29 Ağustos 2025 Cuma

BERLİN BÜYÜKELÇİSİNİ ZİYARET

KANÇILARYA’DAYIM; HAŞGELDİNİZ ZİYARETİ İÇİN TALEPTE BULUNMUŞTUM… Rüştü Kam 27.08.2025 Nereden, ne zaman, nasıl oldu da tarihin karanlık koridorlarında yürümeye başladık onu söylemem oldukça güç; bildiğim şey, o dehlizlerde kendimize ait izler ararken zamanın su gibi sessizce akıp gittiğidir. Tecrübe ile sabittir ki; atılan taşlar aynı kuyuya düşünce zaman mefhumu sıfırlanıyor. O küf kokan koridordan dışarıya çıktığımızda aradan iki saatin geçmiş olduğunu fark ettik. Girdiğimiz yolların bir kısmı çıkmaz sokaktı; ama biz geriye dönüp başka bir kapı aradık ve bulduk da o kapıyı. Bulduğumuz her yeni güzergâhta birbirimize dayanarak bir süre daha ilerledik. Niyet halis olunca… Hoşbeşten sonra, özgeçmişlerimizi anlatarak sohbete yön vermeye çalıştık. Er meydanındaki pehlivanlar gibi el ense çekerek birbirimizi tartıyor ve sohbeti bir yere kanalize etmeye çalışıyorduk. Başardık da. Berlin’den başladık sohbete; önce kentin ritmini tutmaya çalıştık ve güncel dosyaları açtık. Karıştırdıkça kıvam alan bir “aşure” gibi başlıklar çoğaldıkça çoğaldı. Sahadaki pratikleri konuştuk… Derken başlıklar genişledi: Diaspora ve gençler, akademi ve kültür diplomasisi, iş dünyası ve tedarik zincirleri, güvenlik istişareleri ve enerji. Kısa bir Stuttgart parantezinin ardından istikamet tarihe döndü; imparatorluktan cumhuriyete uzanan çizgi, savaşlar, antlaşmalar, göçler ve yeni başlangıçlar. Konu büyüdükçe büyüdü ama üslup serinkanlı kaldı: Hüküm vermek değil, ölçülü bir muhasebe yapmaktı hedeflenen. Gidişattan anlaşılan oydu. Makam odasında, protokolün soğukluğuna düşmeden ciddiyeti koruyan bir hava vardı: Net ama içten, hesaplı ama akıcı. Sorular açık, cevaplar kısa ve yerli yerindeydi. Ziyaretin “hoş geldiniz” mahiyeti, masadaki meselelerin ağırlığını hafifletmedi; tam tersine, konuşulan her başlıkta temsilin dilinin kıymeti belirginleşiyordu. Nasıl olduysa oldu, birden bire yönümüzü Türkiye’ye çevirdik. 23 milyon kilometrekarelik bir imparatorluğun bakiyesinden 783 bin kilometrekarelik bir Cumhuriyet’e uzanan çizgide epeyce yol aldık… Bu daralmanın ardındaki savaşlar, antlaşmalar, göçler ve yeni kuruluşlar; devlet aklının verdiği kararlar ve atlattığı badireler, Türk toplumunun ödediği bedeller tek tek masaya geldi. Konular büyüdü ama üslup serinkanlı kaldı; her eşikte bir kez daha geri çekilip yeniden baktık geldiğimiz yere... Maksat; hüküm vermek değil, ölçülü bir muhasebeydi, dünle bugün arasındaki köprünün taşıyıcılarını görmek, zaafları ve cesurca atılan adımları alkışlamak ve de taşları yerli yerine koymaktı. Üzümcüyü dövmek gibi bir niyetimiz yoktu. Bu çerçevede devam eden sohbetimiz, bir nezaket ziyaretinin sınırlarını aşmadan, tarihin dönemeçlerine yaslanan sükûnetli bir sohbet olarak kayda geçti. Diyeceksiniz ki ne konuştunuz? Neleri konuşmadık ki; Asya’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya; oradan Balkanlar ve Avrupa’ya uzandık-girmediğimiz dehliz, dolaşmadığımız ara sokak kalmadı. Söz, Düyûn-ı Umûmiye’den II. Abdülhamid devrine; Karlofça’dan Ayastefanos’a; tehcir yıllarına oradan Talat, Cemal ve Enver Paşalara; Kut’ül-Amâre’den Libya, Çanakkale ve Yemen cephelerine kadar gittik. Sohbet anlamlıydı, harareti yerindeydi; çoğunlukla konuşan Büyükelçi Sayın Turan olduğu için ben yalnızca ateşi diri tutmak için ocağa arada bir odun attım. Çıralı odun. Gümüşhaneli bir işçi ailesinin çocuğu olan Turan, temsil görevine yakışan sükûnet ve ölçüyle konuşuyor; Berlin’in oldukça ağır dosyalarını -siyaset, ekonomi, güvenlik, kültür ve diaspora-dengeli bir çerçevede ele alıyor. Büyükelçi Gökhan Turan’ın ilk cümlesinden itibaren hissedilen şey, çalışma disiplinine eşlik eden bir mütevazılık; makamın ihtişamını değil, devletin itibarını öne alan bir temsil dilini konuşmasıydı. İki saatin sonunda masada kalan cümle netti: “Türkiye büyük bir devlettir; tökezlediği dönemler olmuştur, ancak bugünün dünyasında saygınlığı olan bir ülkedir.” Bu cümlenin altı, tarihin ağırlığı ve bugünün gerçekleriyle birlikte çizildi. Huzurdan ayrıldığımda hissettiğim, dehlizlerde zaman zaman kaybolmanın verdiği tedirginlik değil; dünün muhasebesini yaparak bugünün imkânlarını aynı masada tartmış olmanın ferahlığıydı. Sayın Büyükelçi; Berlin’e hoş geldiniz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder