge ilan etmiş ve dokunulmaz kılmıştır. Benden önce kimseye helâl kılınmamış ve benden sonra kimseye de helâl kılınacak değildir. Bundan sonra artık buranın otları biçilmez, ağaçları koparılmaz, av hayvanları ürkütülmez.” (Buhârî, Cenaiz, 77, II, 95.) Peygamberimiz, Medine yakınlarında boş bir araziyi ormanlaştırmış ve: "Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı bir ağaç diksin." diye emretmişlerdir. (el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17) Sıtma ve verem hastalıklarının kol gezdiği, belli ölçüde yeşillik olsa da tam dengenin olmadığı Medine'ye hicret eder etmez, "Allah'ım! Hz. İbrahim, Mekke'yi haram bölge ilan etmişti. Ben de Medine'yi haram bölge ilân ediyorum. Otları koparılmaz, ağaçları kesilmez, hayvanları öldürülmez.” (Müslim, Hac 458) buyurmuşlardır. Haram bölgenin bugünkü karşılığı "sit alanı" veya "millî park"tır. Peygamberimizin önerdiği ve uyguladığı mesken tipi, tek katlı ve geniş odalardan oluşan ve odaları geniş bir avlu içinde veya etrafı bahçeli şekildedir. (Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd.) Peygamberimiz “Kim bir ağaç dikerse, Allah Teala o kimseye ağaçtan hâsıl olacak ürün ve fayda miktarınca sevap verir.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/415.) buyurmaktadır. "Bir Müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşî hayvan veya kuş yiyecek olsa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer." (Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7.) "Her kim boş, kuru ve çorak bir yeri sulamak, ağaçlandırmak ve ekim suretiyle ıslah ve ihyâ edecek olursa, bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır." (el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39.) "Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin." (Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168.) buyurmuşlardır. İbn Ömer: "Allah Resûlü, hayvanlara işkence yapanlara lânet etti." (Buhari, Zebâih 25.) demiştir. Peygamber Efendimiz fazla yükten dolayı kalkamayan bir deve görünce: "Allah bu dilsizler (hayvanlar) hakkında hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri ölçüsünde yük vurun." (el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156.) buyurmuştur. "Haksız olarak bir serçeyi öldürenden, Allah kıyamet gününde hesap soracaktır." (Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84.) buyurmuşlardır. Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta (Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139.) ve yavrularının alınmamasını (Ebû Dâvûd Edeb 176.) da emretmiştir. Görüldüğü gibi bu hadisler ve benzerlerinden, Peygamberimizin hayvanlara eziyet edilmemesini, onların temizlik ve bakımlarının yapılmasını, yaratılışlarına uygun işlerde kullanılmalarını, kendilerine fazla yük yüklenmemesini emrettiğini ve av yasağı koyarak insanların eğlence için avlanmalarını yasakladığını açıkça görüyoruz. Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için karantina uygulamasını başlatması, (Buhari, Tıb 30.) hasta hayvanların sağlam hayvanların arasına karıştırılmaması gerektiğini bildirmesi, halkın geçeceği yol üzerine veya gölgelenip istifade edeceği yerlere ve durgun sulara abdest bozmayı (tuvalet ihtiyacını görmeyi) kesin olarak yasaklaması, herkese evinin önünü temizlemesini emretmesi, (İbn-i Kayyim, Şemsü’d-din, et-Tıbbu’n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216.) yollarda insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmaya teşvik etmesi, (Müslim, Îman 58.) suların, toprağın, havanın korunmasına ehemmiyet vermesi Peygamber Efendimizin çevre konusuna verdiği önemi anlatır. Ayrıca ısrarla israftan menetmiş, hattâ nehir kenarında abdest alan kimsenin, ibadet için bile olsa suyu israf etmesini yasaklamıştır. (İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197.) Temizlik İslâm, temizliğe büyük önem vermiş, onu bir kısım ibâdetlerin vazgeçilmez şartı, öncülü ve anahtarı yapmıştır. İslâm’da temizlik, insanın günahlardan, haramlardan uzak durması ve yaşadığı yeri, bedenini, elbisesini temiz tutması anlamına gelir. Peygamberimiz şöyle buyurur: "Namazın anahtarı tahâret, başlangıcı tekbir, tamamlayıcısı da selamdır." (İbn.Mace Taharet 3) Temizlik bâzı ibâdetlerin ön şartıdır: ”Bugün, hayatın bütün temiz şeyleri size helâl kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine vahiy verilenlerin yiyecekleri de size helâldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir...” (Maide 5/5) (Çeviri: Muhammed Esed) "Hatırlayın nasıl olmuştu hani, katından bir güvence olarak, sizi bir iç huzurunun kuşatmasını sağlamış ve gökten üzerinize su indirmişti ki onunla sizi arındırsın, şeytanın kirli vesveselerinden kurtarsın; kalplerinizi güçlendirip adımlarınızı sağlamlaştırsın." (Enfâl 8/11) (Çeviri: Muhammed Esed) "Eğer müminlere güçlük verecek olmasaydım, onlara her namaz için misvak (ağız temizliği için kullanılan malzeme) kullanmayı emrederdim." (Buharî, Cumu'a 8; Müslim, Tahare, 42); "Yemekten önce ve sonra el yıkamak yemeğe bereket getirir." (Tirmizî, Et'ime, 29) Elbise temizliği “Temizle giysilerini.“ (Müddesir 74/4) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) “Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. “ (Araf 7/31) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi müminlerin daima temiz ve bakımlı olmaları ve her konuda olduğu gibi en iyisini aramaları Allah’ın beğendiği bir tavırdır. Yaşanan yerlerin temiz tutulması Kendilerini ve giyimlerini temiz tutan Müslümanlar, aynı şekilde yaşadıkları ortamların düzenine de son derece titizlik göstermelidirler. Kur’an'da bu konuda verilen örneklerden birisi Hz. İbrahim ile ilgilidir. Allah Hz. İbrahim'e Kâbe’yi, orada ibadet edecek olan müminler için temiz tutmasını emretmiştir: "Çünkü, İbrahim'e bu İbadet Evi'nin kurulacağı yeri gösterdiğimiz zaman ona demiştik ki: "Bana kimseyi ortak koşma. Ve Benim Mabedimi, onu tavaf edecek olanlar için, onun önünde Rablerini tazim ve tefekkür ederek dikilip duranlar için, saygıyla eğilenler ve yere kapananlar için temiz tut."(Hac 22/26) (Çeviri: Muhammed Esed) Ayetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Allah bu temizliğin öncelikle o mekânı kullanacak ve orada Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla ibadet edecek olan kimseler için yapılmasını bildirmiştir. Bu nedenle Hz. İbrahim'den sonra gelen tüm müminler de aynı onun uyguladığı gibi, yaşadıkları mekânları temiz, estetik ve göze en hoş gelecek şekilde muhafaza etmek zorundadırlar. Yiyeceklerin Temiz Olması Müminlerin, İslâm ahlâkının bir gereği olarak titizlik gösterdikleri bir başka konu da yiyeceklerin temiz olanlarını seçmeleridir. Bu, Allah'ın Kur’an'da müminler için bildirmiş olduğu bir emridir. Bu konuya dikkat çeken pek çok ayetten birkaçı şöyledir: "Size rızık olarak verdiklerimizin en temizlerinden yiyin, dedik... "(Bakara 2/57) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) "Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helâl ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır." (Bakara 2/168) (Çeviri: Diyanet Vakfı) Mekân temizliği Müslümanların bulundukları evleri ve işyerlerini temiz tutmaları emredilmiştir. Peygamberimiz şöyle buyururlar: ”Allah güzeldir, güzeli sever. Temizdir, temizi sever. İkram edicidir, ikram edilmesini sever. Cömerttir, cömertliği sever. Evlerinizi, işyerlerinizi ve çevrenizi temiz tutunuz.” (Et-Tıbbün Nebavi s.216) Dinî ölçüler halk sağlığını tehdit eden lâğımları açıkta bırakmanın haramlığını da açıklamaktadır. İnsanın kullandığı her türlü eşyası, evi, sokağı, bahçesi, işyeri, camisi, okulu, hastanesi, umuma ait yerleri tertemiz olmalıdır. Temiz tutmayanlar ikaz edilmelidir. Bilhassa hava, deniz ve toprak kirletilmemeli, kirletene de mâni olunmalıdır. Kur’an’da “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (Bakara 2/195) (Çeviri: Yaşar Nuri Öztürk) ikazı çevreyi yaşanmaz hale sokanlar kadar buna mâni olmayanlar için de geçerlidir. Dünyamızı kendi bencillikleri sebebiyle kirleterek yaşanmaz hale sokanlar, ilahi adalet günü hesap vereceklerdir. SONUÇ 1. Kur’an her şeyin bir ölçü içerisinde yaratıldığını söyler ve bu ölçünün insanlar tarafından bozulmaması gerektiğini sık sık vurgular. 2. Kur’an israfı ve fesadı yasaklar, doğal kaynakların sorumsuzca tüketilmesi ve tahrip edilmesini israf ve fesat olarak değerlendirir. 3. Doğanın kirletilmemesini, canlıların öldürülmemesini, ekolojik dengenin bozulmamasını tembih eder. 4. Kişisel temizlikten işyeri, sokak ve çevre temizliğine varıncaya kadar her yerin ve her şeyin temiz tutulmasını emreder. 5. Kur’an her türlü temizliği ve canlılara zarar vermemeyi ibadet olarak görmüş ve bazı ibadetlere de ön şart olarak koymuştur. 6. Kur’an; güzel ahlâk kitabıdır, bireysel ve toplumsal ahlâkı geliştirmeyi hedefler. İslâm, iyi insan yetiştirme projesidir. Çevre ahlâkı da Kur’an’ın güzel ahlâk sahibi, iyi insan projesinin içinde yer alır. 7. Peygamberimiz Kur’an’ın bu buyruklarını bizzat uygulayarak sahabesine örnek olmuştur. Kaynakça 1. Bk. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224. Vurgu ve ilaveler bize aittir. B k. Zemahşeri, el-Keşşflf, III, 224. 2. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 3833. 3. Tantavi, Cevheri, el-Cevfihir, Mısır 1931, XV, 77; Meniği, Tefsiru'l-Merfiği, XXI, 55. 4. Buhârî, Cenaiz, 77, II, 95. 5. el-Belâzurî, Fütûhu'l-Buldân, Beyrut 1958, I,17 6. Müslim, Hac 458 7. Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, İstanbul, II,84 vd. 8. Ahmet b. Hanbel, Müsned, 5/415. 9. Müslim, Müsâkât 7,8-9; Buharî, Edeb 7. 10. el-Münavî, Şemsü'd-Din Muhammed Zeynü'd-Dîn Abdurraûf, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, VI,39. 11. Buhari, el-Edebü'l-Müfred, Kahire,1959, s.168. 12. Buhari, Zebâih 25. 13. el-Askalânî, İbn Hacer, Metâlibü'l-Âliye, Kuveyt 1973, II,156. 14. Dârimî, Sünen, Kahire 1966, II,84. 15. Buhari, el-Edebü'l-Müfred, s.139. 16. Ebû Dâvûd Edeb 176. 17. Buhari, Tıb 30. 18. İbn-i Kayyim, Şemsü'd-din, et-Tıbbu'n-Nebevî, 216, Kahire 1957, s.216. 19. Müslim, Îman 58. 20. İbn Mâce, Beyrut 1975, II,147; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I,197. 21. İbn.Mace Taharet 3 22. Buharî, Cumu'a 8; Müslim, Tahare, 42 23. Tirmizî, Et'ime, 29 24. Et-Tıbbün Nebavi s.216

7 Aralık 2023 Perşembe

İSLAM DÜŞMANLIĞI ZEHİRDİR

İslam düşmanlığı zehirdir Ahmet KÜLAHÇI Mocca dergisi 7 Ekim 2023 ten beri Gazze’de devam eden saldırılara sessiz kalamazdı. Ölen ve öldürülen savunmasız insanların cığlıklarına duyarsız kalamazdı. Kalmadı da. Mocca dergisi, 41. sayısında yayınlanmak üzere Hürriyet Gazetesi Avrupa Koordinatörü Duayen Gazeteci Ahmet Külahçı ile bir röportaj yaptı. Röportaj aynen şöyledir. Rüştü KAM: Ahmet Bey, Gazze'de neler oluyor. Bu saldırıların Almanya’ya yansıması nasıl olacaktır? Ahmet KÜLAHÇI: Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’de giriştiği saldırlarla birlikte Almanya’da gözler ülkede yaşayan Müslümanlara çevrildi. Başkent Berlin’de Arap kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Neukölln kesiminde 60-70 kişinin Hamas'ın saldırılarını “kutlaması”, birkaç kişinin sokaklarda “tatlı dağıtması” ve daha sonraki günlerde İsrail’in Gazze’ye bomba yağdırmasını protesto etmek için düzenlenen gösterilere katılanların sayısının artması üzerine, Almanya’da neredeyse tüm Müslümanlara “Hamas sempatizanı”, “Hamas yanlısı” gözüyle bakılmaya başlandı. 84 milyon nüfuslu Almanya’da 2.5 milyondan fazlası Türkiye kökenli olmak üzere 5.6 milyona yakın Müslüman neredeyse “Yahudi düşmanı” ilan edildi. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Arap kökenlilere Hamas’la aralarına mesafe koymaları çağrısında bulunurken, tüm Müslümanlara “şüpheli” gözüyle bakılmaması gerektiğini de özellikle vurguladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier de, Şansölye Olaf Scholz da, Hamas saldırılarının Almanya sokaklarında “kutlanmasını” kınarken, “Almanya’da Yahudi düşmanlığına yer yok” görüşünü yinelediler. Rüştü KAM: Sayın Külahçı, İçişleri Bakanı Nancy; “Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Bu çıkışı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahmet KÜLAHÇI: Almanya SPD’li Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın 7 Ekim’de giriştiği saldırıları “Soykırımdan bu yana Yahudilere girişilen en büyük katliam” olarak niteledi. Hamas’ın saldırılarının Almanya’nın bazı kentlerinde kutlanmasını şiddetle kınarken, Yahudi düşmanlığına karşı kararlı bir biçimde mücadele vermeyi sürdüreceklerini söyledi. Son dönemlerde Almanya'da Yahudi kökenli insanların çocuklarını yuvalara ve okullara göndermekten korktuklarını belirtirken; “Biz devlet olarak, hükümet olarak böyle bir şeye izin veremeyiz, vermeyiz de. Biz bu ülkede yaşayan herkesin, Yahudi kökenli insanlarımızın da güvenliğinden sorumluyuz. Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Almanya’nın çeşitli kesimlerinde düzenlenen gösterilerde geçerli yasalara aykırı davranışta bulunanların ve suç işleyenlerin hak ettikleri cezalara çarptırılmaları gerektiğini de söyledi. Aynı zamanda, Yahudi düşmanı Hamas ile Samidoun’un faaliyetlerini Almanya’da yasakladıklarını hatırlatırken, “Yahudileri korumak Almanya’da hepimizin görevidir. Toplumun görevidir bu. Biz kin ve nefret kusanlardan daha güçlüyüz. Sesimiz onlarınkinden daha yüksek” açıklamasında da bulundu. Rüştü KAM: Alman politikacılarından, Almanya'da yaşayan Müslümanlara ortak bir çağrı geldi. Hamas’la aranıza mesafe koyun çağrısı. Bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahmet KÜLAHÇI: Evet. Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da her kesimden politikacılar, ülkede yaşayan Müslümanlara, İslam dernek ve cemiyetleri ile çatı kuruluşları temsilcilerine Hamas’la aralarına mesafe koyma, terörü kınama çağrısında bulundular. Almanya’daki Müslümanlar yıllardır bu ülkede barış içinde yaşamaktadırlar. Toplumun her kesiminde olduğu gibi onlar arasından da zaman zaman, “kara koyunlar” çıksa da, bu insanlar özgürlükçü demokratik hukuk devletinin ilkelerine saygılı bir biçimde yaşamaktadırlar. Üstalik bu ülkedeki Müslümanlar, Hamas’ın da, İsrail’in de giriştikleri terörü de, çoluk çocuk, kadın, sivil demeden suçsuz günahsız insanları öldürmelerini de kınamaktadırlar. Rüştü KAM: Antisemitist olanlara vatandaşlık verilmesin çağrısı var. Hatta çifta vatandaş olanlardan vatandaşlığı geri alınsın deniyor. Ahmet KÜLAHÇI: Almanya'da Yahudi düşmanlığı tartışmalarına paralel olarak Yahudi düşmanlarına ve Yahudi düşmanı eğilimli yabancılara Alman vatandaşlığı verilmemesi de gündeme yerleşti. Koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD) de, Yeşiller de, Hür Demokrat Parti (FDP) de, ana muhalefet Hristiyan Demokrat/Hristiyan Sosyal Birlik Partileri de (CDU/CSU), sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) de, Sol Parti de bu yöndeki önerilere tam destek verdi. SPD Eş Başkanları Lars Klingbeil ile Saskia Esken de, CDU lideri Friedrich Merz de, CSU Federal Meclis Grup Başkanı Alexander Dobrindt de, FDP’li Federal Meclis Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki de, Yeşiller Genel Sekreteri Bijan Djir-Sarai de, Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesini ve bu yönde suç işleyenlerin sınır dışı edilmelerini istediler. Baştan beri Yahudi düşmanı bir tutum sergileyen sağ popülist AfD’liler bile. Hatta çifte vatandaş statüsündeki göçmen kökenlilerin Alman pasaportlarına el konulmasını isteyen Alman politikacılar bile oldu. FDP’li Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann, “Biz şu sıralar Almanya’da İkamet İzni ve Alman Vatandaşlık Yasası’nda reform yapıyoruz. Sınır dışı etmeyi kolaylaştırıyoruz. Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesi için gereken önlemleri alıyoruz” açıklamasında bulundu. Bekleyip göreceğiz. Rüştü KAM: Demokrasinin beşiği bildiğimiz Almanya'da, yabancılara gösteri yasağı da getirildi. Bu yasaklama ne kadar hukukidir? Ahmet KÜLAHÇI: İşte bu mantığı anlamak mümkün değildir. Hele hele yıllarca Federal Adalet Bakanı olarak görev yapmış birinin böyle bir yaklaşım sergilemesini kabullenmek kesinlikle mümkün değildir. Nitekim, Yeşiller’li KRV Adalet Bakanı Benjamin Limbach ise Leutheusser-Schnarrenberger’in bu yöndeki önerisine karşı çıktı. Limbach, Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Yasası’na göre vatandaşlıklarına bakılmaksızın isteyen herkesin barışçıl gösteri yapma, toplanma ve bir araya gelme hakkına sahip olduğunu vurguladı. FDP’li Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Anti Semitizm Sorumlusu Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için toplanma özgürlüğünün kısıtlanmasını bile gündeme getirdi. Almanya'nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel kabinesinde Federal Adalet Bakanı olarak görev yapan Leutheusser-Schnarrenberger; “Herhangi bir gösteri düzenlenmek istendiğinde başvuru yapanların vatandaşlıklarına da bakılmalı. Çünkü gösteri düzenleme, bir araya gelerek toplanmak sadece Almanlara özgü temel bir haktır” dedi. Alman Anayasası’nın 8. maddesinde “Bütün Almanlar bildirimde bulunmadan, ya da izin almadan barışçıl ve silahsız olarak toplanma hakkına sahiptir” denildiğine işaret eden Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için gösteri özgürlüğünde bu maddenin gözardı edilmemesi gerektiğini söyledi. Eski Adalet Bakanı, bu söylemiyle dolaylı da olsa yabancıların gösteri düzenleme özgürlüklerinin kısıtlanmasını önerdi. Resmi verilere göre 7 Ekim’den bu yana Almanya'nın çeşitli kesimlerinde 536 “Filistin’le dayanışma” ve 587 “İsrail’le dayanışma” gösterisi düzenlendi. Almanya genelinde “İsrail karşıtı tutum sergileneceği, halklar arasında kin ve nefretin körükleneceği şüphesiyle” 103 “Filistinle dayanışma” gösterisine izin verilmedi. Bu gösteriler sırasında polise direnç gösterme, halkı kışkırtma, kin ve nefret yayma gibi 3 bin 346 suç işlendiği belirlendi. Gösteriler sırasında “Nehirden denize kadar, Filistin özgür olacak!” (From the river to the sea, Palestine will be free!), “Yahudilere ölüm” gibi sloganlar atılması ve pankartlar taşınması yasaklandı. Yasağa riayet etmeyen birçok gösterici hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Rüştü KAM: Medyanın tutumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor? Ahmet KÜLAHÇI: Evet, Almanya Naziler tarafından girişilen ve 6 milyondan fazla Yahudi kökenli insanının yaşamını yitirdiği soykırım (Holokost) nedeniyle İsrail’e “borçludur”. Alman politikacıların İsrail'in saldırılarını açık bir şekilde eleştirmelerini, daha doğrusu “eleştirememelerini” bir yerde anlayışla karşılamak gerekir. Ancak “tarafsız, bağımsız, özgür basının” yaklaşımını da, tutumunu da anlamak mümkün değildir. Alman medyası da tıpkı Alman politikacılar gibi 7 Ekim’den bu yana yaşananlarla ilgili olarak “tek yanlı” bir tutum sergilediler. Yalnız ARD ve ZDF gibi devlet televizyonları değil, özel televizyon kanalları, radyolar, gazeteler ve dergiler, Hamas’ın saldırılarda aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bin 200’e yakın kişiyi öldürdüğüne, 230’un üzerinde kişiyi rehin aldığına yer verirken, İsrail’in giriştiği operasyonlarda 4 bin 500’den fazlası çocuk olmak üzere 12 binin üzerinde Filistinli’nin öldürülmesini adeta görmezden, duymazdan geldiler. Başka ülkeler söz konusu olduğunda haklı olarak her türlü eleştirel yorumda bulunan Alman medyası, Alman politikacıların, yıllardır burada yaşayan ve çoktan “buralı” olan göçmen kökenlilere yaklaşımlarıyla ilgili olarak, Alman Anayasasının demokrasi, hukuk devleti, özgürlük, eşitlik gibi temel ilkelerini ayaklar altına almalarına sessiz kaldı. Rüştü KAM: INSA(Institut für neue Soziale Antworten) tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasına göre Almanya'da İslam düşmanlığının arttığı söyleniyor. Ahmet KÜLAHÇI: Evet, Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da İslam düşmanlığı artış gösterdi. INSA tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasında, Almanların yüzde 71’inin İslam ülkelerinden gelenlerin Almanya için büyük bir güvenlik riski oluşturdukları görüşünü paylaştığı saptandı. Ankete katılanların yüzde 20’si bu görüşe karşı çıkarken, yüzde 9’u görüş belirtmedi. Almanya’da köklü partilere destek verenlerin çok büyük bir bölümü, Müslümanların tehdit ve tehlike olduğu görüşünü paylaşırken, yalnız Yeşiller’lilerin yarıdan fazlasının böyle düşünmediği de kaydedildi. INSA’nın kamuoyu yoklamasında Almanların yüzde 58’inin Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında İsrail’e karşı terörü destekleyenlerin bulunduğu görüşünü paylaştığı, yüzde 18’inin ise buna karşı çıktığı da saptandı. Öte yandan Almanların yüzde 63’ünün Hamas’ın giriştiği saldırıları kutlayanların cezalandırılmasından yana olduğu, yüzde 17’sinin buna karşı çıktığı ve yüzde 20’sinin de görüş belirtmediği de belirlendi. Bu veriler Almanya’da İslam düşmanlığının arttığını göstermektedir. Nitekim Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser da “Almanya’da İslam düşmanlığı var” demektedir. 19 Şubat 2020’de Almanya'nın Hanau kentinde ırkçı bir Alman’nın aralarında Türkiye kökenlilerin de bulunduğu göçmen kökenli 9 kişiyi öldürmesini şiddetle kınayan dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Irkçılık zehirdir” açıklamasında bulunmuştu. Evet, “Irkçılık zehirdir. Ama Müslüman ve İslam düşmanlığı da zehirdir”. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Rüştü KAM: Tabii Almanya'da Müslüman deyince ilk akla gelen Türkiye kökenliler ile Arap kökenliler oluyor. Son gelişmeler üzerine Türkiye ve Arap kökenlilerin, Almanya’ya uyum sağlamak istemedikleri yönündeki iddialar yine gündeme geldi. Ahmet KÜLAHÇI: Bu tamamen “uyduruk” bir yaklaşımdır. Nitekim Almanya’nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel’in genel başkanlıklarını da yaptıkları CDU güdümlü Konrad Adenauer Vakfı adına 2000'li yılların başlarında yapılan bir araştırma da, zaten bunun böyle olduğunu yıllar önce ortaya koydu. Bu araştırmada, Almanya'da yaşayan Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 55’inin Almanya’yı “vatanları’’ olarak gördükleri yer aldı. Hatta Irak ve Libya gibi bir İslam ülkesinin saldırması halinde, Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 50’sinin Almanya’yı savunmaya hazır oldukları da. Alman toplumsal düzeni savunmaya hazır Doğu Almanların oranının yüzde 42’de, Batı Almanların oranının yüzde 72’de kaldığını da. Aynı araştırmaya göre, Almanya'da yaşayan Türkler ve Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 90’ı “Adil bir toplumda yaşıyoruz” derken, bu oran “saf kan” Almanlarda yüzde 50’yi zar zor buluyor. Demokrasiye bakışta da öyle. Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 76’sı, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 84'ü demokrasiye tam destek verirken ve “Demokrasiden memnunuz” derken, bu oran Almanlarda yüzde 72’de kalıyor. Türklerin yüzde 88’i, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 87’si “Demokrasi en iyi toplumsal ve politik sistemdir” derken, bu oran Almanlarda yüzde 80'i bile bulmuyor. Rüştü KAM: Sayın Külahçı, Son olarak neler söyleyeceksiniz? Ahmet KÜLAHÇI: Yukarıdaki veriler, Türklerin ve Türkiye kökenlilerin severek, isteyerek, huzurlu bir biçimde, barış içinde Almanya’da yaşadıklarını ve yaşamaya da devam edeceklerini gösteriyor. Her ne kadar bu insanların yüzde 65’i ayrımcılık yaşadıklarını söyleseler de, “Bu Türkler uyum sağlamaz”, “Bu Türkler uyum sağlamak istemiyor” diyenlere söylenecek tek şey var. Daha nasıl sağlanacak bu uyum?