BİR HİKAYE DENEMESİ
Rüştü Kam 14.01.2011
Saygıdeğer
okuyucularım, Allah’ın Elçisi Hz.Muhammed yazı serisine bir hafta ara vererek
size bir hikaye denemesi yazdım bu hafta. Haftaya inşallah UHUD’da buluşmak
üzere...
Bir varmış bir yokmuş,
evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber
iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken 4+1 bıçkın mücahit varmış…
Gurbetçiymiş bunlar…Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki Almanya adında bir ülkeye işçi olarak
gelmişler. O zamanlar Almanya’da insanların dini görevlerini yerine
getirmelerine yönelik teşkilatlar kurulmuş, bu teşkilatlardan çoğu Türkiye diye bilinen bir
ülkeden yönetiliyormuş. Bıçkın mücahitler de hasbelkader o teşkilatlardan
birinin yöneticisi oluvermişler…Astıkları astık, kestikleri kestikmiş bu bıçkınların…Yönettikleri
teşkilatta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar yönetimleri
süresince...Yalan söylemek ve iftira atmak da bunların sünnetiymiş aynı
zamanda...
O zamanlar Almanya'da
bir de göçmen televizyonu kurulmuş. Bu televizyonu üç gurbetçi arkadaş kurmuş. Ortaklardan biri
olan delikanlı anlarmış televizyon yayıncılığından.
Diğer ortaklar kendi işleriyle meşgullermiş...Nasıl olduysa, bu bıçkın
mücahitlerle, gurbetçi delikanlının yolları birleşivermiş birdenbire Almanya’nın
büyükçe bir şehrinde...O büyük şehirin adı da Berlin’miş...Bir zamanlar
Almanya’nın başşehriymiş Berlin...
Kader bu ya,
televizyon aşkı o bıçkın mücahitlerle o gurbetçi delikanlıyı televizyon yayıncılığında
bir araya getirmiş...Parayı veren düdüğü çalar hesabından hareketle, bıçkın
kardeşler o televizyonu sahiplenivermişler...Gurbetçi delikanlı televizyonun Genel yayın yönetmenliğini
yapacakmış...Öyle anlaşmışlar bıçkın kardeşlerle. Ancak bıçkın kardeşler söz verdikleri halde para
desteğinde bulunmamışlar...Bulunmak bir yana televizyonda yayınlanacak reklam
konusunda bile delikanlıya ayak bağı olmaya başlamışlar... “O reklamı
yayınlayamazsın haramdır, bunu yayınlaman lazım, o helaldir” v.s.
Aslında haramlık
ve helallik meselesi değilmiş mesele, mesele: Bıçkın mücahitlerden birisinin arkadaşı restoran sahibiymiş, aynı
zamanda kasaplık da yaparmış...Helal olan onun sattığı etmiş, diğer kasapların
sattığı etlerin hepsi harammıııış...
Bütün bu sıkıntıların
üstesinden gelerek yayın hayatını sürdürmüş gurbetçi delikanlı...4 yıl boyunca o televizyon
Berlin'de gündem belirlemiş... “Tek kişilik ordu” diye gazetelere manşet olmuş,
hatta başka televizyonlara da konu bile olmuş, bu tek kişilik ordu ile
yönetilen televizyon... Zamanla bıçkın mücahitler genel yayın yönetmenini ve aynı zamanda
televizyonun kurucusu olan delikanlıyı çekememişleeer. ‘Bu televizyonda şarkı
türkü söyleniyor ve aynı zamanda
davamıza da ihanet ediyor’ diye
baş vezire şikayette bulunmuşlar. Bunun için taaa Kölln'e kadar
gitmişler.
Davamıza ihanet
ediyor demeleri işin bahanesiymiş, işin aslı başkaymış: O yıllarda geldikleri
ülkede ihtilal olmuş, askerler devleti elegeçirmiş. İhtilalden sonra sağcı
solcuyla, solcu sağcıyla konuşmazlarmış. Ülkücülerle, şeriatçılar da
birbirlerine yan yan bakarlarmış. Genç delikanlı bunları televizyonda bir araya
getirmeyi başarmış, onlarla açık
oturumlar bile yapıyormuş televizyonda.
Ayrıca çeşitli
dini gruplara da yer vermiş televizyonda genç delikanlı. Süleymancısı da,
nurcusu da, diyanetçisi de, o televizyonda yer bulmuş kendisine. Bunlar da
yetmezmiş gibi Aleviler de türkü söylemeye, saz çalmaya başlamazlar mı...Bunlar
cin çarpmışa dönmüşler... Toplantı üstüne toplantı yaparak, şarkı türkü
çalmanın haram olduğuna dair fetva çıkarmaya çalışmışlar. Sonunda çıkarmışlar
fetvayı....Bu fetvayı delikanlıya tebliğ etmişler... Tebliğ etmişler etmesine de,
delikanlı kesin delil istemiş...Onlar da kesin bir delil getirememişler... Bu durumda delikanlı aynı
şekilde yayın politikasına devam etmiş...Çünkü o delikanlı da aynı zamanda ilahiyatçıymış...Neyin
haram neyin helal olduğunu o da bilirmiş...
İşte bıçkın
mücahitler asıl bu renkliliği hazmedememişler...Dava dedikleri şey ne ise, bu
yapılanlar güya onların davalarıyla örtüşmüyormuş...
Aynı zamanda bunlara
dört silahşörler de derlermiş. Başka bir ifadeyle o şehirde bunlar Dalton Kardeşler
diye de tanınırmış. Herşeyi çok iyi
bilirlermiş haaa bu Dalton Kardeşler....Bilmedikleri
hiçbirşey yokmuş onların...Siyaseti çok iyi bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş,
ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş, yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s.
Bunların herbiri bulunmaz birer Bursa kumaşıymıııış...
Baş vezire,
televizyonda yayınlanan hangi yayının zararlı olduğunu anlatamamışlar Kölln'de ama...Olsun...Baş
vezir irade etmiş ve Adil(!) bir
yargılamayla alıvermişler genç delikanlının televizyonunu elinden…Televizyonun
kurucusu ve genel yayın yönetmeni olan delikanlı böylece ortalıkta
kalakalmış…Paranın gözü kör olsun…İster istemez razı olmuş kaderine genç
delikanlı…Binbir emekle kurduğu televizyonun elinden gittiğine mi yansın, gurbet
ellerde beş parasız ve işsiz kaldığına mı yansın…Yoksa bu durumu hanımına nasıl
izah edecek olduğuna mı yansın…
Olacak olan olmuş,
evde ekmek beklerlermiş çocukları…Genç delikanlı çocuklarının rızkını temin
etmek için Manisa’lı bir arkadaşının desteğiyle
pazarcılık yapmaya başlamış, -Allah rahmet eylesin, delikanlının o arkadaşı genç yaşta Hakkın rahmetine
kavuşmuş-… Olanları içine sindirememiş ama yapacak daha fazla bir şeyi de
yokmuş delikanlının...Çaresiz sabretmiş bütün bu olanlara...
Televizyonun adı
TFD televizyonu imiş. Almanya'daki Türk televizyonu demekmiş...Bir süre sonra
da binbir emekle kurulan bu televizyon sorumsuz sorumluların, kifayetsiz
muhterislerin üstün gayretleriyle maalesef kapanmış, tarih olmuş...
Bu zihniyetin
sahipleri alışkınmış zaten televizyon açıp televizyon kapatmaya. Başka yerlerde
kurulan televizyonları da kapatmış bunlar...Hem de Allah rızası için hizmet
yapacağız diye, insanların duygularına hitap ederek, onların birer fenik birer fenik verdikleri paralarla açmışlar o televizyonları...Hisse sahipleri
hesap sormaya başlayınca da” Üzgünüz biz ihanete uğradık” diyerek çok rahat bir
şekilde çıkıvermişler işin içinden...
Ortalıkta dolaşan
dedikodulara bakılırsa, bu Dalton kardeşler,
25 sene yönettikleri teşkilatlarını da 4 milyon Euro civarında zarara
sokmuşlar...Bu zararı haber alan baş vezir ve arkadaşları hemen bunların
görevine son vermiş...Son vermiş vermesine de bunların yıllarca muhasipliğini
yapan, onlar gibi bıçkın bir mücahidi(!) de onların boşalttığı koltuğa
oturtuvermişler...
O, +1 bıçkın
mücahit de vefa borcu olarak 4 milyon Euro’nun iç edilme konusunu hukuk açısında zaman aşımına
uğrayıncaya kadar tartışmamış çalışma arkadaşlarıyla, konuyu açanları da gözünün
yaşına bakmadan görevden alıvermiş...Zaman aşımına uğrayınca da elindeki asayı
havaya fırlatarak sevinç çığlıkları arasında kutlamışlar zaferlerini hep
birlikte Dalton kardeşlerle...Baş vezir de “Aferin evlat aferin…İşte böyle
olacak, gel seni alnından öpeyim bakim” demiş ve görev süresini uzatıvermiş
ödül olarak +1 bıçkın mücahidin…
Bir numaralı bıçkın mücahit şeyhliğini ilan etmiş daha sonra, el
veriyormuş artık müritlerine ve ekliyormuş soranlara: "Siz biliyor
musunuz, ben neler biliyoruuum neler... Padişah hazretlerinin Amerika da 50
milyon, İsviçre' de 40 milyon Doları yatmaktadır haaaa. Ben 25 sene sonra
oradan neden ayrıldım sanıyorsunuz? İşte bu sahtekarlıklar yüzünden ayrıldım… İsteyen
herkese belgeleriyle ispat ederim bu söylediklerimi” diyerek te üstü kapalı
tehdit etmeyi de ihmal etmiyormuş dinleyenlerini...
Müridler de “Vay
beee, şu işe bak, görüyor musun olanları” diye dedikodu ediyorlarmış kafalarını
sallaya sallaya cemaat arasında...Ondan sonra da oturup zikir(!) yapıyorlarmış
topluca... Hiç birisi de “Sen 25 sene ne yaptın orada, şimdi oradan ayrılınca
mı aklına geldi bütün bunları anlatmak diye soramıyormuuuuş ...Öyle saça böyle
tarak..
İkincisini sürgün
etmişler yaşadığı o ülkeden, söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları
varmıııış. Oysa bu bıçkın mücahit, daha düne kadar cami kürsülerinden: “Değil
faiz almak, faiz vermek, bankaların saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için
birazcık duranlar bile annesiyle Kâbe’nin önünde zina etmiş gibidirler” diye de
vaazlar veriyormuş hararetli hararetli... Hitabeti de oldukça
güzelmiş…Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın
mücahit…
Üçüncüsü aslında
zavallı birisiymiş…O birinci Dalton’un elinde oyuncak gibiymiş…İradesini ona
teslim etmiş, birinci Dalton ne derse, o, onu yaparmış…İki kelimeyi bir araya
getirip de konuşamazmış ama…Ne yapacaksın, o memnunmuş çantacılık yapmaktan…Aslında
rütbe olarak birinci daltonun rütbesinden üstünmüş rütbesi…Ama ehliyet
olmayınca ne yapsın zavallım… Zamanla utancından namaz kılacak cami bile
bulamaz olmuş…Birisi bana birşey der diye de
bucak bucak kaçıyormuş insanlardan...
Dördüncü Dalton’a
selam bile vermek istemiyormuş sokakta
görenler. Ama o yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışıyormuş
yılışık yılışık...
Dördüncü Dalton aynı zamanda duvar ustasıymış. Ancak bu ustanın bir özelliği varmış ki sormayın gitsin. Bu Dalton usta, öyle ev yapmak, otel yapmak, saray yapmak için duvar örmezmiş. Hürrem Sultanlar’ın emriyle evlerin bodrumlarının kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış hani. Birgün televizyonun genel yayın yönetmeni olan delikanlının oturduğu evin bodrumuna inen kapıyı da kapatıvermiş aniden bir duvarla. Hürrem Sultanlar böyle emir buyurmuşlar. Nedense, Gorbachov Doğu Bloklarından duvarı kaldırırken, dördüncü Dalton duvar yapmaya başlamış. Hem de berlin Duvarı’nın yıkıldığı şehirde yapıyormuş bodrum duvarını.
Delikanlı da
almış balyozu eline bigüzel yıkıvermiş bu duvarı. Bu işe celallenmiş Dalton
kardeş, yağmış gürlemiş, “Benki dördüncü Dalton’num, bire gafil sen kim olursun
da yıkarsın benim yaptırdığım duvarı”diye dellenmeye başlamış... Delikanlı
muhatap bile almamış dördüncü Dalton’u...Durumu hemen başvezire bildirmiş. Başvezir
olay mahalline bir heyet göndermiş. Heyet kiracıların hepsini toplanmış huzura.
Hürrem Sultanlar da varmış bu toplantı da. Heyet herkesi tek tek dinledikten
sonra, hep birlikte bodrum duvarını incelemeye inmişler. Delikenlı ve oturduğu
evdeki bütün kiracılar bu bodruma kömürlerini koyarlarmış. Başka kömür koyacak
yerleri yokmuş. Evler zaten birer buçuk odaymış. Durumu yerinde inceleyen heyet
dördüncü Dalton’a emir vermiş: “Derhal bu bodrum duvarı yıkıla ve kiracıların bodrum
yolu açıla.” Emir uygulanmış, uygulanmış uygulanmasına da zarar ziyan hesabı
delikanlının üzerine yıkılevermiş. Duvarı o yıkmış çünkü.. Heyetin verdiği böylesine adaletli(!) bir kararla bodrum
duvarı olayı çözülüvermiş.
Ne kadar doğrudur
ve ne kadar yanlıştır bilinmez amma. Dördüncü Dalton’un bu yıkılan duvarın altında kaldığı anlatılırmış
o şehirde dilden dile, nesilden nesile. Başvezir yapılanları heyetten
dinledikten sonra; hımmm demiş ve eklemiş “Buyruğumdur, bu densizin boynu tiz vurula”.
Ve alıvermişler kellesini geleceğin fatihi olarak o şehirde nam salmış Dalton
kardeşin...
Söylenenlere göre yolsuzluk
konuları o büyük şehirden giden bir heyet tarafından Padişah Hazretlerine
arzedilmiş: Padişah Hazretleri de ferman buyurmuşlar: "Bu olanların üstüne
bir sünger çekin ve dedikodusunu da yapmayın." diye... Meseleyi Padişah
hazretlerine arzeden heyetten bazıları; "Emriniz başımız üzredir"
derken, bazıları da hayal kırıklığına uğramışlar... Onların da ömrü zaten çok
sürmemiş bu olaydan sonra...+1 bıçkın
mücahit alıvermiş onların kellelerini bir bahne uydurarak.
İnsanlar olup
bitenleri neden sonra görmüşler görmesine de ne yapsınlar…Havale etmişler Rabb’lerine
onları…Eeeee etme bulma dünyası demişler bu dünyaya...Zalimin zulmü varsa mazlumun
da âhı vardır…Herhalde yapılan zulümler karşılıksız
kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır,
Allah’ın acelesi de yoktur tabii ki deyip tevekkül ediyorlarmış
Rabb’lerine...
Hikaye de burada
bitmiiiiiş...
Kıssadan Hisse:
Adamcağızın
birisi ölmüş. Cenazeyi kaldıracaklar ama köylüler, namazını kıldıracak kimseyi
bulamamışlar. Bakmışlar, hafız olan, aynı zamanda da akşamcı olan Bekri Mustafa
geçiyormuş yoldan. Yakalamışlar hemen onu. Ne kadar itiraz etse de kurtulamamış
ellerinden cemaatın Bekri Mustafa...
Çaresiz cenaze
namazını kıldırmış... Sonra da eğilerek
cenazenin kulağına birşeyler fısıldamış... Cemaat merak etmiş ve ne dediğini
sormuş Bekri Mustafa'ya, o da; "O
na dedim ki, şimdi aşağıya inince sana soracaklar yukarıda ne var ne yok diye,
onlara de ki; Bekri Mustafa yukarıda imam oldu, onlar yukarının ne halde
olduğunu anlarlar....“
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder