18 Ekim 2025 Cumartesi

VATANINA VE MİLLETİNE AŞIK BİR MİLLET: ALMANLAR

-Kendi vatanına ve milletine âşık bir halk tanıyorum: Almanlar. Onlar için vatan sevgisi nutuklarda yankılanan bir söz değil, sabahın ilk ışıklarıyla başlayan bir sorumluluktur. Disiplin, dürüstlük ve çalışkanlık, karakterlerinin özünü oluşturur- Rüştü Kam 2025 Ekim 18/ Berlin Savaşın ardından yıkılmış şehirlerde, bombalanmış fabrikalarda, taş taş üstünde kalmamış meydanlarda bir halk yeniden doğdu. 1945 sonrasında Almanya, küllerinden doğan bir ülke oldu. Kadınlar ellerine kürek, kazma alıp enkaz kaldırdı; o kadınlara “Trümmerfrauen” dediler. Erkekler savaşın acısıyla, kadınlar yokluğun yüküyle mücadele etti. Tarlalarda patates ektiler, azla yetindiler ama şikâyet etmediler. Açlığı tanıdılar, ama açlıktan dolayı haysiyetlerini yitirmediler. O yıllarda Alman halkı, devleti için, milleti için sabretti. Devlete isyan etmedi; devlete omuz verdi. Çünkü bilirlerdi ki devlet, milletin en büyük ortak emeğidir. Bir Alman, “benim devletim” demekten gurur duyar; çünkü o devlete eliyle, alın teriyle katkıda bulunmuştur. Onların hayat felsefesi şu birkaç, sade ama derin atasözünde saklıdır: • “Ordnung ist das halbe Leben.” (Düzen hayatın yarısıdır.) • “Ohne Fleiß kein Preis.” (Emek olmadan ödül olmaz.) • “Ehrlich währt am längsten.” (Dürüstlük en uzun ömürlü yoldur.) • “Wer die Pflicht hat, hat auch das Recht.” (Görevi olanın hakkı da vardır.) • “Nach Regen folgt Sonnenschein.” (Her yağmurdan sonra güneş doğar.) Bu sözler, sadece duvarlarda yazılı değil; her Alman’ın gündelik hayatında yaşar. Bir kafeye oturduğunuzda, kahvenizle birlikte fişiniz de gelir. Vergi gizlenmez, aksine bir vatandaşlık onurudur. Çünkü bilirler ki “vergi vermek vatana hizmettir.” Kimse “faturasız şu kadar olur, faturalı bu kadar” demez; çünkü bu anlayış, bir ülkenin düzenine kastetmektir. Bir yanlış gördüklerinde “bana ne lazım” demezler; hemen yetkiliyi ararlar. Çünkü bilirler ki adalet, sessiz kalındığında değil, korunmak istendiğinde büyür. Kanun karşısında herkes eşittir: Bir bakan da, bir işçi de. Siyasetleri de bu ahlâkla örülüdür. Partiler çekişir ama birbirlerini düşman değil, devletin farklı yüzleri olarak görürler. Muhalefettekiler bile devleti zayıflatmak yerine güçlendirecek projeler üretir. Çünkü hepsinin ortak gayesi birdir: Almanya’nın iyiliği. Geçmişle Yüzleşmek, Ahlâkla Kalmak Almanlar geçmişleriyle yüzleşirler; ama küfretmeden, kin üretmeden, hukuku ve ahlâkı rehber edinerek. Okullarda hatayı saklamazlar, anıtlarda unutturmazlar, mahkeme kararlarında şahsîleştirmezler. “Suçu kutsamak” da “milleti aşağılamak” da onların usulü değildir. Tarihî yanlışları inkâr etmeden, bugünü kirletmeden konuşurlar; geçmişi istismar etmeden, geleceği bozmayacak bir dil kurarlar. Böylece hafızayı korur, haysiyeti de korurlar. Alman halkı okuyan bir halktır. Gazeteyi eline almak, bilgiyle güne başlamak demektir. Kitap raflarında tarih, felsefe, bilim ve sanat yan yanadır. “Lesen ist Denken mit den Augen” (Okumak, gözlerle düşünmektir) derler. Ve o okuma kültürü, yüzyıllar boyunca Goethe’nin hikmetini, Kant’ın aklını, Marx’ın toplumsal çözümlemesini, Bach’ın ahengini, Beethoven’in derinliğini doğurdu. Bu topraklarda bilgi, emekle birleşti; düşünce, ahlâkla yoğruldu. Tesadüfen değil, çalışarak, düşünerek, sabrederek bir medeniyet kurdular. Sokakları temizdir; çöplerini ayrıştırırlar, suyu israf etmezler. Çünkü çevreyi korumak sadece ekolojik değil, ahlâkî bir sorumluluk olarak görülür. Temizlik onlarda bir alışkanlık değil, bir inançtır. Ve en önemlisi: Onlar kadirşinas bir millettir. Devletine sadık, emeğe saygılı, başarısını başkasıyla paylaşabilen bir toplum. Açlığı unutmamış, tokluğun kıymetini bilmiş bir halktır. Bugün Almanya zenginse, bu zenginlik lüksle değil, sabırla ve ahlâkla inşa edilmiştir. Bizim kültürümüzde; “Emek olmadan yemek olmaz”, “Taş yerinde ağırdır”, “Dost acı söyler” gibi sözler vardır. Alman halkının duruşu, bu atasözlerinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Belki bizim için asıl ders budur: Slogandan çok, davranışla vatansever olmak; şikâyet etmektense katkı sunmak; ve devleti eleştirmek yerine, onu yaşatacak ahlâkı inşa etmek. Çünkü bir milletin büyüklüğü, ordusunun gücüyle değil, ahlâkının derinliğiyle ölçülür. Ve Alman halkı, bu derinliği çalışarak, sabrederek, dürüst kalarak göstermiştir. Kurumlara Saygı, Adalete İman Almanlar din adamlarına saygılıdır; inancı hayatın vakarına dâhil ederler. Aynı saygıyı hukuka ve hukuk insanlarına da gösterirler. Boşuna denmemiştir: “Es gibt noch Richter in Berlin.” (Berlin’de hâlâ hâkimler var) Bu söz, kralın bile hukuk karşısında sınırlandığını anlatan o meşhur değirmenci kıssasının özüdür: Güç kimde olursa olsun, adalet ondan bağımsız ve üstündür. İşte bu yüzden hâkim kürsüsü de mabedin eşiği kadar hürmet görür; biri vicdanı, diğeri hukuku ayakta tutar. Almanların vatan ve millet sevgisi, nutuklarda değil davranışlarda, kelimelerde değil hayatta görünür. Onlar sevdiklerini alkışla değil, emekle severler; ülkelerini sözle değil, düzenle ve dürüstlükle yüceltirler. Goethe’nin kaleminde, Bach’ın notasında, Kant’ın düşüncesinde, Beethoven’in melodisinde hep aynı şey yankılanır: Vatanı yüceltmek, insanı yüceltmektir. Ve geçmişleriyle yüzleşirken bile, kıymet bilir, dilini temiz tutar; yüzleşmeyi nefretin değil, ahlâkın diliyle yaparlar. İşte bu yüzden Almanya güçlüdür; çünkü halkı, devletini yüreğinde taşır. Onlar için mabedin eşiğiyle mahkeme kürsüsü aynı hürmeti hak eder; çünkü bilirler ki “Es gibt noch Richter in Berlin” Berlin’de hâlâ hâkimler vardır.

4 Ekim 2025 Cumartesi

ALMANYA'DA TÜRKLER VE MÜSLÜMANLAR

PARAMPARÇA: ALMANYA’DAKİ TÜRK VE MÜSLÜMAN TOPLUMLARDA KİMLİK KRİZİ Rüştü KAM 05.10.2025 Berlin -Sayımız çok ama sesimiz dağınık. Almanya’daki Türk ve Müslüman topluluklar, kimlik parçalanmasını, örgütlü çoğulculuğa çevirebildiği gün ancak o zaman etki gücüyle tanışacak- Almanya’da yaklaşık 4 milyon Türk kökenli insan yaşıyor. Diğer Müslüman topluluklarla birlikte bu sayı 6 milyona yaklaşıyor. Bu rakamın, başlı başına bir güç olması gerekirken; paramparça olduğunu görüyoruz. Çünkü bu büyük topluluk, siyasette, medyada, kültürde ve sivil alanda beklenen etkiyi gösteremiyor. Peki neden? Neden bu kadar kalabalık olmamıza rağmen bir türlü güç olamıyoruz, güçlü olamıyoruz? Cevap net ama acı: Paramparça olmuş durumdayız da ondan. Neredeyse her grup diğerine düşman hale gelmiş de ondan. “Böl parçala yönet” anlayışı sanki bizim için söylenmiş. Bugün Almanya’daki Türklerin ve Müslümanların durumuna bakarsak bu anlayış uygulama alanı bulmuş gibi. Altı milyon insandan altı milyon ayrı ses çıkıyor. Birbirinden kopuk, akortsuz sesler bunlar. Türk kimliği ve Müslüman kimliğiyse aranılan öyle bir kimlikten bahsetmek oldukça zor. Çünkü; etnik köken, mezhep farklılıkları, siyasi görüşler, hatta tarikat aidiyeti bile Türk kimliğin önüne geçmiş durumda. Her kategori yeni bir ayrışma, her ayrışma yeni bir mesafe doğuruyor. Dışarıdan bakıldığında yekpare bir topluluk gibi görünen Türkler, içeriden bakıldığında birbirine mesafeli, parçalanmış bir manzara sergiliyor. Türk, Kürt, Alevî, Sünnî; laik, muhafazakâr, solcu, milliyetçi… Liste uzayıp gidiyor. Dahası, her biri kendi içinde de parçalanmış durumda. Evet, kalabalığız bu doğru ama bu kalabalık bir türlü “biz” olamıyor. Kurumsal Çokluk, Kolektif Zayıflık Almanya’da Türklerin ve Müslümanların kurduğu yüzlerce dernek, vakıf ve cemaat var. Ama bu çoğunluk maalesef bir zenginliğin değil, çoğu zaman dağınıklığın adı oluyor. Her yapı kendi çevresine hitap ediyor, kendi faaliyetini kendi mahallesinde yapıyor. Oysa güç, birleşildiğinde, paylaşıldığında elde edilir. Birlikte hareket edebilmek ve aynı hedefe yürüyebilmek için gerekli olan şeydir güç… İşte bizde eksik olan tam da budur. Kaynaklar bölünüyor, dolayısıyla temsil zayıflıyor, genç kuşaklar sivil alandan hızla uzaklaşıyor. Yalnızlaşıyoruz… Çoğulculuğa Evet, Kaosa Hayır Farklılıklar kötü değildir; tersine, toplumun yaratıcılığını besler. Ancak koordinasyon yoksa bu zenginlik kısa sürede kaosa dönüşür. Berlin’in bugün ihtiyaç duyduğu şey, herkesin aynı şeyi düşünmesi değil; farklı düşüncelere rağmen ortak hedeflerde buluşabilmesidir. Ortak hedeflerde buluşmak mümkündür: Eğitim, gençlerin desteklenmesi, Hak üzere olmak, adaleti ayakta tutmak; kaynaklarımızı birleştirerek, neslimizin geleceği için ortak faaliyetlerde değerlendirmek; değerlerimizi korumak üzere kültür merkezleri açmak… Bunlar ideolojik faaliyetler değil, insani müştereklerdir. Kaynaklarımızı birleştirerek, israf etmeden, hatta mekanlarımızı da birlikte kullanarak geleceği inşa etmek mümkündür. Sadece çatı kuruluşlarıyla, dışarıdan bakanlara birlikmişiz, güçlüymüşüz gibi bir görüntü vermek yetmez, yetmiyor artık, görüyoruz bunu. Dünya görüşlerinin farklılığı diye bir şey kalmadı. Tek tip insan modeline doğru hızla yol alınıyor. Türk toplumu ve Müslümanlar bu yolda kaza yapmadan, yara almadan hedefine ulaşmak zorundadır. Çatılar yine dursun durmasına dursun da altına, kendi değerlerimizin motifleriyle işlenmiş, çağdaş bir ağ örmek gerekir. Sosyal ağlar: Tematik platformlar, ortak projeler, bir amaca hizmet eden ve zamanı gelince dağılan koalisyonlar… Formül basit: Birlikte ama farklı; farklı ama uyumlu. Yeni Bir Başlangıç Mümkün Neredeyse 70 yıldır buradayız, artık şunu görmek zorundayız: Kolektif eylem, büyük laflarla, nutuklarla başlamıyor; küçük ama etkili atılan ortak adımlarla başlıyor. Şöyle: Eğitim, istihdam, ayrımcılıkla mücadele gibi konularda ortak politika geliştirmek, hazırlamak gerekiyor. Hukuk, iletişim ve veri yönetimi gibi alanlarda ortak hizmet merkezleri kurmak gerekiyor. Kadın ve gençlerin karar mekanizmalarında yer aldığı yeni platformlar oluşturmak gerekiyor… Bunlar hayal değildir, bunlar atılması mümkün olan küçük adımlardır. Etkili olacak olan adımlardır. Sadece grupların, derneklerin, cemaatlerin birlikte ciddi olarak irade beyan etmeleri gerekiyor. “Evet biz geleceğin inşasını birlikte yapacağız…” Son Söz: Kalabalık Olmak Yetmez Almanya’daki Türk ve Müslüman topluluklar, tarihî bir eşiğin üzerinde duruyorlar. Ya bu parçalanmışlıkla etkisiz kalıp eriyip gideceğiz, ya da farklılıklarımızı organize ederek kolektif bir akla dönüşeceğiz. Sonrası da yok, başkası da yok. Parçalanmayı hoş görmek veya yok farz etmek, inkâr etmek ve parçalanmışlıklardan mustarip olan topluluklar olarak sabah akşam hal-i pür melâlimizden şikayet etmek çözüm değildir. Parçalara ayrılmış olmak aslında kötü değildir, her bir parça yeni bir oluşumdur, örgütlenmedir, âtıl halde olan insanların aktif hale getirilmesidir. Kötü olan, sıkıntı doğuran o oluşumları yönetememektir, onları asgari müştereklerde bilinçli bir çoğulculuğa dönüştürememektir. Vizyonu olan gerçek çoğunluk haline getirememektir. Sıkıntı buradadır. Soru şu: Biz, bizi paramparça eden bu ayrışmaların neresindeyiz? Ortak bir kimliğe mi yaslanacağız, yoksa bölük pörçük gruplar halinde kaybolmayı mı seçeceğiz? Sayıların rakamların şehvetinden çıkıp birbirimizin gözlerine dönebildiğimiz gün; bu paramparça hâlin yerini yeniden “biz” alacaktır. Aynı dilde ağlayıp aynı dilde gülmeyi hatırladığımızda; camiyi, cemevini, derneği, kahvehaneyi birer siper değil buluşma mekânı kıldığımızda… İşte o zaman 4 milyon olarak yalnız birey değil, tek bir vicdan olacağız. Bu şehirde çocuklarımızın adımlarını ayrılıklar değil, ortak iyilikler belirlesin istiyorsak; hemen bugün, şimdi, küçük bir selâmla ilk adımımızı atalım: Farklıyız ama düşman değiliz; ayrı yollarımız var ama aynı istikamete yürüyoruz. Çünkü bize güç verecek olan rakamlar değil, dünya görüşlerimiz değil, birbirimize uzattığımız ellerimizdir. Ve belki de o gün, Berlin bizler için yalnız bir şehir değil, yeniden bir “yuva” olacaktır.