"Büyük
meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır."
Uzun günlerde oruç tutmak durumunda kalan Müslümanlar için Berlin İlahiyatçılar
Derneği (BİLAD) Medine’nin oruç süresini esas alarak bir imsâkiye hazırladı. 2017
yılında Medine’de oruç tutma süresi yaklaşık 14 saat. Bu süre korunarak orucun
başlama ve bitiş zamanları yerel (Berlin) çalışma saatleri göz önünde
bulundurularak takdir edildi. İmsak saati 04.30 olarak takdir edilirken, iftar saati
18.30 olarak takdir edildi.
Namaz saatlerini imsâkiye içine almadık. Çünkü amacımız, oruç zamanının
uzunluğundan dolayı oruç tutamayanlara ve sıkıntı yaşayanlara imkân sunmaktır.
Ramazanın bereketinden onların da istifade etmelerini sağlamaktır.
Namazları vaktinde kılma konusunda sıkıntı yaşayan Müslümanlar bu
sıkıntılarını ruhsatları kullanarak giderebilirler. Oturdukları yerde, bir
binek üzerinde, ima ile namazlarını kılmaları mümkündür. Kur’an’ın bu konuda
açık beyanı vardır. "Allah sizin için kolaylık ister zorluk istemez."
(Bakara 185) “Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya binit üzerinde
kılın...” (Bakara 239) Veya cem ederek de namazlar
kılınabilir. Peygamberimizin uygulaması böyledir. Abdullah
ibn-i Abbas’tan şöyle bir rivayet vardır: “Rasûlullah (s) korku, yolculuk ve
yağmur yokken, Medine’de öğle ile ikindi namazını birleştirerek 8 rekât, akşam
ile yatsı namazını birleştirerek 7 rekât olarak kıldırdı. dedi.” (Müslim
705/50, 54, Buhari 612, Nesei 601, 602, Ebu Davud 1210, 1211, Tirmizi 187)
Allah’ın kulundan istediği samimiyettir
İbadetler kul ile Allah arasındaki samimiyet esasına göre Allah’ın
terazisinde değer kazanır. Allah namazı rekât sayısına göre değerlendirmeyeceği
gibi orucu da aç kalınan, susuz kalınan sürenin uzunluğuna ve kısalığına göre
değerlendirmeyecektir. Allah, ibadetlerin Müslümanları hangi ölçüde ne kadar kötülüklerden
uzaklaştırdığına bakacaktır. Allah’ın kulundan istediği samimiyettir, ihlâstır.
Buyruk böyledir. Aç kalmak, susuz kalmak, cinsellikten uzak durmak amaç
değildir, araçtır. Namazdaki semboller de araçtır, amaç değildir. Amaç,
arınmaktır, kötülüklerden uzaklaşmaktır, hayatı disipline etmektir ve bu ölçüde
Allah’a yaklaşmaktır.
Yeni bir imsâkiye
Berlin İlahiyatçılar Derneği 2016 yılında bir imsâkiye hazırladı. Hazırladığı
bu imsâkiyede, uzun günlerde oruç konusunda söz söyleyen din âlimlerinin
görüşlerine de yer verdi ve bu görüşleri imsâkiyenin arka sayfasına dercetti.
İbadetlerin farz kılınmasındaki asıl amaçlar göz önünde bulundurularak
hazırlanan bu imsâkiye, internet ortamında da paylaşıldı. Almanya’nın değişik
şehirlerinden, Avusturya’dan, Avustralya’dan, Türkiye’den telefonlar aldık.
Sosyal medya üzerinden yazanlar da oldu. Memnuniyetlerini dile getiren Müslüman
sayısı oldukça fazlaydı. ‘İşte bu imsâkiyedeki süreye göre oruç tutabilirim, bu
mümkündür. Allah sizlerden razı olsun.’ diye dua edenlerin sayısı oldukça
fazlaydı. Vakit sıkıntısından dolayı oruç tutamayıp da bu imsâkiye ile tanıştıktan
sonra bir kişi bile oruç tuttuysa ne mutlu bizlere. Sıkıntı içinde olan bir
kişinin problemini Kur’an’ın sınırları içinde kalarak çözmek ve onu Mevla’sıyla
bin aydan daha hayırlı olan Ramazan ayında buluşturmak gurur verici bir çalışma
oldu, amel oldu. Gururlandık, hayırlı bir iş yaptığımız için Mevla’mıza
şükrettik.
Yapılan bu çalışmanın geç kalmış bir çalışma olduğunu yazan din âlimi
arkadaşlarımız dostlarımız aradılar ve tebrik ettiler, onore ettiler,
cesaretlendirdiler bizleri. Münster Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Goethe
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencilerinden ve öğretim üyelerinden gurur
verici, cesaretimizi ve marifetimizi artırıcı iltifatlar aldık.
Bütün bu övgülerin yanında, karalama kampanyası yapan ve çalışmalara destek
vermeyen ilahiyatçı arkadaşlarım da aradılar, onlar da yazdılar, çizdiler. Algı
operasyonu ile linç girişimine tevessül edenler de oldu. Katlimize fetva
verenler bile vardı.
2017 yılının Ramazan
ayında konu yeniden gündeme geleceği için, oruç konusunda yaptığımız bu
çalışmaları; kalıcı olsun, tarihe mâl olsun, tarihe not düşülsün diye Mocca
Dergisi’nde yayınlamayı uygun gördük.
Büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil aksine günahtır
Musa Carullah
Bigiyev’in konu ile ilgili açıklaması şöyledir: “Şâri-i Kerim’in (Allah)şahadetine
göre, insanı halden düşürecek derecede büyük meşakkati olan oruç, ibadet değil,
aksine günahtır. Oruca büyük güçlükle dayananların bir yoksulu doyuracak kadar
fidye vermeleri gerekir. Yani, orucu takatle, yalnız güçlükle ve zahmetle
yerine getirebilenlere oruç farz değil, bilakis orucun yerine fidye vermek farz
olur. Ayetteki ‘yutikûne’ kelimesinin manası güçlükle, zahmetle ve meşakkatle
eda edebilenler demektir.” (Musa Carullah Bigiyev; Uzun Günlerde Oruç, s.136)
Allah oruç
tutmayı farz kılmıştır, önceki ümmetlere de farz kılmıştır. Amaç; kulların, Kur’an’da
süresi belirtilen zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsellikten uzak durarak
arzularının frenlenmesi ve bu sayede empati kurabilme kabiliyetinin
geliştirilmesidir. Oruç ahlaki boyutu olan bir ibadettir. Amaç; ahlaki
yücelişi, ruhi arınmayı, nimetlerin kadir kıymetini bilmeyi, şükredebilme
şuurunun oluşmasını sağlamaktır, paylaşımcılık şuuruna varabilmenin önünü
açmaktır. Bireyi eğitecek olan toplumsal dayanışmayı üst seviyeye taşımaktır.
İnsanı kötü alışkanlıklardan korumak ve temizlemektir. Böylece Müslüman arınacaktır,
kendisine çekidüzen verecektir ve kendisini yeniden inşa edecektir. Aç ve susuz
kalmanın anlamı bu olmalıdır.
Orucun farz
kılınması ile ilgili ilk ayet şöyledir: “Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç,
sizden öncekilere farz kılındığı gibi sayılı günlerde size de farz kılındı ki
Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız.” (Bakara 183)
Aynı surenin
184’üncü ayetinde istisnalar açıklanır. “Sizden kim, hasta veya seyahatte olur da oruç
tutamazsa, iyileştikleri veya seyahatten döndükleri zaman, tutamadığı gün
sayısı kadar oruç tutmalıdır. Oruç tutmaya güç yetiremeyenler fidye vermelidir.
Fidye bir fakiri günlük iki öğün
doyuracak miktarda para vermektir. Bu bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya
yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa daha hayırlıdır; kendisine iyilik
yapmış olur, zira oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır, bunun şuurunda
olmanız lazımdır.“
Ayette, bu istisnalara rağmen oruç tutmanın daha
faydalı olacağının altı özellikle çizilmektedir. İstisna edilenler geçici bir
süre için oruçtan muaftır. Ancak bu özel durum sona erince orucun
tutulması gerekir. Güç yetiremeyenler ifadesi ise; iş durumundan dolayı veya
kronik bir hastalığından dolayı oruç tutamayanları kapsar.
Anlaşılan odur
ki; orucu sağlıklı insanlar tutacaktır. Sağlıklarını bozacak bir durumla
karşılaşanlar ya fidye verecekler ya da bu şartların ortadan kalkması halinde
oruçlarını kaza edeceklerdir. Yani oruç sağlıklı insanlara sağlıklarını bozmak
için değil bilakis sağlıklarının kalitesini artırmak için farz kılınmıştır.
Bunun içindir
ki oruç; insanların sağlığını bozmaya vesile olacak sürede ve ortamlarda
tutulmamalıdır. Çalışma şartları,
coğrafi şartlar, yol durumu, psikolojik durumlar, hastalıklar gibi kişiyi
sıkıntıya sokacak şartlar insanoğlunun sağlığının bozulmasına vesile olacak durumlardır.
Oruç tutacağım diye bunlar ve benzeri şartlar zorlanmamalıdır. “Çünkü Allah
kullarına kolaylıklar diler, zorluklar dilemez.” (Bakara 286)
Aynı surenin
185’inci ayetine göre; Oruç bir ay boyunca tutulacaktır. O ay Ramazan ayıdır. O
ayda tutulamayan oruçlar Ramazan ayından daha sonra kaza edilecektir. Buyruk
şöyledir: “Kur'an, insanoğluna bir rehber olarak gönderilmiştir. O doğruyu
yanlıştan ayıran bir rehberdir. Ramazan ayında indirilmiştir. Sizden kim bu aya
erişirse onu baştanbaşa oruç tutarak geçirsin. Ancak hasta veya seyahatte olan,
başka günlerde, tutamadığı günler kadar oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık
diler, zorluk dilemez. Sizden istediği; belirlenen günlerin sayısı kadar oruç
tutmanızdır. Bir de sizden, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı O’nu
yüceltmenizi ve O'na şükretmenizi ister.”
Bu ayette üç ana kuralın altı çizilmiştir:
1- Kur’an insanlara rehber olarak
gönderilmiştir. O, doğruyu yanlıştan ayıran bir rehberdir. Ramazan ayında
indirilmeye başlanmıştır.
2- Bu ay oruç ayıdır. Bir ay boyunca
oruç tutulacaktır ve böylece sayı tamamlanacaktır.
3- Bu ayda, Allah yüceltilecek ve
O’na şükredilecektir.
187’inci ayete gelince; bu ayet cinsellikten ve oruç için zaman tespitinin
nasıl olacağından bahseder:
“Gündüz tutulan
oruçtan sonraki gece boyunca kadınlarınıza yaklaşmanız helaldir, onlar sizin
için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz. Allah bu
konuda kendinizi sıkıntıya sokacağınızı bilir; bu yüzden O size mağfiret ile
yönelmiş ve bu zorluğu üzerinizden kaldırmıştır. Şimdi öyleyse onlara
yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için uygun gördüğünden yararlanabilirsiniz ve
gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadar yiyip
içebilirsiniz. Sonra gece çökünceye kadar oruca devam edersiniz. Ama
mescitlerde itikâfta iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın koyduğu
sınırlardır: O halde bu sınırları ihlal etmeyin: İşte böylece Allah mesajlarını
insanlara açıklıyor ki, O'na karşı sorumluluklarının bilincinde olabilsinler.“
Bu ayet ile de dört ana kuralın altı çizilir:
1- Ramazan ayında iftardan sahura
kadar cinsel ilişki serbesttir.
2- Kadınlar erkeklerin erkekler de
kadınların velisidirler, birbirlerinin eksikliklerini tamamlarlar,
faziletlerini parlatırlar.
3- Oruca güneşin doğmasıyla başlanacak
ve batmasıyla da iftar edilecektir. (Ayet, indiği dönemdeki muhatabına hitap
etmektedir.)
4- Ancak itikâfa girilirse cinsellikten
uzak durulacaktır. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, ihlâl edilmemelidir.
Birinci ayet
grubundan anladıklarımız
Yukardaki ayetlere dönüp baktığımız
zaman şu tespitleri yapabiliriz: Bakara Suresi’nin 183’üncü ayeti bütün
Müslümanlara orucun farz kılındığını açıklar. Ayet indiği dönemde o coğrafyadaki
insana hitap eder, ancak hüküm geneledir. Müslüman, dünyanın hangi
coğrafyasında yaşarsa yaşasın oruç ona farzdır. Hattâ güneşin altı ay batmadığı
ve altı ay boyunca hiç doğmadığı yerlerde yaşayan Müslümanlara da farzdır. Tersi
de vakidir.
İstisnalar
Oruç tutacak
olan insanların özel durumları da 184’üncü ayetin muhtevasını oluşturur. Burada
kimlerin oruç tutmaması ve kimlerin oruca güç yetiremediği için fidye vermesi
gerektiği açıklanır. İfadeler
evrenseldir.
İkinci ayet grubundan anladıklarımız
İkinci ayet
grubu 185 ve 187’inci ayetleri içine alır. Öncelikli olarak bölge insanına
hitap eden ayetlerdir bunlar, muhatabının kendisini anlamasını istemiştir
Kur’an. Bölge, Hicaz Bölgesi’dir. Mekke
ve Medine, gecesi ile gündüzü arasında zaman farkı fazla olmayan bu
coğrafyadadır. Gece ve gündüz arasında kayda değer bir fark yoktur. Bölgede
gündüz ve gece her zaman 12 saat civarındadır.
Oruç Ramazan
ayı boyunca tutulacaktır. Oruca güneşin doğmasıyla başlanacak ve güneşin
batmasıyla da iftar edilecektir. Kur’an oruca
başlama ve iftar yapma zamanlarını bu bölgede yaşayan insanların/Arapların kolayca
anlayabilecekleri şekilde ifadeye koymuştur. Müslüman Arap, güneş doğuncaya kadar
yiyecek-içecek ve cinsel ilişkide bulunabilecektir. Güneşin batmasıyla da
yasakları kaldıracak ve normal hayata dönecektir. Muhatap bu açıklamayı anladığı
için, kolayca uygulamaya koymuş ve içine de sindirmiştir. Bu süre sağlık ve
çalışma hayatı açısından oruçluya sorun çıkarmayacak, sıkıntı olmayacak bir süredir.
Peygamberimiz orucun farz kılınmasından sonra vefat edinceye kadar bu bölgede
bu şekilde 8 yıl oruç tutmuştur.
Uzun Günlerde Oruç
Fakat
gündüzleri uzun olan veya hiç gecesi olmayan coğrafi bölgelerde bu tespit nasıl
yapılacaktır? Güneş o bölgelerde, Hicaz Bölgesi’nde olduğu gibi her gün düzenli
olarak doğmamakta ve batmamaktadır. Sorun burada başlamaktadır. Sıkıntı orucun
nasıl tutulacağı ile ilgili değil, başlama ve bitiş zamanının nasıl tespit
edileceği ve oruç süresinin ne kadar olacağı ile ilgilidir. Oruca günün hangi
saatinde başlanacak ve hangi saatinde iftar edilecektir? Söz konusu sıra dışı
bölgelerde açıklığa kavuşturulması gereken konu budur.
Yorum
Birinci ayet grubunda genel ifadeler
kullanılmıştır ve oruç ‘Ben Müslümanım.’ diyen herkese farz kılınmıştır.
İstisnalar da aynı şekilde herkes için geçerlidir.
İkinci grup ayette Hicaz Bölgesi’nde
yaşayan Müslümanlar için orucun süresi ve zamanı belirlenmiştir. Muhatapları
için ayet anlaşılabilir durumdadır ancak Hicaz Bölgesi dışındaki coğrafyada
yaşayan Müslümanlar için ayetlerin yoruma ihtiyacı vardır. O bölgelerde orucun,
ayette tarif edildiği şekilde başlama ve bitiş şartları oluşmamaktadır. Bu
durumda o bölgelerde yaşayan Müslümanlar ne yapacaklardır? Cevaplanması gereken
soru budur. İşte tam burada insan aklı devreye girecek, zaman ve süre tayinini takdiri
olarak yapacaktır. Müslümanlar bu konuda Allah tarafından yetkili kılınmıştır. O
kadar ki, aklını kullanmayanlara Allah ‘Sizi pislik içinde bırakırım.’ demiştir.
(Yunus Suresi 100)
Pislik demek; sıkıntı demektir,
anarşi demektir, huzursuzluk demektir, sağlığın bozulması demektir, alt-üst
olmak demektir.
Müslümanlar orucun farz kılınma gayesini göz önünde bulundurarak, Hicaz Bölgesi dışında
kalan Müslümanların oruca ne zaman başlayacaklarını ve ne zaman iftar
yapacaklarını, orucun süresi ile
birlikte ya takdir ile tayin edeceklerdir ya da şartlar oluşmadığı için o
bölgede yaşayan Müslümanlara oruç farz kılınmamıştır, diyeceklerdir. Ayetin
genel ifadesi göz önünde bulundurulursa ikinci seçenek mümkün görünmemektedir.
Bu durumda Müslümanlar,
yaşadıkları bölgenin şartlarını göz önünde bulundurarak ‘Allah zorluk çekmenizi
istemez, o sizin için kolaylıklar diler.’ uyarısını da dikkate alarak kendi sorunlarını
akıllarını kullanarak çözmekle yükümlüdürler.
Almanya bu ülkelerden biridir
Almanya’da yaz
aylarında gündüzler uzundur. Gündüzleri bazı aylarda 20 saate kadar yaklaşır. Burada
yaşayan Müslümanlar Medine’deki süreyi ve zamanı esas alarak orucun başlama ve
bitiş saatini kendileri takdir etmekle yükümlüdürler. Aksi halde oruç insan
sağlığına zarar verir duruma gelir ki; insanların takatleri kesilir, ibadet
işkenceye dönüşür. Allah böyle bir zulme müsaade etmez. Allah kendisine ibadet
yapılsın diye, insanların sağlıklarıyla oynayanlara aferin demeyecektir.
Ramazan ayında
iş durumu oruç tutmasını zorlaştıran Müslümanlar, oruç tutmak için doktordan
rapor almamalıdırlar, yalan ile oruç aynı çizgide buluşmaz. Sahtekârlık yaparak
Allah’a kulluk yapılamaz. Allah‘ın gözüne girmek için, kulların hakkını
çiğnemek Allah’ın gücüne gider.
İmsâkiyeler
Berlin’de değişik
cemaatler tarafından her Ramazan ayında en az 20 çeşit imsâkiye dağıtılır. Her
bir cemaate ait ayrı ayrı zamanları gösteren imsâkiyelerdir bunlar. Cemaatler,
kendilerini farklı kılmak için düzenlerler bu imsâkiyeleri. Kimisi imsâkı 01:05
de başlatır, iftarı 21:40 da yapar. Kimisi imsâkı 03:30 da başlatır iftarı 21:30
yapar, kimileri de 10 dakika, 20 dakika, 40 dakika, 1 saat, 2 saat ara ile imsâk
ve iftar zamanını belirlemişlerdir. Hepsinde keyfilik vardır bu tespitlerin,
tutarlı değildirler. Aslında önce iftar eden sonra iftar edene göre orucunu
bozmuş sayılır: Çünkü, sonra iftar edene göre önce iftar edenin orucu
bozulmuştur. Kendi imsâkiyesine göre dakikayı bile hesap ederken, dakikalar
önce iftar eden bir başka Müslümanın orucu bozulmuş olmalıdır. Kuralsızlık
kural olmuştur, bu nedenle her ikisinin de orucu bozulmamıştır. Öyleyse bu
farklılıklar niçin yapılır? Farklı imsâkiyeler niçin bastırılır?
Bu imsâkiyeler hem
orucun farz kılınması açısından hem de orucu tutacak olan Müslümanın yaşadığı
bölge açısından sorunludur, ayetin ruhuna uygun olarak hazırlanmamışlardır. Hicaz
Bölgesi Müslümanları Medine’de 14 saat civarında oruç tutarken, Almanya’daki Müslümanın
17 saat, 19 saat, 20 saat, başka bazı ülkede 22 saat oruç tutması “Allah’ın
ahlakiliği” ile bağdaşmaz. Allah zalim değildir. Bilgisiz de değildir.
Yarattığı dünyayı tanır, unutkan da değildir. Adaleti emreder. Yani O Medine’deki
Müslümana torpil yapmaz. Almanya’daki ya da kutuplardaki Müslümana da düşman
değildir, zulüm yapmaz.
Sorun, Allah’ın
değil insanların ahlakiliği sorunudur. Sorun, ibadet yaparken şartlar ne kadar
zor olursa o kadar çok sevap kazanılacaktır gibi bir anlayışa sahip “şizofren
kafaların” sorunudur. Bu kafaları sorgulamayan, sürü olmayı tercih eden kiralık
kafaların sorunudur sorun. Allah‘ı ta’n etmenin anlamı yoktur. “Aklınızı
çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım“ diyen bir yaratıcı yapılması
gerekeni yapmıştır. “İçimizden birtakım dar kafalıların yaptıklarından ötürü
bizi yok/helak edecek misin Allah’ım?” (Araf 155)
Akıllarını çalıştıranlar ne yapmışlardır?
Musa Carullah Bigiyev
Akıllarını
çalıştıranlar, yaşadıkları bölgedeki Müslümanların sorunlarını çözmek için bir
çalışma içine girmişlerdir. Kimileri Medine’yi, kimileri Mekke’yi esas alarak imsâkiye
hazırlamışlardır. Kimileri de kıyaslar yaparak çözüm arayışına girmişlerdir. Musa
Carullah Bigiyev Uzun Günlerde Oruç adlı bir kitap yazarak bu çalışmaların önünü
açmıştır, O der ki:
“Tefsirciler, ‘Birinci
hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu ifadeyi
detaylandırmıştır’ derler ve ‘Bu şekilde bir ifadenin kullanılması Kur’an’ın
mucize olmasındandır.’ açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları, mekânları,
insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle bir ifade
yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek daha
iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep
dairesinde sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: ‘Allah, konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût
edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.’ (Buhari, Edeb 31,85)
Kur’an’ı
Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki
hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri
ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini
açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın
genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela;
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde,
bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da
sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez
ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra
eder. Bu durumda orucun zamanı ve süresi takdir edilir. Bu yorum tefsircilerin
yorumlarından daha iyi olsa gerektir.
Yeryüzünde,
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya
tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır.
Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları
tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; bu durumda Allah yarattıklarına
karşı eşit mesafede durmamış olur. Veya oradaki insanlara kaldıramayacakları
ağır bir yük yüklemiş olur; bu durumda Allah zalim olur. Veya yarattığı o
bölgenin özelliğini unutmuş olur ki; Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Veya
o bölgelerde oruç için gerekli şartlar oluşmadığı için orucun farz olmaması
gerekir ki; bu durumda da Kur’an’ın kapsayıcılığı kalkar. Oysa Kur’an
kapsayıcılığı olan bir kitaptır. Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi yerler
böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O bölgelerde yaşayan
insanlar orucun zamanını ve süresini kendileri belirleyeceklerdir. O zaman
Allah bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek
insanları ihmal etmemiş olur.
Tefsircilerin
görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in ‘Şafağın beyaz ipliği siyah
iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye
kadar tamamlayınız’ ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik,
kapsayıcılık düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri
aydınlık yahut gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i
kerime tamamıyla hükümsüz kalır:
Çünkü böyle yerlerde ‘beyaz iplik, siyah iplik’ ‘fecir ve gece’ gibi şeyler
bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre
devamlı aydınlık, bazı yerlerinde ise devamlı olarak karanlık olur. Bu durumda
İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti yeryüzünün çoğu
bölgelerinde kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri,
bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın
indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz. Allah
gündüzünde ve gecesinde muntazamlık bulunmayan yerlerdeki insanlara orucu farz
kılar mı? Yolculuktaki ufak tefek sıkıntılardan dolayı orucun kazaya
bırakılmasını tavsiye eden Allah, işindeki sıkıntılardan dolayı fidye
verilmesini tavsiye eden Allah, gündüzleri uzun olan yerlerde yaşayan insanlara
Ramazan orucunu farz kılar mı? Kolaylık ilkesi üzerine kurulmuş olan
İslamiyet’in şanına bu ayrımcılık yakışır mı?
Buna göre olsa
gerektir ki Kur’ân-ı Kerim, ‘Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren,
hidâyeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere
Kur’an işte bu ayda inmiştir.’ ayetinin sonunda ‘Onu oruçla geçiriniz’ gibi
genellik ve belirlilik ifade den bir kelime kullanmamıştır. Bunun yerine
Kur’an, ‘Sizden kim bu ayı idrak ederse o ayda oruç tutsun’ gibi günleri ve
ayları normal olan yerlerde yaşayan insanlara mahsus bir hitabı tercih
etmiştir. ”Gece ve gündüzü sıkıntılı olan yerlerde ayı idrak etmek mümkün
olmaz. Bu idrak baş gözüyle görmekten ibaret bir idrak değildir. Bizzat o
bölgelerde ikamet etmektir. Ve ayın tümünde o yerde ikamet etmeye devam etmektir.
Mekke ve
Medine’de en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki
ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Bu ülkelerde yaşayan Müslümanların
oruçlarını Arabistan’a kıyasla ayarlayabilirler.“ Musa Carullah Bigiyev, Uzun
Günlerde Oruç, Doç. Dr. Abdullah Kahraman İz Yayıncılık, İslâm Klasikleri Dizisi:35,
İstanbul, 2009)
Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu
“Gündüzleri
uzun olan günlerde, Mekke ile Medine’nin oruç süresinin ortalaması alınarak
Ramazan orucu tutulmalıdır. Bu uygulama Kur’an’ın ruhuna daha uygundur. ‘Allah
kimseye gücünün üzerinde bir teklifte bulunmaz.’”(Türk Eğitim Derneği Berlin Konferansı/
Mocca Dergisi)
Prof. Dr. Süleyman Ateş
“Kur'ân-ı
Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu
bölgelere mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş,
normal şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına
bırakmıştır. Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya
Kur'ân'ın indiği kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal
vakitlerin cereyan ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar
da belirlenecek saatlerde kılınır.” (Süleyman Ateş, Yeni İslam ilmihali/Reşid
Rıza-Menar Tefsir)
Molla Hüsrev (Fatih Sultan Mehmet dönemi şeyhülislâmı)
“Vakitleri
normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur.
Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, şehirdeki
Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i
Gurer-il-Ahkâm )
Prof. Dr. Muhammed Hamidullah
“45 derece ile
90 derece arasındaki bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz
için böyle olduğu gibi, oruç vs. için de böyledir.
Peygamberimiz’den
şöyle bir hadis gelir: ‘Deccâl’in bir günü sizin bir seneniz kadar uzun
olacaktır. Sonraki günleri de beri geldikçe kısalacaktır.’
- Ya
Resûlâllah, bir günü bizim bir senemiz kadar uzun olacağını bildirdiğiniz o
günde namazlar nasıl kılınacaktır?
- Şöyle cevap
vermiştir: ‘Takdir edilerek! Yani uzun
günün saatleri takdir edilerek. Hesaplanarak. Nasıl takdir edilip, nasıl
hesaplanacak? En yakın normal vakitli
ülkenin takvimi ve saatiyle takdir olunup, hesap edilerek.’” (Müslim,
Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
“Normal
vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir
yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi
vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen
bir sakınca yoktur.“ (Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı, Tarih: 10-11.06.2009)
Rusya Müftüler Konseyi
“Rusya Müftüler
Konseyi Başkanı Ruşan Abyasov Gündüz vakti ortalaması olan 12 saatin çok
üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı bölgelerde oruç,
Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir.“ (www.topragizbiz.com, http://ramazan.haber7.com/)
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
“Güneşin
aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve
sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak
hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî olarak
ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır. Bu şartlarda yaşayan müminlerin
uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir:
1. Mekke takvimini
uygulamak.
2. Kendilerine
en yakın normal bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet
yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine
Hz. Peygamber'e, bu ‘bir yıl kadar uzun günde’ namazları nasıl kılacaklarını
soran sahâbîler, ‘Daha önceki normal günlere göre kılarsınız’ cevabını
almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim,
"Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayrettin Karaman, İslâm'ın
Işığında Günün Meseleleri).
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün
“Güneş
batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş batımı
tespit edilerek, imsâk ve iftar vakti belirlenir. Unutmamak gerekir ki paralel
ve meridyenler itibaridir. Öyle bir şey yoktur ama itibari olarak hesap
yapmakta kullanılırlar. Orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen itibari bir
zaman tayini yapılır. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu açmanın
gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler. İsterlerse
Mekke’ye ve Medine’ye kıyas yapabilirler, isterlerse başka bir yere. Bu konuda
bütün insanları bağlayan bir fetvaya gerek de yoktur. Ama ibadetlerde birlik
ruhu önemlidir ve fetvanın bu anlamda önemi vardır. İslâm her coğrafyaya göre
ayrı yorumlanır. Ebu Hanife’ye ‘Neden kendi görüşüne göre fetva veriyorsun?’
dediklerinde, şu meşhur sözünü söyler ‘Bizden öncekiler adamsa biz de
adamız.’ (Mocca Dergisi s.24)
Prof. Dr. İlhami Güler
“Bilindiği gibi
Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki
ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç
adlı kitabında bu ülkelerde yaşayan Müslümanların oruçlarını Arabistan’a
kıyasla ayarlayabilecekleri fikrini ileri sürmüştü. Ben de, günlerin uzun ve en
sıcak olduğu yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik,
endüstri, fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya
ateş ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan
ayı içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya
fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine
gelince; bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral
kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına,
dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi;
susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir. Orucun her
otuz yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların
kullandıkları ‘Kameri’ takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların
kendileri İslam’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî
anlamda vaz’ ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar ‘Güneş’ takvimi kullanıyor
olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı
ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında,
orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının Bahar
mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere
denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir ‘meşakkat’ durumu ile
denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette ‘Allah, kolaylaştırmayı murad eder,
zorlaştırmayı değil’ denmektedir. Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında
oturan din bürokratlarının (Diyanet İşleri bürokrat-memurlarının) ve
ilahiyatçıların vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan
düşenin hâlini ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların
mağduriyet durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar.
Buna örnek olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük
“kefaret orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü
olmadığı halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda
kasten yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise
sadece cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına
hükmetmişlerdir.” (http://arsiv.taraf.com.tr)
Bayraktar Bayraklı
“Oruç zamanının
ve süresinin tespiti, Güneş takvimine göre yapılmalıdır. Bu durumda uzun
günlerde oruç tutma sıkıntısı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu çalışmayı
Kutlu Doğum Haftası’nda Diyanet İşleri Başkanlığı yaptı. Artık yılın her
mevsiminde Peygamberimizin doğumunu kutlamıyoruz. 1989 dan beri 14-20 Nisan
tarihleri arasında kutluyoruz. Bu konuda da Diyanet İşleri Başkanlığı karar
alabilir.”
Berlin İlahiyatçılar Derneği(BİLAD)
“Uzun günleri
olan bölgelerde Medine’deki oruç süresi esas alınır, başlama ve bitiş zamanı da
bölge şartları esas alınarak tespit edilir. Bilhassa çalışma şartları ve işe
gidip gelme zamanları bu tespiti yapmada belirleyici olmalıdır. Bu bir usuldür,
Kur’an’ın ruhuna uygun bir usuldür, tutarlı bir usuldür, gerekçeleri vardır,
Sünnet de aynen böyledir. Dünyanın neresinde bir Müslüman varsa, böyle bir imsâkiye
onların elinden tutacaktır. Buna göre Medine esas alınacak, orucun başlama ve bitiş
zamanının tespiti yapılarak o süre oraya monte edilecektir. Allah her şeyi en iyi bilendir.”
Sonuç
1-Kur'an'ı,
indiği yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da
bulunduğumuz bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek
yorumlarımızla İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Bizlerden
istenen budur. Din bizim elimizde insanlara sıkıntı verecek bir araç haline
değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi mesaj haline gelmelidir. Oruç
Medine'de farz kılınmıştır. Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de
tutmuştur. Medine gecesi ve gündüzü eşit olan bir zaman ölçüsüne sahiptir.
12+12=24
2- Oruç aç ve
susuz kalmaktan ibaret değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde
nefsin disipline edilmesidir. Helallere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç
ayetinin sonunda "umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunacak
olan şeyler bellidir. Yalandan- iftiraya, kalp kırmaya, cimrilikten- ihtikâra
ve israfa kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların
hepsinden korunacaktır. İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.
3-Aslında oruç
kendi başına ibadet değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç
kaldıkları için ceza da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğimiz ibadetlerin ön
şartıdır. Sevap ve günah o ibadetlerin yapılıp yapılmayışıyla ilgilidir.
4- İbadetler
bazı coğrafi bölgelerde yaşayan Müslümanlara avantaj sağlarken, diğer
bölgelerde yaşayanlar için dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki
Müslümana eşit mesafede durur. En doğrusunu Sahibimiz bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder