15 Mart 2016 Salı

"İMAM HATİPLERİN VARLIK SEBEBİ VE NİTELİKLERİ"

“İMAM HATİPLERİN VARLIK SEBEBİ VE NİTELİKLERİ”
25Temmuz 2014 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde Prof. Dr. Hayrettin Karaman yukardaki başlığın altında bazı tespitler yapmış ve sonra da temennilerini gazetede yazmış. İslâm söz konusu olduğunda kırmızı görmüş boğa gibi saldıranlar bu yazıyı manipüle ederek saldırılarına zemin hazırlamışlar. Sonra da bu uydurma haberlerini hemen sosyal medyaya taşımışlar. Haberi gören aynı düşüncedeki insanlar da aynı refleksi göstermişler ve olmadık hakaretler yağdırmışlar Hayrettin Karaman’a. 
 
Haberin manipüle edilmiş şekli şöyle: “Namaz kılmayan, oruç tutmayan memur olmasın!”
Sözün altındaki isim, İlahiyat Profesörü Hayreddin Karaman. Yanda da H. Karaman´ın fotoğrafı var. Habere yorum yazanlardan, Recep Şahin „Ya sizin gibiler ne olmalı.“ demiş. 
 
Volkan Dülger de: „Sana ne lan milletin orucundan namazından, gözüne mi gireceksin o kıt aklınla pislik.“ demiş. Sefa Doğanay kardeşimiz de bu yorumları beğenmiş.
Bu bir algı operasyonudur. Karalama kampanyasıdır. Muhafazakâr kesimin dışındakiler, bu tip haberleri sürekli yaparak kamuoyunu yanıltmaya çalışmaktadırlar. Halkla barışık olmayan, halka rağmen halkçı gibi görünen kişilerin kullandığı yoldur bu. Halka söyleyecek sözleri olmayanların başvurduğu yol…
Yazık oluyor. Ayıp oluyor. Etmeyin, eylemeyin, insaflı olun. Bu milletin dinine, din adamına saldırmayın. Belden aşağıya vurmayın. Yeteri kadar düşmanı var İslâm’ın ve Müslümanların. Düşman saflarında yer almayın. Allah’tan korkun, insaflı olun. 
 
Kimsenin İslâm’ı sevmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Müslüman olmak gibi bir mecburiyeti de yoktur. Ancak insan olan herkesin, insan hakları çerçevesinde kalarak, İslâm’a ve Müslüman’a saygı göstermek gibi bir mecburiyeti vardır. Yanlış yapanları ikaz etmek gibi bir mecburiyeti de vardır. Terbiye sınırları içinde kalarak eleştiriler elbette yapılmalıdır. Ancak, kimsenin ifade özgürlüğü çerçevesinde fikrini beyan eden insanlara “pislik” deme hakkı yoktur. Bu ifade terbiye sınırlarını aşan bir ifadedir. Bu ifadenin sahipleri ve destekçileri değil Müslüman demokrat da olamazlar. 
 
Cumhuriyet gazetesi yazarlarının yazdıklarını/yaptıklarını ifade özgürlüğü çerçevesine oturtarak nümayişler düzenleyenler ve onları destekleyenler; İslâm konusunda, Müslümanlık konusunda fikir beyan edenlere de aynı desteği vermek zorundadırlar. Beğenseler de beğenmeseler de. Yoksa inandırıcılıkları kalmaz.
Hele hele, haberleri manipüle ederek insanlara yalan haber vermenin affedilir hiçbir tarafı olamaz. ‘Benim düşündüğüm gibi düşünürsen seni dinlerim, sana saygı gösteririm, benim düşündüğüm gibi düşünmezsen sana hayat hakkı tanımam…” Allah aşkına bu ne acayip bir mantıktır. 
 
Hayrettin Karaman’ın o yazısını iktibas ediyorum ve siz okuyucularımın istifadesine sunuyorum. Okuyun ve değerlendirin. Yazının haberin veriliş şekliyle ilgisi var mıdır yok mudur, kararı siz verin. Okuyalım: 
 
“İslâm toplumunda ilim adamlarını ikiye ayırmayı; bir gruba "İslam âlimleri", diğer guruba da "Müslüman âlimler" demeyi tercih ediyorum.
İslam âlimlerinden maksadım İslam ile ilgili sağlam, derin ve kapsamlı bilgi edinmiş âlimlerdir. Eskiden bunlar medrese adı verilen öğretim ve eğitim kurumlarında yetişiyorlardı, şimdi ise daha çok, çeşitli derecelerdeki okullarda yetişiyorlar; bu arada medrese usulü dersler de devam ediyor, okullular medreselerden, medreseliler de okullardan istifade ediyorlar.
Müslüman âlimlerden maksadım ise "din ilimleri" alanında değil de başka alanlarda ilim tahsili yapmış, ama dinini ve mümkün ise dininin (ümmetin) dilini bir ilim adamından beklenecek ölçüde öğrenmiş ilim adamlarıdır.
İslam toplumunun bu iki grup âlimlerinin ortak vasıfları "iman, ibadet, İslâm ahlakı ve İslamlaşma vazifesini amaç edinmek" tir. 
 
Bu yazıda konumuz İmam Hatipler olduğu için "İslâm âlimleri" bahsine dönmek istiyorum.
Ülkemizde İslam âlimi daha çok İmam Hatipler ve daha sonra İlahiyat Fakültelerinde okuyan, bu okulları bitirdikten sonra lisansüstü ilim tahsili yapan kimseler arasından yetişecektir. Medreseler de İslam âlimi yetiştirirler; ancak bugünün şartlarında onların, yardımcı unsurlar olarak hizmet etmeleri daha uygun görünüyor.
İmam Hatip okulları her iki âlim grubunun fideliği olacak; burada kabiliyet ve eğilimine göre yönlenecek öğrenciler mezun olunca ya İslam âlimi veya Müslüman âlim (ilim adamı) olma yoluna girecek ve bu amaca uygun fakülteleri seçeceklerdir.
 
İmam Hatip okulları bu nitelik ve imkânları elde edince halkımızın da rağbeti arttı, bu yıl yüksek puanlar almış pek çok öğrenci bu okullara akın ediyor. Bazı okulların kontenjanı şimdiden dolmuş görünüyor.
İşte benim uykularımı kaçıran, sevincimi gölgeleyen endişelerim de bu noktada başlıyor: İmam Hatip okulları bu teveccühe layık olacak, bu ulvi vazifeyi hakkıyla yerine getirebilecek mi?
Bu soruya "evet" cevabı verebilmek için asgari şartlar üzerinde düşünmeli ve bu şartları gerçekleştirmeyi "ibadet-vazife" bilmeliyiz.
Ben şartlarımı şöyle sıralayabilirim:
1. Bu okullar birer ekmek teknesi, çekildiği yere gidecek birer araç değildir/olmamalıdır; bu okullar büyük bir davanın orta öğretim seviyeli ocaklarıdır.
2. Bu okulların –Din Eğitimi Genel Müdürlüğünden itibaren- yöneticileri ve öğretmenleri mutlaka seçilmişlerden olacaktır. Bilgisi, ilgisi, uygulaması, heyecanı, gayreti ile bu okullarda çalışmaya layık olduğu anlaşılan kimseler, ancak bunlar yönetici ve eğitici olmalıdırlar.
3. Formasyonu bu davaya uygun olmayan kimseler –başka okullarda din öğretmenliğine de değil- masa memurluklarına atanmalıdırlar. Sigara içen, namaz kılmayan, itikadı ve ahlakı bozuk… Kimseleri bu okullara veya başka okullarda din eğitim ve öğretimine memur kılmak yaman bir çelişkidir.
4. İmam Hatip okullarında öğrenciler daha başından sevdirerek, ikna ederek ibadet ve güzel ahlak eğitimine tabi tutulmalı, bu hususa öğretimden daha ziyade önem verilmelidir.
5. İmam Hatip okullarında bilgi seviyesi, emsal okullardan geride değil, eşit değil, daha ileride olmalıdır.
6. Çocuklarını bu okullara gönderen Müslümanlar ile ilgili vakıflar ve derneklerin mensupları, kendi işleri ve evleri gibi bu okullara da sahip çıkmalı, eksikleri gidermek için canla başla çalışmalıdırlar. Gayret bizden başarıya ulaştırma lütfu Allah’tandır. “
 
Sonuç:
Yazıyı okudunuz. Kararınız nedir?
Habere konu olan paragraf 3. Paragraftır. Bu paragrafın söz konusu haberle ilgisi var mıdır, yok mudur, ne dersiniz?
Rüştü Kam

7 Mart 2016 Pazartesi

MÜSİAD Berlin 2016 Resepsiyonunu gerçekleştirdi



MÜSİAD Berlin yıllık resepsiyonunu gerçekleştirdi. Organizasyon mükemmel. Gençler hizmet yarışına girmişler. Şık giyimli ve saygılılar. Masalar, kendilerine önceden kimlerin misafir olarak geleceğini biliyor. Kimin kiminle oturacağı önceden düşünülmüş. Kısa bir Türk Sanat Müziği dinletisiyle program başladı. Gençler Berlin’de doğup büyümüşler, eğitimlerini de burada almışlar. Ancak Türk Sanat Müziği’ni icra ediyorlar. Mükemmel bir ud taksimi ve ney dinletisi. Ritm saz eşliğinde harika. Onları dinlerken geleceğe ümitle bakmamak mümkün değil. Müziğini kaybetmeyen bir millet kimliğini de kaybetmeyecektir.

Berlin Belediye Başkanı Michael Müller programın onur konuğu olarak takdim edildi. T.C Berlin Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Ufuk Gezer, Berlin Başkonsolosu Ahmet Başar Şen, IHK Berlin, HWK Berlin, Çeşitli Federal Bakanlıklar, Berlin’deki bazı yüksek okul temsilcileri,  sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve  MÜSİAD Berlin‘in üyeleri oradaydılar.

Önder Coştan Müsiad Berlin’in faaliyet raporunu sundu. Abartı yoktu sunumda. Kısa ve net. Açış konuşması için Müsiad Berlin başkanı Veli Karakaya kürsüye davet edildi. Kırmızı atkısıyla Veli Karakaya kendinden emin bir şekilde kürsüde yerini aldı. Protokolün ismini teker teker okuyarak kendilerine “hoş geldiniz” dedi. Basın mensuplarına ve misafirlerine selamlarını sundu ve onlara da “hoş geldiniz” dedi. Sonra da konuşmasına başladı: 

“Yirmi yılı aşkın bir zamandan bu yana üyelerimiz ve içinde yaşadığımız toplumun bireyleri için eğitim ve meslek imkânlarının daha da iyi hâle gelmesi için uğraş veriyoruz. Bizler daima barış içinde bir arada yaşamak için çaba sarf ettik.
Kendilerini kamufle eden bazı siyasi hareketlerin hoşgörüsüzlüğünü ve hızla artan ırkçılığın toplumumuzun merkezine ulaştığını gözlemliyoruz.
Aynı zamanda ülkelerini terk etmeye mecbur kalan mültecilerin dini kurumlarına veya meskenlerine yönelik saldırıların arttığını da gözlemliyoruz.
Bütün bu olumsuzluklara karşın, ülke çapında(Federal Almanya) halkımızın büyük çoğunluğu tarafından desteklenen akla ve barışa çağrı yapan girişimleri de biliyoruz.
Bazı şehirlerin olumsuz tutumlarına karşın, özellikle Berlin, bir arada barış içinde yaşam için iyi bir örnek olduğunu defalarca ispat etti.
Burada Sayın Belediye Başkanımızdan bir alıntı yapmak istiyorum: “Kadın-erkek binlerce Berlinlinin, Hoşgörüsüzlüğe ve İslâm Düşmanlığına karşı bir tepki vermeleri güzel bir durum. Bütün insanlar dini inancına bakmaksızın, ister Müslüman olsun ister Yahudi, ister Hristiyan Berlin’de kendi evindedir, şehrimizin ayrılmaz parçasıdır. Bunu kimse elimizden alamaz.”

Sayın konuklar, zor zamanlarda bizi çetin sınavlar bekliyor. Dünyamız gittikçe küçülüyor ve giriftleşiyor. Olaylar artık sadece milli sınırlar dahilinde cereyan etmiyor. Sınırlar ötesini ve uzak ülkeleri de ilgilendiriyor. Küresel terör ve mülteci durumuna düşerek başlarını sokacak bir ev arayışındaki insanlar bunun acı örnekleridir. Son zamanlarda hepimiz birçok bombalı saldırıya şahit olduk. Bu vesileyle tekrar terör kurbanlarını ve ailelerini saygıyla anıyorum ve her türlü terörü ayırım yapmadan, eşit şekilde şiddetle kınamamız ve tel’in etmemiz gerektiğini hatırlarınıza getirmenizi istiyorum. Bu barbarca yapılan saldırılar sadece “Batılı Değerlere” değil bilakis tüm insanlık camiasına karşı yapılmıştır. Teröre karşı birlik isteyenler, önce kendileri birlik olmalıdırlar; terörün Paris, Ankara, Lübnan veya Filistin’de olması arasında fark yoktur. Krizler ve savaşlar bugün milyonlarca insanın vatanlarını terk edip mülteci durumuna düşmelerine sebep oluyor.

Bu insanların çoğu terör tehlikesinden kaçarken hayatlarını yolda kaybediyor. Sadece 4.000 insan bu yıl içinde Akdeniz’de hayata veda etti. Hepimiz cesedi sahile vuran 3 yaşındaki o bebeği hatırlıyoruz. Tabii ki bu durum hem Avrupa hem de Almanya için birçok açıdan büyük bir mesele. Toplumda ve siyasi arenada Avrupa’nın birliğini dahi sorgulayan şiddetli tartışmalar oluyor. Avrupa içi sınır kontrolleri ve insani yardımlardan uzak durma politikalarıyla bazı hükümetler Avrupa’ya inanmadıklarını ortaya koymuş oldular. Tüm bu olanlara rağmen ben Almanya’nın ve hepsinden evvel Şansölyemizin karşıdan esen şiddetli rüzgârlara rağmen çok net bir duruş sergilemiş olmasından dolayı mutluyum. O, yardımlarını insaniyetin gereği olarak “Yapabiliriz!” sloganıyla gerçekleştirdi. Biz, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya olarak yardımlarımızı nasıl kısıtlayabilirdik, hatta yardım etmeyi nasıl reddedebilirdik? Biz de bazı komşularımızın yaptıkları gibi Irkçılığı ve Yabancı Düşmanlığını mülteci siyasetine model mi alsaydık?
Almanya tarihi boyunca çok farklı zorlukları göğüslemiş güçlü bir ülkedir. Hep beraber bugün de bu durumun üstesinden gelebiliriz. Tabii ki bu pek kolay olmayacak. Yardım bekleyenlerin çokluğu ayrı bir yük. Ancak bu insanların korunması öncelikli görevimiz olmalı. Aksi takdirde Anayasa’mızın idealinden ve Avrupa idealinden nasibimizi alamamışız demektir. Bu insanların elimizden bir şeyleri alacakları korkusu yersizdir. Gandi, tam da bu noktada şöyle demişti: “Dünya herkesin ihtiyaçlarına yeter, ama hırslarına yetmez.”

Bu yüzden Şansölyemizin sözlerini bir kez daha tekrar etmek istiyorum: ”Evet, Yapabiliriz!”
İçinde bulunduğumuz durumun tüm zorluklarına rağmen, inanıyorum ki yapabiliriz. Göç uzun vadede toplumumuz için gerçekten bir kazanım olacaktır. Türkiye kökenli işletmeler göçün bir ülkeyi nasıl zenginleştirebileceğinin en bariz ispatıdırlar. Başlangıçları 35 yıl öncesine dayanmasına rağmen, bugün Alman toplumunun önemli bir sütunu haline geldiler. Bugün Türk kökenli işletme sayısı 90.000’e ulaşmış durumda.

420.000’den fazla insana istihdam sağlıyorlar ve yılda 40 milyar Euro’dan fazla ciro yapıyorlar. 12 milyar Euroluk doğrudan yatırımlarıyla ülkemiz ekonomisinin önemli motorlarından biri olmaya devam ediyorlar. Ve yeni istihdam yaratma dinamizmi hâlâ canlılığını yitirmiş değildir. Federal ortalamada her 100.000 kişiye 124 işletme düşerken, bu sayı Türk kökenli göçmenlerde 239 olarak tespit edilmiştir. Bu işletmeler sadece bir kültürün ve etnisitenin değil, bizim işletmelerimizdir, bizim ekonomimize yani Almanya’ya aittirler. Dinlerini ve kültürlerini korumak için gösterdikleri hassasiyet,  asla suçlamalara ve ayrımcılığa bahane teşkil edilmemelidir. Cesur olmalıyız, birbirimizi desteklemeliyiz, popülizme ve her türlü aşırılığa karşı omuz omuza durmalıyız. Benim güçlü demokrasi’ den anladığım budur. Açıklık ve saygı çerçevesinde oturup meselelerimizi konuşabilmeliyiz. Gerekirse, ki gerekiyor;  diğer rahatsız edici mevzuları da gocunmadan rahatlıkla konuşabilmeliyiz. Bu mânâda tüm sivil ve siyasi aktörler bu hedeflere ulaşmak için göreve amade olmalıdırlar.

Saygıdeğer Belediye Başkanı,
Berlin’in sahip olması gereken vasıflarını şu şekilde sıralamıştınız: “Berlin, herkes için dayanışmacı ve hoşgörülü bir şehir, herkese vatan olabilecek bir dünya metropolü, birlikte yaşamaya teşvik eden bir şehir, elini taşın altına koymaya hazır olanları cesaretlendiren bir şehir olmalıdır.” Demiştiniz.

Şu bulunduğum noktadan, burada bulunan çok sayıda göçmen kuruluşunun huzurunda sizi temin ederim ki: Hedefleriniz hedeflerimizdir. Sorumluluk alıyoruz, yerimizi alıyoruz ve işin ucundan tutuyoruz.
Kanaatim odur ki, insanoğlu tabiatı gereği nefreti ve düşmanlığı reddeder. Biz de tabiatımıza uyarak nefreti ve düşmanlığı reddediyoruz. İnanıyorum ki önümüzde çok daha iyi günler bizleri bekliyor. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakacağız. Bu hepimizin ortak tarihi sorumluluğudur. Biz insanların umuda ve güvene ihtiyacı var, düşmanlık ve hoşgörüsüzlüğe değil, çünkü:
„ Şark Tanrı‘nın!
Garb Tanrı‘nın!
Kuzeyi de güneyi de
Yatar O‘nun elinin selâmetinde…”



Eksiklikler:
1-    Türk sivil toplum kuruluşları yaptıkları toplantılarda, kendi kültür değerlerinden taviz vermemelidirler. Özellikle dernek başkanları konuşmalarını iki dilde yapmalıdırlar. Dilini kaybeden milletler kimliklerini kaybetmeye mahkûmdurlar. Bilhassa Türkiye’de Kürtçe konusunda belli bir duruş sergilediğini bildiğimiz Almanya, Türklerin Almanya’da Türkçe konuşmalarını muhakkak destekleyeceklerdir. 

2-    Türklerin toplantılarına katılan Alman misafirler, Türk damak tadına uygun yiyecek ve içecek beklentisinde olurlar. Bundan dolayı bu beklentilere cevap verilmelidir.

3 Mart 2016 Perşembe

KUR'AN AHLAKI

Kur’an ahlakı diyoruz ve insanları Kur’an’a davet ediyoruz, ancak davet etmek anlatmak yetmiyor. Önce anlatanların sonra da anlatılanların Kur’an ahlakını yaşamaları gerekiyor. Sonra da sokağa indirmeleri, çarşıya-pazara, iş yerine götürmeleri gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’de geçen ve bizlerden istenilen ilkeler ve bu ilkeler ile ilgili ayet-i kerimeler önce Müslümanları şekillendirmesi gerekiyor.
Müslümanlar ayetleri okumalı ve özeleştiri yapmalıdır. Kendisiyle yüzleşmelidir. Ben ne kadar Müslümanım sorusunun sorulması gerekiyor? Cevap sevindirici ise sorun yoktur. Memnuniyet verici bir cevap alınamadıysa, bu sorgulama milad kabul edilerek Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaya başlamak gerekir. Bahse konu olan ayetleri okuyalım ve sorgulamaya başlayalım:
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”(Kalem 4)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde defet. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”(Fussılet 34)
“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”(Nisa 36)
“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.”(Bakara 263)
“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!”(Fussılet 30)
“Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.”(Maide 119)
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.”(Bakara 155-157)
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” derler ve geçip giderler.” (Furkan 63)
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”(Nur 30)
“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”(Bakara 274)
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.”(İsra 26-27)
“…İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”(Maide 2)
“Allah’a ve Resulüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, Allah yolunda harcayın. İçinizden iman edip de Allah yolunda harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır.”(Hadid 7)
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”(Saff 3)
“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.”(Nahl 91)
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Tegabün 14)
“Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”(Al-i İmran 159)
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevalarınıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker, sözü geveler ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”(Nisa 135)
“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline, sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”(Nisa 58)
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(Maide 8)
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”(Hucurat 12)
“İffetli ve haklarında uydurulan kötülüklerden habersiz olan mü’min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”(Nur 23)
“Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.”(Nahl 105)
“…Artık putlara tapma pisliğinden ve yalan sözden kaçının.”(Hacc 30)
“Yalan sözlerle Allah'a iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir! Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler!”(Enam 21)
“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”(Nahl 116)
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”(Lokman 18)
“İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere armağan kılarız. Güzel sonuç takva sahiplerinindir.”(Kasas 83)
“İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!”(Mümin 76)
“Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Al-i İmran 180)
“Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.”(Araf 31)
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”(Furkan 67)
“…Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birinin hayatını kurtararak yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır…”(Maide 32)
“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”( Nisa 93)
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”(Bakara 264)
“İşte şu namaz kılanların vay haline ki; onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar.”(Maun 4-6)
“Ey iman edenler! Aklı örten içki ve benzeri şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyorsunuz değil mi?”(Maide 91)
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”(İsra 32)
“Rahmanın iyi Kulları, Allah ile beraber başka bir ilaha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.”(Furkan 68)
“Ki (bunlar) Allah'ın ahdini onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar işte bunlardır.”(Bakara 27)
“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır.”(Rum 41)
„Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden, Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”(Felag s.)
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.”(Hucurat 11)
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.”(Nisa 29)
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.”(Bakara 188)
„O halde, yalanlayanlara itaat etme! İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın/yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/yumuşaklık göstersinler. Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak, Alaycı/gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran, hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış, Kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı. Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş? Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!" Yakında biz onun hortumu üzerine damga basacağız/burnunu sürteceğiz. (Kalem 8-16)
Rüştü KAM

19 Şubat 2016 Cuma

MOCCA ZİYARETLERİ (II)

Berlin’de iş temposu oldukça yüksek. Anlaşılan o ki, 24 saat işadamlarımıza yetmiyor. 1961 yılı itibariyle Avrupa’ya yeni bir sefer düzenleyen Türkler bu kez iş bulmak için buralara geldiler. Türkler Birinci Dünya Savaşı’nda çok ağır bedel ödediler.  Arkasından Kurtuluş Savaşı da gelince, Ortadoğu’da, Balkanlarda ve Çanakkale’de perişan oldular. Üç kıtada 600 sene adaletle hükmeden Osmanlı Anadolu’ya sıkıştı kaldı. 

Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Almanya da, İkinci Dünya Savaşı’nda bizim gibi perişan olmuştu, toprak kaybına uğramıştı, yaralıydı, onun da kolu kanadı kırılmıştı; kırılmıştı ama onun matemi uzun sürmedi. Hemen kolları sıvadı, toparlanma sürecine girdi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na katıldığı ve yerle bir olduğu halde…

Türkiye savaşı önce bırakmasına rağmen toparlanma sürecine girememişti veya iş başındakiler, Osmanlı’yı paramparça eden güçlerin elinden kurtulamadığından dolayı ülkeleri için taş taş üstüne koymamayı kendilerine vazife edinmişlerdi.  

Her ne sebepten olursa olsun, Türkler ekmek peşine düştüler. Kendilerine açılan Avrupa kapısından içeri girmek için tereddüt bile etmediler. Kendi ülkelerinin imarı yerine yıllarca Avrupa’nın, Almanya’nın imarı için en ağır işlerde çalıştılar, belleri büküldü, saçları beyazladı, ciğerleri iflas etti… Ama onlar Almanya’yı Almanya yaptılar. 50 sene gibi uzun bir zamanı geride bırakarak bugünlere geldiler. Geldikleri yerden baktığımızda imkânsızlıklara rağmen bu işçilerin ve çocuklarının çok şeyleri başardıklarını görüyoruz. Bazılarının okuma yazmaları bile olmayan o güzel insanların çocukları fevkalade önemli işler başarmışlar. İş dünyasına market işletmeciliğiyle başlayan Türkler, imbislerde bockwurst yerine döner satmaya başlamışlar ve 2000’li yıllara geldiklerinde büyük ölçekli işletmelerin sahibi olmuşlar. Döner imalathaneleri, mobilya imalathaneleri, fabrikaları kurmuşlar. Gayrimenkuller satın almışlar. Ülke ekonomisine katkıda bulunmaya başlamışlar.

Hayalleri var işadamlarımızın. ‘Biz paramızı kazanıyoruz, bundan sonrası bizi ilgilendirmez.’ demiyorlar. Vakıflar kurarak, özel okullar , özel üniversiteler açmak istiyorlar. Camilerin arka binalardan, bodrumlardan, apartman katlarından kurtarılıp  kültür merkezleri haline getirilmesini istiyorlar... Kazançlarını eğitime, geleceklerine yatırmak istiyorlar, kimliklerini koruyarak Almanya’nın geleceğine damgalarını vurmak istiyorlar. Göğsümüz kabardı. Çıktığınız bu yol kutsal bir yoldur. Mevla’m sizlere yardım edecektir. Yolunuz açık olsun...

İşadamlarımızın şikâyetleri de var. Türklerin darmadağın olmalarından şikâyetçiler. ‘Birlik ve beraberlik içinde olmak lazım gelir.’ diyorlar. Mezhepler ve ırklar arasındaki çatışmalar onları da rahatsız ediyor. Sivil toplum kuruluşlarına önemli görevlerin düştüğü konusunda hemfikirler.  

Başsağlığı



Yolumuz bu kez şehitlik Camii’ne düştü. Yılmaz Gün kardeşimizin valideleri vefat etmiş. Onun cenaze namazına katıldık ve baş sağlığı diledik. Bu cenazeler birinci neslin son cenazeleri olsa gerektir. Birinci nesil tükeniyor. Ne hayallerle geldiler kim bilir Almanya’ya. Hayallerinin ne kadarını gerçekleştirdiler bilemiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla onca imkânsızlıklara rağmen ısrarcı oldular, yıkılmadılar, ayakta kaldılar. Şu anda musalla taşında namazları kılınan cami gibi nicelerini yaptılar. Dualarımız onlaradır. Nur içinde yatasınız.

Mezar ziyareti



Cenazeleri Berlin’e defnedilen Müslüman kardeşlerimiz de var artık. Zeki Bina onlardan biri. Namazdan hemen sonra onu ziyaret ettik. Yaptığı çalışmaları andık ve dualar okuduk. Orada bulunan diğer vatandaşlarımıza da dualar okuduk. Dr. Yusuf Zeynel Abidin, Nuri Karademirli ve Ayhan Aydın’ı da hayırla yâd ettik. Ölülerimizi unutmamamız gerekiyor. Her fırsatta onları ziyaret etmeliyiz, etmeliyiz ki; kim olduğumuzu unutmayalım. Gelecek nesiller de bizden örnek alarak bu ziyaretleri devam ettirsinler. Arefe günleri veya bayramlarda onları mutlaka ziyaret ederek geleneklerimizi yaşatmalım.

Yeni bir Berlin Duvarı mı?




Şehitlik Camii’nin önüne bir duvar yapıyorlar. Hapishane duvarı gibi. Ucube demek belki daha doğru olacak. Berlin Duvarı 1989 da yıkıldı ama, Şehitlik Camii yönetimi o duvarın yıkılmasına çok üzülmüş olmalı ki, yeni duvarlar yapma peşine düşmüş. Yoldan gelen-geçenler şehitliği görmesinler diye (!) cami müştemilatı boyunca duvar örüyorlar.  Maksat mezarları korumaksa, demir çitle çok güzel bir şekilde koruma altına alınabilir.  Böylece yoldan gelen-geçenler de mezarlarla birlikte cami müştemilatını görme fırsatını yakalarlar. Ben yetkililere buradan sesleniyorum: Lütfen bu ucubenin inşasını yeniden gözden geçiriniz.

 

Devam edecek


13 Şubat 2016 Cumartesi

OSMANLI´DA MASONİK DARBE: SULTAN ABDÜLAZİZ CİNAYETİ

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
                                                         Mehmet Ersoy
Şair Mehmet Akif  Ersoy çok güzel özetlemiş yanlışlarımızı. Geçmişte yapılan hatalar ve ödediğimiz bedeller var. Dostlarımız var, dost zannettiklerimiz var. Aynı insanlar bugün de var. Aynı şeyleri yapıyorlar. Bizler de hiç geçmişe bakmadan aynı hataları yapıyoruz ve aynı belalar başımıza geliyor. Aynı delikten tekrar tekrar ısırılıyoruz. Sultan Abdulaziz, Osmanlı Padişahı. Osmanlı’nın düşmanları var. Abdulaziz onlarla mücadele ediyor, ancak kurulan kumpasları göremiyor, uyarılara da fazla kulak asmıyor ve hatalarının bedelini canıyla ödüyor. Osmanlı’nın ogünkü düşmanıyla, Türkiye’nin bugünki düşmanı aynıdır. Tarih tekerrür ediyor. Ancak bizler ibret almamakta direniyoruz.
Sultan Abdülaziz bir darbeyle tahttan indirildiği halde neden öldürüldü? 
Doktorların cesedi incelemesine neden izin verilmedi? 
Ölüm raporu nasıl hazırlandı? 
Masonların bu olaydaki rolleri neydi? 
Derin Tarih dergisi Mayıs ayında 139 yıldır aydınlatılamayan Sultan Abdülaziz cinayetini kapağa taşıdı. Dosyaya katkıda bulunan Mehmet Ali Beyhan, Ekrem Buğra Ekinci, Süleyman Kocabaş, Arzu Tozduman Terzi cinayetin sebeplerini siyasi, tarihi ve hukuki açıdan incelemişler. Okuyalım:
„Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve 'hal' edildikten birkaç gün sonra odasında ölü bulunması Osmanlı tarihinin bir türlü aydınlatılamayan hadiselerinden biri. Dosya yazarlarına göre cinayete giden süreç doğrudan darbeyle ilgilidir. Darbeyi gerçekleştiren ekip, bir tertip (komplo) neticesinde iş başına geldi. Sultan Abdülaziz, Veliahd Murad Efendi etrafında birleşenlerin gerçekleştirdiği bir darbe sonucu tahttan indirildi. Darbenin, İstanbul'daki Prodos Mason Locası üzerinden uluslararası bir boyutu da bulunmaktadır. 
Cuntadakilerin Abdülaziz'e karşı farklı hesapları vardı. Midhat Paşa'nın şahsında tecessüm eden Yeni Osmanlıların amacı, meşruti bir monarşi ve anayasaya dayalı parlamenter bir sistem getirmekti. Ancak Abdülaziz böyle bir sistem için engeldi. Bu sebeple cemiyet çalışmalarını, Veliahd Murad Efendi ile sürdürdü. Ayrıca Abdülaziz'in orduyu çağının modern silahlarıyla donatması, donanmayı dünyanın -İngiltere ve Fransa'dan sonra- 3. deniz gücü haline getirmesi, tahta çıkışından itibaren 450 km. uzunluğundaki demiryollarını üç katına çıkarması onu uluslararası güçlerin hedefi haline getirmişti. 
İngiltere meşruti bir yönetimin kendi çıkarları açısından daha avantajlı gördüğünden Sultan Abdülaziz'in muhaliflerine destek verdi. Ayrıca Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'nın Rusya'ya yakınlığı da İngilizleri rahatsız eden unsurlardan biriydi. Bu sebeple İmparatorluğun yönetimini kontrol edebilmek amacıyla İngiltere ve Mason locaları meşrutiyet taraftarlarını desteklemiş, hatta Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve öldürülmesinde aktif rol oynamışlardı.
Cuntanın Abdülaziz işbaşında kaldıkça emellerini gerçekleştiremeyecekleri aşikârdı. Bu yüzden onu devirmek ve meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren Mason Veliahd Murad Efendi'yi tahta çıkarmak amacıyla darbeye giriştiler. Midhat Paşa Padişah'tan bir şekilde kurtulmak isteyen devlet ricaliyle, yani Şeyhülislam Hasan Hayrullah, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Askerî Şurâ Reisi Redif Paşa, Fetva Emini Filibeli Kara Halil Efendi, Şirvanizade Ahmed Hulusi Efendi, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Askerî Mekteb Kumandanı Süleyman Paşa ile Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi hususunda anlaştı. 
Medrese öğrencilerinin dersleri boykot ederek sokağa çıkarılması ve ayaklandırılması kararı Midhat Paşa'nın konağında yapılan bir toplantıda alındı. Çıkarılan karışıklar sonucunda amacına ulaşan cunta kabineyi ele geçirmeyi başardı. Ardından da 29 Mayıs 1876'da saray kuşatılarak Şehzade Murad Efendi dairesinden çıkarılmış ve kendisine çete mensuplarınca biat edilmiştir. Sultan Abdülaziz Topkapı Sarayı'na hapsedildi. Birkaç gün sonra Feriye Sarayı'na nakledilen Sultan Abdülaziz, burada kendisine reva görülen pek çok eziyetten sonra 4 Haziran 1876'da ölü bulundu. Sultan'ın intihar ettiği duyuruldu oysa bir cinayete kurban gitmişti. Küçük bir makasla iki bileğini birden kesmesi imkansızdı. 
Cunta Sultanı öldürmekle kalmadı. İhtilal sırasında Abdülaziz'in mal varlığı dışında padişahın annesi, eşleri ve bütün harem halkının mücevherleri ve kıymetli eşyalarına da el konuldu. Elde edilen servet de V. Murad'ın borçları için kullanıldı. Bu darbe sırasında haremde yaşananlar ise ilk kez karşılaşılan hadiselerdi.
Sultan V. Murad nasıl Mason olmuştu? 
Sultan Abdülaziz, 1867'de Avrupa seyahatine çıktığında yanında Murad Efendi'yi de götürmüştü. İngiliz Veliahdı Prens Edward liberal fikirleri sebebiyle Murad Efendi'ye yakın ilgi göstermiş, dahası masonluk hakkında bilgi vererek teşkilata girmesini istemişti. 1872'de Edward'dan Murad Efendi'ye mason olması için bir teklif mektubu geldi. Mektup Prodos Locası Üstad-ı Azamı Kleanti Skaliyeri tarafından özel doktoru yine bir mason olan Kapolyon aracılığıyla ulaştırılmıştı. Bunun üzerine Veliahd Murad Efendi Dolmabahçe Sarayı'nın tenha bir odasında yapılan basit bir törenle mason yapılarak adı geçen locaya kaydedildi (Ziya Şakir, Çırağan Sarayında 28 Sene, İst., 1943, s. 57). Kurbağalıdere'deki köşkünde veya Mısır seyahati sırasında tekris edildiği de rivayet edilir.”
Rüştü Kam

8 Şubat 2016 Pazartesi

Tevbe suresi 24


„De ki:
Babalarınız,
oğullarınız,
kardeşleriniz,
eşleriniz,
akrabalarınız,
elde ettiğiniz mallar,
durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret,
hoşunuza giden konutlar;
size Allah’tan, Resulünden
ve O’nun yolunda Cihad’dan daha sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin!
Allah fasık topluma yol göstermez.“

Açıklama
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, sevgide ölçüyü kaçırmamak  gerekir.
ALLAH’ın ayetlerini iyi anlamak gerekir.

Sorsak Müslümanlara;
Allah’ı mı çok seviyorsunuz yoksa;  “Babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, akrabalarınızı, elde ettiğiniz mallarınızı, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşunuza giden konutlarınızı mı?” diye.

Cevap Allah’ı olacaktır.

Devam etsek sormaya;
“Babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, akrabalarınızı, elde ettiğiniz mallarınızı, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaretinizi, hoşunuza giden konutlarınızı mı, yoksa,  Allah’ın Rasül’ünü mü daha çok seviyorsunuz? diye.

Cevap Rasül’ü olacaktır.

Sormaya devam etsek;
Peki cihadı mı çok seviyorsunuz, yoksa  “Babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, eşlerinizi, akrabalarınızı, elde ettiğiniz mallarınızı, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaretinizi, hoşunuza giden konutlarınızı mı? diye.

Çoğu Müslüman sınıfta kalacaktır.

Çünkü Cihad;
can ile, mal ile, toplumun menfaatine iş yapmak için zaman ayırmakla yapılıyor.
Yetimin yoksulun elinden tutmakla yapılıyor. Malını Allah yolunda infak etmekle yapılıyor.

Sonuç;
Müslümanlar mallarını, eşlerini, paralarını, canlarını Allah yolunda “Cihad” etmekten daha çok sevmemiş olsalardı, bugün ayaklar altında çiğnenen kafalar Müslümanların kafası olmazdı.
Irzlarına geçilen kadınlar Müslümanların kadınları olmazdı. Mallarına, mülklerine, yurtlarına el konarak mülteci durumuna düşürülenler Müslümanlar olmazdı.

Öküzün kuyruğu
Peygamberimiz bu ayeti şu şekilde detaylandırmıştır:          
„Öküzün kuyruğuna yapışır da cihadı terk ederseniz, Allah sizi zelil kılar.
Taki tekrar cihada dönünceye kadar.“

Nedir öküzün kuyruğu?
Öküzün kuyruğu paradır, maldır, kadındır, makamdır.
Müslüman, malını sevecek, hanımını sevecek, parasını sevecek, çocuğunu sevecek elbet. Ancak Allah’tan, Rasül’ünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha fazla sevmeyecek.

Ölçü budur. Ölçü kaçtığı gün Müslümanlar zelil olacaktır. Zelil; kaos demektir, sıkıntı demektir, anarşi demektir, aşağılanmak demektir. Tıpkı bugün olduğu gibi.