10 Temmuz 2014 Perşembe

ZEKAT 2014


Bir davaya en büyük zararı ona saldıranlar değil, onu gereği gibi savunamayanlar verir.

2011 yılında zekât konusunu işlemişim. Aradan 3 sene geçmiş.  Bu sene o yazıyı aynen önemine binaen tekrar istifadenize sunuyorum. Çünkü yazıya ilave edilecek fazla bir şey yok. Müslümanlarda bir değişme, gelişme olmuş mu, ona birlikte bakalım. Allah’ın mal mülk verdiği, zengin kıldığı Müslümanlar ne âlemde bir görelim. Sadece, davetlerde fotoğraf çektirmekle mi meşguller, yoksa bu üç sene zarfında üç tane de olsa birkaç kurumun altına imza koymuşlar mı, birlikte bakalım.

Davası olanın, destekçisi Allah'tır.
Duası olanın davası olur, davası olanın iddiası da olur.
Dava sahibi olanlar heva sahibi olamazlar
Allah uğruna verilen mücadelenin mağlubiyeti yoktur.
Bir davaya en büyük zararı ona saldıranlar değil, onu gereği gibi savunamayanlar verir.
En etkilli davet temsildir.
Davası olmayanın daveti olmaz; davanız varsa davetiniz de vardır.

Ölüm haktır, dünya fanidir
İnsan geriye dönüp baktığında keşke yapmasaydım diyeceği işleri yapmamalıdır. Dünya fanidir ve çok kısadır. Bu tespitime katılmak için sadece aynaya bakmanız yeterli olacaktır. Yol haritasını vermiştir Allah elimize. Bu yolda, yol işaretlerine dikkat ederek yürümek gerekir.

Berlin’de yaşıyoruz. Aradan tam 50 yıl geçmiş. Bu kadar yılda elde ettiğimiz tecrübeler ve birikimler bizleri hata yapmaktan alıkoymalıdır. 

Biz güzel olmak istemedik, güzeli görmek istedik. Güzel olmaya çalışmak egoistliktir, güzeli görmeye çalışmak ise fedakârlık ister. Güzeli görmeye çalışan aynı zamanda güzel de olur. Yol O`nun yoludur. Gerisi angaryadır.

Maddeye tamahkâr olmamak lazımdır

Ramazan ayının içindeyiz. Bu ayda herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Zekâtlar, fidyeler, fitreler ve mali yardımlar mümkün olduğunca yaşanılan yerin (Berlin’in) dışına çıkarılmamalıdır. Kur’an’ın buyruğu bu yöndedir. Yardımlarınızı bulunduğunuz yerin dışına çıkarmak için kapınıza gelenlere sakın itibar etmeyiniz. Kim olursa olsun, hangi yardım kuruluşu olursa olsun itibar etmeyiniz.

Biz önce bulunduğumuz çevredeki insanlardan sorumluyuz: “Sana, neyi infak edip vereceklerini soruyorlar. De ki: İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizlerle yolda kalan için olmalıdır. Hayır olarak yaptığınızı Allah en iyi biçimde bilmektedir.” (Bakara 215)

Lütfen sorumluluk bilinciyle hareket edelim. Geleceğimizi düşünelim, çocuklarımızı düşünelim. Yardımlarımızı öncelikle kendi çocuklarımızın geleceği için yapalım. Sorumluluk bilincidir insanı olgunlaştıran, sorumlu kılan. Hesabımızı, kitabımızı bu bilinçle yapalım. Görev bilinciyle hareket edersek, görevimizi birisinin hatırlatmasına ihtiyaç kalmayacaktır.

Bugünlerde yardım kuruluşları, duygularımızla hareket etmemizi sağlayacak broşürler yayınlamaya başladılar yine. Televizyonlara reklamlar veriyorlar, el ilanları dağıtıyorlar, Afrika’lı çaresiz insanların fotoğraflarını broşürlere basarak duygularımızı tetikliyorlar/sömürüyorlar. Hergün, yerden pıtırak (Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışı dikenli tohumu) biter gibi yardım kuruluşları çıkıyor ortaya. 50 yıldır böyle yapıyorlar, hele son senelerde bu yoldan geçinenlerin sayısı daha da fazlalaştı. 

Yardım kuruluşları, kira parası veriyorlar, personal çalıştırıyorlar ve onların parasını ödüyorlar, reklam parası ödüyorlar, bu paralar yardımlarımızdan karşılanıyor, bunu bilesiniz.

Yardım kuruluşlarının topladıkları paraların ortalama hesabını yaparak çıkalım yola, bakalım ne işe yaramış bu güne kadar verdiklerimiz: Bütün Almanya’yı hesaba dahil edelim ve hesabı sadece Türkiye’liler üzerinden yapalım.  3 milyon insanımız yaşıyor Almanya‘da. 2 milyon insanımızı bir kenara bırakalım ve bir milyon insanımızı esas alalım.  

Tahmini olarak yılda bir milyar Euro toplanıyor

Yardım kuruluşlarına verilen bağışları; zekat, fidye, fitre, bağış ve kurban olmak üzere şahıs başı 100 € olarak hesaplayalım. 1.000.000x100=100 milyon € yapar. Bu hesaptan yola çıkarsak son on yılda 1 milyar € toplanmış demektir. Bu bir milyar € genel olarak Afrika ülkelerine gönderildi, Filistin’e, gönderildi, Irak’a, Suriye’ye gönderildi, Afganistan’a gönderildi hâlâ da gönderiliyor.  
Şimdi sonuca bakalım; kaç tane Afrika ülkesini açlıktan kurtarmışız yaptığımız bu yardımlarla, kaç tane Afrika ülkesi bizim yardılarımızla ayağa kalkmış, kaç tane Afrika ülkesi bu vesileyle sorunlarını çözmüş? Aksine, yardım yapılan ülkelerin problemleri çözülmediği gibi, her geçen gün kervana bir başka ülke katılıyor...

Unutmayalım bu yardımların birkaç mislini BM de yapıyor. Avrupa ülkeleri ve İslâm ülkeleri de yapıyor. Buna rağmen o ülkelerde problemler azalacağı yerde artıyor. Şimdi Suriye çıktı sahneye. Yine keselerimizin ağzını açtırdılar bize. 

Emperyalist ülkeler  bir bahane uydurarak önce oradaki insanları bombalıyorlar. Evsiz yurtsuz bırakıyorlar. Sonra da Müslümanlara değişik isimlerde yardım kuruluşları kurdurtuyorlar. Paralar toplanıyor, bilezikler, yüzükler, küpeler dolduruluyor torbalara. İhtiyaç gösterilen yerlere paralar gönderiliyor. O paralarla silahlar alınıyor. Silahları satan emperyalistler, alanlar genelde Müslüman gruplar. Öldüren de Müslüman öldürülen de. Onlar birbirlerini daha iyi öldürsün diye yardım kuruluşlarına yardım edenler de Müslümanlar. 
Filistin’e, ben kendimi bildim bileli yardım gönderilir(51 doğumluyum). Bitti mi Filistin meselesi? Duruldu mu sular? Küçücük Filistin’de iki tane grup var. El-Fetih ve Hamas. Kendileriyle didişmekten düşmanlarına karşı ortak tavır bile alamıyorlar. Çünkü kendi içlerindeki silah tüccarları o savaşın bitmesini istemiyorlar çünkü. 

Perde arkasında dönen dolapları görmek lazım. Bizlere ne Türkiye, ne de Birleşmiş Milletler elini uzatıyor. Oysa aynı Türkiye Somali gibi dünyanın başka ülkelerine yardım gönderiyor. BM de yardım gönderiyor oralara. Bizim kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekiyor. Hesabı Allah önce çocuklarımızdan başlayarak soracak bize. “Ey İman Edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!”(Tahrîm: 6) 
Sadece çocuklarımızın karnını doyurmakla bu azaptan kurtulamayız. Onların ruhlarını da doyurmamız gerekiyor. Onları kimlikli bir nesil olarak geleceğe yönelik yetiştirmeliyiz. Hz. Ali der ki:” Çocuklarınızı yetişkin olarak bulunacakları çağa göre yetiştirin.” Çocukları yetiştirmek için müesseseler kurmalıyız. Çocuk yuvalarından başlamalıyız işe. Müfredatını kendimizin hazırladığı bir yuvadan bahsediyorum. Teşvikler alarak, para kazanmak için açtığımız yuvalardan değil.

Afrika ülkelerini Müslümanlar fakirleştirmedi

Afrika ülkelerini, halkı müslüman olan ülkeler fakirleştirmedi, aç bırakmadı. Avrupa ülkeleri ve Amerika aldı o insanların elinden ekmeğini. Emperyalistler, ekmeğini elinden aldığı insanların karınlarını da Müslümanlara doyurtarak bir taşla iki kuş vuruyorlar. Sonuçta her iki durumda da kârlı çıkan onlar oluyorlar. 

Müslümanlar da işin bu taraflarını hesaba katmadan dolmuşa binerek kısa yoldan Cennetin(!) yolunu tutacaklarına inanıyorlar, o kadar inanıyorlar ki; kuruntularından yanlarına yaklaşılmıyor. “Ben bu sene zekâtımı, kurbanımı Filistin’e gönderdim, Suriye’ye gönderdim, Irak’a gönderdim...”

Bizim çocuklarımıza kim sahip çıkacak 

Anne ve baba olarak bizler, sorumluluk duygusu taşıyan bizler, “Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabı” ndan korkan bizler: Çocuklarımızın durumu bu kadar açıkken, göz önündeyken,  bu vurdumduymazlık niye. 
Müslümanlar yukarıda hesabını yaptığımız parayı Almanya’da bıraksalardı; bugün Sarrazin’ler kendilerine malzeme bulamayacaklardı. Adımız göçmen olmayacaktı, yabancı olmayacaktı. Sahibimiz buyurur ki: “Aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım.” (Yunus 100)

Pislik; 
-kaos demektir, 
-anarşi demektir, 
-aşağılanma demektir, 
-tepelenme demektir, 
-kölelik demektir, 
-açlık demektir, 
-sefalet demektir, 
-göz yaşı demektir, 
-kan demektir...

Müslüman ülkeler pislik içindedirler bugün? Görevlerini yerine getirmedikleri için bu böyledir. Sahip oldukları zenginlikleri Müslümanların kalkınması için yatırıma dönüştürmedikleri için bu böyledir. Sahip oldukları paralarını emperyalistlerin bankalarına koyarak onları zenginleştirdikleri için bu böyledir. 

Bu paralarla neler yapılabilirdi

1. Bu paralarla vakıflar kurulurdu. 
2. Bu vakıflar aracılığıyla üniversite öğrencelerine hatırı sayılır burslar verilirdi.  
3. Yine üniversite öğrencileri için yurtlar açılırdı. 
4. Üniversiteyi bitirenlerin doktora yapmaları teşvik edilirdi, 
5. Hastaneler yapılırdı, Müslümanların hastaneleri, kilise hastaneleri gibi. 
6. İslâm’ın tanıtımı amaçlı, aşevleri kurulurdu; böylece parklardaki, köprü altlarındaki insanların midesine sıcak çorba inerdi. 
7. Ehl-i Kitab’a yönelik İslâm’ı tanıtıcı programlar düzenlenir, çalışmalar yapılırdı. 
8. Araştırma merkezleri, enstitüler kurulurdu. 
9. Çocuk yuvaları açılırdı. 
10. Kamu yararına çalışan dernekler desteklenirdi. 
11. Tercüme büroları açılarak ihtiyaç duyulan eserler Almancaya çevrilirdi. Almanca’dan da Türkçe’ye. 
12. Çocukların ve gençlerin bilinçlenmesine vesile olacak, bilgi ve görgülerini artıracak, onların tarih bilincini geliştirmek için tarihi mekânlara geziler düzenlenirdi.
13. Türkçe dil kursları açılırdı, 
14. Uygun olan yerlere minareli camiler, kültür merkezleri yapılırdı; böylelikle Müslümanlar fabrika binalarından, arka avlulardan, bodrumlardan kurtulmuş olurlardı;  dinlerini bodrumlara hapsetmezlerdi. 
15. Ve tüm bu kurulumlarda çalışacak olan personelin maaşı da, yine bu fondan karşılarlardı. 
16. Gazete çıkarılırdı, dergi çıkarılırdı, haber ajansları kurulurdu.

Sonuç:

1-Allah bize öncelikle kendi neslimizden hesap soracaktır. Berlin’de, Almanya’da yaşayan neslimizden hesap soracaktır. Ehl-i Kitap’la olan ilişkilerimizden hesap soracaktır. Bir Kitap Ehli’nin; “Ya Rabbi bu müslüman kulun 40 sene bana komşuluk yaptı ve birgün olsun benim kapımı çalmadı, İslâm nedir anlatmadı. Kurbanını Afrika’da kesti, zekâtını fitresini Afrika’ya gönderdi, ben kurbanda sadece kan gördüm, boğaların vahşice boğazlandığını gördüm. Bunlar yetmiyormuş gibi benim karımı-kızımı baştan çıkardı bu komşum, ben bu kulundan şikâyetçiyim” derse kimse yakasını kurtaramaz Yüce Yaratıcı’nın elinden. Çünkü Kur’an, yardımların en yakınından başlayarak yapılmasını ister. Ehl-i Kitap’a da çok önem verir.  

2-Somali halkı bugün olağan üstü bir durumla karşı karşıyadır ama bu duruma durup dururken gelmediler. Kendi zenginliklerine sahip çıkmadılar. Devlet iyi yönetilmedi. Halk kötü yönetimlere zamanında müdahale etmedi. Kıtlığın altında yatan, kuraklık gibi doğal afetler değil. Bunlar tetikleyici sebepler. Asıl sebep, uluslararası kapitalizmin ülkenin tarım sektörünü çöküntüye uğratmış olmasıdır. Allah elbette bu insanlara yardım etmemizi ister. Ancak onlardan kendi sorunlarını kendilerinin çözmelerini ister. Somali'nin başına gelen felaketin bir sebebi de-maalesef tıpkı Irak gibi- petroldür.

3-Allah zekâtın sekiz yere verilmesi gerektiğini buyurur. 100:8=12,50 eder. 
“1-Fakire   12,5+
 2-Miskine 12,5= 25 yapar.  Yani fakirin zekattan alacağı pay %25 tir. Zekatımızın, maddi yardımlarımızın %25’ini Afrika ülkelerine veya başka ülkelerdeki aç insanlara veya zulme uğramış insanlara gönderebiliriz, göndermeliyiz de. 

Fakat kalan %75’de bugünkü anladığımız manada direkt olarak fakirin hakkı/payı yoktur. Dolaylı olarak vardır.

3-Bu pay, borçluların payıdır. Herhangi bir sebepten dolayı işini kaybetmiş veya borçlanmış, ödeme sıkıntısı çeken kişinin payıdır.
4-Bu pay, İslâm’ı kendilerine anlatmamız gereken insanların payıdır.(Müellefet-ül kulûb) Gayri Müslimlerin, ateistlerdir, müşriklerin, kitap ehli olan insanların payıdır. 

5-Bu pay, zekâtı toplamak ve gerekli yerlere dağıtmakla ilgili kurumun payıdır.(zekat memurları) Zekatı kurum toplayacaktır. O kurumda çalışan insanlar fakirin tespitini yapacak, ihtiyaçlarının tespitini yapacaktır. Zenginin vermesi gereken zekâtının tespitini de yapacaktır. Böylelikle önüne gelenin yardım kurumu kurmasının önüne de geçilmiş olacaktır.
6-Bu pay, hürriyeti elinden alınmış insanların hakkıdır. Fikir suçlularının payıdır. Düşüncesini ifade ettiği için mağdur olmuş insanların payıdır. (Kölelerin)

7-Bu pay, Allah yolunda yapılması gereken her türlü çalışmayı yapmak içindir.(Fi sebilillah)

8-Bu pay, yolda kalmış insanların payıdır.”(Tevbe 60)

Ve bu payların Berlin’in dışına çıkmaması gerekir. Çünkü bu paylarla Berlin’de yaşayan Müslümanların geleceğine yatırım yapılma zorunluğu vardır. 

Oyuna gelmeyelim, dikkatli olalım, aklımızı çalıştıralım, duygusal davranmayalım. Heyacanımızla hareket etmeyelim. Çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu göz ardı etmeyelim. Görmezlikten gelmeyelim. Deve kuşu gibi başımızı toprağa gömmeyelim. 
Kendi evimizde yangın varken başkasının evindeki yangını söndürmeye gidemeyiz, gidersek evimiz yanar. En önemlisi, toprağın altındaki hesabın çetin olduğunu unutmayalım.

Bugün Somali halkı, Irak halkı, Filistin halkı, Afganistan halkı, Suriye halkı pislik içindedir. Aklımızı çalıştırmazsak yarın biz de pislik içinde kalabiliriz. O zaman artık herşey için çok geçtir. Bor’un pazarı geçmiştir. Eşeğin Niğde’ye sürülmesi gerekir.


Rüştü Kam

3 Temmuz 2014 Perşembe

Berlin Mocca Dergisi İftar yemeği verdi


Berlin Mocca Dergisi’nin her yıl olduğu gibi bu yıl da sponsor kuruluşlara, yazarlara ve davetlilere yönelik verdiği iftar yemeğinde konuşan Genel Yayın Yönetmeni Rüştü Kam özellikle bu yıl gündemin ön sıralarına yerleşen iftarın uzun günlerde olmasına değinerek, orucun eziyete dönüştürülmemesi gerektiğini vurguladı.
Berlin Mocca Dergisi İftar yemeği verdi
Berlin Mocca Dergisi İftar yemeği verdi

Berlin Mocca Dergisi’nin her yıl olduğu gibi bu yıl da sponsor kuruluşlara, yazarlara ve davetlilere yönelik verdiği iftar yemeğinde konuşan Genel Yayın Yönetmeni Rüştü Kam özellikle bu yıl gündemin ön sıralarına yerleşen iftarın uzun günlerde olmasına değinerek, orucun eziyete dönüştürülmemesi gerektiğini vurguladı.

 

„Orucu farz kılan Allah, orucun nasıl tutulması gerektiğini de anlatmıştır. Ne zaman oruç tutulmaya başlanacaktır, ne zaman iftar yapılacaktır belirlenmiştir. Kur'an'ın buyruğu açıktır: 'Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.' Bakara:187 

Ayetten anlaşılacağı üzere, güneşin doğmasına yakın zamana kadar yiyip içilebilir (30 dakika, 45 dakika gibi). Bu şekildeki imsak ayetin ruhuna uygun olan bir uygulamadır.“ şeklinde konuşan Kam, orucun ruhunun yaşanmasına dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü:” 20 saate yaklaşan bir süre oruçlu olmak, oruç ibadetinin ruhuna uygun değildir. Sağlık açısından önemine dikkat çekilerek teşvik edilen oruç ibadetinin süresi 20 saat olduğu zaman, oruç faydalı değil, zararlı olmaya başlar. Günde en az iki litre su alması gereken vücut 20 saat susuz kalırsa kanda pıhtılaşmalar oluşabilir. Bu durum beyin kanamalarına, kalp krizlerine sebep olabilir. Yukarıda da söylediğim gibi oruç tutmak sadece aç kalmak demek değildir, susuz kalmak demek değildir. 

Bundan dolayı Almanya’da oruç; Mekke ve Medinedeki oruca başlama ve orucu açma zamanları esas alınarak tutulmalıdır. Saat ile başlanmalı ve saat ile açılmalıdır. Başta Diyanet işleri Türk İslâm Birliği (DİTİB) ve İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG) olmak üzere, diğer dini cemaatler bir araya gelerek oruca başlama ve orucu açma zamanını tespit etmelidirler. Mesela sabah saat 05:00‘da oruca başlanmışsa, saat 18.00‘da iftar edilmelidir. Saat 07:00‘de oruca başlanmışsa saat 20.00‘de oruç açılmalıdır.”



Aralarında Müsiad Berlin Başkanı Veli Karakaya, vekili Hasan Babur,  duayen gazeteci Ahmet Külahçı, ha-ber.com genel yayın yönetmeni M. Sefa Doğanay ve “Bizim Alem” dergisi sahibi Tevfik Dağdeviren’in de bulunduğu 50 kişiye yakın seçkin davetli topluluğunun iftardan önce Hakan Doğan’ın çalıp söylediği türkülerden büyük keyif aldığı gözlendi.

29 Haziran 2014 Pazar

İMSAK VE İFTAR TUTARSIZLIĞI

ANLAYAN VARSA BERİ GELSİN

HA-BER.COM

Rüştü Kam 2014

Ramazan geldi hoş geldi diyeceğimiz yerde, Ramazan geldi sıkıntı getirdi demeye başladık. İmsak ne zaman bitiyor, iftar ne zaman başlıyor diye yıllardan beri birtürlü karar veremedik.  Geçmişte bu konularda Müslümanlar arasında ne kavgalar oldu Berlin'de. Camiden çıkan ve biraz önce Allah'ın huzurunda duran o müslümanlar birbirlerine ağza alınamayacak küfürler savurdular, hakaretler ettiler. Yumruklaşmalar bile oldu.

Birgün önce bayram namazı kılan Müslüman cemaatler, birgün sonra bayram namazı kılmaya gelenleri camiden bile kovdular. Onları camiye sokmadılar. Kapıda nöbetler tuttular ki; gelenler namaz kılamasınlar. Aynı kavga devam ediyor bugün. Ancak bu sefer şiddeti azalmış.

2010 yılı istatistiklerine göre 3.5 milyon nüfuslu Berlin'de 300.000 civarında Müslüman yaşıyor. Bu müslümanların imsak ve iftar vakitleri birbirlerine uymuyor. Her cemaat kendisine göre imsak ve iftar vakti belirlemiş. Neye göre belirlemiş, kimler belirlemiş onu bilen yok. "Bizim cemaatin görüşü budur, doğrusu da budur, diğerleri yanlış yapıyorlar" mantığıyla işler götürülüyor.  Yeter ki o caminin üyesi öbür camiye gitmesin.  Diyanet İşleri Başkanlığı'da aynı mantıkla hareket ediyor. "Ben Devlet‘im" diyor.

Sadece Türkiyeli Müslümanların imsak ve iftar vakitlerine bakılınca işin vahameti görülüyor:

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği(DİTİB)               İmsak    3:16        İftar     21:40

İslâm Toplumu Milli Görüş     (IGMG)                 İmsak    3.25        İftar     21:57

İslâm Kültür Merkezleri         (IKM)                    İmsak   1:10        İftar     21:42

Semerkand Cemaatı                                         İmsak   1:35        İftar     21:35

Şimdi soralım, hangi Müslüman cemaatin tespiti doğrudur? Hangi Müslüman cemaat daha fazla müslümandır? Hangi Müslüman cemaatin tuttuğu oruç daha makbuldür?

Allah aşkına bu nasıl müslümanlıktır?

27 Haziran 2014 Cuma

ORUÇ AYININ BEREKETİNDEN İSTİFADE EDELİM (I)

-Kur’an bu ayda inmeye başlamıştır-

 -Oruç tutacağız diye hasta raporu almak yanlış olur. Allah, insanları kandırarak, yanıltarak kendisine ibadet yapılmasını istemez. Bir de kandırılan kimse, gayri müslimse vebali, daha da büyüktür-

Kur’an’ın farz olan Ramazan ayı orucuna yaklaşımı 

Yüce Allah, kullarının, ibadet yaparak kendilerini kötülüklerden uzaklaştırmalarını ister. Mesela Kur’an’da; namaz ibadetinin, kılan kişiyi, kötülüklerden uzaklaştırması gerektiğinin altı kalınca çizilirken, sadaka vererek malların kirlerden temizlenmesi emredilir.
Hac ibadetinde birlik ve beraberlik sembolize edilir, bu birlik ve beraberlik ruhunun normal yaşamda da sürmesi gerekir ki; güç elden gitmesin, araya fitne girmesin.
Tavaf yaparken, Tevhid inancının içselleştirilmesidir istenen, böylelikle tefeci bezirganlardan ve onların zulmünden kurtulmanın yolu açılır.
Arafat Tepesi’nde  Adem Peygamber’in tevbesi tekrar edilir, bu tevbeyle insan arınmak ister, yaptığı kötülüklerden arınmak ister, arınma nasuh bir tevbe ile olur. Geriye dönüşü olmayacak olan tevbedir bu.  Adem tevbe ettiği için arınmış ve affedilmiştir.
İbadetler bir anlamda da af edilme vesiledir. Oruç ibadeti de aynı amaçla yapılır. İstenen, kulun aç kalması, susuz kalması değildir. Oruç mide ile tutulmamalıdır. Oruç bütün azalarla tutulmalıdır. Dilin orucu yalan söylememektir, gözün orucu haramı görmemektir, elin orucu harama uzanmamaktır, ayağın orucu harama yürümemektir. Sadece mideleriyle oruç tutanlar, oruç ibadetinin gayesini anlamayanlardır. Oruç ibadetiyle ilgili buyruklar Bakara Suresi‘nde arka arkaya sıralanmıştır. Oruç ibadetinin, Müslümanları belirli bir kalıba sokabilmesi için, bir ay yeterli görülmüştür. Kur’an buyrukları şöyledir:

''- Ey iman edenler oruç, sizden öncekilere farz kılnıdığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki dikkate alırsınız.(1)

- „Oruç, sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Oruca güç yetiremeyenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, apaçık bir öğreti ve yasa kitabı olan Kuran'ın indirildiği aydır. Kim o aya ulaşırsa oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar.
ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Böylece (oruç günlerinin) sayısını tamamlar, sizi doğruya ulaştıran ALLAH'ı yüceltip şükredersiniz.(2)

- „Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin.
Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.“(3)

Oruç ve Teravih Namazı

Oruç, Müslümanın, Kur'an'da belirtilen zaman dilimi içinde, yeme, içme ve cinsel ilşkiden, kendisini uzak tutmasıdır. Orucun tekniği budur. Ancak oruç sadece yememek- içmemek ve cinsellikten uzaklaşmak şeklinde anlaşılırsa yanlış olur. Amaç vücudun bütününe oruç tutturmaktır. Sadece mideye değil.
Sadece oruç ayında kılınan teravih namazının bile amacı vardır. Abartmamak şartıyla kılınmalıdır teravih namazı. 20 rekât abartılıdır. 4 veya sekiz rekât kılınan bir teravih insanı rahatlatır. Teravih, Ramazan ayında yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile bir namazdır. Teravih, dinlenmek, rahatlamak anlamına gelir. Teravih, yemekten sonra gelen rehavetin dağılmasını sağlar. Sağlık açısından önemlidir. Ramazan ayında camilerin şenlenmesini de sağlar. Müslümanlar o ayı bu vesile ile dolu dolu yaşarlar. Eğlenceler de düzenlenebilir. Karagöz ve Hacivat eski Ramazanların vazgeçilmezleridir. Teravih namazı ile ilgili Peygamber uygulaması şöyledir:
"Resulullah (s) Ramazan’da mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s) mescide gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle seslendi: "Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben sizin, teravih namazını kendinize farz kılmanızdan korktuğum için çıkmadım" (Buharî, Teheccud, 57).

Orucun zamanı 

Orucu farz kılan Allah, orucun nasıl tutulması gerektiğini de anlatmıştır. Ne zaman oruç tutulmaya başlanacaktır, ne zaman iftar yapılacaktır belirlenmiştir. Kur'an'ın buyruğu açıktır: ''Fecir vakti sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın.'' (5)
Ayetten anlaşılacağı üzre, güneşin doğmasına yakın zamana kadar yiyip içilebilir (30 dakika, 45 dakika gibi). Bu şekildeki imsak ayetin ruhuna uygun olan bir uygulamadır. Peygamberimiz, Kur’an’ın buyruğunu uygulamaya koymuş ve bize örnek olmuştur. Oruca başlama zamanı hakkında, Hz. Ömer, Huzeyfe, İb. Abbas, Talk İb. Ali, Ata İb. Ebî Rabah, Ameş, Ali İb. Ebû Talip gibi sahâbelerden gelen rivayetler şöyledir:

''Oruca başlama vakti, sabahleyin yolların dağların, tepelerin belli olacağı zamandır. Yani çıplak gözle eşyaların birbirinden seçildiği zamandır.“ Huzeyfe'nin anlattığına göre, Hz. Muhammed (s).'in uygulaması da böyle olmuştur. Huzeyfe şöyle der: ''Sabah oluncaya kadar Rasûlüllah ile beraber yiyip içtik ki, güneş henüz doğmamıştı.'' (4)

Zirr b. Hubeyş’ten: "Sahur yemeğini yiyip mescide gittim. Giderken, Huzeyfe'nin evine uğradım. Bir deve sağmamı emretti, sağdım. Sütü pişirmemi emretti, pişirdim, sonra; "iç" dedi. Ben oruç. tutmak istiyorum" dedim. "Ben de istiyorum." dedi. Yedik, içtik sonra mescide geldik, hemen namaza başlanıldı.”

Zir b. Hubeyş devam eder: “Huzeyfe’ye sordum, o da bana "Rasûlullah bana böyle yaptı" veya "ben Rasûlullah'la böyle yaptım" dedi. "Sabahtan sonra mı?" dedim. "Evet, sabahtan sonra, ancak güneş doğmamıştı" dedi. (Ateş c.1. s.312- 315)

Ebû Davud'un hadîsi de bu görüşün delilleri arasında sayılır: "Biriniz su ve yemek kabı elinde iken ezanı işitirse ihtiyacı kadar yiyip içsin" (Musned: II-423- Ebu Davud c. 2, s.258, h. 2350)

İbnü'l-Münzîr'in rivayetine göre; Hz. Ali sabah namazını kılmış sonra; "Şu an beyaz ipliğin siyah iplikten ayrıldığı andır" demiştir.( Ateş . c.1s. 312- 315)
Bu uygulama günün 12 saat gündüz, 12 saat gece olduğu yerlerde mümkün olabilir. Güneş ısısının ulaşmadığı ama aydınlığının ulaştığı yerlerde mümkün değildir. Almanya, Danimarka, Norveç, İsveç, Fillandiya bu ülkelerdendir.
Gece ve gündüzün saat olarak eşit olmadığı, fazla olduğu coğrafi bölgelerdir buralar. Mezhepler, böyle yerlerde en yakın yerdeki, zaman dilimine göre ayarlama yapılarak, oruç tutulabilir, namaz kılınabilir demişler.
Mekke ile Medine’deki namaz saatleri, imsak ve iftar saatleri esas alınarak oruç tutulabilir, namaz kılınabilir diyenler de vardır. Bizim kanaatimiz de böyledir.

Almanya böyle bir ülkedir. Havanın sıcaklığı da göz önünde bulundurulduğunda, Hicaz Bölgesi’ne göre imsak ve iftar saatlerini ayarlamak Almanya’da, zarurettir.

Gece ve gündüzün işlevleriyle ilgili Kur’an’ın beyanlarını gözden geçirerek bu bölgelerdeki oruç zamanı hakkındaki kararları yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Buyruklar şöyle:

“Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan O’dur. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Dinleyen bir toplum için bunda âyetler vardır. (Yunus 10/67)

“Görmediler mi; dinlensinler diye geceyi yarattık. Gündüzü de aydınlatıcı yaptık. İnanan bir toplum için bunda göstergeler vardır.” (Neml 27/86)

“Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan Allah’tır. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Allah insanlara gerçekten çok ikram eder ama insanların çoğu şükretmezler.” (Mü’min 40/61)

Gece, dinlenme; gündüz ise çalışıp kazanma zamanıdır. İlgili âyetlerden biri şöyledir: Dinlenesiniz diye geceyi sizin için yaratan odur. Gündüzü de aydınlatıcı yapmıştır. Dinleyen bir toplum için bunda âyetler vardır. (Yunus 10/67)

Gündüz, yaşama zamanıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Gündüzü yaşama zamanı yaptık.” (Nebe’ 78/11)

Güneşe ve duhâsına, onu takip ettiğinde aya, güneşin duhâsını gösterdiğinde gündüze, güneşin duhâsını örttüğünde geceye, (yemin olsun) (Şems 91/1-4)
Ayetlerden anlaşıldığına göre. Gece istirahat zamanı, gündüz çalışmam zamanıdır. Gece ile gündüz arasındaki fazlalıktan dolayı iş zamanı ile ibadet zamanını, istirahat zamanını saatle tespit etmek gerekiyor.

Prof.Dr.Abdulaziz Bayındır bu ayetleri şu şekilde açıklamıştır: „Duhâ ile ışık arasındaki temel fark ısıdır. Bu sebeple gece ile gündüz arasında ısı farkı olur. Beyaz gecelerde gökyüzünde dolaşan güneş ışık verir ama ısısı gündüz gibi hissedilmez. Aydınlatan şeyin güneş değil de gündüzün kendisi olması, güneşi gündüzün göstergesi olmaktan çıkarır ve güneşsiz gündüzlerin olabileceğini gösterir. Nitekim Arapçada gündüze nehar denir ve aydınlığın yayıldığı vakit, diye tanımlanır.  İnsanların yaşadığı en kuzey yer olan Tromso’da güneşin doğmadığı günlerde, güneşten gelen ışınlarla çevre aydınlanmakta ve gündüz oluşmaktadır. Güneşin hiç batmadığı Haziran ayında Tromso’da gündüz kısa kollu gömlekle dolaşırken gece, pantolonun altına içlik, kalın çorap, yün kazak, ceket, kaban ve başlık giyilir.

Ekvatorda güneş ışınları, dünayanın eksenine sürekli 90 derecelik bir açıyla geldiği için o bölgede gece ile gündüz hemen hemen eşit olur. Yazın gece ile gündüz kutup noktalarında da eşittir. Buralarda aydınlığın sürekli olması ve gecenin göstergesinin kaldırılmış bulunması sebebiyle gece ile gündüzden birini diğerinden uzun saymanın delili olmaz. Bu eşitlik, güneşin batmadığı salât dönencesi boyunca devam eder. Diğer enlemlerde güneş ışınlarının geliş açısı gece ve gündüzün uzunluklarını değiştirir. Kışın salât dönencesinden sonra günün uzunluğu, ışığın o bölgeye gelişine bağlı olarak değişir.“( www.suleymaniyevakfi.org)

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığı tespit ve gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit ettiklerini söylüyor.
Molla Hüsrev’in de fetvası böyledir: Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer*)

Prof.Dr. Mehmet said Hatipoğlu, bu konuda şöyle der: “Bu gibi bölgelerde Mekke’nin ve Medine’nin zaman ölçüleri esas alınarak, ibadet zamanları belirlenmelidir.” Prof.Dr.Hayri Kırbaşoğlu’da bu tespite katılmaktadır.

Sonuç 

Bu açıklamalardan sonra biz de deriz ki, Almanya gece ve gündüzün 12 saat olmadığı ülkelerdendir. Gündüz 20 saate kadar uzanır. Yukarda verilen fetvaları göz önüne alırsak, Almanya’da orucun başlama zamanı saatle tespit edilmeli ve saat ile iftar edilmeli ve 13 saat olarak tutulmalıdır. Bu tespit hem Bayındır ve hem de Hatipoğlu ve Kırbaşoğlunun görüşlerine uygundur. Dürer sahibi Molla Hüsrev de aynı kanaattedir.
20 saate yaklaşan bir süre oruçlu olmak, oruç ibadetinin ruhuna uygun değildir. Sağlık açısından önemine dikkat çekilerek teşvik edilen oruç ibadetinin süresi  20 saat olduğu zaman, oruç faydalı değil, zararlı olmaya başlar. Günde en az iki litre su alması gereken vücud 20 saat susuz kalırsa kanda pıhtılaşmalar oluşabilir. Bu durum beyin kanamalarına, kalp krizlerine sebep olabilir. Yukarıda da söylediğim gibi oruç tutmak sadece aç kalmak demek değildir, susuz kalmak demek değildir.

Bundan dolayı Almanya’da oruç; Mekke ve Medinedeki oruca başlama ve orucu açma zamanları  esas alınarak tutulmalıdır. Saat ile başlanmalı ve saat ile açılmalıdır. Başta Diyanet işleri Türk İslâm Birliği (DİTİB) ve İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG) olmak üzere, diğer dini cemaatler bir araya gelerek oruca başlama ve orucu açma zamanını tespit etmelidirler. Mesela sabah saat 06.da oruca başlanmışsa, saat 19.de iftar edilmelidir. Saat 7 de oruca başlanmışsa saat 20.00 de oruç açılmalıdır.

Dini cemaatlerimiz, Ramazan ayında toplayacakları zekat ve fitre konusunda yaptıkları çalışmalar kadar veya o çalışmaların yarısı kadar üyelerinin ibadetleriyle ilgili kolaylıklar üzerinde mesai yaparlarsa, hem cemaatin sıkıntısını giderirler, hem de istedikleri meblağı yine de tolamış olurlar.
Sözü, Sahibine bırakarak bugünkü yazımızı noktalayalım: “Aaklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içinde bırakırım.”(Yunus 100)
…………………………………………………………
(1) Bakara suresi 3
(2) Bakara suresi / 184-185
(3) Bakara suresi / 187
(4) Süleyman Ateş , Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri,İstanbul,1988.1. cild 312- 315.
(5) Bakara 187
* Dürer, Molla Hüsrev’in eseridir. Hanefi Fıkhına göre yazılmıştır. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene boyuncu bu görevi yürütmüştür. Fatih Sultan Mehmed Molla Hüsrev için ‘Zamanımızın Ebu Hanife'sidir.’ diyerek sevgisini belirtmiştir. Eserinin tam adı: Dürerü’l-Hukkâm Fî Şerhi Gureri’l-Ahkâm, Musannıfı : Muhammed Bin Ferâmûz.

Devam edecek

Rüştü Kam