-Paganların zulümlerinden bıkan halk dalga dalga din olarak Hıristiyanlığı
seçmeye başladılar. Hristiyanlığın inanılmaz bir şekilde gelişmesi Putperest
olan Roma İmparatorluğu yöneticilerini endişelendirdi ve Hıristiyanlığı
yasakladılar. Dini liderleri tutukladılar ve idam etmeye başladılar-
Rüştü Kam
Ha-ber.com
Demre
Ege ve Akdeniz gezisini Türk Eğitim
Derneği başkanı Ahmet Yumuşak teklif etmişti. Ancak kendisi maalesef geziye
katılamadı. Çok istemesine rağmen katılamadı. Biz yola çıktık, o bir gün sonra
hastaneye yattı. Kalp kapakçığı değişecekti. Basit bir ameliyat dediler. Gezi
dönüşü ameliyat olmasını teklif ettik ama o bizi dinlemedi. 10 gün sonra
ameliyat olabilirdi.
Hastanede gerekli tetkikler yapılmış ve
bizim dönüşümüze 2 gün kala ameliyata girmiş. Biz Demre’ye henüz gelmiştik ki,
acı haber geldi. “Ahmet vefat etti başımız sağolsun.” Dünyamız yıkıldı.
Beklenmedik bir ölüm. Bir anda otobüs yasa boğuldu. Herkes ağlıyor, kimse
kimseyi teselli edemiyordu. Kim, kimi teselli edecekti, herkes aynı acıyı
yaşıyordu. Yasımız uzun sürdü. Benim kendimi toparlamam gerekiyordu. Grup
lideri bendim. Arkadaşları sükunete davet etmeliydim. Kaptan Sezgin’e mikrofonu
açmasını söyledim ve titrek sesimle söze başladım:
“Ecel gelince ne bir saniye ileri ne de bir saniye geriye gider.” Kalp
kapakçığı ve diğer ölüm sebepleri bahanedir. Sabırlı olmamız lazım, yapacağımız
iş ağlamak değil onun için dua etmektir O da bizden bunu bekliyor. ‘Allah sana rahmet eylesin Ahmet’im… Mekânın Cennet
olsun. Biz seni çok sevdik, Allah da seni sevecektir. Allah için çalışan birisi
olduğuna dair şahitliğimiz tamdır. Ruhun şâd olsun. Biz de geleceğiz oraya. Ha
bir gün önce ha bir gün sonra ne fark eder. Sen önce gitmekle bu fani dünyanın
kirlerine fazla bulaşmadın. Ne mutlu sana ki, arkada seni seven dostların var.
Onlar senin için dua ediyorlar…’
Bu mealde kısa bir konuşma yaptım. Bir de
Kur’an okudum. En azından o hüzünlü havanın dağılması için bir adım atmış
oldum. İşe yaradı. Ancak, gezi bizim için burada bitti. Bundan sonra ne
anlatılanları anlama ne de kültür miraslarına bakıp inceleme gücümüz kaldı.
Yığıldık kaldık Demre’ye.
Rehberimiz Serdar ve tur sorumlusu Emin bu
hüzünlü havayı dağıtmak istemiş olmalılar ki; önce bizlere baş sağlığı dilediler,
Emin geçen gezilerden bahsederek kısaca Ahmet’i anlattı. Yerinin
doldurulamayacağından söz etti. Ve Serdar, Serdar Ahmet’i tanımadığı için
kendisinin şanssız olduğundan söz etti ve “arkadaşları tarafından böylesine
sevilmenin haklı gururu ona yetecektir” diyerek bizlere baş sağlığı diledi.
Sonra da başladı Demre’yi anlatmaya. O da
havadan etkilenmişti, Serdar ondan önceki Serdar değildi. Tadı kaçmıştı sanki.
Ama onun görevi anlatmaktı:
“Myra (Demre) Likya uygarlığının en önemli
6 kentinden birisidir. En erken sikkeler M.Ö. III. yy.’la
tarihlenir. Fakat şehrin en azından M.Ö. V. yy’ da kurulduğu tahmin
edilmektedir.
Rivayetlere göre St. Nikolaus, M.S. 270 yılında, Likya’nın Patara
kentinde doğdu. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Erken yaşta anne ve babasını bir
veba salgınında kaybetti. Onu Patara piskoposu olan dayısı büyüttü. Eğitimini
dayısından aldı. İlk görev yeri Patara yakınlarındaki Sion Manastırı’nda
başrahiplik, sonrasında Myra Piskoposluğu. Bu kutsal görevinde çok başarılıydı.
Cemaatine sahip çıktı, dul ve yetimlere, fakirlere, hastalara yardım etti, maneviyatlarını
kuvvetlendirdi. İmparator Diocletian zamanındaki Hıristiyan kıyımında,
mahkemelerde onları savundu, işkenceye alınanları veya ölümle
cezalandırılanları cesaretlendirdi, kalan ailelere sahip çıktı. Sonunda o da
tutuklandı. İstanbul’a götürüldü. İşkencelere tabi tutuldu, idam kararını
beklerken tahta yeni imparator Constantin geçince serbest bırakıldı.
Tekrar Myra’ya döndü. O sırada ülkede korkunç bir açlık hüküm
sürüyordu. Paganlar açlık nedeniyle Tanrı Diana’ya adaklar adıyorlardı, bunun
üzerine Piskopos Nicholaus Pagan mabedini darmadağın etti, adakları,
kurbanları, heykelleri yerlere attı, kırdı parçaladı. “Putların sizlere bir şey vereceği yok. Kendinize gelin” diye halka
nasihatler etti, onları Hristiyanlığa çağırdı, Allah’a dua etmelerini istedi.
Paganların zulümlerinden bıkan halk dalga dalga din olarak Hıristiyanlığı
seçmeye başladılar. Hristiyanlığın inanılmaz bir şekilde gelişmesi Putperest
olan Roma İmparatorluğu yöneticilerini endişelendirdi ve Hıristiyanlığı
yasakladılar. Dini liderleri tutuklamaya ve idam etmeye başladılar. Yapılan
korkunç işkencelere rağmen dinlerini inkâr etmeyen ve Paganlığa dönmeyen tüm
Hıristiyanların öldürülmeleri için fermanlar çıktı. Fakat yükselişin önüne
geçilemedi. Her şeye rağmen Hristiyanlık gerilemedi, aksine Hıristiyanların
işkencelere aldırmadan inançlarını savunmaları ve idamları korkusuzca
kabullenmeleri putperestlerin kitleler halinde Hıristiyanlığı kabul etmelerine
yol açtı.
Halkın Hristiyanlaşmasında St.Nikolaus’ın
payı büyüktür. O aynı zamanda
çocukların, gemicilerin ve ağır işlerde çalışan işçilerin koruyucusudur. O
Demrelidir. Demre’nin Noel Babasıdır. Demre Hıristiyan Dünyası için önemli bir
merkezdir. Her yıl 6 Aralık`ta Noel Baba etkinliklerini yapmak geleneksel hale
gelmiştir. Kaya Mezarları, Tiyatro ve St. Nikolaus Kilisesi varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir.
Nikolaus’un
kerametleri
Rivayet edilir ki; yaşlı ve fakir bir baba karısını kaybettikten
sonra büyük zorluklarla büyüttüğü üç genç kızından büyüğünün evlenme zamanının
gelip geçmesine rağmen çeyizini hazırlayamamış ve büyük üzüntü içindeymiş. Bu
durumda sırasıyla evlenme çağına gelecek diğer kızlarına da çeyiz hazırlayamazsa,
onları geneleve bırakması gerekiyormuş. Babanın onların fahişe olmalarına gönlü
asla razı değilmiş.
Durumu haber alan Myra piskoposu Aziz Nikolaus, bir gece geç vakit
büyük kızın çeyizine yetecek kadar altını bir keseye koyup, o ailenin
penceresinden içeri atmış. Sabah keseyi bulan baba buna çok sevinir. Ama bu
iyiliği kimin yaptığını da merak eder. Araştırır ama bir netice alamaz.
Ortanca kızın evlenme vakti geldiğinde Aziz Nikolaus, yine gece
geç vakit o fakir yaşlı adamın penceresinden bir kese altın daha atmış. Sabah o
evdeki mutluluk ve sevinç büyük olur. Yaşlı baba, merak içinde, evin etrafında
dolaşıp bir ipucu arar ama yine bulamaz.
Üçüncü kızının evlenme zamanı gelince ihtiyar baba bu
iyilikseverin kim olduğunu bulmak için geceleri pencere önünde sabahlamaya
başlar. Aziz Nikolaus bunu görünce, bu sefer bir kese altını pencereden değil,
bacadan atmış. Üçüncü kız, o gece çoraplarını yıkamış ve kurutmak için şöminenin
içine asmış. Aziz Nikolaus bacadan bir kese altını atınca da -olacak ya- kese
kızın çorabının içine düşmüş. Bu olay, Hristiyanların bugün Noel Baba
bayramında çocuklar için çoraplara hediye koymaları geleneğinin esin kaynağıymış. Olur mu, olur…
Aziz Nikolaus, 343 yılının 6 Aralık günü ruhunu Myra’da Tanrı’ya
teslim etti. Myra’da defnedildi. Sevenleri ona mermerden fevkalade güzel bir
lahit yaptırdılar.
Rusların Demre aşkı
Rus Çariçesi Anna Galicia 1850'de Myra'ya gelerek kilisenin
bulunduğu araziyi satın aldı ve o sıralarda çok yıkık durumda olan kiliseyi
tamamen restore ettirdi. Bugün görülen ve binanın ilk yapım stiline uymayan
kubbeler, 1885 yılında bu Çariçe tarafından yaptırılmıştır. 1862 yılında Rus Prensi Kiliseyi restore ettirmiş ve kiliseye bir de çan bağışlamıştır.
Demre’deki Kilise’yi her sene binlerce turist ziyaret etmektedir.
Özellikle Rusların başı çektiği Demre Aziz Nikolas Kilisesi Turizm Bakanlığı
tarafından onarılmıştır. 2000 yılında Rus heykeltıraş Gregory Pototsky’nin
bronzdan yaptığı Aziz Nikolas heykelini Ruslar, Kilise’nin karşısındaki meydana
diktiler. Ancak daha sonra Demre Belediyesi bu bronz heykelin yerine plastikten
kırmızı elbiseli Noel Baba heykelini koydu. Bu durum Ruslar tarafından protesto
edildi. İş daha da büyümeden bronz heykel belediye tarafından eski yerine konuldu.
Böylece bu yanlış uygulama skandala dönüşmeden çözülmüş oldu. St.Nikolaus’ın kemikleri kilise içindeki
mermer bir mezarda buluyordu. Bu kemikler İtalyanlar tarafından sahiplenilerek Bari`ye
kaçırılmıştır.”
Anlatılan yerlerin hepsini fotoğraflayamadık. Restorasyon
çalışmalarından dolayı kapalıydı. Ancak ben yine kaçak yollardan
yaklaşabildiğim kadar yaklaştım kiliseye ve fotoğraflarımı çektim. Kilise
bölgesi, giriş yolu ve meydanda bulunan hediyelik eşya dükkanları
bilgilendirmeleri hep Rusça yapılmış. Nereye çevirirseniz çevirin başınızı
orada Rusça yazılmış bilgilendirmelerle karşılaşıyorsunuz. Ruslara ait özerk
bir bölge gibi…
Demre’den sonra otele geçtik. Yerleştik. Önceden Antalya için
akşam gezisi planlamıştık, türkü evine de gidecektik, bütün programları iptal
ettik. Herkes odasına çekildi ve acısını yaşadı. Antalya’dan sonra Alanya’ya da
gidecektik, gezi planımızı öyle hazırlamıştık. Yeni bir plan yaparak Alanya’yı da
iptal ettik. Antalya ve çevresini gezerek Berlin’e dönme kararı aldık.
Antalya
“Antalya
Milat’tan önce VIII. Yüzyılda Bergama Kralı II. Attalos, tarafından kuruldu. Antalya’nın
antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III.
yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti. Rivayete
göre, 2 bin yıl önce, Bergama Kralı II. Attalos,
askerlerine emir verir: ‘Gidin ve bana yeryüzünün cennetini bulun!’ Bergamalı
askerler aylar, yıllar boyu dolaşır ve nihayet Toros Dağları’nın eteklerinden
inmeye başladıklarında Antalya’yı görürler. Yeryüzünün cenneti, ayaklarının
altındadır! Buraya, Attaleia adını verirler ve böylece Antalya’nın temelleri
atılır...
Yöre 1207’de Selçuklular
tarafından Türk topraklarına katılır. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke
Aşiretinin egemenliğine girer. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü
Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan birisidir. Antalya’nın
kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Yöresi’ne Teke Yöresi
denir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke Sancağı’nın merkezi,
şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke Sancağı denirdi.
Maalesef bugün Antalya’da Yörük
geleneği yok olmak üzeredir. Yörede birkaç konar-göçer grubu kalmıştır. Belek,
Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, çanlı- çıngıraklı turist taşıyan develer
görürsünüz. İşte o gelenekten arta kalan hatıralardır bu develer. Ayrıca
Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet veren
Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has
gömbe, ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros Dağları’nda
kuyularda saklanan karların, ağustos ayında dağdan indirilerek şehir merkezlerine
getirildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından
satıldığını görürsünüz. Bunlar Yörüklerin eski geleneklerinden geriye kalan
birkaç örnek…
Hadrianus Kapısı (Üç Kapılar)
Roma
imparatoru Hadrian’a adanan bu yapı M.S. 139 yılında yapılmıştır. Sütunları
hariç tamamı beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartmalarla süslenmiştir.
Kapının her iki yanında birer adet kule bulunmaktadır. Birisi Hadrian
döneminden kalmış diğeri de antik çağdan kalmadır. Üst kısımları Selçuklular
döneminde inşa edilmiştir. Dört ayak üzerinde yükselen üç gözlü girişi ve sütunlarıyla
süslü çift cepheli mimarisi ile Roma Şeref Tak'ı görünümündedir. Takın üzerinde
muhtemelen imparator ve ailelerinin heykelleri yer almaktaydı. Ancak bunlardan
günümüze ulaşan olmamıştır. Hadrianus kapısı, Pamfilya Bölgesi’nin en güzel
kapılarından biridir. Kaleiçi ve modern
Antalya’yı birleştiren bir kapıdır bu kapı.
Kaleiçi Tarihi
Helenistik dönemde Bergamalıların getirdiği
yaşam, önce Kaleiçi’nde başladı. Antalya, Bergama Kralı’nın vasiyeti ile
Romalıların eline geçti ve kent; sırasıyla Bizanslılar, Hristiyanlar, Araplar,
Müslümanlar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yönetildi. Sur ile çevrili
Kaleiçi’nde gezerken daracık sokaklarında bu medeniyetlerin izlerini
bulacaksınız.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında
Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, Kaleiçi’nde dört mahalle
ve üç bin ev, kale dışında da 24 mahalle olduğunu belirtir.
Kale içi at nalı şeklindedir. İçten
ve dıştan surlarla çevrilidir. Büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş. Surların
içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik
yapıları Antalya'nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı
zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde
yansıtır. Günümüzde Kaleiçi, otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları
ile eğlence merkezi haline gelmiştir. Trafiğe kapalı olan Kaleiçi’nde yaya
olarak dolaşmak keyif verir. Zaman tünelinde gibisinizdir.
Yivli Minare
Bizans kilisesiyken, 13. y.y.’da camiye
çevrilen Yivli Minare, Antalya kentinin neredeyse sembolü haline gelmiştir.
Taş, tuğla ve Horasan harcıyla inşa edilen minarenin içinde 90 basamaklı bir
merdiven yükselir. Selçuklu dönemine ait ilk İslâmi eserlerden
sayılır. Mevlevihane Yivli minare külliyesi içerisinde yer alır. İlk
yapılışı 13.y.y’a Selçuklar dönemine dayanıyor.
Mevlevihane, Antalya’da Türklerin inşa ettiği ilk yapıdır.
Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi
zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım
silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varmış, yıkılmıştır. Minarenin
yanındaki cami daha geç devre, 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan
Hamitoğulları zamanında, Tavaşi Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır. Minarenin yüksekliği 30 m. kadardır
Cami, zeminindeki üzeri camla
kapatılarak koruma altına alınan ve 800 yıllık olduğu tahmin edilen antik su
kanallarıyla ısıtılıyordu.
Karatay Medresesi
Karatay Medresesi, II. İzzettin Keykavus
devrinde, Emir Celalettin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı devrinde
de kullanılan medrese 19.
yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.
Düden Şelâlesi
Antalya il merkezinin yaklaşık 10
km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri simgeleyen tabiat güzelliklerindendir. 20
metre yükseklikten dökülür.”
Şelalenin döküldüğü yerde
fotoğraflar çekildik. Şelalenin döküldüğü yerin biraz uzağında sağda restoran
var. Yukarıdan aşağı doğru iniliyor, biraz dik yamacı var. Manzarası
olağanüstü. Öğle yemeği için önceden Emin tarafından yer ayrılmış. Ancak
işletme sahibi bizim geleceğimizi unutmuş olmalı. Grup için bir hazırlık
yapılmamış. Garsonlar oldukça acemi, yeni işe alınmışlar sanki, siparişleri de karıştırmışlar.
Arkadaşların sinirleri zaten yıpranmış olduğu için haklı olarak parlayıverdiler.
İstemeden de olsa restoranda tatsızlık yaşandı. Sonrasında tatlıya bağlandı iş ama,
olmasa daha iyi olacaktı. Sabır böyle zamanlarda gerekir. Hele bir de Türk
Eğitim Derneği misyonu taşıyorsanız iki kez sabırlı olmalısınız.
Perge
“Perge, Hıristiyanlar için önemli
bir kenttir. Rivayete göre Aziz Paulus ve Barnabas, Perge’ye gelmişlerdir.
Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları vardır.”
Hediyelik eşya almak için 1 saat
serbest zamanımız var. Satıcıların içinde Antalya’nın yerlisi yok gibi. Hem
alışveriş hem de tanışma fasılları, samimiyeti de peşi sıra getiriyor. Ticari
maksatla da olsa kartvizitler alınıp veriliyor. Fazla samimi duygularla
söylenmemiş olsa da “tekrar bekleriz” falan deniliyor…
Side
“Side Antik kenti uzun yıllar boyunca farklı egemenliklere ev
sahipliği yapmıştır. Bu topraklar da sırasıyla Hititler, Lidyalılar, Persler,
Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar yaşamışlardır. Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri
olan Side M.Ö VII. Yüzyılda kurulmuştur. Önemli bir ticaret merkezidir. Özellikle köle ticaretinin yapıldığı yerdir Side. M.Ö. II. yy.’ da bilim ve kültür merkezi haline de gelmiştir.
Sideliler IV.
yüzyılda Hristiyanlaşmaya başlamışlardır. Şehrin giriş kapısı Hellenistik döneme aittir. Kapı belediyenin yol çalışmaları
sırasında hasar görse de hâlâ ihtişamını koruyor. Kapının hemen girişinde
Vespasianus Çeşmesi bulunuyor. Biraz ilerde eskiden agora hamamı olarak
kullanılan müze var.
Side, M.Ö.546’da Persler’in M.Ö.334’te Büyük İskender’in eline
geçmiştir. Rodos’un ve Bergama Krallığı’nın desteklediği Romalılar ile Suriye
Krallığı arasındaki deniz savaşı Side önlerinde olmuştur. Bu savaştan Roma
galip çıkmıştır. Pagan olan Side halkı, St. Paulus’tan sonra Hristiyanlaşmış ve
V. Ve VI. Yüzyılda bir Piskoposluk Merkezi haline gelmiştir. Side, hamamları,
agorası, çeşmeleri, antik döneme ait heykelleri, sütunları, kiliseleri ve tiyatrosuyla
harika bir yerleşim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu yıkılmış da olsa
kalan tarihi kalıntılar şehrin tarihi hakkında yeterli bilgiyi
vermektedir.
Side Antik Tiyatrosu özel bir mimariye
sahiptir. 17 bin seyirci alabilecek büyüklükte inşa edilen tiyatro, diğer Roma
tiyatroları gibi bir dağ yamacına değil, denizin çok yakınında, 20 metre
uzunluğunda, iki katlı, kemer tonozlu galeriler üzerine inşa edilmiş. V. ve VI.
yüzyılda açık hava kilisesi olarak kullanılan tiyatro, bugün pek çok festival
ve konsere ev sahipliği yapıyor.
Bugün alışveriş merkezi halini almış olan ana caddenin sonundaki
iki tapınak, şehrin en anıtsal Roma dönemi yapılarıdır. Kısa kenarlarında 6, uzun
kenarlarında 11 sütunla çevrelenmiş olan tapınaklardan biri Athen’a, diğeri ise
Apollon’a aittir.
Side, XV. yüzyılda Türk topraklarına katılmıştır. 1895-97
yılında Yunan isyanı sebebiyle kaçan Giritli Müslümanlar buraya
yerleştirilmişlerdir. Side’de Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait esere
rastlanmaz.
Manavgat Şelalesi
Batı Torosların doğu yamaçlarından doğan ve Akdeniz’e
karışan büyük yeraltı sularından beslenen Manavgat Nehri, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki falezlerden
dökülen Manavgat Şelalesi’ni oluşturur. Birçok balık ve kuş türüne (alabalık, sazan, kefal,
levrek, karabalık, sutavuğu, ördek, kaz, yalıçapkını, değişik türlerde
balıkçıllar, martılar vb.) ev sahipliği yapan Manavgat Nehri, söğüt, çınar,
kavak, dut, karacaağaç gibi birçok ağaç türü ve zengin bir bitki çeşitliliğine
de sahiptir.
Antalya’ya 72 km. mesafededir. Az bir
yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle
akar. Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için
şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar,
taze balık yeme imkânını sunarlar.
Aspendos
Aspendos, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde
varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ekonomisi güçlüdür. Kendi parasını
basmıştır. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü, Kapria
gölünden elde edilen tuzdur. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık,
zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı
diğer ihraç ürünleridir.
Tarihçiler Aspendos'ta yetiştirilen
atların, tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu
yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış
mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır
hediyelik eşyası olduğu bilinmektedir.
Şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü
tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos
Tiyatrosu, mimari özellikleri ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en
seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan
yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler.
Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişi
alabilmektedir. İmparator Marcus Aurelius devrinde (M.S. 161-180) Theodoros'un
oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Bu tiyatronun özelliği, sesi en
uzağa kadar en iyi şekilde ileten akustik orkestra olmasıdır.
Girişin iki yanında Grekçe ve Latince
yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı iki kardeş tarafından
yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en
önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının
günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Tiyatronun yaslandığı,
yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin
yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak,
cadde ve Hellenistik tapınak yer alır.
Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım
izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve
cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür.
Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği
düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni,
Selçuklular tarafından koruma altına alınması ve restore edilmesidir.”
Aspendos
Köprüsü
“Köprü çay nehri
üzerinde, tarihte kendinden çokça bahsettirmiş olan tarihi köprülerden
birisidir. Antalya-Alanya güzergâhında, Serik İlçesi yakınlarında Aspendos Antik
Kenti yol ayrımından çok rahat görülmektedir. Köprü, Belkıs ya da Eski Köprü
olarak da anılmaktadır.
Aspendos Köprüsü ilk olarak Roma döneminde inşa edilmiştir. Depremler
sonucu yıkılmış olan köprü daha sonra 13. yüzyılda Selçuklular tarafından eski
köprünün kalıntıları üzerine yeniden inşa edilmiştir. Köprü, (1219-1236)
tarihleri arasında, Antalya'nın Selçuklular için önemli olduğu dönemlerde
Alaeddin Keykubat zamanında kıyıda ulaşımı sağlamak için tekrar yapılmıştır.
Köprünün yapımında, yakınında bulunan Aspendos antik şehrinin yapılarına ait
taşlar da kullanılmıştır. Tarihi köprü; 225 metre uzunluğundadır. Araç
trafiğine kapalı olarak yerli ve yabancı ziyaretçinin gezip gördüğü harika bir
eser olarak ayakta durmaktadır.”
Anadolu’da kurulan uygarlıklardan geriye kalan eserler ibret
alınması açısından çok önemlidir. Anadolu Yurt olarak kalacaktır. Kalmalıdır da.
“Yeryüzünü gezin dolaşın ve ibret alın” ayetinin anlamlı olabilmesi için bu
gezilerin yapılması gerekir. Bilhassa devlet bu gezileri desteklemelidir.
Geziye burada son noktayı koyduk. Rehberimiz
Serdar’la vedalaştık. Kendisine memnuniyetimizin nişanesi olarak hediyeler
verdik. O da kısa bir konuşma yaparak memnuniyetini ifade etti. Bilhassa yurt
dışında yaşayıp da Anadolu’daki kültür değerlerinin peşinden koşmamızın çok
anlamlı olduğunu vurguladı. Elveda Antalya…
Bitti