ALMANYA’DA UZUN GÜNLERDE RAMAZAN ORUCUNUN SÜRESİ 14 SAAT OLMALIDIR
GÖRÜŞLER
Musa Carullah Bigiyev
“Tefsirciler,
‘Birinci hitapta Allah mücmel (kapalı) bir ifade kullanmış ikinci hitapta da bu
ifadeyi detaylandırmıştır’ derler ve ‘Bu şekilde bir ifadenin kullanılması
Kur’an’ın mucize olmasındandır.’ açıklamasını yaparlar. Bütün zamanları,
mekânları, insanları, durumları ilmiyle kuşatan Allah’ın kitabı hakkında böyle
bir ifade yeterli olmaz. O halde basit yorumları seslendirmektense sükût etmek
daha iyidir. Ya Allah’ın hikmetine ve kuşatmasına uygun bir yorum ya da edep
dairesinde sükût gibi iki şeyden biri yapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: ‘Allah, konuştuğunda hayır söyleyip mükâfat kazanan ya da sükût
edip selamette kalan kişiye merhamet etmiştir.’ (Buhari, Edeb 31,85)
Kur’an’ı
Kerim’de orucun ayını tayin eden ve tayin etmeyen iki farklı ayet inmesinin iki
hikmeti vardır. Birincisi müstakil maslahatı dikkate alma hikmetidir. Diğeri
ise, Ramazan orucunu eda etmenin imkânsız olduğu durumlarda orucun hükümlerini
açıklayıp yeryüzünün her tarafını ve mevsimlerin bütün ihtimallerini hitabın
genel ifadesine katma hikmetidir. Bunu gerekli kılan mazeretler, mesela;
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun ve de geceleri aydınlık olan yerlerde,
bölgenin özelliği dolayısıyla veya tahammül edilemeyecek kadar soğuk ya da
sıcak olan zamanlarda zamanın özelliği sebebiyle Ramazan orucu eda edilemez
ise, o takdirde “sayılı günler” hitabı muhkem nas olmak üzere hükmünü icra
eder. Ancak iki tam hitabın gelmesini, Şâri Hakim’in kuşatıcılığı ve gaflet
etmemiş olması noktasında görmek çok daha uygun olabilir. Herhalde bu yorum
tefsircilerin yorumlarından daha iyi olsa gerektir.
Yeryüzünde,
gündüzleri haftalar ve aylar kadar uzun, geceleri ise aydınlık olan yerler veya
tahammül edilemeyecek kadar soğuk ve sıcak zamanlar elbette vardır.
Tefsircilerin açıklamalarına göre Allah’ın bu gibi yerleri ve böyle zamanları
tamamen görmezlikten gelmiş olması gerekir; Fakat bizim yorumumuza göre bu gibi
yerler böyle zamanlar birinci hitabın açık ifadesi altına girer. O zaman Allah
bu gibi yerleri görmezden gelmiş ve oralarda yaşayan/ yaşayabilecek insanları
ihmal etmiş olmaz.
Tefsircilerin
görüşlerine katılacak olursak, Kur’an’ı Kerim’in ‘Şafağın beyaz ipliği siyah
iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyiniz, içiniz sonra da orucu geceye
kadar tamamlayınız’ ayetinde İslâm şeriatı için gerekli olan genellik,
kapsayıcılık düşünülemez. Zira yaz günlerine tesadüf eden Ramazan’da geceleri
aydınlık yahut gündüzleri, haftalar ve aylar kadar uzun yörelerde bu ayet-i
kerime tamamıyla hükümsüz kalır:
Çünkü böyle
yerlerde ‘beyaz iplik, siyah iplik’ ‘fecir ve gece’ gibi şeyler
bulunmamaktadır. Buna ilâveten her Ramazan ayı yeryüzünün bazı yerlerine göre
devamlı aydınlık, bazı yerlerinde ise devamlı olarak karanlık olur. Bu durumda
İslâmiyet’in büyük rükünlerinden biri olan orucun farziyeti yeryüzünün çoğu
bölgelerinde kalkar. Tamamen hükümsüz olur. Dolayısıyla, ilmiyle bütün yerleri,
bütün zamanları, bütün insanları ve halleri ihâta eden/kuşatan Allah’ın
indirdiği Kitap kusurlu olur. Oysa Kur’ân-ı Kerim'de kusur bulunmaz.
Allah,
gündüzleri, geceleri ve ayları muntazam olmayan yerlerde yaşayan insanlara
belli bir Ramazanı farz kılar mı? Yolculuktaki ufak meşakkatler dolayısıyla
kullarından Ramazan günlerini tehir eden Allah, gündüzleri haftalar ve aylar
kadar devam eden yerlerde elbette Ramazanı farz kılmaz. Küçük özürleri dikkate
aldıktan sonra, en büyük özrü ihmal etmek, “kolaylık” ilkesi üzerine kurulmuş
olan İslâmiyetin şanına hiçbir zaman uygun olmaz. Kısmî bir rahatsızlık
verebilecek yolculuk orucu hakkında “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.”
demiş olan Kur’an-ı Kerim, genel zararları kesin olan orucu elbette farz kılmaz.
Ümmetini arada iftar etmeden peş peşe oruç tutmaktan, yani iki gün arasında
kalan bir gecede iftar etmemekten şiddetle nehyeden Rasûl-i Kerim, sürekli
gündüz olan ve ufuklarından aydınlığın eksik olmadığı yerlerde tayin etmek
yoluyla Ramazan orucu tutmayı elbette teklif etmez. Buna göre olsa gerektir ki
Kur’ân-ı Kerim, ‘Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidâyeti ve
doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere Kur’an işte
bu ayda inmiştir.’ ayetinin sonunda ‘Onu oruçla geçiriniz’ gibi genellik ve
belirlilik ifade den bir kelime kullanmamıştır. Bunun yerine Kur’an, ‘Sizden
kim bu ayı idrak ederse o ayda oruç tutsun’ gibi günleri ve ayları normal olan
yerlerde yaşayan insanlara mahsus bir hitabı tercih etmiştir. ”Gece ve gündüzü
sıkıntılı olan yerlerde ayı idrak etmek mümkün olmaz. Bu idrak baş gözüyle
görmekten ibaret bir idrak değildir. Bizzat o bölgelerde ikamet etmektir. Ve
ayın tümünde o yerde ikamet etmeye devam etmektir. Kur’an-ı Kerîm’in açık
ifadesine göre kutuplarda ve kutupların civarında hiçbir zaman oruç farz
değildir. Zira oruç sadece sayılı günlerde farz kılınmıştır. Senesi bir gündüz
ve geceden ibaret olan kutuplarda ya da gündüzleri ve geceleri haftalar ve
aylar kadar devam eden soğuk bölgelerde “sayılı günler” bulunmadığı için
oralarda ikamet eden insanlar yaşadıkları yerin taşıdığı bir özelliği gereği
orucun farz oluş hitabından elbette istisna edilmiş olur. (Musa Carullah
Bigiyev, Uzun Günlerde Oruç, Doç. Dr. Abdullah Kahraman İz Yayıncılık, İslâm Klasikleri
Dizisi:35, İstanbul, 2009, ISBN 9789753557351, s.109-115, 126)
Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu
“Gündüzleri
uzun olan günlerde, Mekke ile Medine’nin oruç süresinin ortalaması alınarak
Ramazan orucu tutulmalıdır. Bu uygulama Kur’an’ın ruhuna daha uygundur. ‘Allah
kimseye gücünün üzerinde bir teklifte bulunmaz.’”(Berlin Türk Eğitim Derneği
Berlin Konferansı/ MOCCA Dergisi, Sayı 15, s.68)
Prof. Dr. Süleyman Ateş
“Kur'ân-ı
Kerîm'de oruç tutulması emredilen gün, normal namaz vakitlerinin olduğu bölgelere
mahsustur. Yüce Allah, normal bölgelere göre hükmünü bildirmiş, normal
şartların dışında kalan konuları, Müslümanların içtihatlarına bırakmıştır.
Böyle uzun yerlerde ve özellikle kutup bölgelerinde oruç, ya Kur'ân'ın indiği
kent olan Mekke saatine veya o bölgeye en yakın olan normal vakitlerin cereyan
ettiği ülkeye kıyasen tutulur. Kutup bölgelerinde namazlar da belirlenecek
saatlerde kılınır.” (Süleyman Ateş, Yeni İslâm İlmihâli, Yeni Ufuklar Neşriyat,
2008, ISBN 9759843397)
Molla Hüsrev (Fatih Sultan Mehmet dönemi şeyhülislâmı)
“Vakitleri
normal teşekkül etmeyen yerlerde oruca saat ile başlanır ve oruç saat ile
bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden şehirdeki
Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur.“ (Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i
Gurer-il-Ahkâm, Mollah Hüsrev Mehmed bin Feramürz, (1478 (Hicri 883) senesinde
eserini tamamlayıp Fatih Sultan Mehmet’e sunmuştur.) Matbaa-i Amire, İstanbul)
Prof. Dr. Muhammed
Hamidullah
“45 derece ile 90 derece arasındaki
bölgelerde güneşe değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi,
oruç vs. için de böyledir. (Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş, Beyan
Yayınları, 2003, İstanbul, ISBN 9754731489)
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
“Normal
vakitlerin oluşmadığı dönemlerde namaz ve oruç vakitleri hususunda takdir
yöntemine başvurulması kaçınılmazdır. Bazı hadislerde de ifade edildiği gibi
vakitlerin oluşmadığı yerlerde ‘takdir yöntemi’ ile ibadet edilmesinde dinen
bir sakınca yoktur.“ (Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı, Tarih: 10-11.06.2009, http://www2.diyanet.gov.tr/dinisleriyuksekkurulu/Sayfalar/45Enlem.aspx)
Rusya Müftüler Konseyi
“Geniş coğrafi
alana sahip Rusya'da güneşin batmadığı bölgelerde oruç tutan Müslüman toplumu
Mekke'ye uygun şekilde iftarlarını yapabilirler. Gündüz vakti ortalaması olan
12 saatin çok üzerinde, yaklaşık 19 ve üzeri saat gündüz vaktinin yaşandığı
bölgelerde oruç, Mekke saat dilimi ve iftar vakti esas alınarak tutabilir.“ (http://ramazan.haber7.com/oruc/haber/1050512-gunesin-batmadigi-ulkelerde-oruc-nasil-tutulur,
17.07.2013)
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
“Güneşin
aylarca doğmadığı veya batmadığı yerlerde yaşayan müminlerin de dinî eğitime ve
sevaba ihtiyaçları vardır. Bu sebeple ibadetlerini de –tıpkı genel olarak
hayatları gibi– aya ve güneşe göre değil, farazî ve itibarî olarak
ayarladıkları günlerine göre yapacaklardır. Bu şartlarda yaşayan müminlerin
uygulayacakları vakit cetveli bakımından âlimlerce iki yol gösterilmiştir:
1.
Mekke takvimini uygulamak.
2.
Kendilerine en yakın normal (gecesi
ve gündüzü tam teşekkül eden) bölgenin takvimini uygulamak.
Kıyamet
yaklaştığında ve Deccâl çıktığında günün çok uzun olacağını bildirmesi üzerine
Hz. Peygamber'e, bu bir yıl kadar uzun günde namazları nasıl kılacaklarını
soran sahâbîler, ‘Daha önceki normal günlere göre kılarsınız.’ cevabını
almışlardı. Bu hadis de yukarıdaki çözüme ışık tutmaktadır.“ (Müslim,
"Fiten", 110; geniş bilgi için bk. Hayrettin Karaman, İslâm'ın
Işığında Günün Meseleleri, İz Yayıncılık , ISBN 9753554961).
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün
Soru, gecelerin
kısa gündüzlerin uzun olduğu yerlerde orucun kaç saat tutulacağı ile ilgili.
Örneğin, İzlanda gibi gecenin sadece 3 saat olduğu bir yerde orucun 23 saat
tutulması mı gerekir yoksa oruç tutanlar en yakın yere mi uyacaklar? ‘Gündüzün
uzun gecenin kısa olduğu yerler, kendilerine en yakın olan yere tabi olurlar’
ilkesini benimsediğimizde, bu durumda İzlanda’dakilerin Norveç’e tabi olması
gerekir, diyelim. Bu durumda aynı soru Norveç için de sorulacak zira orada da
oruç 20 saati buluyor. Onu da en yakın olarak Rusya takip ediyor.
Avrupa’da en
uzun orucun tutulduğu İzlanda ile Türkiye arasında 5 saatlik bir fark var. Bu
farkı korumak mı gerekir yoksa başka bir yol mu bulunmalı?
Kanaatim şudur:
“Güneş batımının geç saatlere kadar gerçekleşmediği yerlerde itibari bir güneş
batımı tespit edilerek, imsâk ve iftar vakti belirlenir. Unutmamak gerekir ki
yerel saatleri belirlemek için yararlandığımız meridyenler itibaridir. Bu
itibarî oluştan hareket ederek, orucun kaç saat tutulacağı konusunda aynen
itibari bir zaman tayini yapılır. Güneş batımı, bir zaman tayinidir, orucu
açmanın gerekçesi değildir. Bu tayini ilgili bölgedeki insanlar yapabilirler.
En yakın yere de uyabilirler. Ama yine aynı uzun saatlerle karşılaşacakları
için daha merkezi bir tayinde bulunabilirler. Bu Mekke de olabilir Medine’de. (Berlin
İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 25.01.2018)
Prof. Dr. İlhami Güler
“Bilindiği gibi
Arabistan’da en uzun gün 12 saati geçmemektedir. Oysa Ekvator’un kuzeyindeki
ülkelerde gün 20 saate kadar uzanmaktadır. Günlerin uzun ve en sıcak olduğu yaz
aylarına denk gelen Ramazanlarda, tarım, inşaat, madencilik, endüstri,
fırıncılık, lokanta vb. işkollarında, güneş sıcağının altında veya ateş
ısısının karşısında, beden enerjisi ile çalışmak zorunda olanların Ramazan ayı
içinde oruçlarını tutmamaları, bunun yerine ayette verilen ruhsatlardan ya
fidye vermeleri veya başka günlerde oruçlarını tutabilecekleri kanaatindeyim.
Gerekçesine
gelince; bu işlerde çalışanlar, terleme yolu ile yoğun su ve mineral
kaybetmektedirler. Bedenden yoğun su kaybı ise vücutta kanın pıhtılaşmasına,
dolaşımın yavaşlamasına sebep olduğu için, kalp krizi tehlikesi doğurduğu gibi;
susuzluk, böbreklerde kalıcı hasarlara sebebiyet verebilmektedir. Orucun her
otuzüç yılda bir yaz aylarına denk gelmesi, bilindiği gibi Arapların
kullandıkları ‘Kameri’ takvimden kaynaklanmaktadır. Bu takvimi Arapların
kendileri İslâm’dan önce tercih etmişlerdir. Yoksa Kameri takvim Allah’ın dinî
anlamda vaz’ ettiği bir şey değildir. Eğer Araplar ‘Güneş’ takvimi kullanıyor
olsalardı, Ramazan ayı bütün yılı dolaşmayacak, hangi mevsimde farz kılındı
ise, o mevsimde kalacaktı. Nitekim kaynaklarda Hz. Muhammed’in (s) sağlığında,
orucun farz kılınmasından sonraki dokuz yıl boyunca Ramazan ayının bahar
mevsimine denk geldiği bildirilmektedir. Dolayısıyla orucun sıcak mevsimlere
denk gelmesi, Allah’ın insanları böyle anormal bir ‘meşakkat’ durumu ile
denediği anlamına gelmez. Çünkü ayette ‘Allah, kolaylaştırmayı murad eder,
zorlaştırmayı değil’ denmektedir. Böyle bir ruhsatı klimalı serin odalarında
oturan din bürokratlarının (Diyanet İşleri bürokrat-memurlarının) ve ilâhiyatçıların
vermesi kolay değildir. Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini
ancak damdan düşen anlar. İkincisi de, teologlar, insanların mağduriyet
durumlarını düşünmekten ziyade Tanrı’nın gözüne girmeye çalışırlar. Buna örnek
olarak ulemanın, kasten oruç bozan birisi için ceza olarak 61 günlük “kefaret
orucu” icat etmelerini verebiliriz. Kur’an’da böyle bir ceza hükmü olmadığı
halde, bir hadisi gerekçe göstererek, Hanefiler ve Malikiler Ramazanda kasten
yiyip içen ve cinsi münasebette bulunanın; Şafiler ve Hanbeliler ise sadece
cinsi münasebette bulunanın, 61 gün kefaret orucu tutmasına hükmetmişlerdir.” (https://onedio.com/haber/agir-is-yapan-oruc-tutmasin-16495)
Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı
“Oruç zamanının
ve süresinin tespiti, Güneş takvimine göre yapılmalıdır. Ramazan ayına ulaşan
kimse o ayı oruç tutsun" diye geçen Bakara 185'te Ramazan’ın bir ay olduğu
ortaya çıkıyor. Böylece Kuran'ın farz kıldığı oruç bir aydır. Ramazan, Arap
aylarına göre belirlendiği için her sene 10 gün önceye geliyor. Bana göre Ramazan
ayı sabitlenebilir.” (http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-bayraktar-bayrakli/653669-oruc-butun-dinlerde-vardir,
01.08.2011)
Prof. Dr. İsrafil Balcı
Dinin geldiği
coğrafyadaki hükümler yerel ve normal şartlardaki hayat nizamına göre
düzenlenmiştir. Bu hükümleri şartlara göre yenilemede bir sakınca olmaz.
Üstelik vahyin dinamik yapısı bunu gerekli görür. Mamafih Allah zorluğu değil,
kolaylığı murad eder. Unutmamalıyız ki, kameri (ay) takvime göre oruç zamanını
belirleme Allah’ın emri değildir, o dönemde Araplar’ın tercih ettiği takvimle
alakalıdır. Allah oruç tutmayı emretmiştir. Bu durumda güneş takvimi esas
alınarak oruç ayı düzenlenebilir ve böylece oruç ayının yeri de sabitlenebilir.
Dikkat edilirse bugün, izafi olarak belirlenen paralel ve meridyenlere göre
zaman dilimi takdir ederek ayarlanmıştır. Bu bağlamda sorun teşkil eden
bölgeler için izafi zaman dilimi belirlemede bir sakınca olmadığını
düşünüyorum. Ayette geçen “Size göre” (2 Bakara/187) ifadesi, buna referans
gösterilebilir. Üstelik inancımız azami değil asgari koşulları yerine
getirmemizi ister. Resulüllah cemaatine bunu öğütlemiştir. “Allah sizi
gücünüzün üzerinde bir sorumlulukla mecbur tutmaz” ilahi ilkesi de buna
referanstır. Dikkat edilirse gücü yetmeyenler için fidye imkânı getirilmiştir.
Bu bağlamda zor ve ağır işlerde çalışanlar bile farklı zamanlarda oruç
tutabilirler. Kaldı ki, zaten kameri takvime göre oruç günleri yıl içinde
değişmekte, her 33 yılda ise bir yıllık bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla normal şartlar dışında kalan konular/bölgeler için yeni
yorumlar/içtihatlar geliştirilebilir. Bu bağlamda Mekke ve Medine’nin veya en
yakın yerin normal zaman dilimleri veya saati esas alınarak bir zaman düzenlemesi
yapılmasında bir beis yoktur. En azından bir tercih ve çözüm yoludur. Aynı
husus namaz vakitleri için de geçerlidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel
açıklama, 31.12.2017)
Prof. Dr. Mehmet Azimli
Daha önceleri “Uzun
günler olan yerlerde en yakın yere uyabilirler” şeklinde bir fetva verildiği
olmuştur. Böyle çözüm olmaz. Kimine göre en yakın yer Almanya’dır, kimine göre
Avusturya’dır, kimine göre Türkiye’dir. Onun için bunu bir ilkeye bağlamak ve
sabitlemek gerekir. Sabitleme işini de Mekke’yi esas alarak yapmak doğru olur. Uzun
gündüzleri olan ülkelerde yaşayan Müslümanlar Mekke’deki oruç vakitlerine göre
oruç tutabilirler. Gün batmış-doğmuş, oruç şu kadar saniye önce tutulmuş-açılmış
vs. bunlar sorun olmamalıdır. Çünkü oruç, Kur’an’ı Kerim’in indiği ortamda farz
kılınmıştır. Allah orucun zamanını ve süresini o bölgenin insanına göre ayarlamıştır.
Ama İslâmiyet genişledikçe, evrensel olarak bütün dünyaya yayıldıkça bu tür sorunlar
doğmuştur. Bu sorunlar sorunlu bölgelerde yaşayan Müslümanlar tarafından
çözülmelidir. (Berlin İlâhiyatçılar Derneği’ne özel açıklama, 01.01.2018)
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Vakitlerin tam
oluşmadığı bölgelerde Kur’an-ı Kerim’in indiği coğrafyanın takvimi esas alınmalıdır.
Örneğin, namazın farzlarından biri de vakittir. Namazın namaz olması için
vaktin girmesi gerekir. Vakit oluşmamışsa kılmayalım, demek doğru olmaz. İzafi
şeyler ibadetin yükümlülüğünü düşürmez. Ama yaşanılan coğrafyayla Kur’an’ın
indiği coğrafya örtüşmüyorsa ne yapılmalıdır. 20 saat ya da 22 saat oruç
tutulmaz. Cenabı Allah’ın kullarına zorluk yerine kolaylık istediğine dair bir
çok ayeti kerimesi vardır. Öyleyse herkes için bağlayıcı veya örnek alınması
gereken yer olan Mekke oruç süresi esas alınarak oruç tutulmalıdır. (Sözden
Öte, 24 TV, https://www.youtube.com/watch?v=-oxh9z85fG4,
15.01.2016)
SONUÇ
1.
Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın (24 saatlik günün vakitlerinin -12 saat gündüz, 12 saat gece- tam teşekkül
etmediği, gündüzleri uzun olan ya da 6 ay gece 6 ay gündüz olan yerlerde) “Ben
Müslümanım.” diyen herkese oruç farz kılınmıştır. Kutuplardaki ve uzun
gündüzleri olan yerlerde yaşayan Müslümanlara oruç farz değildir, demek doğru
olmasa gerektir. Oruç ayetinin sonunda, “Oruç tutmak sizin için daha
hayırlıdır.” vurgusu vardır. Bu vurgu ile oruç tutmamanın değil, tutmanın daha
hayırlı olduğunun altı çizilir.
2.
Oruç aç ve susuz kalmaktan ibaret
değildir. Oruç bir disiplindir. Belirlenen o süre içinde nefsin disipline
edilmesidir. Helâllere ulaşma yasaklanmıştır bu sürede. Oruç ayetinin sonunda
"Umulur ki korunursunuz" uyarısı vardır. Korunulacak olan şeyler
bellidir. Yalandan iftiraya ve kalp kırmaya, cimrilikten ihtikâra ve israfa
kadar ne kadar toplum menfaatine aykırı davranış varsa onların hepsinden korunulacaktır.
İşte oruç tutmak böyle bir şeydir.
3.
Aslında oruç kendi başına ibadet
değildir. İnsanlar aç kaldıkları için sevap almazlar, aç kaldıkları için ceza
da almazlar. Oruç, yukarıda zikrettiğimiz ibadetlerin ön şartıdır.
4.
Oruç Medine'de farz kılınmıştır.
Peygamberimiz de ömrü boyunca orucunu Medine’de tutmuştur. Kur'an'ı, indiği
yerdeki muhatabı nasıl anladıysa önce öyle anlamalıyız. Sonra da bulunduğumuz
bölge şartlarında o yöre insanının ihtiyacına cevap verebilecek yorumlarımızla
İslâm'ı yaşanabilir bir din haline getirmeliyiz. Din bizim elimizde insanlara
sıkıntı verecek bir araç haline değil, insanların sıkıntılarını giderecek İlahi
mesaj haline gelmelidir. Dolayısıyla “Medine’deki oruç süresi esas alınarak”
orucun başlangıç ve bitiş zamanı belirlenmeli ve dünyanın ihtiyaç duyulan bütün
bölgelerinde o bölgede yaşayan insanların çalışma saatlerine uygun olarak aynen
monte edilmelidir. Müslümanlardan istenen budur.
5.
İbadetler, bazı coğrafi bölgelerde
yaşayan Müslümanlara avantaj sağlarken, diğer bölgelerde yaşayanlar için
dezavantaj olmamalıdır. Allah her bölgedeki Müslümana eşit mesafede durur. En
doğrusunu Sahibimiz bilir.
Berlin
İlahiyatçılar Derneği, 25.01.2018
BİTTİ