-Bu bir çağrıdır, Almanya’da
hizmet veren dini cemaatler, “Haus of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız
diye başvuru yapmalıdırlar-
Rüştü Kam
Ha-ber.com
Berlin’de aynı çatı altında Cami, Kilise ve Sinagog inşa edilecek. Üç
Semavi Din ’in mensupları bir arada dua edeceklermiş. Amaç sadece dua etmekmiş.
Yapının Temelinin, 14 Nisan 2020'de atılması bekleniyor. Haus of One (Bir Ev)
projesinden bahsediyorum. Bu proje için Almanya 19.5 Milyon Euro destek
verdiğini açıkladı. Toplam maliyeti 47 milyon Euro civarında olacakmış. Bu
projeyle Hrıstiyan, Yahudi ve Müslümanların aynı çatı altında dua etmek
için bir araya gelmeleri ümit ediliyormuş.
‘Bir Ev’ projesi, Berlin'in
tarihî Petri Meydanı'nda hayata geçirilecekmiş. Bu meydanda, 13'üncü yüzyılda
inşa edilen, İkinci Dünya Savaşı'nda zarar gören ve 1964'te yıkılan ‘Petri
Kilisesi’ bulunuyormuş. Sembolik bir anlamı var. Papaz Gregor Hohberg; "Bu
yerin Berlin'in geçmişinde önemli bir yeri vardır. Üç Semavi Din’in mensuplarının
burada birlikte dua etmeleri, bu yeri gelecekte de önemli kılacaktır. Bu
düşünceyle Bir Ev projesini burada hayata geçirmek için karar verdik” diyor. Bu
meydanı önemli kılan işte bu Petri Kilisesidir. İnşası üç yıl sürecek.
Bu Projenin fikir babası Protestan Marien Kilisesi Papazı
Gregor Hohberg. Papaz Hohberg, 2007 yılına kadar otopark olarak kullanılan bu
meydana yeni bir dinî yapı inşa ederek geleceğe yatırım yapmak istediklerini ifade
ediyor. Hohberg, günümüzde Petri Kilisesi’ni ayağa kaldırmanın fazla anlamlı
olmadığını söyledikten sonra ilave ediyor; “Berlin’in demografik yapısında
Müslümanların sayısının gün geçtikçe daha da arttığını gözlemliyoruz. Museviler
de var. Bu durumda üç dinin mensuplarının bir çatı altında ibadet edebilmelerine
imkân sağlayan bir ibadethane inşa etmek daha da mantıklı olacaktır.”
Papaz Hohberg
haklıdır. Teklifi de mantıklıdır. Almanya’da Müslümanların sayısı altı milyona ulaşmıştır.
Bu sayı hızla da artmaktadır. Ancak Hohberg Bir Ev projesini tamamen yepyeni bir
projeymiş gibi takdim ediyor. Bilerek veya bilmeyerek. Oysa İslâm Tarihinde bu
projenin benzeri Müslümanların yönetimi altındaki coğrafyalarda bizzat
uygulanmıştır. İlk uygulama Habeşli Hristiyanların
Medine’ye yaptıkları ziyaret sırasında Peygamberimizin onlara ibadet etmeleri
için mescidi açmasıyla başlamıştır.
Sonrasında
Kudüs’te aynı uygulama devam ettirilmiştir. Kudüs’te Kilise, Cami ve Süleyman
Tapınağı sanki sırt sırta birbirlerine yaslanmış gibidir. Mensupları bu
yüzyılın başına kadar ibadetlerini kendi mekânlarında hiç sorunsuz bir şekilde devam
ettirmişlerdir.
Yüzyıllardır
değişik kültürlere ev sahipliği yapmış olan İstanbul; Ezan, Çan ve Hazzan’ın
oluşturduğu bir harmoniye, Hilal'in, Haç'ın ve Davud Yıldızı'nın süslediği bir siluete
sahiptir. Kimse kimsenin tavuğuna kış dememiştir. Osmanlı yönetimi,
yönetimi altında yaşamlarını sürdüren Kilise ve Havraya özel statü bile
sağlamıştır. Fatih, 1463'te Bosna'yı fethettikten hemen sonra bir
ferman yayınlıyor. O ferman Mehmetçik tarafından 536 yıl sonra ortaya çıkartılıyor.
Fermanına ‘‘yeri-göğü yaratan Allah'ın ve
kuşandığım kılıcın hakkı için’’ sözleriyle başlıyor Fatih. Bosnalı
Hristiyanları dinlerinde ve inançlarında serbest bıraktığını ilan ediyor ve beş
asır öncesinden bugünün dünyasına insanlık dersi veriyor.
İşte, Fatih'in Bosna fermanı
‘‘...Ben ki Sultan Mehmed Han'ım,
halkımın tamamına ve devletimde üst düzeyde bulunanlara malum olsun ki, işbu
fermanımla Bosna rahiplerine lütfumu arttırıp yeri ve göğü yaratan Allah'ın
hakkı için, ulu Peygamber hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için
ve kuşandığım kılıç hakkı için şöyle buyurdum:
Bu kişilerin yaşadıkları yerlere
ve kiliselerine kimse mâni olmayacak, sıkıntı vermeyecek ve herkes yerinde
kalacaktır. En başta yüce hazretim bulunmak üzere vezirlerimden ve kullarımdan
ve halkımdan hiç kimse bu kişilere, canlarına, mallarına ve kiliselerine
taarruz etmeyecek, onları incitmeyecek; yabancıların buraya yerleşmek üzere
gelmelerine karşı çıkılmayacaktır.
Yukarıda bahsi geçen kişiler için himmet buyurup
lütfettiğim bu fermanımda yazılı olanlara muhalefet etmeyenler bana iyi bir
şekilde hizmette bulunmuş ve emirlerime uymuş olacaklardır. Milodraz'da,
1463'ün 28 Mayıs'ında yazıldı.’’(Hürriyet Gazetesi, Murat bardakçı, 25 Temmuz 1999 )
Antalya’da
2004 yılında Dinler Bahçesi yapılmıştır. Bu bahçede Cami, Sinagog ve Kilise yan
yana bulunmaktadırlar. Bu bahçe yapılırken Semavi din mensuplarının
birbirlerine karşı hoşgörülü ve saygılı olmaları gerektiğinin mesajı verilmek
istenmiştir.
İstanbul/ Kuzguncuk’ta,
Kilise, cami ve Sinagog aynı bahçeyi paylaşmaktadırlar.
Batum’un 15 kilometre güneyinde, Çoruh
Nehri ağzında bulunan Apsaros Kalesinde, Osmanlı yönetimine geçtikten
sonra bu üç Semavi din için ibadet mekanları kurulmuştur. (1547)
Antakya’da üç semavi din mensupları hâlâ birlikte toplantılar yapabilmekte,
dini bayramlarında bir araya gelerek ortak kutlamalar yapabilmektedirler.
Papaz Hohberg’in yeni bir
şey yapıyorlarmış gibi ‘Bir Ev’i takdim etmesi bundan dolayı yanlıştır. Ancak
önemli bir iş için kolları sıvamaları doğru bir şeydir, taktire şayandır. Almanya’da
Müslümanların tarihte yaptıklarına benzer bir uygulama için adım atılmıştır. Birbirlerine
yakın mekanlarda değil de aynı çatı altında üç dinin mensupları için dua
mekanları oluşturulmak istenmektedir. Hoşgörüye en çok ihtiyaç duyulan
zamanımızda böyle bir adımın atılması taktire şayandır. İnanıyorum ki, bu yapı
hoşgörünün sembolü olacaktır.
Arsa sahibi Berlinli
girişimci Catherine Dussman’ın, projede Müslümanlar adına sadece Fetullahçı
Terör Örgütü (FETÖ)’nün yer almasından
rahatsızlık duyduğu haberleri gelmektedir kulağımıza: Dussman diyor ki; “Dinler
arası diyalog ve anlayışı teşvik etmek yerine, yeni çatışma yaratan bir projeyi
destekleyemem." Dussman’ın önünde şapka çıkarmak gerekir.
Dussman’dan önce bu
konudan, Almanya’da yaşayan 6 milyon Müslüman rahatsız olmalıydı. Almanya'da
FETÖ’ye yakınlığıyla bilinen "Forum Dialog" adlı kuruluşun Müslümanları
temsil etmediği Müslüman yazarlar tarafından yazılıp çizilmeliydi. Dini
Cemaatler bu konuda konferanslar düzenlemeliydi. Konu ile ilgili imza
kampanyaları düzenleyip başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkili mercilere
gönderilmeliydi. ‘Bir Ev’ projesinde biz de yer almak istiyoruz diye müracaatlarda
bulunulmalıydı. Müslümanlar ‘sinekli seccade’ ile ilgili konularla uğraşmaktan
bu tür konulara zaman ayıramamaktadırlar.
Anlaşılan o ki; Almanya Müslümanların
dağınıklığından rahatsız olduğu için kendisine muhatap arıyor. DİTİB ve Millî
Görüş gibi büyük kitlelere hitap eden dini cemaatler bir araya gelmeli,
Arapların ve Şiilerin de içinde bulunacağı bir heyet oluşturmalıdırlar. Bu
heyet, ‘Bir Ev’ projesinde biz de yar almak istiyoruz diye müracaatta
bulunmalıdırlar. Aksi taktirde Türkiye’de 15 Temmuz darbesini gerçekleştiren
FETÖ gibi kuruluşlar yürüttükleri etkin politikalarla iletişim stratejisi
sonucunda İslam’ı, demokrasiyi ve evrensel değerleri acımasızca suistimal etmeye
devam edeceklerdir. ‘Bir Ev’ gibi projelerle büyümeye ve güçlenmeye devam edeceklerdir.
Şu iyi bilinmelidir ki; Almanya’nın anlamak istemediği veya şimdilik kendi
ulusal çıkarları için araçsallaştırmayı tercih ettiği bu örgüt, orta ve uzun
vadede faaliyetlerine hız verecektir. Örgüt,
Türkiye karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden kendisine siyasi alan açmaktadır. Bu
örgüt ilerleyen günlerde Türkiye ve Türk toplumuna olan kinini büyüten bir
yapıya dönüşecektir. Her ne kadar Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında sayı
olarak bir önem ifade etmeseler de kurulan iş birlikleri ve yaptıkları faaliyetlerinde
çarpan işlevi görülmektedir.
Geç kalınmış değil, 14
Nisan 2020 ‘ye daha zaman var. Temeli atılmadan önce Almanya’da yaşayan
Müslümanlar adına, “Haus of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız,
olacağız diye başvuru yapılmalıdır. Bu başvuruyu dini cemaatler tek tek
kendileri yapabilecekleri gibi, oluşturacakları heyet aracılığıyla da yapabilirler.
Son pişmanlık fayda vermez. Müslümanlar/ dini cemaatler tarafından gereken
yapılmazsa, gerekeni yapanlar, yapılacakları yapacaklardır. Gerekeni
yapmayanlar bugün olduğu gibi yarın da dedikodu yapmaya edeceklerdir.