24 Kasım 2010 Çarşamba

İMAM-I AZAM (II)


Yazdır E-posta
ha-ber.com
 
 
İMAM-I AZAM (II)

KIRBAÇ ALTINDA CAN VEREN BÜYÜK İMAM (İMAM-I AZAM) EBU HANİFE (ll)

"...Ebu Hureyre, Enes ibnu Malik, Semure ibnu Cundeb hariç Hz. Peygamber'in bütün sahabilerinin görüşlerini kendi görüşlerime tercih ederim."

İmamı Azam istişareye çok önem verirdi. Öğrencileryle istişare etmeksizin kendi başına bir içtihatta bulunmazdı. Ayrıca çok saygılıydı, müminlere nasihatta bulunurken kaba ve katı davranmazdı. Sabit fikirli birisi değildi.


Talebesi Züfer O'nun için şöyle der:
„O ufku geniş birisi idi, sabit fikirli birisi değildi. Biz Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" diye ikazda bulundu." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)

Yine onun:
"Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar, doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)

Bütün bunlar anlıyoruz ki; İmam Azam serbest fikirli ve uzak görüşlü bir şahsiyettir. Verdiği hükümlerle insanları incitmemeye dikkat ederdi. Akla çok önem verir, aklın kabul etmediği veya kabul etmekte zorlandığı nakillere şüpheyle yaklaşan bir anlayışa sahipti.

Sünnet ve Hadis Konusundaki Tutumu

İmamı Azam Ebu Hanife'de diğer iamlar gibib, hadis ve sünneti dinin temel kaynaklarından saymaktadır. O şöyle der: "Resulullah (s.a.s.)'in üzerinde konuştuğu her şey, biz duyalım, duymayalım, başımız ve gözümüz üstündedir. Buna inandık ve bunun Resulullah (s.a.s.)'in söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz." (Ebu Hanife, el-Alim, sh. 27)

Ebu Hanife'nin istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah'ın kitabına sonra Resulullah'ın sünnetine baktığı, sonra da sahabe kavlinden dilediğini tercih ettiği rivayet edilir. Kitap ve sünnette bulamadığı bir hususu son olarak sahabe kavillerinde araştırmakta, bunların dışındaki görüşleri bağlayıcı saymamaktadır.

Büyük İmam Ebu Hanife, hadise muhalefet konusunda bir ithamla karşılaşınca: "Allah, Resulüne muhalefet edene lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı" demiştir. (İbnu Abdilberr, el-İntika, sh. 144)

Sahabe Sözü ve Uygulaması Konusundaki Tutumu

İmamı Azam Ebu Hanife, Kur'an ve sünnetten sonra sahabe kavlini bağl
ayıcı görür, fakat kendine bunlar arasında tercih yapma hakkı tanır. Ebu Hanife bu tercihi bazen şahıslar arasında, bazen de rivayetler arasında yapar. Bu tercihinde gelen rivayetin Kur'anla örtüşüp örtüşmediğine bakar, Kur'anla örtüşmeyen rivayetleri değerlendirmeye bile almazdı. Hatta o kadar ki; bazı şahıslardan gelen rivayetleri o şahısların ismini duyar duymaz reddederdi.

Ebu Mutı' el-Belhi ile Ebu Hanife arasında geçtiği rivayet edilen şu konuşma bu konuda dikkat çekicidir. Ebu Mutı' ona: "Şayet senin görüşün Ebu Bekir'inkine zıt düşerse ne yaparsın?" diye sorar. O da: "Bu takdirde onun görüşünü alıp kendi görüşümden vazgeçerim. Yine Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin görüşleri karşısında da böyle yaparım. Ebu Hureyre, Enes ibnu Malik, Semure ibnu Cundeb hariç Hz. Peygamber'in bütün sahabilerinin görüşlerini kendi görüşlerime tercih ederim." der. (Şa'rani, Mizan, C. 1, sh. 53)

İmam-ı Azam'dan öğütler

*"Elli senedir insanlarla ünsiyet ederim. Ne kusurlarımı af eden bir dost, ne de gazabımı teskin eden ve ayıbımı örten bir ahbap bulabildim.
* Halk arasında bulunduğun zaman sana bir şey sorulmadıkça konuşma!
* Kahkaha ile gülme, sokağa çok çıkma! Bunlar alimin vakarını rencide eder.
* Tamahkâr olma, yalan konuşma!
* İnsan ne kadar ibadet etmiş olsa da, karnına giren lokmanın helal veya haram olduğunu bilmedikçe ibadetin hükmü yoktur."
 
Rüştü Kam





 

İMAM-I AZAM


Yazdır E-posta
ha-ber.com
 
 
İMAM-I AZAM

KIRBAÇ ALTINDA CAN VEREN BÜYÜK İMAM (İMAM-I AZAM) EBU HANİFE

O yargının bağımsız olmasını isteyen bir din bilginiydi, Hak'tan yana bağımlı, mevcut düzenden yana bağımsız bir yargı istiyordu O. Bunun için mücadele etti. Totaliter rejimlere karşı, Müslüman kimlikli zalim Halifelere karşı direndi, onlara boyun eğmedi. O insan haklarına saygılı bir yönetimden yanaydı. Siyasi getirim peşinde değildi. O'nun arzusu insanların rızasını değil Allah'ın rızasını kazanmaktı. O'na büyük imam (İmam-ı Azam) denmesinin nedeni, verdiği hal ilmi(Fıkıh) ile ilgili fetvalarından ziyade, zalimlerin karşısındaki bu tavizsiz duruşundandır.


Tam adı Ebu Hanife en-Numan bin Sabit'tir (d. 699, Küfe - ö., 767, Bağdat, Irak) Hukuk ve Kelam bilginidir. Akla çok önem verir. Kendisine teklif edilen Kadılık(Hâkimlik) görevini reddederek devlet görevinden ve o günün zulüm aracı olan siyasetinden uzak durduğu için yöneticilerin acımasızca hışmına uğramış ve hapiste kırbaçlanarak öldürülmüştür.

Emevi döneminde siyasi yapı reform edilmiş, İslâm gün geçtikçe geri plana atılmıştır. Onun yerine saltanat idaresi hâkim kılınmıştır. Saltanat rejiminin zulmü bilhassa Emevi idaresinin özellikle son yıllarında zirveye ulaşmıştır. Muaviye ile başlayan ve oğlu Yezid ile devam eden Emevi saltanat idaresi, İslam'ın insanın mutluluğu için gerekli olan, her alanda gerekli olan kükümlerini unutmuşlardır. Eski Arap geleneklerini tekrar geriye çağırmışlardır. Diğer bir ifadeyle Müslümanlıklarını her fırsatta sözleriyle vurgulayan yöneticiler, yaşantılarında İslâm'dan oldukça uzaktadırlar. Göstermelik yaptıkları bazı ibadetlerin dışında İslam'la alâkaları kalmamıştır.

Ancak, yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için âlimleri araç olarak kullanmayı ihmal etmemişlerdir. Şüphesiz bu politikaya kananlar ve sırf iyi niyetlerinden dolayı böyle bir oyuna alet edildiklerinin farkına varamayanlar olmuştur. Ancak İmam-ı Azam gibi bazı şahsiyetler, yönetim işinde geri plana itilen İslam'ı bütün muhtevasıyla ortaya koyup, onun gerektirdiği itaatin alanlarını her şeye rağmen ifade etmekten çekinmemişlerdir. Siyasi ve askeri güçlerine rağmen, yöneticiler bu şahsiyetlerin söz ve tavırları karşısında korkulu rüyalar görmeye başlamışlardır.

Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan Ebu Hanife,
onurlu duruşu sayesinde hiçbir zaman yönetimin maşası olmamıştır. Zulümlerini onların yüzüne karşı haykırmaktan çekinmemiştir. Ancak bu tavrı O'nu canından etmiştir. Emeviler kadar Abbasiler tarafından da ısrarlı şekilde teklif edilen kadılık(Hâkimlik) görevini ve bu görevle ilintili olan diğer şahsi menfaatlerin hepsini elinin tersiyle geri çevirmiştir.

Ebu Hanife, içinde bulunduğu şartlarda resmi görev almanın İslam'ı temsil etme ve uygulamaya aktarma
imkânı sağlayamayacağını iyi bilmektedir. Bu nedenle resmi görev almanın, meşru olmayan işlere maşa olmaya neden olacağı kanaatindedir. Bu düşüncesini de hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde Halife'nin karşısında ifade etmiştir.

Bu manada kendinden çok değerli hediyeler karşılığında bazı isteklerde bulunan Halife Ebu Cafer el-Mansur'u kastederek şunları söyler: "Eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı isteseydi, onu bile kabul etmezdim. O halde nasıl olur da bir adamı idam etmek için hüküm vermemi ister ve bu hükümle onun boynunu vurmasına vesile olurum. Ben böyle bir hükmü ihtiva eden kararın altını nasıl mühürlerim! Vallahi ben böyle bir işi canım pahasına da olsa yapamam." (Mezhepler Tarihi, sh. 231)

Devlet görevini kabul etmesi için değişik tekliflerle, kabul etmediği zaman da işkence tehditleriyle karşısına çıkanlara söylediği şu sözler, O'nun ne kadar büyük bir imam olduğunu göstermektedir: "Allah'a yemin ederim ki, bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile, yine de size istediğiniz anlamda yaranamayacağım. Nerede kaldı ki zorla, istemeye istemeye teklifinize muvafakat edeyim. Herhangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da beni Fırat nehrinde boğdurmak istersiniz. Boğulurum, fakat kararımı yine değiştirmem." (Hilafet ve Saltanat sh. 368)

İşte benim İmamım budur. Ben bu imamı seviyorum. Onurlu duruşundan dolayı seviyorum. Firavunlaşmamıştır O. Hakkı savunur, duruşu bellidir O'nun. O Allah'ı bir olarak kabul eder. O ahirete de inanır: Çünkü O Allah'a teslim olmuştur.

İmam-ı Azam'ın yatsı abdesti ile sabah namazını kıldığından, maddi varlığından bol bol tasadduk yaptığından her fırsatta bahsedenler, İmam-ı Azam'ın zalim halife karşısındaki onurlu direnişinden dolayı kırbaçlanarak veya zehirlenerek öldürüldüğünden neden bahsetmezler dersiniz? İmam-ı Azam'ı katleden o Halifeler neden kınanmazlar vaazlarda, hutbelerde dersiniz?

Eğer İmam-ı Azam'ın bu yönünden de bahsederlerse, belki halk İmam-i Azam'ı, zalim hükümdarlara karşı yaptığı şanlı direnişiyle de örnek alabilir değil mi? O zaman gününü kurtarmaya çalışan din görevlileri, işin ehli olmayan kukla yöneticiler, zalim yöneticilerin sofralarındaki kırıntılarla beslenen çantacılar koltuklarından olurlar değil mi?

Hanefi Mezhebinden olduklarını söyleyen zamanımızın bazı din bilginleri, hocaları, din görevlileri, yöneticileri; acaba bu İmam-ı Azam'ı ne kadar tanıyorlardır dersiniz? Hanefi mezhebi kurallarına uyarak "midye" yememe konusunda dikkatli olanlar, bu konuda cemaatlerini özellikle dikkatli olmaya çağıranlar, Firavunlaşmış zalim yöneticilerin karşısında aynı dikkati neden gösteremiyorlar dersiniz?

İmam-ı Azam kiiiim, Hanefilik kiiiim siz kimsiniz..? Bırakın Hanefi olmayı, O büyük imamın peşinden gitmeyi, O'nun ismini ağzınıza bile almayın siz, kirletmeyin o ismi...

Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen Ebu Hanife, Halifenin gasb etmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini istemiş ve böylece İmam, Bağdat'ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedilmiştir. (Saymeri, sh. 63)

Allah rahmet eylesin, yattığı yere nur olsun.
 
Rüştü Kam





 




DİN TAHRİPÇİLERİ


Yazdır E-posta
ha-ber.com
 
 
DİN TAHRİPÇİLERİ OLARAK SADECE MUSEVÎLERİ VE HIRISTİYANLARI GÖRMEK YANLIŞTIR. MÜSLÜMANLAR DA AYNI ÖLÇÜDE DİNLERİNİ TAHRİP ETMEKTEDİRLER
 
" İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak edecek misin Allah'ım." (A'raf 155)
 
Din; Yaratıcının yarattıklarıyla arasındaki diyalogu sağlayan bir köprüdür. İlk yaratılan insandan bu tarafa, insanlar hep bu köprüyü tahrip etmişler, Yüce Yaratıcı da usanmadan, yılmadan büyük bir sabırla bazen bu köprüyü tamir etmiş bazen de yenilemiştir. Bu köprü yaratılanı Yaratan'ına götürecek olan tek yoldur. Tahripçiler, yol kesiciler yaratılanları Yaratan'ıyla buluşturmak istemezler. Bundan dolayı bu köprü çıkar çevreleri tarafından sürekli tahrip edilir.

 
Son inşa ettirilen köprünün mimarı Hz. Muhammed'dir. Bu köprüden sonra, daha köprü inşa edilmeyecektir. Ancak bu köprü de diğerleri gibi tahrip edilecektir. Ana gövde Yaratıcı kudret tarafından koruma altına alındığı için - " O'nu Ben indirdim Ben koruyacağım." Hicir 9 - köprünün öncekiler gibi tamamen ortadan kaldırılması mümkün olamayacaktır. Kıyamet sabahına kadar bu köprü ayakta kalacaktır. Bu son köprünün adı da öncekiler gibi İslâm.
 
İslâm; kimsenin düşmanı değildir. Her insanı aynı sevecenlikle kucaklar ve bağrına basar, elinden tutar, ayağa kaldırır. Ancak bir tek isteği vardır elinden tuttuğu insanlardan: " Ne olur" der onlara "Ben sizin elinizden nasıl tutuyorsam, ayağa kaldırıyorsam, sizde hemcinslerinizin elinden ve diğer yaratılmışların elinden aynı sevecenlikle tutun ve onları ayağa kaldırın. Ve bu işi gerçekleştirebilmeniz için size gerekli olacak olan, Ben'i tahrip etmeyin."
 
Ancak; insanlar "nankör" ( Âdiyât suresi) oldukları için, bu sese kulak vermezler. Geçmişte hep böyle olmuş. Yüce Mevla'mız bu nankörleri bize tanıtırken dikkatlerimizi o yöne iyice çekebilmek için, " akıl erdirmeyecek misiniz? İbret almayacak mısınız? " diyerek dikkatlerimizi çekmeye çalışır. Bazen de "ibret alan mı var diyerek" kendi kendine kahırlanır. Ve iyice canı sıkılarak yüksek sesle haykırır " aklınızı çalıştırmazsanız sizi pislik içerisinde bırakırım (Yunus Sûresi 100)" .
 
Hz. Muhammed'in s. ümmeti de Ehlikitaptır. Yani onların içerisinde de tahripçiler vardır. Ancak, Kur'an tahripçilerden bahsederken, nedense hiç kimse üzerine bile almaz söylenenleri. Ehlikitapla ilgili Kur'an kıssalarını anlatanlar masal gibi anlatır, dinleyenler de masal gibi dinlerler. Kur'an'ın olaya nasıl bakmamız gerektiğini anlamaya gerek yoktur.
 
Bazı Müslümanlar daha da başkadır. Onlar sadece güzel sesli bir hafızın okuduğu nağmelerin etkisiyle kendilerinden geçerler, mutlu olurlar. " Din baronları da" bu tür Müslümanların varlığından her zaman memnundurlar. Çünkü bu Müslüman tipi hurafelerecidir, kolay örgütlenir. Sermaye olarak ajitasyon yeterlidir. Bunların sayılarını artırmak için yapılması gereken tek şey vardır, o da; köprünün tahrip edilmesidir.
 
Bazı tahripçiler namazını kılan, orucunu tutan, mevlidini okutan, babasının, dedesinin hocalığıyla, kalp temizliğiyle övünen insanları Cennete götürürken; bazı tahripçiler de Şeyh marifetiyle insanları Cennet'e koyarlar. " Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, tut şeyhinin eteğinden gir Cennet'e... " gibi cümleler beylik sloganlardır. Başka bir tahripçi grup da ilim adına insanlara yön verir. Bunlar; Kur'an'ın herkes tarafından anlaşılamayacağından dem vururlar. Onlara göre insanlar, anlayanların anlattıkları kadar bir bilgiden sorumludur, boşuna zaman harcayarak Kur'an'ı anlamaya çalışmanın yorgunluktan başka hiçbir getirisi yoktur. Ağabeyler, efendiler, mübarekler, irfanlılar, kurbanlar bu işi çok iyi bilirler.
Öte yandan, seneler öncesinden bazı âlimler bugünleri görerek insanların problemlerini çözmüşlerdir(!). Onlar ne dediyse doğrudur. Bugünün insanına hiçbir şey kalmamıştır. Bunlardan bazılarına göre, içtihat (yorum ) kapısı kapanmıştır. Bazılarına göre ise, içtihat kapısı kapanmamıştır ama içtihat yapacak âlim yoktur. Onlara göre, bugünküler âlim sayılmazlar.
 
İşte bu tür düşüncelere sahip olan insanların yaptığı şey de, aynı şekilde köprüyü tahrip etmektir. Bugün köprü, adı Müslüman olan insanlar tarafından acımasızca dindarlık adına tahrip edilmektedir. Şaşılacak bir şey yok: Çünkü köprü, dün de aynı şekilde tahrip edilmişti. Kur'an bunlara müşrik adıyla hitap ederek, özelliklerinden uzun uzun bahseder ve bizlerin dikkatini o yöne çekmek ister. Onlar gibi olmamamız için de zaman zaman sesini yükseltir. Ama heyhat! Anlayan mı var. İnsanların ortak özellikleri "nankörlük" olduğundan, son köprü de tahrip edilmiştir.
Aliye İzzet Begoviç bugün yaşanılan İslâm'ın gerçek İslâm olmadığını, hurafeler ve bid'atlardan, geleneklerden örülü bir İslâm olduğunu, insanlığın kurtuluşunun bu sahte İslâm'dan uzaklaşmakla mümkün olabileceğini bakın ne güzel dile getirmiştir: " Allah İslâm dînini insanlığın kurtuluşu için indirmiştir. Ancak bugünkü yaşanan din, kendi mensubunu bile kurtaramamaktadır. Nasıl olur da kendi mensubunu bile kurtaramayan bu din, insanlığı ve gezegeni kurtarır."
 
" İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak edecek misin Allah'ım." (A'raf 155)
 
Rüştü Kam





 







  Yorumlar (4)

 1 (A'raf 155 ve 146
Yazan erdinc, 28-09-2010 05:17
155. Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: "Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! (Hz. Musa'nın, kavmini temsilen seçip Al lah'ın huzuruna getirdiği kimseler, Allah ile kendi arasındaki konuşmayı işitince, onunla yetinmediler ve: ""Ey Musa, Allah'ı açıkca görmedikçe sana asla inanmayacağız"" dediler. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler. Hz. Musa, Allah'a yalvardı da bu afet kaldırıldı.)

146. Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.
 2 beyin herkesde?? var
Yazan erdinc, 28-09-2010 04:58
Rüstu bey benim e-post adresim belirli soy ismimi neden okadar merak ediyorsunuz?????????? İZZETBEGOVİÇ'İN DİN ANLAYIŞINI
acikladigim icinmi???????
BUYRUN A'raf 155 in aciklamasi:
Siz bu sözlerin ve cümlelerin hangisinin arkasina saklniyorsunuzda sizin yaziniza yorum yapan vatandasi Beyinsiz deye hitap ediyorsunuz
(A'raf 155
7:44 - Cennet ehli, cehennem ehline: "Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da "evet" derler. Bunun üzerine aralarında bir çağırıcı şöyle seslenir: "Allah'ın laneti zalimler üzerine olsun!

7:45 - Onlar, Allah'ın yolundan men ederler ve onu eğriltmek isterler, ahireti de inkâr ederlerdi".

7:46 - Cennetliklerle cehennemlikler arasında bir perde vardır. A'raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan kişiler vardır. Bunlar cennetliklere: "selâm olsun size" diye seslenirler. Bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmeyi arzu eden kimselerdir.

7:47 - Gözleri cehennemlikler tarafına çevrilince de :"Rabbimiz! Bizi zalim toplulukla beraber eyleme!" derler.

7:48 - A'raftakiler yüzlerinden tanıdıkları kişilere seslenerek şöyle derler: "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı".

7:49 - "Allah onları hiç bir rahmete erdirmiyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı?" (Cennetliklere dönerek): "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz" derler.

7:50 - Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler.

7:51 - Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar, bugüne kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr ettilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz.
 3 " İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi
Yazan Rüstü Kam, 25-09-2010 15:01
Erdinç ismiyle bir yoprum yazıma eklenmiş...
soy ismini bile yazamayacak kadar ürkek birine cevabı Allah veriyor:" İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak edecek misin Allah'ım." (A'raf 155)

Allah sizleri hidayete ersirsin...
 4 İZZETBEGOVİÇ'İN DİN ANLAYIŞI
Yazan erdinc, 21-09-2010 12:33
İZZETBEGOVİÇ'İN DİN ANLAYIŞI

kelimesi ile başlayıp, Begoviç'in, reformist fikirlerine, dinin akla, zamana göre yorumlanması düşüncelerine katılmıyorum, denilemez miydi? Önce, Merd-i kıpti... deyimini hatırlatarak hayranları Aliya İzzetbegoviç için ne demişler ona bir bakalım:

Begoviç, Muhammed İkbal hayranıydı. Pakistan İslam Cumhuriyeti'nin kurulması genç Begoviç'i çok heyecanlandırmıştı; bu önemli hadiseden sonra Mevdudi'nin kitaplarıyla tanışmış, ondan çok etkilenmişti. Begoviç'i derinden etkileyen bir başka isim Muhammed Hamidullah'tır.

Begoviç, , çok etkilendiği reformcular gibi kendi aklına göre bir İslamı savunuyordu. Bunun için İslamın zamanımıza göre yeniden yorumlanması, reforma tabi tutulmasıni oneriyordu

Aliya İzzetbegoviç'in 'Doğu-Batı Arasında İslam' adlı eseri, Muhammed İkbal'in İslam Düşüncesinin Yeniden İnşaası, Mevdudi'nin, Ali Şeriati'nin bütün eserleri bu bağlamda anılabilir.

İzzetbegoviç, 'Doğu ile Batı Arasındaki İslam' isimli kitabında, kendine mahsus düşünceler ortaya atan ve İslam düşüncesini çağdaş döneme taşıyan bir 'feylesof' tur.

İzzetbegoviç'in İslam düşüncesine katkısı ile Prof. Fazlurrahman'ın düşünceleri arasında önemli yakınlıklar bulunuyor. Pakistanlı Muhammed İkbal Doğu İslamının, İzzetbegoviç Batı İslamının simgesidir'


Bozacının şahidi şıracıdır, derler ya. Bütün bu övgülerden sonra, Begoviç'in nasıl biri olduğu anlaşıldı herhalde. Burada dikkatinizi bir hususa çekmek istiyorum. Begoviç'in hayranlık duyduğu, rehber edindiği Fazlurrahman, Muhammed İkbal, Mevdudi, Hamidullah gibi kimseler; Batı'nın yetiştirdiği dolayısıyla, Batılı gibi düşünen, İslama müsteşrik gözü ile bakan, Batı'nın yönlendirdiği dolayısıyla onların menfaatleri doğrusunda çalışan reformcu kimselerdir. Begoviç de bu ekiptendi.

Batı, bu tür adamları önce meşhur eder, kahramanlaştırır. Sonra da sinsi emellerine ulaşmada bunları vasıta yapar. Maksatları, İslamda yenilik, Modernlik adı altında dini bozmak ve siyasi amaçlarına bunları alet etmek. Ayrıca, Bosna- Hersek'te 250 bin Müslüman katledildi. Şimdi Müslümanlar Bosna'da öncekinden daha iyi bir durumda mıdırlar? Ne gezer. Hem 250 bin kişi gitti, hem de önceki ağırlığı kalmadı. O zaman bu nasıl kahramanlık, nasıl Bilge Krallık!

SATIYORUM... SATIYORUM... SAAATTIM...

Yazdır E-posta
ha-ber.com
 
 
 
SATIYORUM... SATIYORUM... SAAATTIM...

Satıyorum... Satıyorum... Satıyorum... Saaattım... Müzayede salonu mu, yoksa Cami mi?

Kadir Gecesi'nde şok yaşadım. Evden camiye gidiyorum diye çıktım. Kapıdan içeriye girerken duyduklarımdan dolayı, önce yanlış yere geldiğimi sandım. Etrafıma baktım geldiğim yer doğru, yani camiye gelmişim.


Yaşadığım şokun arka planını isterseniz kısaca hikâye edeyim önce size:
Ramazan ayı geldi ve geçti-gitti. İbret dolu, çok güzel anılarla uğurladık Ramazan ayını. Camiler bir ay boyunca şenlendi. İftar yemekleriyle dostlar birbirleriyle buluştular, kucaklaştılar, hal-hatır sordular

Teravih namazlarında camiler istenilen doluluğa ulaşamadı ama ışıkları devamlı yandı, iftar yemekleriyle ihtiyaç sahiplerinin gönülleri alındı, karınları doyuruldu. Bazı camilerde 2 veya üç saf cemaat vardı. 90'lı yıllara kadar camilerde yer bulmada güçlük çekilirdi. İster istemez şöyle bir soru aklımıza geliyor: "90'lı yıllarda insanlarımızın çocuklarının 10- 15 yaşlarında olduğunu düşünürsek ve üçer çocuktan yola çıkarsak bugünün camilerinin yeterli olmaması gerekiyor. Oysa camiler cemaat sıkıntısı çekiyor. Cami yönetimleri ve din hizmetlileri kendilerini hesaba çekmeliler diye düşünüyorum.

Ben değişik cemaatlerin camilerinde teravih namazı kıldım bu sene. Caferiler iftardan önce akşamla yatsı namazını cem ederek kılıyor. Yemek daha sonra yeniyor. İftar 15 dakika kadar geciktiriliyor. Teravih namazı cemaatla kılınmıyor. Fertlere bırakılmış. İsteyen evinde teravih namazını istediği rekât sayısınca kılabiliyor. Benim orada bulunduğum gece o camide para istenmedi cemaattan.

Sünni cemaatların camilerin de iftar ve sahur vakitleri birbirini tutmuyordu. Alkışlanacak bir ayrıntı; eskiden olduğu gibi bu camilerde hilal kavgaları yapılmıyor. Orucun hilal ile tutulup, bayramın hilah ile yapılmasının kavgası bitmiş. Takvim esas alınarak oruca başlanıyor ve iftar yapılıyor. Hoş ve güzel bir ortam. Önceki kavgaların niçin yapıldığını sorgulamadan geçemiyor insan. Kime yaradı o kavgalar, ne halledildi o kavgalarla?

Sünnilerin camilerinde istisnasız her akşam para toplanıyor. Ayrıca zekât ve fitre zarfları dağıtılıyor veya camiye yardım adı altında paralar devşiriliyor. Pakistan için, İslami hizmetler için, dışarıdan gelen başka cemaatlar için v.s. neredeyse her gün para, para, para... İbadetten zevk almak mümkün mü? Ve hoca efendi; "dualarınızın kabulü için pamuk eller cebe" diyerek, duanın kabulünü bile verilecek olan parayla ilişkilendiriyor.

İnsanların camilere gelmeyişinin, cemaat sayısındaki azalmanın sebeplerinden biri de bu tür uygulamalar olabilir mi? Diye sormadan geçemiyor insan.
 
Satıyorum...Satıyorum...Satıyorum...Saaaattım

Evet, Kadir Gecesi'nde şok yaşadım. Dediğim gibi bulunduğum yer bir camiydi. Ne yazık ki, burası camiden ziyade müzayede salonunu andırıyordu. "Satıyorum, satıyorum, saaattım..."Satılan gümüş kaplı olduğu söylenen bir Kuran'dı. 300 €'dan başlanıldı artışa, 500 €'ya bir delikanlıda kaldı.

Sonra yeni bir satışa daha başlanıldı. Başında takkesi ve sırtında cübbesiyle caminin hocası yönetiyordu müzayedeyi kürsüden. Önce tanıtım yapıldı: "Bu örtüyü uzun uğraşlardan sonra Mekke'de karaborsadan aldık. Biz bu gayreti sizin için gösterdik. Üzerindeki koku tabii kokudur, evinizin devamlı olarak bu kutsal kokuyla dolmasını istemez misiniz? Bu örtü has ipekten dokunmuştur, Mısır'dan gelmiştir, maliyeti 1500 € dur. Bu kıymetli örtü Kâbe'nin örtüsünden bir parçadır... Yok, mu başka artıran, ....satıyorum, satıyorum, satıyorum, saaattım. 3.000 €'ya satıldı. Mesleği doktorluk olan birisi almış bu örtüyü. Hoca efendi öyle söyledi.

Arkasından, kumbara soruşturması başladı. "Sizlere kumbaralar dağıtmıştık, dolduranlar getirsinler ve teslim etsinler." Hoca devam etti, "Zekât ve Fitre'lerinizi vermekte acele ediniz, bu konu ile ilgili zarflar dağıtmıştık bu güne kadar o zarfları getirmeyenler acele getirsinler!" ve devamla " Pakistan'daki kardeşlerimizi de unutmayınız, görevli olan arkadaşlarımız hemen kalksın, çünkü vakti bir hayli uzattık..."

Ben beynimden vurulmuşa döndüm. Aman Allah'ım camide hoca kürsüye çıkmış, hem de Kadir Gecesi'nde kutsallarımızı satıyor. Açık artırmayla satıyor Kur'an'ı, hem de inmeye başladığı bu gecede. Aynı zamanda hoca, Kâbe'ye aid olduğunu söylediği örtüyü de satıyor.

Para, para, para... Aymazlığın bu kadarı da fazla.

Para için kutsallarımızı açık artırmaya çıkarmak benim onuruma dokundu. Kadir Gecesi'nin öneminden bahsetmek yerine, o gece inen Kur'an'ın hayatımızda yapması gereken değişiklikleri üzerine basa basa anlatmak yerine, müzayedeyle kutsallarımızı satmak ne kadar onur kırıcı bir uygulama...

Cami doluydu, bilhassa gençlerin camide olması beni sevindirmişti. Aynı zamanda bu doluluk Kadir Gecesi'ne mahsus bir doluluk olmalıydı. O gencecik beyinler Kur'an ayında ve Kur'an'ın inmeye başladığı ve "bin aydan daha hayırlı" olduğu Kur'an'da bildirilen bu gecede, Kur'an'ın buyruklarıyla baş başa kalsalar ve Yaratıcı'larına biraz daha yakın olmaları için gerekli bilgileri alıp ta, evlerine öyle gitseler olmaz mıydı? Oysa o gençler o gece iğfal edildi ve müzayedeyle ilgili kirli bilgilerle eve gittiler. Gecenin kutsallığı yerine filancanın zenginliği konuşuldu eve giderken...

Allah benim kitabımı para karşılığı satmayın diyor

Allah: "...Artık insanlardan korkmayın, benden korkun da ayetlerimi basit bir ücret karşılığı satmayın..!"(Maide 44) diye çeşitli vesilelerle ikazlarda bulunurken, Allah'a rağmen O'nun kitabını açık artırmayla satmak... Yazıklar olsun...

Ben hoca efendilerin bu işi severek yaptıklarına inanmıyorum veya inanmak istemiyorum. Hocaları bu hale getirenler, onları para toplama memuru olarak görenler var. Hoca'yı üstü kapalı olarak maaş konusunda, iş konusunda tehdit ediyor bunlar. Teşkilatlarda ve cemiyetlerde derin devletler var. Allah'ın, "Errızku alellah, rızık Allah'a aittir" taahüdü konusunda zaafı olan bazı hocalarımız da duruşunu belli edemiyor. Sonuçta hoca tahsildar oluyor. İmam-ı Azam'ı kendisine örnek alsa belki bu duruma düşmeyecek. "Resmi makamların istediği fetvayı vermediği için kırbaç altında ölecek" gerekirse, ama onurunu çiğnetmeyecek, hocalık onurunu çiğnetmeyecek. Ben böyle yürekli hocaları arıyorum. Bulursam onların alınlarından öpeceğim...
 
Rüştü Kam





 







  Yorumlar (2)

 1 Hangi Cami????????
Yazan Erdinc, 14-09-2010 08:14
Rüstü bey ben sizin düsüncelerinize katiliyorum fakat sizin neden bunlari böyle yaziyorsunuz ? bir tane cami de bunlari yasadiysaniz lütfen belirli yerlere sikayet edin ve caminin?? ismini verinki oo hoca?? efendi kendi basina namazini kilsin.
Fakat sizin bu yapmis oldugunuz probaganda tabiki camilere karsi politikanizi?? cok iyi kullanmisiniz?? afarim fakat bende ramazanin her günü camilerdeydim hic böyle terbiyesizliklerle karsilasmadim sizin dediginiz hakikaten dogruysa lütfen bu caminin ismini verinki ben behaut biz sikayet edelim ama güzel seyler de yaza bilirdiniz Mesela bu yasamis oldugunuz terbiyesizligi cok kisa olarak ismi ile hitap edip yasamis oldugunuz güzel ramazan namazlarini ve camilerdeki o mutlulugu gündeme getire bilirdiniz neden bir köse yazari olarak bunu yapmiyorsunuz?? böyle bir aciklamanin nereye varacagini ve ne gibi tebki geclerde yaratacagini sizin bildiginizi ve bilerek böyle cirkin yasantiyi örnek vermenizin sebebi nedir??? Sunu bilinki Sünni cemati böyle bir Hocayi ve camiyi hic bir zaman KABÜLL ETMEZ tekrar sizden ricada bulunuyorum bu camiyi sikayet edin ve ismini ve adressini düsünceleriniz gibi bize de bildirin ki yapmis oldugunuz is???!!! camur atmakla?? kalmasin Cünkü sizin bahsettiginiz cami?? ve Hoca?? bence görevden alinmali ve bu cami kendisini ve dinini bilen Sünni cemati tarafindan idare edilmeli. Zanedersem caminin ismini ve adressini vermekte ZORLANMASSINIZ!!!???? herhalde
Sizede tavsiyem olsun Rüstü bey bu berlinde ve almanyada okadar güzel seyler oluyorki Onlari yazin ne dersiniz ??? bizde TÜRK Halki ve Milleti olarak gurur duyalim Ben sahsen Türk ve Müslüman Oldum icin gurur duyuyorum. Bende size gördügüm ve sahit oldugum bazi sahneleri anlatayim Ramazan ayinda Ickili Dügün yapanlar ve icki icenlerde vardi bu sahislar Türk Pasaportlu ve türküz diyen ler böyle sahislari Taniyormusunuz???? neden bunlari yazmiyorsunuz ?? ????
Islam Dini ni nekadar kötülense kötülensin su anda hergün islam dinini kabulenen ve bilincli ve kültürlü islam dinine sayip cikanin sayisi artmaktadir böyle cirkin tablolar ve aciklamar buna engel olamaz ve olmuyacaktir. Bütün Islam cematin gecmis olan Ramazan Bayramini kutlar ve gelecekte saglikli sadetli daha nice Ramazanlar yasamasini dilerim.
 2 İMANINI PARAYLA BANA SATARMISINIZ
Yazan SİNAN HAYRETTİN SALİHOĞULLARI, 13-09-2010 16:45
Alacağım cevap ülen bu nasıl söz mendebur olacaktır ki bundan çok eminim.muhterem imanını satın almaya kalksam kükrersin aslan gibi iman parayla satılmaz der hem de belki bana dinsiz ithamıyle bile itham edebilirsiniz. Peki Allah ın kelamını nasıl hangi cesaretle açık arttırmayla satabiliyorlar sözde dinciler
ben şahsen utandım kahroldum. Bunlar Allahın ayetlerinin para karşılığı satılamıyacağını bilmiyorlar mı .selam ve dua ile başka bu insanlara ne denir

ZEKAT'I SADECE ZENGİNLER VERMEZ


Yazdır E-posta
ha-ber.com
 
 
 
ZEKAT'I SADECE ZENGİNLER VERMEZ
 
Zekatı sadece zenginler vermez. Başka bir deyişle zekat sadece zenginlerin vermesi gereken  bir mali ibadet değildir. Müslüman bir şahıs, başkalarına muhtaç olmadan yaşayabiliyorsa o zekat mükellefidir.  
 Açlığından ölmek üzere olan insanla, günlük ihtiyacını sağlayabilen insan arasında bile zenginliğin ölçüsünü belirlemek gerekir ki,  o imkanı dahilinde ötekine yardım elini uzatsın ve diğerine göre zengin sayılan insan zekat versin ve ekonomik denge sağlansın. Yoksa yıllık ihtiyacı ve ihtiyaç fazlasını 90 gr. la sabitlersek müslümanlar verilen bu ölçüye ulaşıncaya kadar birbirlerine yardım ellerini uzatmayacaktır. Ve İslâm o zaman zengin dini olacaktır. ''Ben önce zengin olayım sonra sana yardım ederim...'' 
Zekatdan fakirin hakkı % 25 tir.  Geriye kalan % 75 lik pay ise,   direkt olarak fakire ait değildir.

Zekat           
 İhtiyaç fazlası bir malın belirli bir miktarını, üzerinden bir yıl geçtikten sonra  Kur'ân'da belirtilen yerlere Allah emrettiği  için vermeye zekat denir.       
Hicret‘in ikinci yılında oruçtan evvel farz kılınmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de değişik isimler altında otuz yedi yerde geçmektedir.  Zekat malî bir ibâdettir. Zekat,  ihtiyaç fazlası mala sahip olan  müslümanlara farzdır. ''Ey Habibim! Servet sahiplerinin mallarından zekât al, bu onların mallarını temizler ve vicdanlarını arıtır.''404  
Bir başka temel nokta da şudur: Kur'an, servet sahibinin malında, fakirin hakkı bulunduğunu, bu hakkın fakire mutlaka ulaştırılması geektiğini açıkça belirtir.405 
Kur'an böylece,  Marks'tan onüç asır önce artı değere ve bu değerin, emeği temsil eden kapitalden yoksun kesimin hakkı olduğuna dikkat çekmiştir.  Bu artı değer, sermaye ile emek arasında en azından bölüşülmelidir. En azından diyoruz, çünkü Kur'ân,   üretilen değeri, onu doğuran emeğin hakkı olarak tescil eder.
Ancak, Kur'ân, insan tabiatını zorlamamak için, bu noktada evrensel emek-karşılık prensibini yumuşatıyor ve artı değerin sermaye-emek arasında bölüşülmesini öneriyor.  Bu demektir ki, servet sermaye kutbu, sürekli olarak emek kutbundan bir şeyler yemekte ve onun hakkı altında durmaktadır. Kur'ân bu gerçeği, Allah'ı, ezilen-sömürülen kitlenin yanında göstermekle, gözler önüne koymuştur. Peygamber s. ise ''içinizdeki zayıf ve ezilenler hürmetine rızıklanıyorsunuz'' diyerek emeğin hayat ve oluştaki motör rolüne mu‘cize bir üslupla dikkat çekmiştir.
Zekat emri ve riba yasağı, emeğin tamamen boğdurulmasını ve servetin bir zulüm aracı haline gelmesini önlemede asgarî resmî tedbirlerdir. İnfak kurumunun diğer imkânları işletilerek, tedbirlerin çapı ve yoğunluğu, şartlara göre değiştirilebilir. Ve böyle olunca da İslâm yönetimi, gerekli görürse servetin tümüne elkoyabilir. Hz. Peygamber:  ''Mallarınızda zekat dışında da yoksul hakları vardır''  diyerek bu anlayışın esnek prensibini vermiştir. Kur'ân Rûm Sûresi‘nin 39.  âyetinde riba ile zekat arasındaki ilişkiye ve bunların birinin yıkıcı, ötekinin yapıcı özelliğine bir kelam harikası ile dikkat çekiyor.
 
Bilindiği gibi hem riba, hem de zekat kelimelerinde artmak anlamı vardır. Ancak ribanın getirdiği artış iğreti, aldatıcı, yıkıcı, zülümden kaynaklanan bir artıştır. Zekatın getirdiği artışsa kalıcı, mutluluk getirici, emekten kaynaklanan bir artıştır. Bu espriyi Kur'ân, anılan âyette şöyle veriyor: ''İnsanların malları içinde (riba yoluyla) malın artması için verdiğiniz riba Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onu verenler mallarını kat kat artırırlar.''  
Bu ayetten önceki ayette, yoksullara verilmesi gerekenin, onların, servetteki hakları olduğunun belirtilmesi de zekat ve riba esprisiyle ilgili olarak yukarıda söylediklerimizin bir başka Kur'ânsal dayanağıdır. Kısaca, Kur'ân, nimetlerin adaletsiz dağıtımını zekat emriyle; sefaletlerin belli bir kesime yüklenmesini riba yasağıyla önlemek amacındadır. Ancak bunu yaparken müeyyideyi ölçülü uygular, şiddete gitmekten kaçınır. O,  insanı bilinçlendirmeyi, gönlün den ve idrakından yakalayarak bireyi kendi kendine kontrol ettirmeyi esas almaktadır.
Bu haliyle Kur'an, komünist anlayışla, kapitalist yaklaşım arasında bir denge ve ortayol sistemi sunmaktadır. Zekattan söz eden âyetler, bu emrin önceki topluluklara da yöneltildiğini gösteriyor. Çünkü insan toplulukları, her zaman ve mekânda servetten bir şeylerin topluma aktarılmasını sağlamadan yaşayamazlar. Günümüz sistemlerinde bu, vergi adıyla sahneye konmuştur. Ve zekat,  genel anlamda, bir vergidir. Bu yüzden Kur'ân zekatın miktarını ve zekat yükümlülüğüne esas olan zenginliğin tanımını zaman ve şartlara göre yapılacak içtihada bırakmıştır.406
- Kimler verir
Büluğ çağına ulaşan, yöreye göre, belirlenen nisap miktarı mala sahip, hür ve akıllı müslümanlar zekat verir. Peygamberimiz kimlerin zekât mükellefi olduğunu şu sözleriyle açıklarlar ''Zekât, müslümanların zenginlerinden alınıp yoksullara verilen bir sadakadır. ''407 
-Kimlere ve nerelere verilir
-Zekat; Allah'ın isminin yüceltilmesi için kullanılır. 
-Zekat verilmediği taktirde; vermeyenlerden kamu otoritesi tarafından zorla alınması gereken bir ibadettir. Malî-iktisadî bir ibadet biçiminde somutlaşan bu zekat, İslâm iktisadı ve sosyal felsefesini de kristalize eden net olgulardan biridir. İslâm iktisadının gayesi: Sosyal ve siyasal, büyük sisteminin toplam mantığı içerisinde, müslümanın, toplumun yararlarını korumak, yoksulluğu ortadan kaldırmak ve refahı gerçekleştirmek için kendi ruhuna uygun,   tutarlı yöntemler oluşturmaktadır. Bu gayeye bağlı olarak zekat,   basit bir cömertlik olarak görülmemelidir. 
-Zekat; servetin zenginlerden fakirlere doğru akmasıdır, temizliktir, artırandır, çoğalandır, çoğaltandır, berekettir, övgüdür, maddecilikten kurtuluştur.
-Zekat; ruhları, İslâm'cı doğrultuda maddi tutkudan kurtararak yüceltmektir. Buyruk şöyledir: ''Müminlerin mallarından zekat  al ki; onunla kendilerini arındırmış ve mallarını bereketlendirmiş olursun. ''408 
''Onların mallarında hem dilenen hem de iffetinden dilenemeyen için belirli bir hak vardır. ''409  ''Allah'ın fazlı kereminden kendilerine verdiği mallardan cimrilik edenler, sanmasınlar ki, o mallar kendileri için hayırlıdır. Tersine bu onlar için çok fenadır. Cimrilik ettikleri şey de, Kıyamet Günü boyunlarına dolanacaktır. ''410
-Zekâtla ilgili bu bilgilerden sonra gelelim zekâtın kimlere ve nerelere verildiğine 
-   ''Zekat  Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir:  
              a-   Fakirler
              b-   Düşkünler
              c-   Zekatla ilgilenmeye memur edilenler. 
              d-   Kalpleri Islâm'a ısındırılacak olanlar.
              e-   Özgürlüğünü yitirmiş olanlar.
              f-   Borçlular
              g-   Allah yolunda
              h- Yolda kalmış kişiler. ''411 
 
Müslüman toplum, tek vücud gibi olmalıdır. Toplumu oluşturan bir kısım fertler,   refah içerisinde yüzerken,   diğer bir kısım fertler : 
        -   Yoksulluk içerisinde sürünmemeli, 
        -   okulsuz kalmamalı, 
        -    hastanesiz kalmamalı,
        -   yurtsuz kalmamalı,
        -   evsiz barksız kalmamalıdır.
 
Kur'an bu hükmü şu şekilde belirler: ''Zekat vermeyen ulusu, Allah kıtlıkla ve açlıkla imtihan eder.''412
Zekatın kimlere verileceği, Tevbe 60'da gayet açık ve net olarak belirlenmiştir.  Bu sarf yerlerinden bir tanesi de, zekat toplama memurlarıdır. Zekat  toplama memurlarının, zekat verilmesi gereken yer olarak belirlenmesi, zekatın memurlar tarafından toplanması gerektiğinin emridir. Asr-ı Saadette, bu böyle uygulanmıştır. Zamanla işin ciddiyeti kaybolmuş ve bugünkü duruma gelinmiştir.
Kur'an'ın belirlediğine göre; zekatın sarf yeri sekizdir: 100'ü, 8'e bölersek, fakirin hakkına düşen kısım % 12,5 tir. Miskini de fakir kısmında değerlendirirsek,  % 12, 5 + % 12. 5 =  % 25 eder. Yani zekatdan fakirin hakkı % 25 tir.  Geriye kalan % 75 lik pay ise,   direkt olarak fakire ait değildir:
-Borçlulara aiddir/
-Zekat memurlarına aiddir/
-Kalbi İslâm'a ısındırılmak istenene aiddir/
-Özgürlüğünü yitirmiş olanlara aiddir/
-Allah yolunda yapılması gereken her işe aiddir/
-Yolda kalmışlara aiddir. Son dört madde için temlik de şart değildir. Aslında mahcubiyet söz konusu olacaksa, diğer muhataplar için de temlik şart değildir : Çünkü, zekat vermede âdâp; sağ elin verdiğini sol elin hissetmemesi doğrultusundadır.413
 
-Müesseselere zekat
Öyleyse temlik(karşılıklı olarak verenin verdim, alanında aldım demesi) şartı olmayan bu harcamalarda, müesesselere gerekli yardım yapılabilir. Yani zekat parası bu gruplarla ilgili yatırımlara harcanabilir: Çünkü elde edilen kâr, yine aynı amaçla, aynı yerlere harcanacaktır.  Elimizdeki kaynaklarda, zekat, zekat verilecek yerlerle ilgili yatırımlarda kullanılamaz diye,   mani bir hüküm yoktur. Fakirin,  yeme içme gibi tabii ihtiyaçları yanında:
            -   Oturmak için eve, 
            -   çalışıp rızkını kazanabilmek için işyerine, 
            -   tedavi edilebilmesi için hastaneye, 
            -   okumak için okula ve kütüphaneye, 
             -   yurda ihtiyacı vardır.
 
Bu ihtiyaçlar, zekat paralarının nemalandırılması yoluyla karşılanabilir. Zekat, devlet eliyle toplatıldığına göre, ortada bir müessese vardır. Bu müessesenin muhtaç olduğu bina yapımı ve sair giderler elbette ki zekatdan harcanacaktır. İlim öğrenenlerden, özellikle dar gelirlilere, zekat verildiğine göre,   bunların okumaları için;   
         -   özel okullar, 
         -   faydalanmaları için kütüphaneler
         -   araştırma merkezleri
         -   üniversiteler
         -   iâşe ve ibâdetleri için yurtlar yaptırmak
da elbette ki gereklidir.
 
Bu tür yerlerde kullanılmak üzere zekat verilebileceği gibi, öğretmenlerin ücretleri de zekat fonundan ödenebilir.  Ayrıca; yolcular için verilen zekattan misafirhaneler yaptırılabilir, yol yapımı için bir pay ayrılabilir. 
          - Hakimlerin maaşları zekat faslından verilebilir.
          - Özgürlüğünü kaybetmişler için ayrılan zekat fonundan, hapishanedeki tutuklulara sarfedilebilir.''414
-       Allah yolunda ne demektir?
Zekat verilecek yerlerden yedinci olarak ''Allah yolunda'' zikredilir. Allah yolunda kavramı, Asrı Saadet de gereği gibi anlaşılmış,   uygulama, bu anlayışa göre gerçekleştirilmiştir.  Zaman içerisinde bu anlayış kaybolmuş,  yerini fakir ve miskinlere bırakmıştır. Yalnız yedinci madde değil tabi ki yerini fakir ve miskinlere bırakan, âyetde zikredilen sekiz madde, uygulamada tek maddeye indirilmiştir; ''fakir-fukara'', hepsi bu kadar. Konu böyle anlatılmış, böyle anlaşılmıştır.
İslâm'ı yaşam biçimi olarak benimsemeyen insanlar için bu anlayış doğaldır, doğru olabilir. İslâm'ı yaşam biçimi olarak benimsemeyen müslümanlar, düzenle,   düzenlerle, sistemle, sistemlerle, çıkarlarına dokunulmadığı sürece,  her zaman barışkıntırlar: Çünkü,  çıkar çevreleri İslam'ı ruhbanlık olarak kabul etmişlerdir. Uygulamaları da tabiatıyla inançları doğrultusundadır ve kendi açılarından doğru yapmaktadırlar. Onlar kendilerine karşı dürüsttürler, uygulamalarının kınanması yönünden bu müslümanlara tavır konulamaz, aksine tebrik edilmeleri gerekir. Çünkü bir şeylere inanıyorlar, bildiği bir şeylere veya kendilerine öğretilen bir şeylere inanıyor ve bu inançlarını da yaşıyorlar. Bu insanlara sözüm yoktur benim.
Benim sözüm; İslâm'ı yaşam biçimi olarak kabul ettim diyenleredir. Hatta biraz daha ileri giderek, ben inancımın mücadelesini veriyorum, insan haklarına saygı, benim mücadelemin amentüsüdür diyenleredir.
Sistem veya sistemler, bağımlılarını, bilinçli olarak fakirleştirirse, üstelik bu fakirleştirme, bir kısım mutlu azınlığın çıkarına olacak şekilde, bilinçli olarak yapılırsa, bu oranda, yani fakirleştirme oranı da % 80 lere veya daha yukarılara çekilirse, bu sistem içerisinde tek tek fakirlere ulaşıp ta;   
-   Onları zenginleştirmek, 
-   onların problemlerini çözmek, 
-   onların akan gözyaşlarını dindirmek, 
-   fakirlik problemine çare bulmakta mümkün değildir.

-  Zekat adı altında yapılan maddi yardımlarla, çıkar çevrelerinin oluşturduğu  düzene veya düzenlere payanda olmaktan öteye geçilemez.  Zekat verenler, zekat vermenin gururuyla kendilerini avuturken, çıkar çevreleri, geride kıskıs gülmekte ‘zekat alanlar' ise bayramlarda sevinir gibi olupta, gerçek sevgiye  devamlı olarak uluşamamanın burukluğunu yaşamaktadır.
 Zekatla koruma altına alınan insanlar,  ya zenginleştirilerek iler ki senelerde zekat verecek duruma getirilmeli, ya da bir daha yaşam endişesiyle karşı karşıya kalmaması için güvence altına alınmalıdır. 
Bir taraftan  sistem,   sistemli bir şekilde insanları fakirleştirirken, siz öbür taraftan insanları zekatınızla fakirlikten kurtaramazsınız. Bu güne kadar kurtarılamamıştır da.
 Müesseseye zekat verilemez diyerek, zekatı sadece fakirlere verilen dilenci parası haline getiren din adamları; sistemli bir şekilde insanları fakirleştirmek için gayret sarf edenlerdir, geleneksel din anlayışına sahip müslümanlardır ve onları bilinçsizce destekleyen diğerleridir. Müslümanlar, çıkar çevrelerinin böyle çirkin  oyunlarına gelmemelidirler.
 İslâm insanlığın kurtuluşu için indirilmiş bir Din'dir. Ancak bugün yeryüzünde iki milyar insana ismini veren Din'i İslâm! Mensuplarını bile kurtaramamaktadır.  Böyle bir dînin gezegeni ve insanlığı kurtarması mümkün değildir. Bugünün müslümanları, İslâm kültürünün değil, kültür İslâmının müslümanlarıdır. Allah'ın dinin müslümanları değildirler. Müslümanlar,  geleneksel din anlayışlarını,  kültür İslâm'ını bırakarak Allah'ın Dîni'ne dönmedikleri sürece bekledikleri, arzuladıkları mutluluğu yakalayamıyacaklardır. 
 -       Zekâtı, memurları toplar
 ''Zekat memurlarına zekat veriniz?'' Bu;  şu demektir.  Müslümanlar fert fert zekat  vermemelidir, zekatı, zekat  memurları toplamalıdır. ''Onların mallarından zekât al !''   
 Müslümanlar müesseselerini kurarlar ve memurlarını tayin ederler. Tayin edilen görevli memurlar, görevliler, zekatları  toplarlar, toplanan bu zekatlar ''Zekat Müessesesi''  tarafından değerlendirilir, yatırılması gereken yerlere yatırılır, harcanması gereken yerlere harcanır, gerekli görülen kurumlar kurulur,  yeni kurumlar için yatırımlar yapılır.
 Zekatın şahıslar tarafından şahıslara dağıtılması resmi ideolojilerin işine yaramaktadır, bu yüzden,   müslümanların kontrolündeki sosyal müesseseler, başta zekât müessesi olmak üzere mutlaka  kurulmalıdır. Zekat kurumunun destekleyeceği diğer  müesseseler sayesinde fakirlerin hem yüzü gülecek, hem de İslâm'ı tanıma fırsatını elde edeceklerdir.
 Meselâ; zekât fonunun desteğiyle kurulan bu müessese bir hastane ise; fakir, müslümanın özel hastanesinde bedava muayene olacak/ bedava hastanede yatacak/ bedava ameliyat olacak/ bedava ilacını alacaktır.
 Kurulan bu müessese bir özel okul ise veya üniversite ise; fakir öğrenci parasızlıktan ötürü okuldan atılmayacak/ Yurt ise; fakir öğrenci parasızlıktan ötürü yurttan çıkarılmayacaktır, aksine korunacaktır.  Kitleler tarafından İslâm'ın kabulü,  ancak,   bu yollarla gerçekleşebilecektir. İslâm'ı hayat nizamı olarak omuzlayacak kadrolar, ancak,  bu yollarla yetiştirilebilecektir. Allah yolunda zekat işte böyle harcanır.
 Oysa, geleneksel yaklaşımda ''Allah yolunda'', gaziler olarak anlaşılmış, fakirler olarak anlaşılmış, hacca gitmek olarak anlaşılmış ve anlatılmıştır. Bu anlayış ne yazık ki hâlâ devam etmektedir.
 Büyük düşünür, İslâmî aktiviteyi hayat düstüru olarak seçen büyük insan Seyyid Kutup ve diğerleri,   bakınız ''Allah yolunda''yı nasıl açıklıyor. Allah yolunda:
''Bu geniş bir kapıdır. Allah'ın egemenliğini, yeryüzünde gerçekleştirmeye yarayan,   toplumun yararına olan herşeyi kapsamına alır ve kuşatır.''415
 Fahrettin-i Razi'ye göre:
 ''Allah yolunda'' tabiri umumidir, her şeyi içerisine alır.'' Enes bin Malik ve Hasan-ül Basri de aynı görüştedirler.
 Yusuf el-Kardavî, bu konuda ölçüyü şöyle belirler:
 ''Cihad, Allah'ın Dîni‘ni ve o dince mukaddes sayılan şeyleri korumak, Allah'ın ismini yüceltmek için yapılan mücadelelerdir. ''  
 Bugün, sahâbe ve tabiîn devrindeki gibi bir cihadtan bahsedilemez denilemeyeceği gibi, İslâm ülkelerinde cereyan  eden her savaş da cihad değildir denilemez. Aynı şekilde cihadı, askeri bir savaş anlamında daraltmak da doğru değildir, cihad daha genel bir kavramdır, silahlı olmayan mücadelenin adıdır cihad, barış için yapılan çalışmadır. Silahla olan mücadeleye ise kıtal denir.
 Allah'ın ismini yüceltmek için yapılan her çalışma cihaddır/barış için yapılan çalışmadır ve Allah yoludur. Bu türlü çalışmalar, (siyaset, kalem, medya, eğitim,  sanat v.s.) daha tesirli ve daha önemlidir.  Hangi cihad daha faziletlidir? diye sorulduğunda Peygamberimiz: ''Zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.'' buyurmuştur.416 ''O halde, zekat verirken ve Allah yolunda yapılan  harcamalarda temlik şart değildir.''417
 Muâsır ilim adamı Şeltut da şöyle diyor:
''Allah yolunda yapılan harcamaların zamanımızda en önemlilerinden birisi de, İslam'ı yaymak için müslüman olmayan ülkelere davetçiler göndermektir.  Şeltut'a göre; ''bir yerde cami yoksa veya ihtiyaca cevap veremiyorsa oraya cami yapmak veya böyle bir camiyi  tamir ettirmek de Allah yolunda bir harcamadır.''
Reşit Rıza:
''Allah yolundan kasıt, fertlerin değil, bütün müslümanların umumi menfaatleridir''diyor. 
Mısır müftüsü:
''Dîni hayır cemiyetlerine zekat verilir''418  diyor.
Üzerine farz olmayan, hacca gitmek isteyen kişi için zekât vermeyi Allah yolunda verilmiş zekât olarak düşünmek yanlıştır, zekâtın farz oluş hikmetini anlamamak demektir. Fakirin Hacc‘a gitmesinin müslümanlara faydası olmadığı gibi, fakirin hacca gitme zorunluluğu da yoktur, yani fakirin öncelikli görevleri arasında değildir Hacca gitmek. Allah bu yükü fakirin üzerinden kaldırmıştır. Bu durumda nasıl olurda Hacca gitmek isteyen, ama fakir olan müslümana zekât fonundan pay ayrılır ve bu paya da Allah yolunda yapılan bir harcama olarak bakılır?  Böyle bir mantığı anlamak gerçekten zordur.
            - Bu  açıklamalardan sonra  şunları diyelim:  
1-  Müslümanlar, İslâm'ı,  yaşadıkları zamanın şartlarına göre, anlamak ve anlatmak mecburiyetindedirler.
2- Müslümanlar, bu güne kadar, şahıslara zekat vermekle, fakirleri zengin yapamadıklarına göre, şahıslara zekat verme yerine Kur'an‘ın ruhuna uygun olarak kurulan emin bilinen müesseselere zekat  vermeyi tercih etmelidirler.
3- Müslümanların zekat  verecek oldukları bu müesesselerin amacı, Allah'ın ismini  yüceltmek olmalıdır.
4- Hele hele, İslâm'ı yaşam biçimi olarak seçmek gayesinde olan cemiyetlerin, kuruluşların mensupları; sistemli olarak fakirleştirilen insanları,   zenginleştiremeyeceklerine göre,  zekatlarını,  kuruşuna varıncaya kadar Allah yolunda harcanması için güvenilen cemiyetlere, müesseselere, vermelidirler.
5- Böylece müslümanlar yukarıda saymaya çalıştığımız, müesseselerin kuruluşuna  zemin hazırlamış olacaklardır.
6- Unutulmaması  gereken slogan cümle şu olmalıdır. ''Zekat'tan maksat, Allah'ın isminin    yüceltilmesidir.''
-       Zekâta tabi olan mallar ve miktarı
Zekata konu olan mallar ve bunlardan verilecek zekat miktarlarında Kur'an ölçüyü kesin sınırlar çizerek belirlememiştir. Bu konuda müslümanları serbest bırakmıştır. Ölçüyü belirlemede zamanın şartları ve örf büyük rol oynayacaktır.  
Dünyanın bir tarafında insanlar; dünya nimetlerinden fevkalade istifade ederken, öbür tarafında açlıktan ölüyorlarsa zenginliğin ölçüsünü değişmez kural olarak ortaya koymak elbette mümkün değildir. İşte;    Kur'an  bunu  yapmış ve bizlere de sizler de bunu mümkün hale getirin demiştir.  Peygamberimiz kendi döneminde mümkün olanı yapmıştır, Peygamberimizin yaptığı mümkün olandır, o değişmez kuralı belirlememiştir.
Bugün  2010 Yılının Eylül ayıdır. Dünyanın değişik coğrafyalarında insanlar şu veya bu şekilde açlıktan ölüyorlar.  Çoğu ülkelerde de insanlar açlık sınırında yaşıyorlar.
Avrupa ülkelerinde ve Amerika'nın bazı eyaletlerinde ise insanlar tokluktan ölmektedirler. Bu durumda değişmez,   kesin ölçü nasıl tesbit edilebilir ki? 
Bir bölgede kişi başına düşen yıllık gelir on bin Amerikan doları iken, diğer bir bölgede iki bin dolar,  başka bir bölgede yüz dolarsa,  yıllık ihtiyacı ve fazlasını; yani, zenginliğin ölçüsünü 90 gr.  altın olarak belirlemek nasıl mümkün olur ki?  
Açlığından ölmek üzere olan insanla, günlük ihtiyacını sağlayabilen insan arasında bile zenginliğin ölçüsünü belirlemek gerekir. Ki;  o imkanı dahilinde ötekine yardım elini uzatsın ve diğerine göre zengin sayılan insan zekat versin ve ekonomik denge sağlansın. Yoksa yıllık ihtiyacı ve ihtiyaç fazlasını 90 gr. la sabitlersek müslümanlar verilen bu ölçüye ulaşıncaya kadar birbirlerine yardım ellerini uzatmayacaktır. Ve İslâm o zaman zengin dini olacaktır. ''Ben önce zengin olayım sonra sana yardım ederim.''  
Bu belirlemeyi,  tabiatıyla o yörenin  ehil müslümanları veya kamu otoritesi  yapacaktır.
Peygamberimiz döneminde deve ile ilgili,  davarlarla ilgili   zekat miktarı,  ölçüsü detaylı olarak belirlenirken sığır cinsiyle ilgili detaylı bilgi verilmemiştir. Buradan hareketle o dönemde ve o yörede   sığır cinsinin fazla olmadığı kanaati bizde hasıl olmaktadır. Bugün de deve cinsi o günkü kadar fazla değildir.  Ogün peygamberimiz at cinsini zekat dışı bırakmıştır. Az sayıda üretildiği veya savaş biniti olarak kullanıldığından üretimi teşvik için bu karar alınmıştır.
O dönemin insanı yirmi birinci yüzyılda Somali'deki,   Etiyopya‘da ki insanlar gibi açlıktan ölmüyorlar. Ticaretle uğraşıyorlar veya savaş ganimetleri yaşam standartlarını yükseltiyor ve  zenginleşiyorlar,  peygamberimiz böyle bir topluluk içerisinde ölçüyü belirliyor. Kırktabir,  yani %2. 5.
            - Şimdi zekâtın ölçüsünü belirleyen peygamber buyruklarına bir göz atalım:
- ''Müslümanın ne kölesinde ne de atında zekat yoktur.''420
- ''Hülliyatta(zinette)zekât yoktur.''421
- ''Kırk koyunda bir koyun zekât vardır.''422
- ''Üçer yaşında olan beş deveden aşağısına zekât yoktur.''423
- ''Zekât,  yağmurun suladığı ürünlerde onda birdir ve dolapla sulananlarda onda birin yarısıdır. ''424
- ''Çardaklı ve çardaksız bağları,  tatları çeşitli hurma ve ekinleri,  birbirine benzer ve benzemez şekillerde zeytin ve narı yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürünününden yiyiniz ve biçildiği gün de hakkını veriniz.''425
- ''Bir mala tahmin koydoğunuz zaman,  mal sahibine malının üçtebirini bırakınız. Şayet üçtebirini bırakmazsanız,  bari,   dörttebirini bırakınız''426
- ''Herhangibir mal üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât düşmez.''427
- ''Allah, zekâtlarda ne bir peygamberin ne de  bir başkasının,  hükmüne razı olmamıştır ki, kendisi hüküm koyup onu sekiz parçaya ayırmıştır. ''428
- ''Her otuz sığır için erkek veya dişi bir buzağı zekât verilir. Her kırk sığır için de üç yaşında bir sığır zekât verilir.''429
 - ''Zekât olarak hububattan hububat al, davardan koyun al, deveden erkek veya dişi bir deve al, sığırdan bir sığır al.''430
- ''Satmak için hazırladığımız şeyden zekât veriniz.''431
- ''Onların mallarından sadaka alki,  onunla kendilerini iyice temizleyip aklayasın.''432
-İhtiyaç fazlası 90 gr.  altın , 561 gr.  gümüş ve değeri mala sahip olan müslüman zengin sayılmıştır, zekat mükellefidir. Altın ve gümüş için sabit olan ölçü,   hayvanlarda sayı arttıkça değişir. 433 
Bu beyanlardan anlaşıdığına göre peygamberimiz yaşadığı dönemin ölçülerini belirlemiştir. Para,  koyun ve keçide kırk, sığır ve manda da otuz, devede beş,  zînet eşyaları ve binitler zekattan muaftır. 
İhtiyaçlar ve fiatları değişken olduğundan,  ölçünün,   gerekli görüldüğü zaman bölgelere ve zamanın şartlarına göre yeniden ayarlanması adalete daha uygundur.
Her çeşit ticaret malları zekata tabidir.  Sene başı ve sene sonu itibarı ile gümüş ve altında esas alınan ölçüye göre, mal sahibi ticaret malının zekatını hesap ederek verir. Tahvil ve senetler para gibidir. Ancak,   sahibinin denetimi altında olmayan senet ve tahvillerden,   zekat verme zorunluluğu yoktur.  Borç olarak verilen paralar ve ortaklıklar da aynı cinstendir. 
Zekat ve fitre dışındaki sadakalar
Böyle sadakalara nafile sadakalar denir. Toplumun yararına olan her şeyi dinimiz sadaka olarak nitelemiştir. Hastane, yaptırmaktan başlayıp yoldaki bir taşı, bir dikeni kaldırmak, hoş sözle, güler yüzle insanların gönlünü almak ve akla gelen her türlü iyilik bu kelimenin kapsamına girer. 
Toplumun çıkarlarına hizmet eden eserler yapmaya sadaka-ı cariye denir. Bu eserler ayakta durduğu sürece sahiplerinin defterlerine hayır yazılacağını Peygamberimiz  haber vermiştir. Kur'ân'da sadakanın çoğulu olarak sadakat kelimesi geçmektedir, bu da zekat ve fıtra dahil bütün sadaka çeşitlerini içine almaktadır.
 - Sonuç
Zekâtın önemini belirten Kur'an âyetleri, peygamberimiz tarafından detaylandırılmıştır. ''Mallarınızı zekât ile koruyunuz.  Hastalıklarınızı sadaka ile iyileştiriniz,   bela dalgalarını dua ve niyaz ile karşılayınız.''419 
Kişinin cimrilik ve cömertiğinin en belirgin özelliği zekat ve sadakadır. Kur'ân'da takva sahiplerinin özellikleri arasında zekât vermek de sayılmaktadır. Zekat veren müslümanda yardımlaşma duygusu gelişir. Yapmış olduğu iyilik sebebiyle ecir ve sevaba ulaşır. Fakirler de devamlı zekât alıp başkalarına muhtaç olmamak için çalışmaya teşvik edilmiş olur.  Böylece toplum fakir ve zengini ile daha sağlıklı bir yapıya kavuşur. 
Müslüman zekâtını vermekle malını ve canını maddi ve manevi kirlerden temizlediği gibi, malının ve parasının değil  Allah'ın kulu olduğunu isbatlamış olur. Allah'a mali yönden şükretmiş olur. Zekatın birey ve toplum açısından bir çok faydaları vardır.Bunları şöyle sıralayabiliriz :
           1- Zekât; bireyler arasındaki sevgi ve saygı bağlarının kuvvetlenmesine yardımcı olur. Cemiyetin birliğinin sağlanmasında etkili rol oynar. Zenginle fakir arasındaki kin ve nefret uçurumunu ortadan kaldırarak sevgi ve dostluğun  gerçekleştirilmesine zemin oluşturur.
          2- Malının hakkıyla zekâtını veren müslümanın,  başkalarının malına göz dikip haram yoldan mal kazanmaya yönelmemesine yardımcı olur.
          3- Zekatın tam verildiği toplumlarda açlık, dilencilik gibi sosyal ızdırapların yok olmasına, çoğunlukla açlık ve yoksulluğun neden olduğu hırsızlık olaylarının en aza indirilmesine yardımcı olur.
          4- Zekatı alan da Allah için aldığından, veren de Allah için verdiğinden toplumda dine  karşı sevgi ve sempatinin artmasında etken olur.
          5-  Zekât, ihtiyaç sahiplerine lâyıkıyla verilirse; fakir kimseler iş sahibi olur, ilme yöneliş artar. Borçlular borçlarından kurtulur, yolda kalmışların ihtiyaçları giderilir. Açılan hastaneler, yurtlar, huzur evleri,  çocuk yuvaları,  dengelerin yerine oturmasını sağlar. Gayri müslimler ile  müslümanlar arasında dialog başlar. Toplum içinde paranın tedavülü (kişiler arasında el değiştirmesi) gerçekleşir,   yatırımlar ve iş sahaları açılmış olur. Böylece piyasa ekonomisi hareket kabiliyetini arttırır.
 
Zekatını  usulüne uygun olarak veren insanların sayılarının artması dileklerimle,  Allah'a emanet olun.
 
 404 Tevbe Sûresi 5, 11, 18, 71, 103, Bakara, 43, 83, 110, 277,   Mâide, 12. Nur, 37,  56
405 En'am, 141, Isra, 26, Rûm, 38
406 Öztürk Y. Nuri, Kur'an'ın Temel Kavramları, Yeni boyut,  Ist. 1993,  s. 649
 407 Buharî,  zekât,  24,  no: 1395
 408 Tevbe  105               
 409 Zariyat 19    
410 Ali Imran 18
 411 Tevbe 60
 412 Yusuf el-Kardevi,  Ibadet ve Müessese olarak Zekât,  s. 21
 413 Heyet , ''Türkiye'de Z e k a t Potansiyeli'' , Ilmi neşriyat, s. 20 
 414 Seyyid Kutup,   Fî zılâlil Kur'ân c. 5 shf.  329 Tevbe Sûresi 60.  Âyetin tefsiri
 415 Seyyid Kutup,   Fî zılâlil Kur'ân,  c. 5,  s. 329 Tevbe Sûresi 60.  ayetin tefsiri
 416 Ibn- i Mâce Fiten. 20 
 417 Y. Kardavi 11/650,  a. g. e,   s. 138
 418 Y.  Kardavi 2/64- 650,  a. g. e. , s. 135
 420 Buhârî,  Zekât,  24/45,  No: 1463
 421 Ibn Ebî Şeybe, 3/155; Şafii, Müsned,  1/228,  no: 629
 422 Ebû Davud,  Zekât,  9/4,  no: 1568
 423 Buhârî,  Zekât,  24/22,  no: 1447
 424 Ebû Davud ,  Zekât,  3/11,  no: 1596
 425 En'am 142
 426 Ebû Davud,  Zekât,  3/14,  no: 165
 427 Tirmize,  Zekât,  6/5,  no: 626
 428 Ebû Davud,   Zekat,  3,  1630
 429 Tirmizi,  Zekât,  5,  623,  623
 430 Ebû Davud,  Zekât 11,  1599
 431 Ebû Davud,  Zekât 2,  1562
 432 Tevbe 103
 433 420 Buhârî,  Zekât,  24/45,  No: 1463
421 Ibn Ebî Şeybe, 3/155; Şafii, Müsned,  1/228,  no: 629
422 Ebû Davud,  Zekât,  9/4,  no: 1568
423 Buhârî,  Zekât,  24/22,  no: 1447
424 Ebû Davud ,  Zekât,  3/11,  no: 1596
425 En'am 142
426 Ebû Davud,  Zekât,  3/14,  no: 165
427 Tirmize,  Zekât,  6/5,  no: 626
428 Ebû Davud,   Zekat,  3,  1630
429 Tirmizi,  Zekât,  5,  623,  623
430 Ebû Davud,  Zekât 11,  1599
431 Ebû Davud,  Zekât 2,  1562
Geniş bilgi için,  Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı ve Bidayetü'l Müçtehid'e,   Emanet ve Ehliyet'e  bakınız.  
 419 Bilmen Ö. Nasuhi,  Büyük Islâm Ilmihali,  s . 435
 
Rüştü Kam





 







  Yorumlar (2)

 1 Zekat i sadece zengin vermez
Yazan hasen, 03-09-2010 22:04
Evvelen haber vermeden ve belkide bazeni pek degere layik olmayan dostlara en azindan kisa bir telfonla Allah'a ismarladik demeden adin Silah-i rahim dediginiz seyate ciktiniz ve de geri
döndügünüzde de haber vermediniz. Buraya kadar sahsi mesele.
Gelelim yayinlamis oldugunz yazilarinza; Burada yazilariniz muhteviyatindan bahsetmiyecegim.
Malumunuz oldugu üzere biz pek fazla okumayi seven bir toplum degiliz. Maalesef bu bir gercek. Fakat sizin yazilariniz cok cok uzun ve sayfalarca. Bunlari okuyabilmek icin herhalde sizin gibi zamani bol olan insan olmak gerekir. Kaldi ki yazilarinizi bizzat kaleme almak yerinden bir yerlerden iktibas ederek yayinlamaktasiniz. Yaniliyorsam beni dogrulayabilirsiniz. Ayrica cilesiz kalemin yazisini okumak sahsen bana pek tesir etmiyor. Acizane bunu size iletmek istedim. Simdilik heppsi bundan ibaret. Görüsemez isek simdiden Ramazan Bayraminzi tebrik ederim.
Selam ve dua ile ....
hasen
 2 okumaya basladim ama bitiremedim....
Yazan Mustafa Eksi, 03-09-2010 12:56
Rüstü Hocam Ilk evvela Allah uzun saglikli ömür versin...

Mesele sudur yazilarinizi okumaya basliyorum ama bitiremiyorum buna bir cözüm bulalim :)

hadis kaynaklarinimi artik kisa tutarsiniz yoksa sadece Kurandan anlatsaniz yeterli gelirmi ama inanin benim durumumda bircok insan var bu kadar uzun ve detayli yazilari okumak herkesin harci degil:)

Yazilariniz manevi hayatamiza etkili olmasi dilegi ile ....

bu arada ben zekat alan kisma giriyorum tesekkürler:)