22 Mart 2016 Salı

Batı Avrupa Yerel Medya Çalıştayı

Nihayet devlet Avrupa’daki vatandaşlarını 55 yıl sonra da olsa hatırlayabildi. Önceki iktidarlar bizlerden sürekli alırlardı, bu iktidar vermeye başladı. Seçme hakkı verdi, askerliği bin Euro’ya indirdi, ev hanımlarını emekli yaptı, çocuk yardımı veriyor, kişisel araçların Türkiye'de kullanım süreleri 2 yıla uzatıldı. Yurtdışında yaşayan gençler için Türkiye'ye kültürel gezi ve kamp programları düzenleniyor… Çok yakında seçilme hakkının da verileceğini ümit ediyorum. 
Diaspora medyasını da hatırlamış bu arada iktidar ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Batı Avrupa Yerel Medya Çalıştayı’nı organize etmiş. 18,19,20 Mart tarihlerinde Frankfurt’ta gerçekleşti çalıştay. Batı Avrupa genelinde 70 gazeteci katıldı. Bu çalıştay, Türklerin Avrupa’ya gelmesinden 55 yıl sonra yerel medya kurum ve kuruluşlarıyla yapılan ilk çalıştay olması münasebetiyle fevkalade önemli. Diasporada imkânsızlıklar içinde Türkçe gazete ve dergi çıkarmak, radyo ve televizyon yayıncılığı yapmak kolay bir iş değil. Bu çalıştayda zoru başaran Türk insanının azmini de gördük. Davetliler yaşadıkları ülkelerde çıkardıkları gazete ve dergilerden örneklerle oradaydılar. Göğsümüz kabardı.
Organize ve katılım açısından baktığımızda mükemmel bir çalıştay. İyi niyetlerle hazırlanmış. Ancak, yapılan sempozyumların verimliliği açısından baktığımızda amacına uygun, verimli bir çalıştay oldu denilemez. Panelistlerin bir ikisi hariç diğerleri konunun ağırlığının altında ezildiler dersek yanlış olmaz.
Çalıştayda homojenlik yoktu. Katılımcılar yaptığımız işi daha verimli hale nasıl getiririz, bu çalıştaydan azami istifademiz ne olur? gibi sorulara cevap bulmaya değil de, sadece birkaç proje alabilir miyiz, düşüncesiyle gelmiş gibiydiler. Bu düşünceler de yanlış değildir elbet. İmkânsızlıklar içinde boğuşurken imkân kapılarından içeriye girmeye çalışmak yanlış değil. Ancak sadece proje önceliği Türk insanına yakışmıyor. 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı’nın yapmak istediğiyle katılımcıların yapmak istedikleri fazla örtüşmedi. Amaç birliği var gibi görünse de, yeteri kadar oluşmuş değil. Şartlar ve o şartlarda yapılabilecekler detaylarıyla masaya yatırılmadan amaç birliğini oluşturmak kolay olmayacak gibi. Aynı ülkenin insanları 55 yıl sonra bir salonda toplanmışlar ve kuvvetlerden bir kuvvet olan medyayı konuşuyorlar. Ancak birbirlerini anlamıyorlar veya anlayamıyorlar, hatta anlamaya çalışmıyorlar. Herkes kendi doğrusu etrafında dönüp duruyor. Nerede olduğunun tespitini yaparak nereye gideceğini planlayanların sayısı oldukça az.
Organizasyonu düzenleyenlere göre “Türkçe, Türk kültürü ve kimlik” öncelikli sorunlar. Davetliler ise aynı kaygıyı taşımıyorlar. Onların önceliği proje almak. Sıkıntı çekmeden yoluna devam etmek. Türkçe gazete ve dergi çıkarmayı reklam pastasına ortak olmak gibi görenler var. İdealist gazeteciler yok değildi orada. Her zaman olduğu gibi maalesef onların sayıları az ve sesleri gür çıkmıyor. Onlar zaten işlerini yapıyorlar. Davası var onların. Davalarına hizmetin ölçüsü de nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilmemek. Diklenmeden dik durmak.
Panelistler iki dilli medya konusunda anlaşamadılar. Önemli olan bir Türkün veya Türkiyelinin Avrupa dillerinde bir gazete çıkarması mıdır, yoksa Türkçe ve Almanca bir gazete çıkararak Türkçeyi ve Türk kültürünü, Türk kimliğini hem Türklere hem de Avrupalılara tanıtmak mıdır?
Bu konularda düşünceler net değil. Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları (YTB) ile panelistler ve katılımcılar aynı hassasiyete sahip değiller. Yurt dışındaki Türk medyasının kendini konumlandırma biçimine ve söylemlerine dikkat çeken YTB başkanı Kudret Bülbül açış konuşmasında, "Sizi okuyanlar doğal olarak ya bir öz güven içinde yürüyüşlerini sürdürecekler ya bir teslimiyetçi bakış açısıyla bulundukları ülkelerde kaybolacaklar ya da reddiyeci bir bakış açısıyla bulundukları toplumdan kopup savrulacaklar." Dedi. Dedi ama tartışmalarda bu konular çok fazla ilgi görmedi. Mesela, „Sizi okuyanlar doğal olarak ya bir öz güven içinde yürüyüşlerini sürdürecekler ya bir teslimiyetçi bakış açısıyla bulundukları ülkelerde kaybolacaklar…“ sözünün altı yeteri kadar çizilmedi davetliler tarafından. 
"Biz bu korkularımızı 1990’larla birlikte büyük oranda aştık. Kendi tarihinden, kültüründen, medeniyetinden korkan bir Türkiye’den bütün bunlarla birlikte yaşayan, bütün bunlarla barışan bir Türkiye’ye evrildik. Evrildikçe normalleştik, normalleştikçe rahatladık ve rahatladıkça çok farklı toplum kesimleriyle iletişim kurabilen bir Türkiye’ye geldik." Diyerek Türklerin Almanya’daki geleceklerinin özgüvenle şekilleneceğine de vurdu yaptı Bülbül. 
Diasporadaki Türklerin özgüven konusunda sıkıntıları var. Cemaatler, STK ler Avrupa’da birbirlerine destek olmak yerine birbirlerinin ayağına basmayı daha çok tercih ediyorlar. Avrupa’daki Türkler tarihlerini bilmiyorlar, bildiklerinin de çoğu yanlış. Medyaya bu konularda büyük görevler düşüyor. 
Normalleşmenin yolu, tarih bilincinin, kimlik bilincinin gelişmesinden geçer. Bu bilinci de Türkçe yayınlanan ve Türkçeyle birlikte Avrupa dillerinde yayınlanan gazeteler ve dergiler oluşturacaktır. Sadece reklam gazeteciliği yaparak gazeteci olunmaz. Olunsa bile işe yaramaz. Geleceğin inşası için duvara bir tuğla koymak lazımdır.
Türkçe gazete okumak, kitap okumak insanı özgüven sahibi yapmaz. Okunan kitabın, gazetenin verdiği mesaj insanı özgüven sahibi yapar. Dil konusunda anlaşamayan bir topluluk içerik konusunda anlaşabilir mi onu bilmem. Anlaşamazsak “reddiyeci bir bakış açısıyla” bulunduğumuz toplumdan kopup savrulup gideceğiz demektir. İşaretler çoktan görünmeye başladı bile.
Batı Avrupa’da yaşayan Türk gazetecileri kendi imkânlarıyla bir çalışmanın içine girmişler. Yaptıkları iş kolay bir iş değildir. Türk gazetecileri 50 Euroluk reklam için 50 türlü hakarete maruz kalıyorlar. Bunlar gerçektir. Ancak bu fiili durumlar gazeteciyi kendi insanına hizmet etmekten alıkoymamalıdır.
Teklif:
1-Bazı ülkeler, yurt dışındaki kendi insanına ulaşmak için veya başka ülkelerde kendi düşüncesini yaymak ve destekçi bulmak için vakıflar kuruyorlar ve bir şekilde mesajlarını istedikleri ülkelere ulaştırabiliyorlar.
YTB bu görevi üstlenebilir, vakıflar kurabilir. Kurulan bu vakıflar aracılıyla diaspora medyası desteklenebilir. Desteklenen ve bu destekle motive edilen gazetecinin önceliği de reklam değil hizmet olabilir.
2- Sayın Bülbül, bizim normalleşmemiz o kadar kolay olmayacaktır. Öncelikle, Türkçe’nin Batı Avrupa’da ortak bir dil olması gerekiyor.
Tarih bilinci çok önemli. Okulda çocuklarımıza “Türkler barbardır” denildiğinde hayır değildir diyebilmelidirler. Sadece demekle yetinmemeliler bu sözlerinin altını da doldurabilmelidirler. Çalışmalar bu yönde hızlandırılmalıdır. Türkçe’ye ve Türk kimliğine karşı var olan bu vurdumduymazlık hayra alamet olmasa gerektir.

15 Mart 2016 Salı

"İMAM HATİPLERİN VARLIK SEBEBİ VE NİTELİKLERİ"

“İMAM HATİPLERİN VARLIK SEBEBİ VE NİTELİKLERİ”
25Temmuz 2014 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde Prof. Dr. Hayrettin Karaman yukardaki başlığın altında bazı tespitler yapmış ve sonra da temennilerini gazetede yazmış. İslâm söz konusu olduğunda kırmızı görmüş boğa gibi saldıranlar bu yazıyı manipüle ederek saldırılarına zemin hazırlamışlar. Sonra da bu uydurma haberlerini hemen sosyal medyaya taşımışlar. Haberi gören aynı düşüncedeki insanlar da aynı refleksi göstermişler ve olmadık hakaretler yağdırmışlar Hayrettin Karaman’a. 
 
Haberin manipüle edilmiş şekli şöyle: “Namaz kılmayan, oruç tutmayan memur olmasın!”
Sözün altındaki isim, İlahiyat Profesörü Hayreddin Karaman. Yanda da H. Karaman´ın fotoğrafı var. Habere yorum yazanlardan, Recep Şahin „Ya sizin gibiler ne olmalı.“ demiş. 
 
Volkan Dülger de: „Sana ne lan milletin orucundan namazından, gözüne mi gireceksin o kıt aklınla pislik.“ demiş. Sefa Doğanay kardeşimiz de bu yorumları beğenmiş.
Bu bir algı operasyonudur. Karalama kampanyasıdır. Muhafazakâr kesimin dışındakiler, bu tip haberleri sürekli yaparak kamuoyunu yanıltmaya çalışmaktadırlar. Halkla barışık olmayan, halka rağmen halkçı gibi görünen kişilerin kullandığı yoldur bu. Halka söyleyecek sözleri olmayanların başvurduğu yol…
Yazık oluyor. Ayıp oluyor. Etmeyin, eylemeyin, insaflı olun. Bu milletin dinine, din adamına saldırmayın. Belden aşağıya vurmayın. Yeteri kadar düşmanı var İslâm’ın ve Müslümanların. Düşman saflarında yer almayın. Allah’tan korkun, insaflı olun. 
 
Kimsenin İslâm’ı sevmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Müslüman olmak gibi bir mecburiyeti de yoktur. Ancak insan olan herkesin, insan hakları çerçevesinde kalarak, İslâm’a ve Müslüman’a saygı göstermek gibi bir mecburiyeti vardır. Yanlış yapanları ikaz etmek gibi bir mecburiyeti de vardır. Terbiye sınırları içinde kalarak eleştiriler elbette yapılmalıdır. Ancak, kimsenin ifade özgürlüğü çerçevesinde fikrini beyan eden insanlara “pislik” deme hakkı yoktur. Bu ifade terbiye sınırlarını aşan bir ifadedir. Bu ifadenin sahipleri ve destekçileri değil Müslüman demokrat da olamazlar. 
 
Cumhuriyet gazetesi yazarlarının yazdıklarını/yaptıklarını ifade özgürlüğü çerçevesine oturtarak nümayişler düzenleyenler ve onları destekleyenler; İslâm konusunda, Müslümanlık konusunda fikir beyan edenlere de aynı desteği vermek zorundadırlar. Beğenseler de beğenmeseler de. Yoksa inandırıcılıkları kalmaz.
Hele hele, haberleri manipüle ederek insanlara yalan haber vermenin affedilir hiçbir tarafı olamaz. ‘Benim düşündüğüm gibi düşünürsen seni dinlerim, sana saygı gösteririm, benim düşündüğüm gibi düşünmezsen sana hayat hakkı tanımam…” Allah aşkına bu ne acayip bir mantıktır. 
 
Hayrettin Karaman’ın o yazısını iktibas ediyorum ve siz okuyucularımın istifadesine sunuyorum. Okuyun ve değerlendirin. Yazının haberin veriliş şekliyle ilgisi var mıdır yok mudur, kararı siz verin. Okuyalım: 
 
“İslâm toplumunda ilim adamlarını ikiye ayırmayı; bir gruba "İslam âlimleri", diğer guruba da "Müslüman âlimler" demeyi tercih ediyorum.
İslam âlimlerinden maksadım İslam ile ilgili sağlam, derin ve kapsamlı bilgi edinmiş âlimlerdir. Eskiden bunlar medrese adı verilen öğretim ve eğitim kurumlarında yetişiyorlardı, şimdi ise daha çok, çeşitli derecelerdeki okullarda yetişiyorlar; bu arada medrese usulü dersler de devam ediyor, okullular medreselerden, medreseliler de okullardan istifade ediyorlar.
Müslüman âlimlerden maksadım ise "din ilimleri" alanında değil de başka alanlarda ilim tahsili yapmış, ama dinini ve mümkün ise dininin (ümmetin) dilini bir ilim adamından beklenecek ölçüde öğrenmiş ilim adamlarıdır.
İslam toplumunun bu iki grup âlimlerinin ortak vasıfları "iman, ibadet, İslâm ahlakı ve İslamlaşma vazifesini amaç edinmek" tir. 
 
Bu yazıda konumuz İmam Hatipler olduğu için "İslâm âlimleri" bahsine dönmek istiyorum.
Ülkemizde İslam âlimi daha çok İmam Hatipler ve daha sonra İlahiyat Fakültelerinde okuyan, bu okulları bitirdikten sonra lisansüstü ilim tahsili yapan kimseler arasından yetişecektir. Medreseler de İslam âlimi yetiştirirler; ancak bugünün şartlarında onların, yardımcı unsurlar olarak hizmet etmeleri daha uygun görünüyor.
İmam Hatip okulları her iki âlim grubunun fideliği olacak; burada kabiliyet ve eğilimine göre yönlenecek öğrenciler mezun olunca ya İslam âlimi veya Müslüman âlim (ilim adamı) olma yoluna girecek ve bu amaca uygun fakülteleri seçeceklerdir.
 
İmam Hatip okulları bu nitelik ve imkânları elde edince halkımızın da rağbeti arttı, bu yıl yüksek puanlar almış pek çok öğrenci bu okullara akın ediyor. Bazı okulların kontenjanı şimdiden dolmuş görünüyor.
İşte benim uykularımı kaçıran, sevincimi gölgeleyen endişelerim de bu noktada başlıyor: İmam Hatip okulları bu teveccühe layık olacak, bu ulvi vazifeyi hakkıyla yerine getirebilecek mi?
Bu soruya "evet" cevabı verebilmek için asgari şartlar üzerinde düşünmeli ve bu şartları gerçekleştirmeyi "ibadet-vazife" bilmeliyiz.
Ben şartlarımı şöyle sıralayabilirim:
1. Bu okullar birer ekmek teknesi, çekildiği yere gidecek birer araç değildir/olmamalıdır; bu okullar büyük bir davanın orta öğretim seviyeli ocaklarıdır.
2. Bu okulların –Din Eğitimi Genel Müdürlüğünden itibaren- yöneticileri ve öğretmenleri mutlaka seçilmişlerden olacaktır. Bilgisi, ilgisi, uygulaması, heyecanı, gayreti ile bu okullarda çalışmaya layık olduğu anlaşılan kimseler, ancak bunlar yönetici ve eğitici olmalıdırlar.
3. Formasyonu bu davaya uygun olmayan kimseler –başka okullarda din öğretmenliğine de değil- masa memurluklarına atanmalıdırlar. Sigara içen, namaz kılmayan, itikadı ve ahlakı bozuk… Kimseleri bu okullara veya başka okullarda din eğitim ve öğretimine memur kılmak yaman bir çelişkidir.
4. İmam Hatip okullarında öğrenciler daha başından sevdirerek, ikna ederek ibadet ve güzel ahlak eğitimine tabi tutulmalı, bu hususa öğretimden daha ziyade önem verilmelidir.
5. İmam Hatip okullarında bilgi seviyesi, emsal okullardan geride değil, eşit değil, daha ileride olmalıdır.
6. Çocuklarını bu okullara gönderen Müslümanlar ile ilgili vakıflar ve derneklerin mensupları, kendi işleri ve evleri gibi bu okullara da sahip çıkmalı, eksikleri gidermek için canla başla çalışmalıdırlar. Gayret bizden başarıya ulaştırma lütfu Allah’tandır. “
 
Sonuç:
Yazıyı okudunuz. Kararınız nedir?
Habere konu olan paragraf 3. Paragraftır. Bu paragrafın söz konusu haberle ilgisi var mıdır, yok mudur, ne dersiniz?
Rüştü Kam

7 Mart 2016 Pazartesi

MÜSİAD Berlin 2016 Resepsiyonunu gerçekleştirdi



MÜSİAD Berlin yıllık resepsiyonunu gerçekleştirdi. Organizasyon mükemmel. Gençler hizmet yarışına girmişler. Şık giyimli ve saygılılar. Masalar, kendilerine önceden kimlerin misafir olarak geleceğini biliyor. Kimin kiminle oturacağı önceden düşünülmüş. Kısa bir Türk Sanat Müziği dinletisiyle program başladı. Gençler Berlin’de doğup büyümüşler, eğitimlerini de burada almışlar. Ancak Türk Sanat Müziği’ni icra ediyorlar. Mükemmel bir ud taksimi ve ney dinletisi. Ritm saz eşliğinde harika. Onları dinlerken geleceğe ümitle bakmamak mümkün değil. Müziğini kaybetmeyen bir millet kimliğini de kaybetmeyecektir.

Berlin Belediye Başkanı Michael Müller programın onur konuğu olarak takdim edildi. T.C Berlin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Ufuk Gezer, Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, IHK Berlin, HWK Berlin, Çeşitli Federal Bakanlıklar, Berlin’deki bazı yüksek okul temsilcileri,  sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve  MÜSİAD Berlin‘in üyeleri oradaydılar.

Önder Coştan Müsiad Berlin’in faaliyet raporunu sundu. Abartı yoktu sunumda. Kısa ve net. Açış konuşması için Müsiad Berlin başkanı Veli Karakaya kürsüye davet edildi. Kırmızı atkısıyla Veli Karakaya kendinden emin bir şekilde kürsüde yerini aldı. Protokolün ismini teker teker okuyarak kendilerine “hoş geldiniz” dedi. Basın mensuplarına ve misafirlerine selamlarını sundu ve onlara da “hoş geldiniz” dedi. Sonra da konuşmasına başladı: 

“Yirmi yılı aşkın bir zamandan bu yana üyelerimiz ve içinde yaşadığımız toplumun bireyleri için eğitim ve meslek imkânlarının daha da iyi hâle gelmesi için uğraş veriyoruz. Bizler daima barış içinde bir arada yaşamak için çaba sarf ettik.
Kendilerini kamufle eden bazı siyasi hareketlerin hoşgörüsüzlüğünü ve hızla artan ırkçılığın toplumumuzun merkezine ulaştığını gözlemliyoruz.
Aynı zamanda ülkelerini terk etmeye mecbur kalan mültecilerin dini kurumlarına veya meskenlerine yönelik saldırıların arttığını da gözlemliyoruz.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, ülke çapında(Federal Almanya) halkımızın büyük çoğunluğu tarafından desteklenen akla ve barışa çağrı yapan girişimleri de biliyoruz.
Bazı şehirlerin olumsuz tutumlarına karşın, özellikle Berlin, bir arada barış içinde yaşam için iyi bir örnek olduğunu defalarca ispat etti.
Burada Sayın Belediye Başkanımızdan bir alıntı yapmak istiyorum: “Kadın-erkek binlerce Berlinlinin, Hoşgörüsüzlüğe ve İslâm Düşmanlığına karşı bir tepki vermeleri güzel bir durum. Bütün insanlar dini inancına bakmaksızın, ister Müslüman olsun ister Yahudi, ister Hristiyan Berlin’de kendi evindedir, şehrimizin ayrılmaz parçasıdır. Bunu kimse elimizden alamaz.”

Sayın konuklar, zor zamanlarda bizi çetin sınavlar bekliyor. Dünyamız gittikçe küçülüyor ve giriftleşiyor. Olaylar artık sadece milli sınırlar dahilinde cereyan etmiyor. Sınırlar ötesini ve uzak ülkeleri de ilgilendiriyor. Küresel terör ve mülteci durumuna düşerek başlarını sokacak bir ev arayışındaki insanlar bunun acı örnekleridir. Son zamanlarda hepimiz birçok bombalı saldırıya şahit olduk. Bu vesileyle tekrar terör kurbanlarını ve ailelerini saygıyla anıyorum ve her türlü terörü ayırım yapmadan, eşit şekilde şiddetle kınamamız ve tel’in etmemiz gerektiğini hatırlarınıza getirmenizi istiyorum. Bu barbarca yapılan saldırılar sadece “Batılı Değerlere” değil bilakis tüm insanlık camiasına karşı yapılmıştır. Teröre karşı birlik isteyenler, önce kendileri birlik olmalıdırlar; terörün Paris, Ankara, Lübnan veya Filistin’de olması arasında fark yoktur. Krizler ve savaşlar bugün milyonlarca insanın vatanlarını terk edip mülteci durumuna düşmelerine sebep oluyor.

Bu insanların çoğu terör tehlikesinden kaçarken hayatlarını yolda kaybediyor. Sadece 4.000 insan bu yıl içinde Akdeniz’de hayata veda etti. Hepimiz cesedi sahile vuran 3 yaşındaki o bebeği hatırlıyoruz. Tabii ki bu durum hem Avrupa hem de Almanya için birçok açıdan büyük bir mesele. Toplumda ve siyasi arenada Avrupa’nın birliğini dahi sorgulayan şiddetli tartışmalar oluyor. Avrupa içi sınır kontrolleri ve insani yardımlardan uzak durma politikalarıyla bazı hükümetler Avrupa’ya inanmadıklarını ortaya koymuş oldular. Tüm bu olanlara rağmen ben Almanya’nın ve hepsinden evvel Şansölyemizin karşıdan esen şiddetli rüzgârlara rağmen çok net bir duruş sergilemiş olmasından dolayı mutluyum. O, yardımlarını insaniyetin gereği olarak “Yapabiliriz!” sloganıyla gerçekleştirdi. Biz, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya olarak yardımlarımızı nasıl kısıtlayabilirdik, hatta yardım etmeyi nasıl reddedebilirdik? Biz de bazı komşularımızın yaptıkları gibi Irkçılığı ve Yabancı Düşmanlığını mülteci siyasetine model mi alsaydık?
Almanya tarihi boyunca çok farklı zorlukları göğüslemiş güçlü bir ülkedir. Hep beraber bugün de bu durumun üstesinden gelebiliriz. Tabii ki bu pek kolay olmayacak. Yardım bekleyenlerin çokluğu ayrı bir yük. Ancak bu insanların korunması öncelikli görevimiz olmalı. Aksi takdirde Anayasa’mızın idealinden ve Avrupa idealinden nasibimizi alamamışız demektir. Bu insanların elimizden bir şeyleri alacakları korkusu yersizdir. Gandi, tam da bu noktada şöyle demişti: “Dünya herkesin ihtiyaçlarına yeter, ama hırslarına yetmez.”

Bu yüzden Şansölyemizin sözlerini bir kez daha tekrar etmek istiyorum: ”Evet, Yapabiliriz!”
İçinde bulunduğumuz durumun tüm zorluklarına rağmen, inanıyorum ki yapabiliriz. Göç uzun vadede toplumumuz için gerçekten bir kazanım olacaktır. Türkiye kökenli işletmeler göçün bir ülkeyi nasıl zenginleştirebileceğinin en bariz ispatıdırlar. Başlangıçları 35 yıl öncesine dayanmasına rağmen, bugün Alman toplumunun önemli bir sütunu haline geldiler. Bugün Türk kökenli işletme sayısı 90.000’e ulaşmış durumda.

420.000’den fazla insana istihdam sağlıyorlar ve yılda 40 milyar Euro’dan fazla ciro yapıyorlar. 12 milyar Euroluk doğrudan yatırımlarıyla ülkemiz ekonomisinin önemli motorlarından biri olmaya devam ediyorlar. Ve yeni istihdam yaratma dinamizmi hâlâ canlılığını yitirmiş değildir. Federal ortalamada her 100.000 kişiye 124 işletme düşerken, bu sayı Türk kökenli göçmenlerde 239 olarak tespit edilmiştir. Bu işletmeler sadece bir kültürün ve etnisitenin değil, bizim işletmelerimizdir, bizim ekonomimize yani Almanya’ya aittirler. Dinlerini ve kültürlerini korumak için gösterdikleri hassasiyet,  asla suçlamalara ve ayrımcılığa bahane teşkil edilmemelidir. Cesur olmalıyız, birbirimizi desteklemeliyiz, popülizme ve her türlü aşırılığa karşı omuz omuza durmalıyız. Benim güçlü demokrasi’ den anladığım budur. Açıklık ve saygı çerçevesinde oturup meselelerimizi konuşabilmeliyiz. Gerekirse, ki gerekiyor;  diğer rahatsız edici mevzuları da gocunmadan rahatlıkla konuşabilmeliyiz. Bu mânâda tüm sivil ve siyasi aktörler bu hedeflere ulaşmak için göreve amade olmalıdırlar.

Saygıdeğer Belediye Başkanı,
Berlin’in sahip olması gereken vasıflarını şu şekilde sıralamıştınız: “Berlin, herkes için dayanışmacı ve hoşgörülü bir şehir, herkese vatan olabilecek bir dünya metropolü, birlikte yaşamaya teşvik eden bir şehir, elini taşın altına koymaya hazır olanları cesaretlendiren bir şehir olmalıdır.” Demiştiniz.

Şu bulunduğum noktadan, burada bulunan çok sayıda göçmen kuruluşunun huzurunda sizi temin ederim ki: Hedefleriniz hedeflerimizdir. Sorumluluk alıyoruz, yerimizi alıyoruz ve işin ucundan tutuyoruz.
Kanaatim odur ki, insanoğlu tabiatı gereği nefreti ve düşmanlığı reddeder. Biz de tabiatımıza uyarak nefreti ve düşmanlığı reddediyoruz. İnanıyorum ki önümüzde çok daha iyi günler bizleri bekliyor. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakacağız. Bu hepimizin ortak tarihi sorumluluğudur. Biz insanların umuda ve güvene ihtiyacı var, düşmanlık ve hoşgörüsüzlüğe değil, çünkü:
„ Şark Tanrı‘nın!
Garb Tanrı‘nın!
Kuzeyi de güneyi de
Yatar O‘nun elinin selâmetinde…”



Eksiklikler:
1-    Türk sivil toplum kuruluşları yaptıkları toplantılarda, kendi kültür değerlerinden taviz vermemelidirler. Özellikle dernek başkanları konuşmalarını iki dilde yapmalıdırlar. Dilini kaybeden milletler kimliklerini kaybetmeye mahkûmdurlar. Bilhassa Türkiye’de Kürtçe konusunda belli bir duruş sergilediğini bildiğimiz Almanya, Türklerin Almanya’da Türkçe konuşmalarını muhakkak destekleyeceklerdir. 

2-    Türklerin toplantılarına katılan Alman misafirler, Türk damak tadına uygun yiyecek ve içecek beklentisinde olurlar. Bundan dolayı bu beklentilere cevap verilmelidir.

3 Mart 2016 Perşembe

KUR'AN AHLAKI

Kur’an ahlakı diyoruz ve insanları Kur’an’a davet ediyoruz, ancak davet etmek anlatmak yetmiyor. Önce anlatanların sonra da anlatılanların Kur’an ahlakını yaşamaları gerekiyor. Sonra da sokağa indirmeleri, çarşıya-pazara, iş yerine götürmeleri gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’de geçen ve bizlerden istenilen ilkeler ve bu ilkeler ile ilgili ayet-i kerimeler önce Müslümanları şekillendirmesi gerekiyor.
Müslümanlar ayetleri okumalı ve özeleştiri yapmalıdır. Kendisiyle yüzleşmelidir. Ben ne kadar Müslümanım sorusunun sorulması gerekiyor? Cevap sevindirici ise sorun yoktur. Memnuniyet verici bir cevap alınamadıysa, bu sorgulama milad kabul edilerek Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya başlamak gerekir. Bahse konu olan ayetleri okuyalım ve sorgulamaya başlayalım:
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”(Kalem 4)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde defet. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”(Fussılet 34)
“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”(Nisa 36)
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.”(Bakara 263)
“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!”(Fussılet 30)
“Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.”(Maide 119)
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.”(Bakara 155-157)
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” derler ve geçip giderler.” (Furkan 63)
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”(Nur 30)
“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”(Bakara 274)
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.”(İsra 26-27)
“…İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”(Maide 2)
“Allah’a ve Resulüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, Allah yolunda harcayın. İçinizden iman edip de Allah yolunda harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.”(Hadid 7)
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”(Saff 3)
“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.”(Nahl 91)
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Tegabün 14)
“Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”(Al-i İmran 159)
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevalarınıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker, sözü geveler ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”(Nisa 135)
“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline, sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”(Nisa 58)
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(Maide 8)
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”(Hucurat 12)
“İffetli ve haklarında uydurulan kötülüklerden habersiz olan mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”(Nur 23)
“Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.”(Nahl 105)
“…Artık putlara tapma pisliğinden ve yalan sözden kaçının.”(Hacc 30)
“Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler!”(Enam 21)
“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”(Nahl 116)
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”(Lokman 18)
“İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere armağan kılarız. Güzel sonuç takva sahiplerinindir.”(Kasas 83)
“İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!”(Mümin 76)
“Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Al-i İmran 180)
“Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.”(Araf 31)
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”(Furkan 67)
“…Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birinin hayatını kurtararak yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…”(Maide 32)
“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”( Nisa 93)
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”(Bakara 264)
“İşte şu namaz kılanların vay haline ki; onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar.”(Maun 4-6)
“Ey iman edenler! Aklı örten içki ve benzeri şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?”(Maide 91)
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”(İsra 32)
“Rahmanın iyi Kulları, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.”(Furkan 68)
“Ki (bunlar) Allah'ın ahdini onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar işte bunlardır.”(Bakara 27)
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.”(Rum 41)
„Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden, Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”(Felag s.)
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”(Hucurat 11)
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.”(Nisa 29)
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.”(Bakara 188)
„O halde, yalanlayanlara itaat etme! İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın/yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/yumuşaklık göstersinler. Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak, Alaycı/gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran, hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış, Kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı. Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş? Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!" Yakında biz onun hortumu üzerine damga basacağız/burnunu sürteceğiz. (Kalem 8-16)
Rüştü KAM