22 Ekim 2011 Cumartesi

BiR BAŞKA AÇIDAN HACC


Ha-ber.com 
13.10.2010  rüştü kam

İslâm beş rükün üzerine bina edilmiştir. Bu beş rükün Äslâm’ın bütünü için,  pratik ve nazari temellerdir.

          Şahâdet kelimesi;  kendinden başka herşeyin temelidir. İslâm’a girişte ilk rükündür.  Bir yandan İslâm’ın diğer şartları için, öbür yandan İslâm’ın bütünü için bir temeldir.

          Namaz İslâm`ın ibadet yönünün temelidir; zikir, dua, Kur‘an okuma, Allah’ı hertürlü eksiklikten münezzeh kılma, övme, günahların affını dileme bütün bu mânâlar, farz kılınan namazda mevcuttur. Namaz ibadetlerin merkezidir. 

         Zekat İslâm’ın mali yönünün temelidir: İslâm inancında mal Allah’ındır. İnsanın mala karşı durumu ise sadece vekalettir. Bekçiliktir. Bir insan zekat ibadetinde Allah’a tam teslim olamamışsa,  o insan malı elde etme ve harcamada da Allah’a tam teslim olamayacaktır.

Oruç; nefis terbiyesinin temelidir: Nefsi tüm kötülüklerden Allah rızası için uzak tutmanın temelidir. Yüce Allah’ımız Cennet‘e girmeyi nefsi terbiye etme konusu­na bağlamıştır. „Nefsini temizleyen felah bulmuştur, nefsini kirleten de, hüsrana uğramıştır. „Kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini şehvetlerden alıkoymuş­sa muhakkak Cennet onun varacağı yerdir.  Aslında oruç bir müddet,  nefsi önemli ve mübah şehvetlerden alıkoymaktır.  Böylece diğer şehvetlerden de nefsi uzak tut­ma alışkanlığı kazanılmış olur.
Hacc ibadeti ise İslâm birliğinin temelidir. Hacc, bütün müslümanları tek bir ümmet olarak kabul eden, İslâm siyaset sisteminin temelidir.  Hacc İslâm´ın kardeşlik şuurunu kendi bünyesinde ve özünde toplayan bir ibâdettir. Hacc ibadeti semboller mecmuasıdır. Allah’a teslimiyetin sembolüdür. Tavaf, vakfe, sa’y,  tıraş ve benzeri hac ile ilgili semboller, teslim oluş şuurunun birer örnekleridir.

Hacc: Irk, renk, dil ve vatana bakılmaksızız,  İslâm’ın ümmet birliğinin sembo­lüdür. 
Bu birlik, Allah‘ın farz kıldığı bir birliktir; bu birlikte gurur ve kibir,  başkalarını küçük görme,  aşağılama yoktur.
Bu birlikte dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlara,  İslâm kardeşliği­nin pratikte aktarılışı vardır.
Bu birlikte milletler arasındaki eşitliğinin,  pratiğe aktarılışı vardır. „Yüce Alla­hımız‘ın“ tanışasınız diye sizi milletler ve kabileler halinde yarattık„ kutlu sözünün,  tecelli edişi vardır.
Bu birlik, tüm küfür dünyasına, şirk ehline,  münafıklar güruhuna, İslâm düş­manlarına karşı kafa tutuş örneğinin bir ifadesidir .  
Bu birlikten duydugu korkuyu, Müsteşrik Losrop şu satırlarıyla açık bir şekilde belirtmekten çekinmemiştir.

„Muhammed‘in Hacc’ı,  mukaddes bir farz olarak ilan etmesinden sonra, Mekke şehri bugüne kadar her yıl renk, ırk ve dil bakımından birbirine benzemeyen  ve çeşitli ül­kelerden gelen yüzbinlerce müslüman tarafından dolup taşmaktadır. İslâm dünyası­nın her köşesinden gelen bu müslümanlar, Kâ‘be’nin önünde yüzyüze gelerek birbir­lerini tanımakta ve ülkelerinde olup bitenleri birbirlerine aktarmaktadırlar. Bu müslü­man topluluğun meydana getirdiği heybetli görünüşün ve muhteşem kalabalığın İslâm dünyası için önemini daha fazla açıklamama sanırım gerek yoktur. Ancak şunu belirteyim ki,
        Hacc; İslâm dünyasının yıllık kongresidir. Dünya müslümanları bu kon­greye belli sayılarda müslüman göndermekte ve İslâm’ın kalkınması ve yayılması için yeni kararlar almaktadırlar. 
         Hacc Yolu açık olduğu müddetçe İslâm dîni yayılacak ve müslümanlar birlik ve bera­berlik bakımından güçleneceklerdir. Bu büyük İslâm Kongresi, İslâm hareketinin uyanmasına sebep olmaktadır. 
İslâm ve müslümanların,  bu Hacc mevsimindeki çok büyük ve korkulu görüntüleri bütün dünyaya gösteri halinde yayılmakta ve büylece İslâm ve müslümanlar için büyük bir propoganda aracı olmaktadır. „İşte müslüman olmayanların kalbine düşen korku bu birlikteliğin korkusudur.
         Hacc, müslümanı daha yücelere gütüren bir okuldur. Müslüman bu okulda sa­bır ile gayreti öğrenir. 
              Hacc, müslümana devamlı ibadet hayatı içerisinde yaşamayı öğretir.
              Hacc, nefsani eğilim ve istekleri gemlemeyi,  daha nazik ve daha yumuşak da­vranmayı öğretir.
              Hacc, malın Allah yolunda karşılıksız harcanmasını öğretir.
         
            Hacc, Allah dostlarına dost, Allah düşmanla rına ise düşman olmayı öğretir.  Şefkat ve merhamet duygularını geliştirir.  

         Hacc, o mukaddes topraklarda yaşayan ilk müslümanların yaşam biçimlerini müslü­manın belleğine getirir, o ilk müslümanların anlaşılmasını sağlar. Böylece müslüman ilk müslümanın İslâm’ı yaymak uğruna çektikleri çile ve ızdırapları, kendi ruhunda yaşar ve İslâm’ı onların bıraktıkları yerden ileriye götürmedeki gayretini tartar ve düşünür. „Bu gün Allah için ben neyaptım sorusunu en azından sorar ve tefekkür eder. „   

       Hacc da  müslüman, Allah’a ve müslümanlara karşı dost olmanın gereğini an­lar,  dünyadan belirli ölçülerde yüz çevirip, ahirete yönelmenin şuuruna erer. Tavaftan önce bütün hacı adayları Arafat’ta toplanırlar, hacc işleminin başladığı yerdir orası,  hedef Kabedir,  bembeyaz kefenlikler içerisinde yalın ayak, baş açık herkes Kâbe’ye doğru yol almaya başlar.  Zengin fakir,  amir,  memur farkının kalkarak,  herkesin bir olan Allah karşısındaki aczi dile gelmektedir bu yolculukta.
       Hacc, Allah yolunda,  hiçbirşeye aldırış etmeden Allah’ı hatırlamaktır. Allah için canını feda eden çocuğu, çocuğunu kurban etmekten çekinmeyen babayı, engel tanımayan bir itaatla  Allah’a bağlanan ve kocasına itaatı pazarlıksız olan anayı anmaktır.
     Hacc, ölçüdür, İslâm Ümmeti‘nin kuvvet ve cesaretinin, zillet ve fakirliğinin, iz­zet ve şerefinin ölçüsüdür.
       Hacc, bu ümmetin birliğine engel durumunda olan,  ırkçılık bölgecilik, mal,  makam ve şöhret gibi ve şeytan gibi menfi unsurları ortadan kaldıran bir panzehirdir.
       Hacc, ortak bir pazardır. Müslümanlar ürettikleri her türlü malı burada pazarlamalıdır. Dolayısıyla Hacc İslâm  Ülkeleri arasında   ticari bir fuar özelliği taşımalıdır. 
       Hacc ibâdetinden sonra müslüman günahlarından temizlenmiştir. Kabul böyledir. Hüküm Allah’ındır. Hacc’dan dönen müslüman, Allah’ın şu sözüne kulak vermelidir: „Artık kim azgınlığa ve sapıklığa sevk edenleri tanımayıpta Allah’a iman ederse, o muhakkak ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur. „444

Şeytan taşlama
İlk durak müzdelifedir.  Daha temiz ve berrak kalplerle, Şeytan‘ın taşlanması için bu­radan toplanan taşlarla beraber Mina‘ya hareket edilir. Şeytan taşlama bir akittir.  Alah düşmanlarının kendilerinin de düşmanı olduğu yönünde bir akittir. Burada mü­slüman, insan haklarını gasbeden zalimleri taşlamaktadır aslında. Müslüman taşı atarken bu şuurla olmalıdır, taşların niçin atıldığınının tefekkürünü  iç dünyasında yapmalıdır müslüman. Düşmanın velî edinilmeyeceğini, onunla sarmaş dolaş olunul­mayacağını, siyasi planda olsun, ilim planında olsun hangi sahada olursa olsun hep hatırlamalıdır müslüman bu taşı atarken. 

Şeytan‘ı taşlarken müslüman; heryerde bu böyledir ve böyle olmalıdır, böyle olacaktır diye taş atmalıdır şeytana. Yoksa kurukuruya oradaki sembol şeytanlara  taş atmak müslümana bir fayda getirmeyecektir.
Müslüman akıllı olmalıdır, taklitçi olmamalıdır, yaptığı ibadetin niçinini öğrenmeli ve öylece amel etmelidir.

Kurban
Müslümanlar burada, şükür ifadesi olarak kur­ban keser. Müslüman kurban eylemiyle, fedakarlığıyla dünya müslümanlarının durumlarını düşünmeli ve kalben İslâm düşmanlarına buğzetmelidir. Değil etin,  ekmeğin yüzünü dahi göremeyen ve acından ölen müslüman kardeşlerinin içinde bulunduğu durum,  müslümanın kalbinde bir yara açmalıdır. Bu yara müslümana devamlı ızdırap vermeli ve bu ızdırabın neticesinde de küfre asla rıza göstermemelidir,  düşünülmelidir ki, „küfre rıza küfürdür„    kurban bu düşünceyle kesilmelidir.

Tıraş olmak
Artık müslüman tavafa hazırlanmak için tıraş olacaktır. Bu tıraş oluştada bir aksiyon olmalıdır.  Müslüman demelidir ki, Yarabbî!  ben istediğin gibi calışamadım bu andan itibaren, başımdan kestiğim şu saçlarım gibi , beni tembelliğe iten o düşüncelirimi kalbimden söküp attım.  Bundan böyle Sen‘in Dîni‘ni yeryüzü insanına anlatmak için çalışacağım şahit ol yarab!  diye söz vermelidir. 
Müslüman tavafta; heybetiyle,  azimlilik ve kararlılığıyla Islâm düşmanlarının gözünü korkutmalı ve onlarla Allah rızası için mücadele edeceğine söz vermelidir.

Hervele
Safa ile Merve arasında da, zaman zaman,  duraklansa bile mutlaka Kelime-i Tevhid Sancağını küfrün burçlarına dikeceğine dair, söz vermelidir. Yarabbî! yalın ayakta olsam, başı açıkta olsam,  sırtımda giyecek elbisem bile olmasa, yinede Sen‘in Dînin için, emrettiğin şekilde çalışacağım şahit ol Yarab, düşüncesini haykırmalıdır tepelerden tepelere müslüman. Artık müslüman kardeşim yeniden doğmuş gibidir. O’nun hayat anlayışı değişmiştir. Kur’an’a bağlılığı şimdi pratiğe geçmiştir.

Dua
Hz.İbrahim ile oğlu İsmail Kâbe’nin sütunlarını yükselttiğinde ikisi şöyle dua etmişti: “Rabbimiz! Bizden bunu kâbul et, şüphesiz sen işiten ve bilensin, Yüce Allah’ımız, ikimizi sana teslim olmuş müslümanlar kıl, bize ibadet yöntemlerini,  yer ve ilkelerini göster ve tevbemizi kabul et.  Şüphesiz sen tevbeleri kabul eden ve esir­geyensin“445           


444 Bakara 256
445 Bakara 127 / 128

BEŞ BIÇKIN MÜCAHİT(!!!)


BİR HİKAYE DENEMESİ 
Rüştü Kam 14.01.2011

Saygıdeğer okuyucularım, Allah’ın Elçisi Hz.Muhammed yazı serisine bir hafta ara vererek size bir hikaye denemesi yazdım bu hafta. Haftaya inşallah UHUD’da buluşmak üzere...

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken 4+1 bıçkın mücahit varmış… Gurbetçiymiş bunlar…Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki  Almanya adında bir ülkeye işçi olarak gelmişler. O zamanlar Almanya’da insanların dini görevlerini yerine getirmelerine yönelik teşkilatlar kurulmuş,  bu teşkilatlardan çoğu Türkiye diye bilinen bir ülkeden yönetiliyormuş. Bıçkın mücahitler de hasbelkader o teşkilatlardan birinin yöneticisi oluvermişler…Astıkları  astık, kestikleri kestikmiş bu bıçkınların…Yönettikleri teşkilatta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar yönetimleri süresince...Yalan söylemek ve iftira atmak da bunların sünnetiymiş aynı zamanda...

O zamanlar Almanya'da bir de göçmen televizyonu kurulmuş. Bu televizyonu  üç gurbetçi arkadaş kurmuş. Ortaklardan biri olan  delikanlı anlarmış televizyon yayıncılığından. Diğer ortaklar kendi işleriyle meşgullermiş...Nasıl olduysa, bu bıçkın mücahitlerle, gurbetçi delikanlının yolları birleşivermiş birdenbire Almanya’nın büyükçe bir şehrinde...O büyük şehirin adı da Berlin’miş...Bir zamanlar Almanya’nın başşehriymiş Berlin...
Kader bu ya, televizyon aşkı o bıçkın mücahitlerle o gurbetçi delikanlıyı televizyon yayıncılığında bir araya getirmiş...Parayı veren düdüğü çalar hesabından hareketle, bıçkın kardeşler o televizyonu sahiplenivermişler...Gurbetçi delikanlı  televizyonun Genel yayın yönetmenliğini yapacakmış...Öyle anlaşmışlar bıçkın kardeşlerle. Ancak  bıçkın kardeşler söz verdikleri halde para desteğinde bulunmamışlar...Bulunmak bir yana televizyonda yayınlanacak reklam konusunda bile delikanlıya ayak bağı olmaya başlamışlar... “O reklamı yayınlayamazsın haramdır, bunu yayınlaman lazım, o helaldir” v.s.

Aslında haramlık ve helallik meselesi değilmiş mesele, mesele: Bıçkın mücahitlerden  birisinin arkadaşı restoran sahibiymiş, aynı zamanda kasaplık da yaparmış...Helal olan onun sattığı etmiş, diğer kasapların sattığı etlerin hepsi harammıııış... 

Bütün bu sıkıntıların üstesinden gelerek yayın hayatını sürdürmüş  gurbetçi delikanlı...4 yıl boyunca o televizyon Berlin'de gündem belirlemiş... “Tek kişilik ordu” diye gazetelere manşet olmuş, hatta başka televizyonlara da konu bile olmuş, bu tek kişilik ordu ile yönetilen televizyon... Zamanla bıçkın mücahitler  genel yayın yönetmenini ve aynı zamanda televizyonun kurucusu olan delikanlıyı çekememişleeer. ‘Bu televizyonda şarkı türkü söyleniyor ve aynı zamanda  davamıza da ihanet ediyor’ diye  baş vezire şikayette bulunmuşlar. Bunun için taaa Kölln'e kadar gitmişler.

Davamıza ihanet ediyor demeleri işin bahanesiymiş, işin aslı başkaymış: O yıllarda geldikleri ülkede ihtilal olmuş, askerler devleti elegeçirmiş. İhtilalden sonra sağcı solcuyla, solcu sağcıyla konuşmazlarmış. Ülkücülerle, şeriatçılar da birbirlerine yan yan bakarlarmış. Genç delikanlı bunları televizyonda bir araya getirmeyi başarmış,  onlarla açık oturumlar bile yapıyormuş televizyonda.
Ayrıca çeşitli dini gruplara da yer vermiş televizyonda genç delikanlı. Süleymancısı da, nurcusu da, diyanetçisi de, o televizyonda yer bulmuş kendisine. Bunlar da yetmezmiş gibi Aleviler de türkü söylemeye, saz çalmaya başlamazlar mı...Bunlar cin çarpmışa dönmüşler... Toplantı üstüne toplantı yaparak, şarkı türkü çalmanın haram olduğuna dair fetva çıkarmaya çalışmışlar. Sonunda çıkarmışlar fetvayı....Bu fetvayı delikanlıya tebliğ etmişler... Tebliğ etmişler etmesine de, delikanlı kesin delil istemiş...Onlar da kesin bir delil  getirememişler... Bu durumda delikanlı aynı şekilde yayın politikasına devam etmiş...Çünkü o delikanlı da aynı zamanda ilahiyatçıymış...Neyin haram neyin helal olduğunu o da bilirmiş...
İşte bıçkın mücahitler asıl bu renkliliği hazmedememişler...Dava dedikleri şey ne ise, bu yapılanlar güya onların davalarıyla örtüşmüyormuş...

Aynı zamanda bunlara dört silahşörler de derlermiş. Başka bir ifadeyle o şehirde bunlar Dalton Kardeşler diye de tanınırmış. Herşeyi  çok iyi bilirlermiş haaa  bu Dalton Kardeşler....Bilmedikleri hiçbirşey yokmuş onların...Siyaseti çok iyi bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş, ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş, yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s. Bunların herbiri bulunmaz birer Bursa kumaşıymıııış...

Baş vezire, televizyonda yayınlanan hangi yayının zararlı olduğunu anlatamamışlar Kölln'de ama...Olsun...Baş vezir irade etmiş ve Adil(!)  bir yargılamayla alıvermişler genç delikanlının televizyonunu elinden…Televizyonun kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan delikanlı böylece ortalıkta kalakalmış…Paranın gözü kör olsun…İster istemez razı olmuş kaderine genç delikanlı…Binbir emekle kurduğu televizyonun elinden gittiğine mi yansın, gurbet ellerde beş parasız ve işsiz kaldığına mı yansın…Yoksa bu durumu hanımına nasıl izah edecek olduğuna mı yansın…

Olacak olan olmuş, evde ekmek beklerlermiş çocukları…Genç delikanlı çocuklarının rızkını temin etmek için Manisa’lı bir arkadaşının desteğiyle  pazarcılık yapmaya başlamış, -Allah rahmet eylesin, delikanlının  o arkadaşı genç yaşta Hakkın rahmetine kavuşmuş-… Olanları içine sindirememiş ama yapacak daha fazla bir şeyi de yokmuş delikanlının...Çaresiz sabretmiş bütün bu olanlara...

Televizyonun adı TFD televizyonu imiş. Almanya'daki Türk televizyonu demekmiş...Bir süre sonra da binbir emekle kurulan bu televizyon sorumsuz sorumluların, kifayetsiz muhterislerin üstün gayretleriyle maalesef kapanmış, tarih olmuş...

Bu zihniyetin sahipleri alışkınmış zaten televizyon açıp televizyon kapatmaya. Başka yerlerde kurulan televizyonları da kapatmış bunlar...Hem de Allah rızası için hizmet yapacağız diye, insanların duygularına hitap ederek, onların  birer fenik birer fenik verdikleri paralarla  açmışlar o televizyonları...Hisse sahipleri hesap sormaya başlayınca da” Üzgünüz biz ihanete uğradık” diyerek çok rahat bir şekilde çıkıvermişler  işin içinden...

Ortalıkta dolaşan dedikodulara bakılırsa, bu Dalton kardeşler,  25 sene yönettikleri teşkilatlarını da 4 milyon Euro civarında zarara sokmuşlar...Bu zararı haber alan baş vezir ve arkadaşları hemen bunların görevine son vermiş...Son vermiş vermesine de bunların yıllarca muhasipliğini yapan, onlar gibi bıçkın bir mücahidi(!) de onların boşalttığı koltuğa oturtuvermişler...

O, +1 bıçkın mücahit de vefa borcu olarak 4 milyon Euro’nun iç edilme  konusunu hukuk açısında zaman aşımına uğrayıncaya kadar tartışmamış çalışma arkadaşlarıyla, konuyu açanları da gözünün yaşına bakmadan görevden alıvermiş...Zaman aşımına uğrayınca da elindeki asayı havaya fırlatarak sevinç çığlıkları arasında kutlamışlar zaferlerini hep birlikte Dalton kardeşlerle...Baş vezir de “Aferin evlat aferin…İşte böyle olacak, gel seni alnından öpeyim bakim” demiş ve görev süresini uzatıvermiş ödül olarak +1 bıçkın mücahidin…

Bir numaralı bıçkın  mücahit şeyhliğini ilan etmiş daha sonra, el veriyormuş artık müritlerine ve ekliyormuş soranlara: "Siz biliyor musunuz, ben neler biliyoruuum neler... Padişah hazretlerinin Amerika da 50 milyon, İsviçre' de 40 milyon Doları yatmaktadır haaaa. Ben 25 sene sonra oradan neden ayrıldım sanıyorsunuz? İşte bu sahtekarlıklar yüzünden ayrıldım… İsteyen herkese belgeleriyle ispat ederim bu söylediklerimi” diyerek te üstü kapalı tehdit etmeyi de ihmal etmiyormuş dinleyenlerini...

Müridler de “Vay beee, şu işe bak, görüyor musun olanları” diye dedikodu ediyorlarmış kafalarını sallaya sallaya cemaat arasında...Ondan sonra da oturup zikir(!) yapıyorlarmış topluca... Hiç birisi de “Sen 25 sene ne yaptın orada, şimdi oradan ayrılınca mı aklına geldi bütün bunları anlatmak diye soramıyormuuuuş ...Öyle saça böyle tarak..

İkincisini sürgün etmişler yaşadığı o ülkeden, söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları varmıııış. Oysa bu bıçkın mücahit, daha düne kadar cami kürsülerinden: “Değil faiz almak, faiz vermek, bankaların saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için birazcık duranlar bile annesiyle Kâbe’nin önünde zina etmiş gibidirler” diye de vaazlar veriyormuş hararetli hararetli... Hitabeti de oldukça güzelmiş…Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın mücahit…

Üçüncüsü aslında zavallı birisiymiş…O birinci Dalton’un elinde oyuncak gibiymiş…İradesini ona teslim etmiş, birinci Dalton ne derse, o, onu yaparmış…İki kelimeyi bir araya getirip de konuşamazmış ama…Ne yapacaksın, o memnunmuş çantacılık yapmaktan…Aslında rütbe olarak birinci daltonun rütbesinden üstünmüş rütbesi…Ama ehliyet olmayınca ne yapsın zavallım… Zamanla utancından namaz kılacak cami bile bulamaz olmuş…Birisi bana birşey der diye de  bucak bucak kaçıyormuş insanlardan...

Dördüncü Dalton’a selam bile vermek istemiyormuş  sokakta görenler. Ama o yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışıyormuş yılışık yılışık...

Dördüncü Dalton aynı zamanda duvar ustasıymış. Ancak  bu ustanın bir özelliği varmış ki sormayın gitsin. Bu Dalton usta, öyle ev yapmak, otel yapmak, saray yapmak için duvar örmezmiş. Hürrem Sultanlar’ın emriyle evlerin bodrumlarının kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış hani. Birgün televizyonun genel yayın yönetmeni olan delikanlının oturduğu evin bodrumuna inen kapıyı da kapatıvermiş aniden bir duvarla. Hürrem Sultanlar böyle emir buyurmuşlar. Nedense, Gorbachov Doğu Bloklarından duvarı kaldırırken, dördüncü Dalton duvar yapmaya başlamış. Hem de berlin Duvarı’nın yıkıldığı şehirde yapıyormuş bodrum duvarını.

Delikanlı da almış balyozu eline bigüzel yıkıvermiş bu duvarı. Bu işe celallenmiş Dalton kardeş, yağmış gürlemiş, “Benki dördüncü Dalton’num, bire gafil sen kim olursun da yıkarsın benim yaptırdığım duvarı”diye dellenmeye başlamış... Delikanlı muhatap bile almamış dördüncü Dalton’u...Durumu hemen başvezire bildirmiş. Başvezir olay mahalline bir heyet göndermiş. Heyet kiracıların hepsini toplanmış huzura. Hürrem Sultanlar da varmış bu toplantı da. Heyet herkesi tek tek dinledikten sonra, hep birlikte bodrum duvarını incelemeye inmişler. Delikenlı ve oturduğu evdeki bütün kiracılar bu bodruma kömürlerini koyarlarmış. Başka kömür koyacak yerleri yokmuş. Evler zaten birer buçuk odaymış. Durumu yerinde inceleyen heyet dördüncü Dalton’a emir vermiş: “Derhal bu bodrum duvarı yıkıla ve kiracıların bodrum yolu açıla.” Emir uygulanmış, uygulanmış uygulanmasına da zarar ziyan hesabı delikanlının üzerine yıkılevermiş. Duvarı o yıkmış çünkü.. Heyetin verdiği  böylesine adaletli(!) bir kararla bodrum duvarı olayı çözülüvermiş.

Ne kadar doğrudur ve ne kadar yanlıştır bilinmez amma. Dördüncü Dalton’un  bu yıkılan duvarın altında kaldığı anlatılırmış o şehirde dilden dile, nesilden nesile. Başvezir yapılanları heyetten dinledikten sonra; hımmm demiş ve eklemiş “Buyruğumdur, bu densizin boynu tiz vurula”. Ve alıvermişler kellesini geleceğin fatihi olarak o şehirde nam salmış Dalton kardeşin...

Söylenenlere göre yolsuzluk konuları o büyük şehirden giden bir heyet tarafından Padişah Hazretlerine arzedilmiş: Padişah Hazretleri de ferman buyurmuşlar: "Bu olanların üstüne bir sünger çekin ve dedikodusunu da yapmayın." diye... Meseleyi Padişah hazretlerine arzeden heyetten bazıları; "Emriniz başımız üzredir" derken, bazıları da hayal kırıklığına uğramışlar... Onların da ömrü zaten çok sürmemiş bu olaydan sonra...+1 bıçkın  mücahit alıvermiş onların kellelerini bir bahne uydurarak. 
İnsanlar olup bitenleri neden sonra görmüşler görmesine de ne yapsınlar…Havale etmişler Rabb’lerine onları…Eeeee etme bulma dünyası demişler bu dünyaya...Zalimin zulmü varsa mazlumun da âhı vardır…Herhalde yapılan  zulümler karşılıksız kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır,  Allah’ın acelesi de yoktur tabii ki deyip tevekkül ediyorlarmış Rabb’lerine...
Hikaye de burada bitmiiiiiş...

Kıssadan Hisse:

Adamcağızın birisi ölmüş. Cenazeyi kaldıracaklar ama köylüler, namazını kıldıracak kimseyi bulamamışlar. Bakmışlar, hafız olan, aynı zamanda da akşamcı olan Bekri Mustafa geçiyormuş yoldan. Yakalamışlar hemen onu. Ne kadar itiraz etse de kurtulamamış ellerinden cemaatın Bekri Mustafa...
Çaresiz cenaze namazını   kıldırmış... Sonra da eğilerek cenazenin kulağına birşeyler fısıldamış... Cemaat merak etmiş ve ne dediğini sormuş Bekri Mustafa'ya, o da; "O na dedim ki, şimdi aşağıya inince sana soracaklar yukarıda ne var ne yok diye, onlara de ki; Bekri Mustafa yukarıda imam oldu, onlar yukarının ne halde olduğunu anlarlar....“


6.İSLÂM KONFERANSI’NIN ARDINDAN...



YETKİLİ MAKAMLAR TARAFSIZ OLMALI VE ALMANYA’DA KURULMUŞ OLAN İSLÂMÎ ÖRGÜTLER DE YENİDEN YAPILANMALIDIR
Rüştü Kam  30.03.2011

Bir İslâm Konferansı daha sona erdi. İslâm Konferansları’nın İçişleri Bakanlarının başkanlığında toplanması bu toplantılara gölge düşürüyor.  İçişleri bakanlıkları güvenlikten sorumlu bakanlıklardır. İslâm Konferansı’nın güvenlikle alakasının olmaması gerekir. Bu şekildeki organizasyonlar uzlaşmacı değil, kavgacı bir ortamın oluşmasına vesile olabilir. Müslümanların düşüncelerinde terörist muamelesi yapılıyormuş gibi bir izlenimin uyanması, müslümanları yaralar. Güven ortamı oluşmaz. İçişleri bakanlarının elinde sopa vardır. Gül yoktur, güvercin yoktur, zeytin dalı yoktur. Bu toplantıların Eğitim bakanlığının başkanlığında toplanması güven ortamının oluşması açısından daha faydalı olacaktır. Müslümanların konumu güvenlik açısından değil de din eğitimi açısından ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu toplantılarda müslümanlar kendilerini potansiyel suçlu değil de, Cumhurbaşkanımız Wullf’un ve Berlin’de Hükümet Eden Belediye Başkanımız\Başbakanımız Wowereit’ın da dediği gibi Almanya’nın bir gerçeği olarak görmeye başlarlarsa ve sorunların çözümünde kendilerine görev düştüğüne inanırlarsa, gerçekten sorunlar birer birer çözülecektir.
Samimiyet ve güven esastır
Ayrıca toplantıya çağrılanların  da din ile, dini cemaatlarla alakalı olmayışı İslâmi kuruluşların mensuplarını derinden yaralamaktadır. Toplantıya davet edilen bazı çatı kuruluşlarının üyeleri arasında bir cami yoktur,  din hizmeti veren bir dernek yoktur. Dahası, İslâm dini ile fazla alâkası olmayan, Kur’an’ı istifade edilmesi gereken bir kitap olarak görmeyen kişilerin de bu toplantılarda taraf olarak bulunması aynı şekilde İslâmi hizmet veren kuruluşları yaralamaktadır.
Adına İslâm Konferansı denilen bu toplantılara İslâmi duyarlılığı fazla olmayan insanları davet ederek, mütedeyyin müslümanların yaşamlarını düzenleyici kararlar almak çözüme yönelik adımların atılmaması anlamına gelmektedir.
İslâm bir dinin adıdır. Bu din vahye dayalı olan son dindir. Bundan sonra peygamber de gelmeyecektir, din de. Müslümanların inandıkları  Kitap’ta  böyle yazar. Müslümanlar da böyle inanır. Sorun varsa eğer, bu sorun nerededir, dinde mi,  dinin Kitabında mı, yoksa   O dinin mensuplarında mıdır?
İslâmî bilgisi ve duyarlılığı olmayan insanları, İslâm dîni konusunda danışman olarak İslâm Konferansı adı altında yapılan toplantılara davet etmek, mesleği kaportacılık olan insanları inşaat konusunda danışman olarak kabul etmeye benzer. Onların verdiği bilgilerle yapılan  binalar yarın birer birer çökmeye başlarsa bu çöküşten herkes zarar görecektir.
Müslüman terör yapmaz
Müslümanlar 50 yıldan beri Almanya’da yaşamaktadır. Almanya’nın en küçük yerleşim birimlerinden tutun da büyük şehirlerine varıncaya kadar müslümanlar Alman tolumuyla içiçe yaşamaktadır. Bu güne kadar kaç tane müslüman sadece inancından dolayı terör eyleminde bulunmuştur, kaç tane müslüman kutsalı adına savaş çığırtkanlığı yapmıştır? Kaç tane müslüman hristiyanları rencide edici, aşağılayıcı tavırlar içine girerek cephe oluşturmuştur? Müslümanları eleştirirken biraz insaflı olmak lazım. Bazı fevri davranışları, gelenekle ilgili, örfle ilgili, töre ile ilgili bazı meseleleri bahane ederek müslümanların potansiyel birer suçlu gibi topluma takdim edilmeleri doğru değildir, yanlıştır, yaralayıcıdır, rencide edicidir.
Müslümanlara gelince
Müslümanlar da kendi davranışlarını elbette gözden geçirmelidirler. Dinleriyle barışık olmalıdırlar. Adlarının müslüman adı olması, toplumda müslüman olarak bilinmeleri demek ki yetmiyor. “Ben de müslümanım, sen benim kalbime bak, benim dedem ve babamda müslüman, hacı “v.s gibi kelimerin arkasına sığınılarak gerçek müslüman olunmuyormuş demek ki. Müslümanlığı yaşamak gerekiyormuş demek ki... Kur’an’ın sesine kulak vermek gerekiyormuş demek ki...
İslâm, Kur’an çerçevesinin dışına çıkarılarak yaşanmıyor demek ki...İslâm sosuyla hazırlanan menülerden gerçek İslâm’ın tadı alınmıyor demek ki...
İslâm Konseyi
Bu durumda daha dikkatli davranmak gereklidir. Değişik isimler altında oluşturulan kurumlar, güven ortamının oluşması açısından Alman Devleti’nin ilgili kurumlarını rahatsız ediyor olabilir. Bu durumda Almanya’da “İslam Konseyi”ni oluşturmak gerekir. Adı ne olursa olsun, hangi meşrebe dahil olursa olsun ben müslümanım diyen herkes konsey şemsiyesi altında toplanmalıdır. Resmi makamlar da böylece muhatap olarak bu konseyi tanıyacak onlarla meselelerini konuşacaktır. Müslümanların birlikte haraket etmeleri güven ortamının oluşması açısından faydalı olacaktır. Bu konsey sorunların çözümünde devletin  ilgili kurumlarına yardımcı olunması açısından önemli  bir yapılanmadır. 
Öte yandan, Müslümanlar bugün dünyada ve özellikle de halkı müslüman olan ülkelerde olup bitenleri görmezlikten gelerek, hiçbirşey olmuyormuş gibi davranamazlar. Halkı müslüman olan Arap ve Afrika  ülkelerindeki son olaylar özgürlük arayışın da gelinen son noktayı göstermektedir. 
Müslümanların yeniden yapılanmaları gerekir
Hele Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların, mezhep ve meşrep endişelerini bir kenara bırakarak  hızlı bir şekilde hareket ederek, Avrupa’nın şartlarını da göz önünde bulundurarak ve de demokrasinin içinde kalarak, tez elden yeniden yapılanmaları gerekir. Geçmişten devralınan yapılanmalar bugünün müslümanlarına faydalı olamadığı gibi, içinde yaşanılan toplumun fertlerine de gördüğümüz kadarıyla korku veriyor. Almanya’da ve Avrupa’da yaşayan müslümanlar geçmişte buraları imar eden insanlardır. Şimdi de geleceklerini aynı gayret ve fedakarlıkla şekillendirebilirler.
Neler yapılmalıdır diye bakarsak
Müslümanlar, hem düşünce planında, hem de öze yönelik değişiklikler planında, köklü bir yapılanma içine girmelidirler. Doğal olarak müslümanların hem söylem, hem de kurumsal organizasyon olarak durumlarını  yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Bu konularda adım atacak cesur ve  sorumluluk taşıyan iyi niyetli dini bilen ve Kur’an’a saygılı olan ehil  yöneticilere, toplum mühendislerine ihtiyaç vardır.
Yeniden yapılanma gereklidir ama, yeniden yapılanmanın bedeli de vardır, yeniden yapılanmanın şartları ağırdır, yeniden yapılanma fedakarlık ister, yeniden yapılanma ehliyet ister, yeniden yapılanma zamana ve şartlara göre tecditler ister:
Çünkü, yeniden yapılanma, mümkün olduğu kadar ön yargılardan uzak, yeterli birikime ve analiz gücüne sahip kişilerin öncülüğünde, tabanın sesini de dinleyerek, mevcut kaynaklar tespit edilerek yapılmalıdır.
Yeniden yapılanma sürecinde, bulundukları makamları kendine ait ve kurumu da kendisiyle özdeşleşmiş gören bazı kişilerin, bu süreçten rahatsız olup, makam, mevki ve menfaat telaşıyla ciddi sorunlar ve engeller çıkarabileceği gözardı edilmemelidir. Bu kişilerin, kendi menfaatlerini, müslümanların  menfaati gibi takdim etmeleri her zaman mümkündür.
Yeniden yapılanmada şeffaflık esas alınmalıdır. Takiyeci mantıkla yapılanma olmaz. Böyle bir  mantık, yapılan bütün olumlu icraatlara rağmen güveni zedeler. Müslümanların, bilhassa müslümanları temsil eden şahısların içeride söyledikleri ve yaptıklarıyla dışarıda söyledikleri ve yaptıkları örtüşmelidir, uyum içinde olmalıdır ki beklenilen güven oluşabilsin.
Katılımcı şûrâ prensibi
Katılımcı şûra prensibi doğru bir ifadedir. Sorun bu anlayışın doğru olarak uygulamaya konulmamasındadır. Bu prensip, bütün işleviyle birlikte titizlikle uygulanmalıdır, yani şûra toplantılarında istişare heyetine rağmen karar alınmamalıdır. Peygamber efendimizin ''Ümmetim yanlışta ittifak etmez'' buyruğu dikkate alınmalıdır. Sahibimizin de “Aklınızı çalıstırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım[1][1] buyruğu, şûrâ kararlarında tüm boyutlarıyla geçerli olmalıdır.
Muhatap olmak
İslam yerinden yönetimi esas alır ve güdümlü idareye karşı tavır koyar. Doğru olan da budur. Buradan hareketle her müslüman kuruluşun kendi tüzüğüyle ve adıyla varlığını sürdürmesi icabeder.
Müslüman kuruluşlar her bölge de federasyonlar kurarak varlıklarını sürdürebilirler. Bu federasyonlar da “İslam Konseyi”nin üyesi olarak birlik içindeki yerini almalıdır. Böylece ilgili kurumların istediği birlik oluşacak ve muhatap bulmakta sıkıntı çekmeyeceklerdir.
Eğitim birliği sağlanmalı
Müslümanlar yaygın ve örgün eğitime ağırlık vermelidirler. Müslümanlar arasında eğitim birliği sağlanmalıdır. Müslümanlar arasındaki birliğin, beraberliğin oluşması doğru bir eğitime bağlıdır. Din eğitiminde Kur’an esas alınarak müfredat hazırlanmalıdır.
İnternet ve radyonun eğitim amaçlı olarak kullanılması
Eğitim birliğini sağlamak için, böyle bir çalışma gereklidir, ancak bu pahalı bir çalışmadır. Müslümanlar arasındaki yorum uyumunu sağlayacak  profesyonel, ciddi bir dergi ve gazete de çıkarılabilir, radyo da kurulabilir veya bu araçlara sahip kişi ve kurumlarla menfaat birliği yapılabilir.
Yeni bir İlmihal çalışması
Müslümanların yapması gereken işlerin başında gelen en önemli çalışma “İlmihal” çalışması olmalıdır. Mutlaka  'Yeni bir İlmihal' yazılmalıdır. Avrupa’da yaşayan müslümanların yaşam şartları farklıdır. Çünkü, Avrupa farklıdır. Avrupa Ehlikitaptır. Geleneksel din anlayışından kaynaklanan yanlışlarımızdan uzaklaşarak, insanların dînî anlayışları, Kuran'ın penceresinden hareketle geliştirilmelidir.
Müslümanlar içinde yaşadıkları toplumda aydın bir müslüman kimliğiyle yaşayabilecekleri şekildek donatılmalıdır. Geçmişte yazılan ilmihallerin bugünün insanına ve de Avrupa’da yaşayan müslümanların ihtiyaçlarına cevap veremediği aşikardır. Hatta bu ilmihaller Avrupa ülkelerinde sıkıntı bile doğurmaktadır.
Bu İlmihal Avrupa'nın şartlarını bilen yani Avrupa'yı, Avrupalı'yı, Avrupa'da yaşayan müslümanları ve onların yaşam şartlarını çok iyi bilen, tanıyan, ön yargısız, ufku geniş  uzman kişiler tarafından Kur”an esas alınarak hazırlanmalıdır. Bu “İlmihali” Avrupa’da yaşayan din bilginleri hazırlamalıdır. Arap ülkelerindeki ve Türkiye’deki müslüman alimler hazırlamamalıdır.
Bu İlmihal, „Ehl-i Kitap çoğunluk içinde azınlık olarak bulunan müslümanlar İslâm'ı nasıl yaşamalıdırlar?“ sorusunun, her konuda rahatlatıcı cevabını içeren bir ilmihal olmalıdır: Yani müslümanların işlerini zorlaştıran değil kolaylaştıran, onların ellerinden tutan bir ilmihal olmalıdır.
Bu ilmihal bir mezhebin görüşünü yansıtacak şekilde, mezhep taasuubuyla, meşrep taassubuyla  hazırlanmamalıdır.  Kur’an esas alınarak hazırlanmalıdır.
Bazı dînî kavramlar yeniden gözden geçirilmelidir.
Vakıflar kurulmalıdır
Müslümanların “zekat, fitre, sadaka, bağış ve kurban” gibi mali badetleri bu vakıfta toplanmalıdır. Toplanan bu sadakalar Almanya’da harcanmalıdır. Kur’an, yardımların en yakınımızdakilerden başlayarak verilmesini ister. Müslümanların Almanya’da yapacakları bir o kadar hizmet var iken Afrika ülkelerine, Asya ülkelerine büyük ölçüde yardım yapamazlar. Kur’an’ın ruhuna uygun değildir. Kendi evinde yangın varken başkasının evindeki yangını söndürmeye kimse gitmez, gidemez. Müslümanlar arasında yardımlaşma elbette olacaktır, ancak bu yardımlaşma Almanya dışında yaşayan müslümanlar için kırkta bir oranında olmalıdır.
Doğru olan zekatların büyük bölümünün Almanya’da kalmasıdır. Kurbanların da Almanya’da kesilmesidir, Alman komşularımızla birlikte paylaşılmasıdır. Sosyal kurumlarla işbirliği yaparak ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasıdır. Bu durum Allah’ın rızasına daha uygun olacaktır.  Diğer hizmet alanlarında da aynı hassasiyet gösterilmelidir.
Kurban ve Zekat paralarıyla ihtiyaç duyulan kurumlar kurulabilir. Okul, gazete, dergi, cami ve araştırma merkezi gibi müslümanları bilgi olarak besleyen, donatan kurumlar kurulabilir. 
Mesela:
1- Üniversite öğrencilerine burs verilebilir: Bu alan müslümanların üzerinde hassasiyetle durması gereken bir çalışma alanı olmalıdır. Kadro elamanlarını yetiştiremeyen bir topluluk başarısızlığa mahkumdur. Hasbelkader ilk öğretim okullarından mezun olmuş veya sonradan meslek yapmış, imkanları ölçüsünde İslâmi teşkilatlar içinde hizmete devam eden gönüllülerle, müslümanlar uzun vadede  hizmetlerine devam edemezler.
Üniversitelerde okuyan öğrenciler desteklenmelidir. Yeterli miktarda burs verilerek  desteklenmelidir. Doktora yapanlar daha çok desteklenmelidir. Bu vesileyle gelecekte teşkilatlar ehil imsanların eline teslim edilmiş olacaktır.
2-İhtiyaç duyulan yerlere minareli camiler yapılabilir: Müslümanlar fabrika binalarından, arka binalardan, bodrumlardan kurtarılmalıdır. Bodrumdaki dine kimse itibar etmez. Bodrumdaki dinin mensubuna da kimse gereken değeri vermez.
3- Gazete, dergi, radyo ve televizyon kurulabilir: Böylece müslümanlar arasında eğitim birliği sağlanacak ve hem de  eğitim seviyeleri yükselecektir.
4- İslâm’ı tanıtım amaçlı konferaslar ve paneller düzenlenebilir: Ancak bu konferanslar Kur’an esas alarak hazırlanmalıdır. Mezhep ve meşrep taasubuyla hazırlanmamalıdır.
5- İslam araştırma enstitüleri ve okulları açılabilir: Araştırma enstitüleri müslümanların geleceğinin sağlam temeller üzerine oturması için gerekli olan bir kurumdur. Bu enstitülerinin araştırmalarının sonuçları müslümanlarla sürekli paylaşılmalıdır. İlk okuldan liseye kadar özel okullar açılmalıdır. Bu okullar da bir mezhep ve meşrep taassubundan uzak Kur’an merkezli din eğitimi yapılmalıdır.
6- Çocuk yuvaları açılabilir: Çocuk yuvaları çocuğun eğitimi açısından fevkalade önemlidir. Dil eğitimi açısından, görgü kuralları açısından ve hem de temel dini bilgiler açısından fevkalade önemlidir.
7- Gençlik merkezleri açılabilir: Gençlerin kötü alışkanlıklardan uzak tutulması için gerekli olan gençlik merkezleri açılmalıdır. Bu merkezlerde sportif faaliyetler, müzik eğitimi, tiyatro eğitimi verilebilir. Meslekî yönlendirme yapılabilir.
8- İlk öğretimdeki öğrencilerin başarılarının artması için okul öğrencilerini destekleme kursları açılabilir: Bu kurslar çocukların okullardaki başarılarının artırılması için gerekli olan kurslardır. Bu kurslar veli ve okul işbirliği ile desteklenebilir.
9- Kütüphaneler açılabilir: Bu kütüphanelerde Kur’an merkezli din kitapları bulundurulmalıdır. Aynı zamanda okuma akşamları düzenlenerek müslümanların bilgi seviyeleri yükseltirlmelidir.
Eleman yetiştirmek  
Müslümanların, teşkilatlarına elaman yetiştirmek gibi bir lüksü olmamalı, vasıflı insan yetiştirmek gibi bir derdi olmalıdır. Böylece yetişen vasıflı elemanlar içinden, doğal seyrinde ihtiyaç duyulan birim ve konularda eleman seçmek daha kolay ve mantıklı olacaktır.
Seçilen bu elemanların müslümanların amaçları doğrultusunda bilgilendirilecekleri ve belirli becerileri elde edebilecekleri enstitüler açılarak istenilen vasıflarla donatılmış personel elde edilebilir. Müslümanlar yetiştirdiklerii insanların vasıflı olmasına özen gösterirlerse, sözkonusu şahıslar her yerde faaliyetlerini sürdürebilirler. Bu konuda bilhasa iş adamlarına önemli görevler düşmektedir. İş adamlarımız yetişmiş elaman aramamalıdır, elaman yetiştirmelidir.
İrşad faaliyetleri
Çuurlu bir müslüman yetiştirmek özlemiyle çalışan müslümanlar,  önlerine hedef olarak irşad faliyetlerini ve nafile ibadetleri koymamalıdır. Böyle yapılırsa müslümanlarda ruhbanlığa doğru bir kayma olur. İslâm eğitiminde nafile ibadetlerin yeri bellidir. Adı üstünde o ibadetin adı nafiledir. Yani boş zaman ibadetidir.
'İnsanlara hizmet etmek (Cihad) gibi ulvi bir davası olan insanların başka şeyleri yapmaya zamanı kalmaz'
İmamların eğitiminin gözden geçirilmesi
Camilerde hizmet veren din görevlilerimize gerekli olan saygı ve hürmet kendilerinden esirgenmemelidir. En az bilgili olan imam bile,- madem onun arkasında namaz kılıyor ona tabi oluyoruz- hürmete layık büyüğümüz, önderimiz olarak baş tacı edilmelidir, tahsildar ve garson olarak kullanılmamalıdır. Onlar, ulema mı, Umera mı? sıralamasında birinci sırada olmalıdırlar. Geçim kaygısıyla, başkana ve idare heyetine veya cemaatın önde gelenlerine yağ çekmek mecburiyetinde bırakılan imamın ne kendisine ne de başkasına faydası olur.
Donanım konusuna gelince; imamlara  ilk önce ülke lisanını öğrenme konusunda yardımcı olunmalı, teşkilat imkanları lisan öğrenimi için seferber edilmelidir. Lisan öğenimine parelel olarak hutbeler en azından iki lisanda okunmalıdır. Alt yapısı olan gençler imkanlar zorlanarak yukarıda sözünü ettiğim enstitülerde belirli periyodlarla ehil kişilerin gözetiminde  eğitime tabi tutularak yetiştirilmelidir.
Din İşleri Yüksek Kurulu (DİYK)oluşturulmalıdır
Müslümanlar kendi dini problemini kendileri çözmelidir. Bu iş için, ehil olan din alimlerinden oluşan bir din kurulu oluşturulmalıdır.  Ancak her iki kurulun fetvaları da bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde olmalıdır. Ve aynı şekide başka konularda da DİYK benzeri kurullar oluşturularak en azından hedef kitlenin günlük dini problemlerine neşter vurulmalıdır. Yani sadece dini alanda değil bunun yanısıra sosyal, kültürel ve hukuki alanlarda da benzeri kurullar oluşturulmalıdır.
Müslim ve Gayri Müslim Göçmen kuruluşlarla işbirliği..
Bu tür faaliyetler uzman eleman işidir, nitelikli eleman ister, cemaat, tarikat, meşrep fanatizminden uzak olmayı gerektirir, özveri ister. Diyalog hep bana düşüncesiyle kurulmaz, biraz sana biraz da bana anlayışıyla kurulur.
Hele 11 Eylülden sonra, müslümanlar dışarda olup bitenlere bîgâne kalarak, müslümanlığı cazibe merkezi haline getiremezler.
Dini cemaatlarla olan ilişkiler de aynı şekilde cemaat, tarikat ve meşrep fanatizminden uzaklaşarak kurulabilir.
Müslümanlar Ehl-i Kitapla olan ilişkilerini  Kur’an ve Sünnet çizgisine oturtmalıdırlar. Günümüzde dünyadan başka bir hayatı gerçek kabul etmeyen modern insanlara nispetle, Ehl-i Kitab'ın müslümanlığa yakın olan inançlarını dikkate alıp onlarla olan hukukun bu temelde oluşturulması  gerekir.
Camilerimizin fizik mekanları  yeniden gözden geçirilmelidir
„Camiler yeniden gözden geçirilmelidir. Mümkünse arka binalarda, bodrum katlarda, birinci ve ikinci katlarda ibadet yapma yerine, ihtiyaca göre şehrin mekezi yerlerine minareli camiler inşa edilmelidir.  İçine giren insanlarımızın manevi bir atmosfere bürünebilmelerini sağlayacak ortam oluşturulmalıdır. Böylece İslam medeniyetinin merkezini teşkil eden camiler Avrupa'da da işlerlik kazanabilir.
Estetik ve temizliğe önem verilmelidir. Çorap kokusundan, tuvalet kokusundan dolayı huşu içinde ibadet yapılamayan camilerimiz var. Secdeye inince burnumuzun direği sızlıyor. Bu faaliyetlerin denetlenmesi için her bölgede bir murakıb heyeti kurulabilir.
Bu konularda, bölgeler  kendi yerel yönetimleriyle ilişkiye girebilirler. Samimiyete ve güvene dayalı iyi niyetli çalışmalarla sorunlar mutlaka  çözülecektir.
Takiye yaparak:
-„Ben ondan değilim de“,
-„İşte karşılıklı menfaat birlikteliğimiz var da“,
-„Aslında o kötü, ben daha iyiyim de“ gibi, çelişkili, iftiraya ve kıskançlığa dayalı tutarsız ifadelerle güven ortamı oluşturulamaz. Oluşturuluyor gibi görünse bile bir gün ipler kopuverir. Şeffaflık esastır. Şeffaf olmayan müslümanlara Allah münafık der...Allah Münfıkların şerrinden gerçek müslümanları korusun...

Sonuç

İNFAK Müslüman’ım ve İŞİTTİM İTAAT ETTİM diyen her Mümin'ın olmazsa olmazıdır..Allah aklını çalıştırmayan teslimiyetçiler için şöyle der:

“-Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler:

“Sizi cehenneme ne soktu?

Onlar şöyle derler:

Biz namaz kılanlardan değildik.

Yoksula yedirmezdik.

Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.

Ceza gününü de yalanlıyorduk.

Nihayet ölüm bize gelip çattı.“

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar? Onlar sanki aslandan kaçan yaban eşekleridirler.” Müddessir 40-51

“İÇİMİZDEKİ

BEYİNSİZLERİN

YÜZÜNDEN,

BİZLERİ HELAK

EDERMİSİN

ALLAHIM! “ A`raf suresi 155.âyet