Rüştü Kam 22 Nisan 2017
3
hafta içinde sevdiğim insanlardan ikisini kaybettim. Biri canım babam Ahmet Ferit
Kam, ikincisi can dostum Ahmet Yumuşak. Ben babamdan 13 yaşında ayrıldım.
Tahsil hayatımın başlangıcıdır 13 yaşı. Bugün 65 yaşındayım. Bu yaşıma kadar
babamla senede bir kez görüşürdük yaz tatillerinde, o da sadece bir ay. Arada
geçen aylarım babasız geçti. Ama varlığını hep hissettim onun. Babam yanımda
olmasa da o kendimi güvende hissettiğin bir sığınakmış meğer. 22 Mart sabahı
saat 10.05 te kardeşim Sinan „babam kalp krizi geçirmiş ve hastaneye
kaldırılmış, gelsen iyi olur“ deyince içime bir acı saplandı. Onu
kaybedeceğimizi anlamıştım. Hıçkırıklarımı kimse duymasın diye attım kedimi
dernekten dışarıya, hıçkıra hıçkıra ağladım, ağladım ve ağladım, hıçkırıkların o
içime saplanan acının biraz da olsa hafiflettiğini hissettim. İnsanların içinde
olduğumda ağlayamıyordum, sanki ağlamak ayıpmış gibi geliyordu, kendimi
kasıyordum.
Ruhunu
teslim etmeden ulaşamadım babama, cenazesinin defnine ancak ulaşabildim. 8 ay
önce helalliğini almıştım. „Gurbet o kadar acı ki ne varsa içinde„ diyor ya şair.
Evet gurbet çok acıymış, içinde acı varmış, hasretin acısı varmış,
kavuşamamanın, kavuşuşsan da helalleşememenin acısı varmış.
Babam
Cumhuriyetle aynı yaştaydı(1923). Canım babam nur içinde yatasın. Seni
seviyorum babam. Keşke bunu senin yüzüne karşı söyleyebilseydim. Eminim
demişimdir ama hiç hatırlamıyorum. Böyle bir anımın olmasını çok isterdim. Onun
da bana canım oğlum dediğini hatırlamıyorum,
keşke hatırlayabilseydim. O Anadolu erkeğiydi, sevgisini belli etmezdi, sert mizaçlı birisiydi, buna rağmen altın
gibi bir de yüreği vardı onu biliyorum. İmamlık görevinden emekli olunca köye
yerleşti. Bir defasında 2 sene görüşemedik onunla, üçüncü sene gittiğimde bana sarıldı,
sarıldı, sarıldı sırtımı okşadı, alnımdan öptü ve arkasını dönüp gitti, biliyorum
o ağlıyordu: Çünkü o bir babaydı.
Babam
hayatını davasına adayan, davasına pazarlıksız inanmış birisiydi. Türkiye
sevdalısıydı o. Mevcut düzenin Türk insanını mutlu etmediğini söylerdi hep. Bir
araya geldiğimizde hal hatır sorma faslından hemen sonra sözü sisteme getirirdi,
adaletsiz yönetime getirirdi. Bu sistemin değişmesi lazımdır diye başlardı
anlatmaya. O adil bir yönetim isterdi, insan haklarına saygılı bir sistemdi
istediği onun.
Babam,
“Risale-i
Nur“ talebesiydi. Hocası Hüsrev Altınbaşak’ın yolundan hiç
ayrılmadı. Yazıcı Nurcular derlerdi onlara. “Risale-i Nur Talebesinin en
ehemmiyetli vazifesi onu yazmak ve yazdırmaktır ve yayılmasına yardım etmektir.
Onu yazan veya yazdıran Risale-i Nur Talebesi unvanını alır” derdi. O, bütün
külliyatı kendi el yazsıyla yazmış çalışkan bir talebeydi.
Risale-i Nur’u yazmak mânevî bir cihaddı onun için, şehitlik
mertebesi kazandıracak bir cihad. „Bu devirde kurtulmak şehit sevabı kazanmakla
mümkündür. Karanlık bir gecede, karanlık
bir ormanın içerisinde bir kibrit başı kadar ışık bir insana ne kadar lazımsa, yazarak
sarf edilen mürekkepler de Ahirette o nispette yazana fayda verecek.” Derdi.
Hocası Hüsrev
Efendi onlara, Risaleleri okuyup yazarak iman hakikatleriyle bilfiil meşgul
olmanın mânevî kirlerden arınmaya vesile olacağını söylermiş ve şöyle bir
misalle bu tezini açıklarmış:
“Nasıl ki sanayide
çalışan bir tamirci çırağı ne kadar istemese de mesaisi müddetinde kirlenmekten
kurtulamaz. Ancak akşam eve döndüğünde tulumunu çıkartır, temizlik yapar,
kirlerinden arınır. Bunun gibi siz de günahlardan uzak kalacağım deseniz de
kalamazsınız. Lâkin akşam evinize geldiğinizde abdest alıp kalemi elinize alır
Kur’ân hattıyla Risale-i Nurlar’ı yazarsanız aynen o tamirci çırağı gibi gün
boyu kazandığınız mânevî kirlerinizden arınırsınız, tertemiz olursunuz.”
Babam hocası Hüsrev Altınbaşak’ın
Fethullah Gülen’e hain dediğini de anlatırdı bize her sohbetinde. Bu sözünü biz
daha çocukken söylerdi, 70 li yıllarda. Yaptığı her sohbette de “o haindir”
sözünü mutlaka tekrar ederdi. Ve bizlere ondan uzak durmamızı ısrarla tembih
ederdi. Biz o zamanlar babama abartıyorsun derdik ve söylediklerine o kadar da itibar
etmezdik, bize çok kızardı. Hocası Hüsrev Efendinin Fethullah Gülen hakkında söylediği
söz aynen şöyle: "Siz o zatı nurcu zannediyorsunuz. Bu asla doğru
değildir. O Risale-i Nurları kullanarak kendine has bir cemaat teşkil etmeye
çalışıyor. Bunu anlamıyorlar, fakat bir gün anlayacaklar. O zaman çok geç
olacak. O cephemizde Müslümanları ifsada memur bir haindir." Ve sesini
yükselterek devam edermiş anlatmaya:
"Evet, o bir haindir. Bizim
yazı öğreten dershanelerimizi her öğrendiğinde şikâyet etmiş ve hafta geçmeden
o dershanemiz basılmıştır. O devletin memurudur. Fakat hırsı icabı bir gün bu
devleti de satmaya kalkacaktır."
Benim
babam böyle bir davaya inandı ve ömrünün sonuna kadar davasını savundu. Davasından
taviz vermedi, davası için hapislerde yattı, o hapishaneye Medrese-i Yusufiye
derdi ve hapis yatmaktan mutlu olurdu, orada, dışarda bulamadığı öğrencileri
vardı onun. Babam için ömrünü davasına adadı demek daha doğru olacaktır.
Evet
canım babam biz seni toprağa verdik, yeni hayatına dostlarınla birlikte el
sallayarak seni uğurladık. Ancak canım babam ben yine gurbete dönüyorum, seneye
geldiğimde seni, beni bekliyor olarak bulamayacağım, senin sohbetlerini
dinleyemeyeceğim ve şimdiden seni özlemeye başladım, sana hep dua edeceğim, babam
sen nur içinde yatasın…
İki
hafta sonra da sevgili dostum Ahmet Yumuşak’ın vefat haberiyle sarsıldık. Türk
Eğitim Derneği’nin organize ettiği Ege ve Akdeniz “Kültür Gezisi” ndeydik. Bu gezi
Ahmet Yumuşak’ın teklifiyle organize edilmişti,
gezinin yapılmasını çok istiyordu. Geziye iki hafta kala açık kalp ameliyatı
olması gerektiği doktoru tarafından kendisine söylenince yıkılmıştı. O eski
şen-şakrak Ahmet gitmiş yerine sesiz sakin sorduğun zaman cevap veren bir Ahmet
gelmişti. Bir taraftan geziye bizimle gelemeyeceğine, öbür taraftan da ameliyat
olacağına üzülüyordu, endişeliydi. Ve onu Berlin’de bırakarak 8 Nisan günü
bizler geziye İzmir’den başladık. 15 Nisanda Kemer’de acı haberini aldık Ahmet’in.
Otobüsün içi bir anda buz gibi oldu. Evet, Ahmet Yumuşak da yeni ve ebedi
yolculuğuna çıkmıştı.
2005
yılında Selahattin Tosunoğlu tanıştırdı bizi onunla. Sonraki yıllarda Türk
Eğitim Derneği’nin çatısı altında yıllarca birlikte çalıştık. Türk Eğitim Derneği’nin
üçüncü başkanıydı. Ben onun bu süre içinde yüzünü ekşittiğini hiç görmedim, verilen
göreve hayır, ben yapamam işim var dediğini de işitmedim. Her zaman şık giyinirdi,
siz onu elinde çantasıyla ilk gördüğünüzde üst düzey bir devlet görevlisi
sanırdınız. Oldukça da yakışıklıydı. Cuma okumalarını aksatmamak için özel
gayret sarf ederdi, eşi Samiye hanımla birlikte gelirlerdi okuma günlerine. Koltuklarının
altında Kur’an, tıpkı liseli öğrenciler gibi. İçeri girerler, selamlarını
verirlerdi. Esprili bir insandı Ahmet. Dernek
işleri münasebetiyle her gün istisnasız ya ben onu arardım ya da o beni. Mocca
Dergisi’nde tercüme işlerini de yapardı. Biz onu çok sevmiştik hem de çok. O
vatanına âşık, bayrağına ve Milletine âşık bir insandı, cömertti.
İnanasım gelmiyor öldüğüne, olmaz,
olamaz diyorum, bu kadar yakın, bu kadar sevdiğim bir dostu kaybetmek içimi
acıtıyor. İsyan değil bu, sevgi. Kaybedilen bir dostun ve bir canın ardından
yazmak ne kadar da zormuş meğer. Tanıdığım en iyi iki insan, biri babam, öbürü
can dostum, en mütevazı kişi...
İkisi de pozitif enerji dolu, hayata ve insana bakışları gözleri gibi sıcacık ve derin, canlarım benim.
Kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı bu acıyı yaşamak ne kadar da zormuş meğer. Kalemim daha fazla yazmama isyan ediyor, yüreğim de ise daha fazla yazacak güç yok.
İkisi de pozitif enerji dolu, hayata ve insana bakışları gözleri gibi sıcacık ve derin, canlarım benim.
Kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı bu acıyı yaşamak ne kadar da zormuş meğer. Kalemim daha fazla yazmama isyan ediyor, yüreğim de ise daha fazla yazacak güç yok.
Canım babam 96 yaşında yeni ve ebedi olan bir yaşama adımını attı, hadi diyelim ki ecel onu tam zamanında aldı götürdü; Ahmedim senin 55 yaşında bizi terk edişine ne demeli…, biliyorum ki, bu hafta Cuma günü sen koltuğunun altında Kur’an ile girmeyeceksin, Türk Eğitim Derneğinin kapısından içeri girip de, selâmün aleyküm arkadaşlar demeyeceksin…Biz nasıl katlanacağız senin yoluğuna be Ahmet…
Sevgili dostlar, 3 hafta içinde can
dostlarım, sevgililerim yeni bir hayat için bu limandan demir aldı; bu ayrılıklar
içimi acıtıyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder