26 Ekim 2020 Pazartesi
BERLİN MEVLÂNA CAMİİ’NDE ALMANYA MÜSLÜMANLARA GÖZDAĞI MI VERDİ?
Rüştü KAM
Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Mehmet Akif Ersoy
Yazıma İstiklal Marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif Ersoy’un bu ibret alınması gereken beytiyle başlamak istedim. Halimiz ibretliktir. 50 yılımız geçmiş Almanya’da. Geçen bu süre içinde Almanlar nezdinde hâlâ insan bile değiliz. Böyle bir imaj bırakmışız. “Manavız, dönerciyiz...”
Türk ve Müslüman deyince Almanların aklına; belli bazı değerlere sahip olmayan, sıradan insanlar topluluğu geliyor: Onların evleri yakılabilir, işyerleri kundaklanabilir, dernekleri kundaklanabilir, camilerine polis ordusuyla baskınlar düzenlenebilir, camileri yakılabilir, camilerinin avlularına kurşun bırakılabilir, domuz kafası atılabilir, evlerin ve camilerin içinde insanların olması o kadar da önemli değildir. Onların iş adamları kafalarına kurşun sıkılarak da öldürülebilirler. İnsan olmalarından kaynaklanan haklar onlar için geçerli değildir. Çünkü onlar saygı duyulacak insanlar değildirler.
Oysa aynı Alman devletinin kolluk kuvvetleri, Kilise ’ye veya, Sinagog’a ve onların mensuplarına aynı gözle bakmıyor. Onlar için Kilise ve Sinagog Allah’ın evidir. Kutsaldır. Suç işleyen birisi, Kiliseye veya Havra’ya sığınsa ona dokunulamaz. O kişinin hamisi o andan itibaren Papazdır ve Hahamdır. Ancak onların müsaade etmelerinden sonra devlet yetkililerine teslim edilebilir. Kutsal mekanlarla ilgili uygulamaların böyle olması gerekirken, Müslümanın camiine polis ordusu ile girilebiliyor, postallarla secde mahalline basılabiliyor.
Almanya’nın başkenti, Berlin’in göbeğinde/ Kreuzberg semtindeki bir camiye, Mevlâna Camii’ne sabah namazında baskın yapılıyor. Bu baskını basınıyla, köpeğiyle tam teçhizat gelen polis ordusu yapıyor. 150 kişilik bir ordu.
Bu baskın bir ibadethaneye yapılıyor. Müslümanların kutsal saydıkları, Allah’ın evidir dedikleri mekâna yapılıyor. Önce bu mekâna bu baskının niçin yapıldığına, nereye ve nasıl yapıldığına bakmak gerekir. Söylenildiği gibi pandemiden dolayı yardım amaçlı olarak verilen cüz’i bir paranın peşine mi düştü Almanya. Bu baskını onun için mi yaptı. Bir vergi memurunun yapacağı işi neden polis ordusuyla yapmaya kalktı Almaya. Yoksa Müslümanların tüm dünyada hedefe konulmasıyla bir alakası vardır mıdır bu baskının. Almanya bu baskınla Müslümanlara gözdağı mı vermek istedi. Müslümanları bundan sonra artçı baskınlar mı bekliyor? Üzerinde durmak gerekir.
T.C. Berlin Büyükelçisi Ali Kemal Aydın, Başkonsolos Rıfkı Olgun Yücekök olay mahalline gelip basın toplantısı düzenliyorlar. Yöneticilere geçmiş olsun dileklerinde bulunuyorlar. Yapılması gerekeni yapıyorlar. Buraya kadar güzel.
Güzel olmayan Almanya’da hizmet veren dini cemaatler tarafından bir basın toplantısının yapılmamasıdır. Din Hizmetleri Müşaviri veya Ataşesi, İslâm Kültür Merkezleri’nin temsilcisi, Şii Müslümanların temsilcisi, Alperen Ocaklarının temsilcisi ve Arap Müslümanların temsilcileriyle de bir basın toplantısı yapılmalıydı.
Bu yapılsaydı, deklanşöre anlamlı bir fotoğrafı çekmek için basılırdı. Çekilen fotoğraf da anlamlı olurdu, konuşmaya başlardı ve derdi ki; “baskının sebebi ne olursa olsun burası Müslümanların bir ibadethanesidir. Bu ibadethane bir cemaate ait olarak görülemez. Bu ibadethaneye yapılan baskın bütün Müslümanlara yapılmış gibidir, bu baskında, Müslümanın secde ettiği yere, kafasına basılmıştır. Bu kabul edilebilir bir şey değildir.”
Evet böyle bir fotoğraftan sonra düşünmeye başlardı belki Alman makamları. Bu toplantı için vakit hala geçmiş değildir.
Türk basınının içinden çıkan bazı sorumsuzlar da var. Sorumsuz sorumlular bunlar. Konuş demişler bunlara onlar da konuşuyorlar. Sapla samanı karıştırarak, dedikodu ve zan üzerinden yalan haber üreterek kendi toplumunun ayağına sıkıyorlar. Habercilik adına bunu yapıyorlar. Ayıptır, günahtır. Aklı erenler bu arkadaşlarımıza yol yordam öğretmelidir…
Mehmet Akif Ersoy bu durumumuzu bakınız yıllar önce nasıl anlatmış.
“…Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üsluba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hala mı hala ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nakus-u izmihaliniz...
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, halimiz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme,…”
Benzer bir olayı, Rahip Martin Niemöller de şöyle anlatıyor. Almanya’da Nazilerin ortalığı kasıp kavurduğu yıllardır o yıllar:
“-Naziler Yahudiler için geldiğinde sesim çıkmadı; çünkü Yahudi değildim.
- Komünistler için geldiğinde yine sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
-Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim.
-Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim.
-Sonra Çingeneler için geldiler sesimi yine çıkarmadım; çünkü ben Çingene değildim.
-Benim için geldiklerinde ise, sesimi duyacak kimse kalmamıştı.”
Mevlâna Camii’ni ziyarete giden, Başkonsolusun bulunduğu karede verilen bir resim var. Evlere şenlik bir resim. Resim sanki Alman yetkililerini haklı çıkarır gibiydi. Can sıkıcı bir resim. Basın toplantısı camide değil de sanki bakkal dükkanında yapılmış gibi. Fotoğraf Müslümanların aleyhine şahitlik eder gibiydi; “Baskının yapılmasına sebep olan şey arkamızdaki fondadır…” Oturulan kalkılan yerlere dikkat etmek lazımdır.
Mevlâna Camii’nin yöneticileri bir suç işlemiş iseler elbette cezaları verilmelidir. Ancak bu ceza suçu işleyene verilmelidir. Suçu sabit olmadan bu insanlar toplumun önüne suçluymuş gibi atılmamalıdır. Yapılış şekliyle topyekûn bir topluluğu zan altında bırakacak yöntemlerle de insanlar karalanmamalıdır. Böyle bir uygulama hukuk devletine yakışmaz, bu yöntem polis devletinin yöntemidir. Almanya Müslümanlarla kavgalıdır. Uzun zamandan beri kavgalıdır. Kavga yapılan toplum gerilir. Toplumu germemek gerekir. Almanya’da 6 milyon Müslüman yaşıyor. Bu insanlar Almanya’dan güvence istiyorlar. Can güvenliği, mal güvenliği istiyorlar. Devlet bu güvenceyi onlara vermelidir…Onlar bu güvenceyi hakkediyorlar.
Ne zaman yüreklerimiz bir çarpar, yumruklarımız aynı yere vurur, dudaklarımızdan aynı kelamlar dökülür, birlik beraberliğimiz misyonumuz için olur; işte o zaman Alman kolluk kuvvetleri bizim secde ettiğimiz yere/kafamıza basamaz. Yoksa şamar oğlanı gibi oradan oraya koşar dururuz. Ben böyle bilir böyle söylerim…
1 Ekim 2020 Perşembe
BİR YILDIZ (HASAN ONAT) KAYDI İLİM DÜNYASINDAN Rüştü KAM
Hasan Onat’ı 2011
yılında tanıdım. Türk Eğitim Derneği yönetim kurulu bir karar almıştı. Karar
şöyleydi: “Her sene süresi üç gün olan eğitim kampı düzenleyelim. Üyelerimize
konunun uzmanları tarafından akademik düzeyde bir bilgi arz edelim.” İlk
yapacağımız “Eğitim Kampı”nın konusu da şunlardı : 1-İslâm’da Mezhepler ne kadar
önemlidir? 2-Mezhepler niçin Kur’an’ın önüne geçmiştir? 3-Mezhepler bir
ihtiyaçtan dolayı mı doğmuştur? 4-Mezhepler olmadan İslâm yaşanamaz mı, mecbur
muyuz bir mezhebe bağlanmaya? Sıra geldi bu konuları anlatacak ilim adamı
bulmaya. Mezhepler tarihi hocalarını internet üzerinden araştırdık. Bazı
tanıdığımız ve güvendiğimiz şahıslardan tavsiyeler de aldık. Sonunda
Prof.Dr.Hasan Onat üzerinde karar kıldık. İrtibat telefonunu bulduk. Kendisini
aradım. Üstadım ben Rüştü KAM. Türk Eğitim Derneği’nin başkanıyım. Berlin’de
2011 yılının Nisan ayında süresi 3 gün olan bir Eğitim kampı düzenledik. Seminer
konularımız şunlardır. Masraflarınızı çekeceğiz, becerebilirsek küçük de bir
hediye takdim edeceğiz. Daha fazlasını ödeyecek gücümüz yoktur. Bu şartlarda üç
gün süreyle bizimle beraber olur musunuz? Üstat bizi tanımıyordu. Samimiyetimize
inanmış olmalı ki; hiç tereddüt etmeden elbette olurum. Sizler yurt dışında
böyle önemli çalışmalar yapacaksınız beni de davet edeceksiniz ben hayır
diyeceğim olmaz böyle bir şey. Ne zaman isterseniz haber verin nasip olursa
orada olurum… Üstat geldi Berlin’e. Planlanan derslerin dışında da,
arkadaşlarımızla konuşmaya devam ediyordu. Yemekte, yürüyüş sırasında, çay
saatinde, mangal başında her yerde. Bizler yorgun düşüyor ayrılıyorduk yanından
o yanında kim kaldıysa onunla sohbete devam ediyordu. O kadar alçak gönüllü bir
insandı ki, bizleri kendisine hayran bıraktı. Hasan Hoca dolu bir insandı.
Konusuna hakim, kendine güveni tam, kesin olarak bilmediği konularda ”Ben bu
konuda kesin bilgiye sahip değilim” diyecek kadar da açık yürekli bir ilim
adamıydı. Hasan Hoca’yı dinleyince bid’at ve hurafelerden uzak bir din
anlayışının inşa edilebileceği ümidi canlandı bizde. Mocca Dergisi’nde, kamp
konuşmalarını yayınladık. İlerleyen zamanlarda da yazılarıyla sürekli Mocca
Dergisini destekledi. Evet bir yıldız kaydı ilim dünyasından. İçimiz acıyor.
Hüzünlüyüz. Allah rahmet eylesin. Türk Eğitim Derneği’nin organize ettiği
Birinci Eğitim Kampında ‘Üstad’ın konuşmalarından bazı tespitler (Deşifre
12/03/2012): Önce tespitlerden bir demet Hasan Hoca ”Aklınızı çalıştırmazsanız
sizleri pislik içinde bırakırım” ayetini merkeze alarak başladı sohbetine. Önce
Arap Baharı’nın çiçeklerini koklamaya çalıştık. Burnumuzun direği sızladı. Hızla
uzaklaştık bahçe sandığımız o koruluktan. Sonra zaman tünelinde yolculuk yapmaya
başladık. Saadet Asrı’na(!) uğradık, orada hep acı ve gözyaşı gördük, hayal
kırıklığına uğradık. Sonra, Sevgilimiz, Canımız, Mihmandarımız, Efendimiz’in
vefat ettiğini duyduk. Cenazesinde bulunalım dedik, bir de ne görelim, daha
cenaze ortada dururken başlamış koltuk kavgası. ”Halife bizim kabileden olacak…,
hayır efendim bizim bizim kabileden olacak… Biz Kureyş’liyiz…, biz de Ensar’ız…”
Seçim propagandaları Tevhid gerçeği üzerinden değil, aşiretlerin üstünlüğü
üzerinden yapılıyordu duyduklarımıza inanamadık, içimiz cız etti. ” Üstünlük
takva iledir” mi dediniz, yoksa ”Emaneti ehline verin” mi dediniz?… O da ne
demek? Kimsenin umurunda bile değildi. Daha ilk günden başlamıştı çıkar
kavgaları. Ayrıldık oradan, istikamet tayin etmeden başladık çölde yol almaya.
Aman Allah’ım başımızı nereye çevirsek, kan ve gözyaşı gördük. Bir tarafta
Kayınvalide ile Damat, öbür tarafta Kayınbirader ile Yeğen, biraz ilerde
torunlar girmişler birbirlerine, ne Kitap’a aldıran var ne Elçi’nin Emanet’ine…
Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takanları mı ararsın, işi hakeme
bırakalım diye Halifelerine başkaldıran Bedevileri mi ararsın, Vak’at’ül-
Harra’da namusu kirletilenlerin feryatlarına kulak tıkayan Müslüman kimlikli
hayasızları mı ararsın, Elçi’nin torunu olan Hz. Hüseyin’i koltuk uğruna şehit
edecek kadar gözü dönmüş canileri mi ararsın, ortalık toz duman…Yorulduk, bitkin
düştük, hayallerimiz altüst oldu. Hani bu insanlar birer yıldızdı, hani bu
insanlar Cennet’le müjdelenmişti…? Burada sözü Hasan Hoca’ya bırakalım:
ANLAYAMADIĞINIZ GEÇMİŞLER SİZE YÜK OLUR ”Arap Baharı denilen şey balondan
ibarettir” ”…Arapların Müslümanlığı, ırkçılıklarını yok edememiştir. Arap baharı
Sünnilikle alakalıdır, Şiilikle alakalıdır, mezhep çatışmasıyla alakalıdır.
Amerika Irak’tayken körüklenen mezhep çatışması Amerika çekilirken
yasaklanmaktadır. Irak’ta Türkmen varlığının sesi kesildi, niçin? Türkiye’nin
ayakta durabilmesi için bir ayağının Ortadoğu’da, bir ayağının Balkanlar’da bir
ayağının Asya’da olması gerekir. Türkiye’nin kaderi 1,5 milyar Müslümanın
kaderidir. Türkiye’deki kavgalar sona erdirilmelidir. Türkiye, siyasetinde
mezhepler üstü çizgiyi tutturmak zorundadır. Türkiye’de Alevi ve Sünni çatışması
kışkırtılmaktadır. Türkiye’de Şafii-Alevi çatışması da bu anlamda
kışkırtılmaktadır. Alevilik mezhep değildir, meşreptir. Arap ülkelerinin
Türkiye’den farkı, onların sömürge olmasıdır. ”Kölelere özgürlük verirseniz bir
torbaya koyarlar size geriye iade ederler” demiştir Tolstoy. Arap ülkelerinin
politikalarını Türkiye değil, Amerika ve Avrupa ülkeleri belirliyor. Arap Baharı
denilen şey balondan ibarettir. Müslümanlar Endülüs’te, İslâm’ı Avrupalılarla
buluşturmasaydı Avrupa’da demokrasi olmazdı. Esas olan toplum bilinci değil,
birey bilincidir. İran siyasetini ispat etmiştir, Türkiye’nin İran’dan öğrenecek
çok şeyi vardır. İran ve Türkiye ikisi de bölgesel güç olmak zorundadır. Dış
politika pragmatik kurallarla yürür, duygularla yürümez. Türkiye bölgedeki
siyasetini duygularla yürütmeye çalışıyor. Dünyanın en ütopik ümmetçi milleti
Türklerdir. “Avrasya’ya hâkim olan dünyaya hâkim olur” Brzezinski İran’ı
Şiileştiren bizim Kızılbaş Türklerdir. İran’a birkaç kez gittim. Orada değişik
kesimden insanlarla görüştüm. Halkın arasına girdim. Orada karşılaştığım bir
vatandaş bana dedi ki:” İslâm İslâm dedikleri içi boş bir yalanmış. Keşke
Amerika İran’ı da vursa da Mollalar’ın zulmünden kurtulsak.” Bu feryat İran’ın
her köşesinden yükselen bir feryattır. Acıdır ama gerçektir. Üzgünüm. Türkiye
bölgede önemli bir ülkedir. Türkiye’nin güçlenmesi bölge ülkelerini rahatsız
etmektedir. Bu açıdan İran’la İsrail Türkiye’ye karşı ittifak halindedir. Graham
Fuller der ki:” Müslümanlarla iş kolay, sorun İslâm’dır.” Büyük Ortadoğu Projesi
(BOP) Müslümanları değil, İslâm’ı yeniden dizayn etme projesidir. Bundan dolayı
bu projenin merkezine tasavvufu koymuşlardır. Üzgünüm, ama bu böyledir.
Mütedeyyin olmakla mütedeyyin olduğunu bilmek aynı şey değildir. Cahilin ve
hainin dini, menfaatidir, onların dini olmaz. Mezheplerin İslâm dünyasındaki
geleceği çatışmanın merkezidir. Anlamaksızın Kur’an okumak Kur’an’a ihanettir.
Bunu sorgulamak gerekir. Bir yerde kitap düşmanlığı ve akıl düşmanlığı varsa,
orada ciddi pislikler var demektir. Pisliklerin kamufle edilmesi için Kur’an’ı
kullanıyorlar. Yeryüzünün neresinde bir Müslüman varsa orada kan ve gözyaşı
vardır. Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Problem dinde midir, yoksa
Müslümanlarda mıdır, yoksa her ikisinde midir? Okumak, eylemi, anlamayı
gerektirir, Kur’an anlaşılmak için indirilmiştir ve bu amaçla
kolaylaştırılmıştır. Okumak, insanı okumakla başlar, insan kelimelerle ve
kavramlarla düşünmesi gereken varlıktır. Okumak, Tanrısal aklın nasıl işlediğini
anlamamıza yarayan eylemdir, insanın kendi varlığının farkına varmasıdır. Hz.
Ömer’i çarpan Taha suresidir. Tabiat bilimleri tanrısal bilincin oluşmasını
sağlar. Din insan için vardır, insan din için değil. Din araç değil de amaç
olursa gelenek dinselleşir. Sağlıklı şüphe varlık belirtisidir. Vahiy akla
destek olmak için vardır, vahiy aklı terbiye eder, bilinçli bir şekilde
gelişmesine sebep olur. Mucize ve keramet devri bitmiştir Ölülerini yücelten
toplumlar, hayatı yüceltemezler, Müslümanların ilerlemeleri ölülerinin
egemenliğinden kurtulmakla doğru orantılıdır. Tefsir yorumdur, müfessirin
yorumudur, Kur’an’ın öğrenilmesini amaçlar, Kur’an değildir. İlahiyat bilimleri,
beşeri bilimlerin alt şubesidir. Mucize ve keramet devri bitmiştir. İnsan
aklıyla Allah’ı bulabilir. Affedilmeyecek tek günah şirktir. Benlikten dolayı bu
böyledir. ”Mü’min insan her sözü işitir, en güzeline uyar.” Müslümanın
medeniyeti kitap medeniyetidir. Endülüs’teki Müslümanlar nereye gitti,
milyonlarca kitap vardı orada, nereye gitti o kitaplar? O kitapları yok
edenlerle kurulan ittifaklar neyin nesidir? Medeniyetler ittifakı neyin
ittifakıdır? Mekke’deki Müslümanlar Kur’an Müslümanıdır. Duruşları bellidir.
Tevhidi yüceltmek için her şeylerinden vazgeçmişlerdir. Tevhid tüm
peygamberlerin çağırdığı ortak noktadır. Kur’an Müslümanı olmak için, bir
tarikata, bir meşrebe inanmak, katılmak gerekmez. İslâm ortak Paydası Tevhiddir
İslâm ortak paydası olmadan mezhepler anlaşılmaz. ”İslâm ortak Paydası
Tevhiddir.” Müslümanlıktaki mezhepler Hristiyanlıktaki mezhepler gibi değildir.
Ehl-i kıble tekfir edilemez. Ebu Hanife mezhep kurmadı. Mezhepler Abbasi
devrinde doğdu. Dört hak mezhep ifadesi siyasi bir ifadedir. Mezhepleri hak ve
bâtıl diye ayırırsanız bütün mezhepler bâtıl olur. Hak olan Kur’an’dır.
Dolayısıyla böyle bir ayırım yapılamaz. İslâm’da sorumluluk, toplumsal değildir,
bireyseldir. ”Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır, 72’si cehennemliktir birisi
cennetliktir” hadisi uydurmadır. ”72’si cennettedir birisi cehennemdedir”
versiyonu da aynı şekilde değerlendirilir. ” Günümüz Müslümanlarının, İslâm
ortak paydasına acilen ihtiyaçları vardır. Ortak payda olmazsa sinerji
yaratamazsınız, sinerjinin olmadığı yerde bilimden bahsedilemez. Din
birleştiricidir, oysa bugün din ayrıştırıyor. Mezhep olarak ayrıştırıyor,
siyaset olarak ayrıştırıyor, meşrep olarak ayrıştırıyor. Din araçtır, amaç
değildir. Cemaatlerin menfaati dinin menfaati değildir. Geleneğin dinleşmesi
Kur’an’ın atalar- babalar dini dediği şeydir. Kur’an’ın eleştirdiği işte tam da
budur. Hz. Muhammed’in beşeri yönü ihmal edilmiştir ve dolayısıyla gelenek
dinleşmiştir. Amel imanın parçasıdır derseniz namaz kılmayanı kâfir ilan etmiş
olursunuz. Akıl ve vahiy madalyonun iki tarafı gibidir. Müslüman olmakla
Cennet’e gidilecektir diye bir kural yoktur, Müslüman olmayanlar da Cehennem’e
gidecektir diye bir kural yoktur. Müslüman günah korkusuyla Allah’a yaklaşmaya
çalışmamalıdır. Böyle olursa asli günaha inanmış olur, oysa asli günah sadece
Hristiyanlara ait bir inançtır. Tanrısal akıl çok önemlidir Peygamber’in özel
bilgisi olmaz. Kur’an’ın tasavvuf diye bir derdi yoktur. Peygamber’in örnekliği
ahlaki örnekliktir. Peygamber’i sünnetleriyle taklit ederseniz, bizi idare eden
ölü Muhammed olur, Model İnsan olarak O’na uyarsanız, o sizi idare etmez, siz
kendiniz olursunuz. İnancınıza güvenmiyorsanız, tartışamazsınız. Adem’in
yaşadığı Cennet hesaptan sonraki Cennet değildir, o semboliktir. Kur’an
dirilerin kitabıdır, ölülerin kitabı değildir. Ehl-i Beyt kavramı Peygamber’in
hane halkıdır, soyun devamı değildir. Mezheplerin kurumsallaşması dînî
anlayışlardaki farklılıklardan meydana gelmiştir. İmamı Azam h.150 yılında vefat
etmiştir. Maturidî ise h.333 yılında vefat etmiştir. Ancak Hanefiler Maturidî
olmuştur, içi Eş’âri tarafından doldurulan Maturidîlik… Mezheplerin doğuşu
Mezhep, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumsallaşması sonucu ortaya çıkan
beşeri oluşumdur. Sıffin savaşı mezheplerin doğumuna eşiklik etmiştir.
Mızraklara Kur’an yaprakları takılınca bir kısım bedevi Müslümanlar” biz
Kur’an’a kılıç çekmeyiz” demişlerdir. Hz. Ali onlara,” Kur’an benim, ben onların
ciğerini bilirim” demesine rağmen böyle demişlerdir. Onlar” Hüküm Allah’ındır”
demişlerdir. Söyledikleri doğrudur, ama kastettikleri yanlıştır. Hariciler
Hariciye siyasi bir farklılaşmadır. Kimdir bu insanlar? Meşru halifeyi bile
dinlemeyen bu insanlar çölde yaşayan bedevi Araplardır. Sosyo-kültürel
değişimlerini tamamlamamış olan insanlardır bunlar geleneklerini
dinleştirmişlerdir. Kureyş’e karşı antipatileri vardır. Esasen Arap kabileleri
Kureyş’in otoritesine tepkilidirler. Burada Emevi, Haşimi çekişmesi vardır.
Bundan dolayı Hariciliğin doğuşunda egemenlik ana unsurdur, amaçları kendi
egemenliklerini kabul ettirmektir. Mesela, Hz. Osman öldürülmüştür, cenazesi
taşlanmış ve Yahudi Mezarlığı’na defnedilmiştir. Muaviye sonra o mezarlığı satın
almış da Hz. Osman Yahudi mezarlığından kurtulmuştur. Yani, İslâm bu antipatiyi
yok edememiştir. Kureyşliler diğer kabilelerin Müslüman olmasını çekememiştir.
Üzgünüm ama bu böyledir. İnsan gerçeğini unutmamak lazımdır. Medeniyet köyde
olmaz kentte olur Bugün de öyledir; Müslümanların en büyük açmazları
köylülükleridir. 350 kelimeyle konuşurlar. Dolayısıyla 350 kelimeyle düşünürler,
bu insanlardan bir şey çıkmaz. Bizim Cumhuriyet dönemi sıkıntılarımız da
sosyo-kültürel değişimden kaynaklanır. Müslüman insan tipi kentte yaşayıp da
köylülüğüyle övünen insan tipidir. Medeniyet bilimle olur, kültürle olur,
dolayısıyla medeniyet köyde olmaz, kentte olur. Sıffin sonrasında kan aktı ve
ayrılık süreci başladı. Harici olmayanın, haricilerin yanında savaşmayanın kanı,
namusu ve canı helaldir denildi. Kaostan sonra insanlar otorite ararlar,
Sıffin’den sonra, insanlar aradığı otoriteyi bulamamışlardır ve Hariciler bu
ortamda kendilerine zemin bulmuşlardır. 12 Eylül de böyledir. Mezheplerin
doğuşunda ana eksen siyasettir, yani çıkardır. Siyaset ayrıştırır ve daha sonra
da kendi teolojisini oluşturur. Bugün de kendi teolojilerini oluşturmaya
çalışanlar var. Farklılaşmak isteyenler kendi egemenliklerini kurmak
isteyenlerdir Farklılaşmak isteyenler çıkarcılardır. Dinden nemalanırlar.
Farklılaşmanın sebepleri vardır. Kendi egemenliklerini kurmak isteyenler
farklılaşmak isterler. Farklılıklarının farkına varılmasın diye de kendilerini
bir şekilde Peygamber’le irtibatlandırırlar. Tarikatler böyledir, mezhepler
böyledir, meşrepler böyledir. Bu sebepleri şu şekilde maddeleştirmek mümkündür:
1-İnsanın varlık sebebinden kaynaklanan sebepler 2-Sosyo-kültürel sebepler
3-Siyasi sebepler Hizbullah doğudan boşuna çıkmadı. Hizbullahçılar domuz bağıyla
insan öldürdüler ve o insanların üzerinde namaz kıldılar. Bu davranış onların
mezhep inançlarından kaynaklanıyor. Bunlar Harici mantığı ile hareket ederler.
Namaz kılmayanlar onlara göre kâfirdir. Hizbullah’ın Şafii kökenli olduğunu
unutmamak gerekir. Şafiiler gelenekçidirler, akla değil nakle daha çok önem
verirler. Aklı neredeyse devre dışı bırakırlar. Sertleştikçe yok olursunuz.
Kur’an sertleşmeyi kınar. Sevgiyi ön plana çıkarır. ”Bir insanı öldüren bütün
insanlığı öldürmüş gibidir, bir insanı yaşatan bütün insanlığı yaşatmış gibidir”
der. Sonuç Değer ürettiğiniz oranda var olursunuz. Mevcut din anlayışı ayrılıkçı
kurumlara meşruiyet kazandırıyor, unutmayınız, Hariciliğin açmazı
tepkiselliktir. Tepki motivasyon verirse güzel olur, isyana sebep olursa anarşi
doğar. Duruşumuzun % 80’ini tepkiselliğimiz oluşturur. İmam-ı Azam
söylediklerinin din olmadığını biliyordu. O büyük bir alimdir, büyük bir
mütefekkirdir. Hanefilik, Ebu Hanife’nin vefatından 40 sene sonra başlar. İmam-ı
Azam malumata mahkûm değildir, olmamıştır. Otoriteye boğun eğmemiştir, dik
duruşunun bedelini canıyla ödemiştir. Ebu Hanife’nin zemini Mürcie’nin
zeminidir. Peygamber’in söz ve filleri beşeridir. İslâm’ın getirdiği en büyük
yenilik medeniyet projesidir. Peygamber görevlendirmede liyakati esas alır,
bundan dolayı siyaseti Müslümanlara bırakmıştır, varisi vasiyet etmemiştir.
Ancak, Şii anlayışa göre, Hz. Ömer’le, Hz. Ebû Bekir kafa kafaya vermişler ve
Hz. Ali’nin hakkını yemişlerdir. Şiilikte 12 masum imam anlayışı vardır, bu
anlayış İslâmî değildir. Camilerde Hz. Ali ve taraftarlarına küfür edilmesi
emrini Muaviye vermiştir bu da yanlıştır. Korkunun olduğu yerde İslâm olmaz.
Orada yeni değerler üretilmez. İslâm yaşatmayı esas alan bir dindir. Maziye
mahkûm olmaktan kurtulmamız lazımdır. Kur’an’ı aklın ışığında yorumlamak
lazımdır. Çıkış yolumuz bilimdir. Bilginin gücü karşısında kimse duramaz. Ciddi
manada insana yatırım yapılmalıdır. Çok fazla politize olmadan insan
yetiştirmeyi önemsemeliyiz. Tasavvuf Batıniliğin Ehl-i Sünnet içinde yeniden
yeşermesidir. İslâm’ın olduğu yerde hürriyet vardır. İlimde tabulaştırılmış bir
otorite olmaz. Anlayamadığınız geçmişler size yük olur. Günümüz Müslümanlarının,
İslâm ortak paydasına acilen ihtiyaçları vardır. Ortak payda olmazsa sinerji
yaratamazsınız, sinerjinin olmadığı yerde bilimden bahsedilemez. Din
birleştiricidir, oysa bugün din ayrıştırıyor. Mezhep olarak ayrıştırıyor,
siyaset olarak ayrıştırıyor, meşrep olarak ayrıştırıyor, cemaat olarak
ayrıştırıyor. Din araçtır, amaç değildir. Cemaatlerin menfaati dinin menfaati
değildir. Geleneğin dinleşmesi Kur’an’ın atalar-babalar dini dediği şeydir.
Kur’an’ın eleştirdiği işte tam da budur. Hz. Muhammed’in beşeri yönü ihmal
edilmiştir ve dolayısıyla gelenek dinleşmiştir.” Prof.Dr.Hasan Onat
BEN DERİM Kİ;
BEN DERİM Kİ (I);
1-Üçten dokuza şart olsun, boş ol boş ol bo şol demekle hanım boşanamaz. Erkeğin eşini boşama yetkisi yoktur. Kur’an böyle bir boşamaya cevaz vermez. Boşama yetkisi kamu otoritesinindir, dedim ve bu konuda mağdur olmuş olanların elinden tuttum.
2-Allah birden fazla eşle evli olmayı neredeyse yasaklamıştır, ancak bu yasak olağan üstü durumlarda ruhsatlarla yumuşatılmıştır. Bu konuda yetkili makam kamu otoritesidir. Şahıslar kamu otoritesine rağmen birden fazla eşle evlenemezler.
3-Ehl-i Kitab’ın kestiği et yenir, Avrupa ülkeleri de Ehl-i Kitap olduğu için kestikleri helaldir.
4-Bugün, bankaların verdiği enflasyonun altındaki faiz Allah’ın haram kıldığı faiz değildir, faiz enflasyonun üstündeki makul olmayan artışlara denir.
5-Müzik haram değildir, haram olan insanların müzik eşliğinde yaptıkları icraatlarıdır.
6-Ehl-i Kitap bir kızla Müslüman bir erkek evlenilebileceği gibi, Ehl-i Kitap bir erkekle Müslüman bir kız da evlenebilir.
7-Bilardo, satranç, tavla gibi oyunların oynanması haram değildir. Haram olan kumardır, şans oyunlarıdır.
8-Sakal, sarık ve şalvar Arap örfüdür, bunlar İslam’ın getirdiği şeyler değildir. Kravat takmakla, şapka giymekle Müslüman küfre girmez.
9-İmam nikahı uydurma bir nikahtır, kamu otoritesinin onaylamadığı nikah geçersizdir.
10-Günleri uzun olan yerlerde oruç, Medinenin oruç süresi esas alınarak tutulmalıdır. Bu süre 14:00 saattir. Her bölgede yaşayan Müslüman rucun başlangıcını ve bitişini kendileri tayin edecektirler. Orucun başlangıcı ve sonu güneşin doğması ve batmasıyla alakalı değildir.
11-Abdest alırken farz olan ayağı yıkamak değil, meshetmektir. Ayakkabının üzerine meshetmekle, çorap üzerine meshetmek arasında fark yoktur.
12-İmanın şartı 6 değil 5 tir. Altıncısını Emeviler ilave etmişlerdir. Kerbela katliamından sonra. Kader ve kazayı.
13-Kur'an'dan onay almayan rivayetler hadis olarak kabul edilemez.
14-Kur'an haklar açısından kadın ve erkek arasında fark gözetmez.
15-İslâm'ın şartını beşe indirenler, İslâm'ı katolikleştirmek isteyenlerdir. Şart 5 olarak kabul edilirse elde sadece namazın dışında bir şart kalmaz. şahadetle Müslümanlığa girilir. Bir daha Müslümana lazım olmaz. namaz herkes için geöerlidir. oruç senede bir aydır. Zekat senede bir verilir zengin için farzdır, fakiri ilgilendirmez, Hac da zengin içindir üstelik ömürde bir kez, yine fakiri ilgilendirmez.
Oysa İslâm'ın şartları Müslümanın günlük yaşamında ihtiyacı olan şey olmalıdır. Zengin ve fakir herkes için olmalıdır.
Bugünlük bu kadar, devamı gelecektir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)