24 Kasım 2010 Çarşamba

EVLİLİK ERKEĞE MAÇO OLMA HAKKI VERİR Mİ? (2)


Yazdır E-posta
(c) ha-ber.com
 
 
 
EVLİLİK ERKEĞE MAÇO OLMA HAKKI VERİR Mİ? (2)


Kur'an erkeğe tek başına, kamu otoritesini temsil etme yetkisi vermemiştir. Dolayısıyla erkeğin kadını dövme gibi bir hakkı da yoktur.


Nisa Sûresi'nin 34'üncü âyetini açıklamaya devam ediyorum. Bu ayette iki kavram ön plana çıkarılarak erkeklerin kadınlar üzerindeki üstünlüklerinden bahisle, erkeklerin kendilerine itaat etmeyen kadınları döverek yola getirilebilecekleri(!) buyruluyor. Mutlu bir aile kurumu oluşturmak adına yapılması gereken şey bu anlayışa göre dayak oluyor. Bu uygulama en son başvurulacak bir yol olsa da evliliğin devamı için olmazsa olmaz bir yol olarak gösteriliyor. Geçen hafta bu konuda gerekli olan ön açıklamaları yaptım. Bugün kaldığım yerden devan edeceğim.

Bu iki kelimeden birisi, "kavvâm" diğeri, " vedribû " dur. Yazının birinci bölümünde "kavvam" kelimesi üzerinde durduk. Hatırlamak için kelimenin anlamını tekrar edelim: Bazı ilim adamları, kelimeye "yönetici" anlamı verirken, bazıları "koruyucu, kollayıcı, görüp-gözetici" anlamlarını vermişlerdir. Birinci anlayış Kur'an'ın ruhuna uygun bir anlayış değildir: Çünkü, Kur'an, kadını da erkeği de şerefli, haklar ve hürriyetler açısından eşit olarak yaratmıştır. Kadını biraz az şerefli, erkeği biraz daha fazla şerefli yaratmamıştır.

Erkek, bu şekildeki yorumla sadece evlendikleri kadınların reisi değil, toplumun her alanında bulunan kadının reisi olmuş ve böylece kadın toplumun dışına itilmiştir: " Kadından idareci olamaz, kadından hakim olamaz, kadından komutan olamaz, kadından devlet başkanı olamaz... v.s gibi yorumlar, maalesef "kavvâm" kelimesinin arkasına sığınılarak yapılan yorumlardır.

Müfessirlerin çoğu bu iki kelimeyi erkeklerin lehine, kadınların aleyhine yorumlamışlardır. Bazı hadisçiler (!) de hadisler uydurarak müfessirlerin ellerini güçlendirmekte gecikmemişlerdir. Bu hadislerden bir tanesini konunun vahametini anlamak için sizlerin takdirlerine sunuyorum:İran şahı (Kisra) vefat ettiği zaman, yerine kızının kraliçe seçildiği haber verilince, Allah'ın Rasulu; "işlerini kadına tevdi eden bir toplum payidar olamaz" buyurmuştur. (Nesâî, Âdâbü'l-Kudât, 8; Beyhakî, Edebül-Kâdî, 23; es-şevkânî, Neylü'l İvtâr, 8/263).

Bu hadisi sahih olarak kabul etsek bile yorumu/ anlamı şu şekilde olmalıdır: O gün dünyada güçlü olan iki imparatorluk vardı; Bizansla İran. Kisra iki kutuplu bu dünyada güçlü bir kıraldı. Yerine geçen kızı devlet tecrübesine sahip değildir. Dolayısıyla güçlü Bizans'la başa çıkamayacaktır. Söylenen budur. Kadının idareciliğine ipotek koymak değildir.

Bu ve benzeri hadislerle kadınların elinden seçme ve seçilme hakları alınmıştır.

Daha sonra töreler devreye girmiş ve "Kadındır o, aklı ermez" denilerek kadının düşüncesi yine ipotek altına alınmıştır. "Elinin hamuruyla erkeğin işine karışma" gibi ata sözleriyle de kocam bilir, ben bilmem zihniyeti kadının kaderi haline getirilmiştir.

Uydurulan bu hadislar yapılan bu yorumlar, "Allah'ın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeylere göz dikmeyin. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınların da kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan, onun lütfunu isteyin," (Nisa 32) buyruğuna rağmen yapılmıştır. Allah bu ayetinde farklılığın üstünlük anlamında olmadığını, fiziki anlamda olduğunu yüksek sesle ilân ettiği halde yapılmıştır ve yapılan yanlışlıkların faturası Allah'a ve O'nun Rasülüne kesilmiştir.
 
Kur'an tarafından erkeğe aile içerisinde biçilen rol, bir hak değil görevdir. Bu görev, ailenin maddi ihtiyacını karşılamakla ve meydana gelebilecek dış tehlikelerden aileyi korumakla ilgili bir görevdir. Böyle bir göreve değişik anlamlar yükleyerek kadının kimliğini kaybetmesine zemin hazırlayan yorumlar doğru olmasa gerektir.

Bu konuda son olarak şunu söyleyebiliriz: Erkek ve kadın kurdukları bu aile müessessesini, karşılıklı istişare ile, anlayışla, birbirlerine üstünlük taslamadan nasıl yürüteceklerse öylece yürütmelidirler. Kur'an'ın istediği budur. Hem erkek hem de kadın isterlerse tek başlarına çalışarak maddî kazanç elde edebilirler. Elde edilen kazançlar yine beraberce istişare edilerek harcanabilir. Aile kurumunda "benim kazancım, senin kazancın" gibi tartışma zemini oluşturacak söylemlerden kaçınmak gerekir.

İkinci kelime " darabe" fiilidir

Bu fiil, kadınlarınızı dövünüz şeklinde anlamlandırılmıştır. Bu anlayışa göre kadını dövmek erkeğe verilen bir haktır. Üstelik bu hakkı(!) erkeğe Allah vermiştir.

Allah erkeğe böyle bir hak vermişse, haklı olarak erkek de bu hakkı sonuna kadar kullanacaktır. Bu durumda erkeğin kadını dövmesinde her hangi bir sakınca yoktur. Bu anlayışa göre, hatta kadını dövmek ibadettir bile. Sonuçta Allah'ın bir buyruğu yerine getirilmiştir.

Allah'a kendi hür iradesiyle bilinçli bir şekilde inanmayan kadınların bu anlayışla başetmesi oldukça zordur, fakat imkansız da değildir. Ancak geleneksel dinin müslümanı olan kadınlar mücadele yerine, "kaderim böyleymiş benim", "alnıma böyle yazılmış ben ne yapabilirim" diyerek kadere boyun eğme yolunu tercih etmişlerdir/ etmektedirler. Okuyarak dinlerini öğrenmek gibi bir dertleri yoktur.

Böyle bir anlayışa sahip olan kadınlar, uğradıkları zulümlerin faturasını ne yazık ki Allah'a kesmektedirler. Kadınları dövme hakkına sahip olduğunu söyleyen erkekle, "kaderim böyleymiş..." anlayışının sahibi olan kadın arasında hiçbir fark yoktur. Birisi Allah adına dayak atarken öbürü Allah için dayak yemektedir. Bu durumda günah keçisi Alahtır(hâşâ).

Allah hangi ulaşılamaz, olağan üstü ayrıcalığından ötürü erkeği özel kılmıştır?
Şöyle düşünelim: Bir tarafta elinden geldiğince İslâm'ı yaşamaya çalışan oldukça saygılı bir kadın var. Öbür tarafta da sarhoş, kumarbaz, sadist, uçkuruna düşkün manyak bir koca var. Allah bu kocaya maddi yaptırım uygulama yetkisi veriyor.

Böyle bir anlayış İslâm'ın anlayışı olabilir mi? En son indirilen din olması münasebetiyle "mükemmel hale getirilen" bir dinin maddi yaptırımlar konusundaki hükmü, "nankör" sıfatının sahibi olan insan eliyle tek başına uygulamaya konulabilir mi?

Dövün emrinin muhatabı bu anlayışa göre kocadır/ erkektir. Bu asla doğru değildir. Burada dövmek gibi bir maddi yaptırım vardır. Yani bir had (ceza) sözkonusudur. Hadleri kamu otoritesi uygular. Bu iş kamu otoritesinin, yani devletin işidir. İslam hukuk dînidir, hukuksuzluğa hiçbir surette müsaade etmez. İslâm kişilik haklarına çok önem verir. Kimsenin hakkını kimseye çiğnetmez. Allah katında herkes eşittir. Bu eşitlikte kadın ve erkek ayırımı yapılmaz.

Gelelim " darebe " kelimesine:
Her lisanda birden fazla anlamda kullanılan kelimeler vardır. Meselâ Türkçe'de: 'Yüz' kelimesi birden fazla anlamda kullanılır. Kelime cümlede ki yerine göre anlam kazanır. " Yüz lira, yüz kilometre, derisini yüz, yüzüme bak, iki yüzlü, yüzsüz adam, gerçek yüzünü göreyim v.s." gibi.

Arapça'da da böyledir. "Vedribû" emrinin kökü olan darb kelimesinin 30'a yakın anlamı vardır: -Seyahat etmek, dışarı çıkmak, (Bakara 273; Ali İmran 156; Nisa 1001.)
-Vurmak: (Bakara 60, 73; Araf 160; Enfal 12; Taha 77; Saffat 93)
-Dövmek: (Enfal 50; Muhammed 27)
-Örnek vermek: (İbrahim 24, 45; Nahl 75,76,112; Kehf 32,45;)
-Uzak tutmak, ayırmak: (Zuhruf 5)
-Mahkum olmak: (Bakara 61) ;
-Kapamak, vurmak:( Enfal 12, Kehf 11)
-Örtmek: (Nur 31)
-Açıklamak: (Ra'd 17 ) v.s. gibi bir çok anlam darabe sözcüğüne yüklenmiştir. (Evrensel Çağrı iniş sırasına göre Kuran Meali, Mustafa Sağ, s. 692)

Müfessirlerin çoğu ne yazık ki, nisa suresi 34. ayetinde geçen darabe kelimesine "o kadınları dövün" diye mana vermişlerdir. Fıkıhçılar da bu ayete, "biraz dövün, acıtmadan dövün, bezle sövün" gibi anlamlar vererek gûya ayeti yumuşatmaya çalışmışlardır. Ancak darabe kelimesinin anlamlarının hiçbirisinde "azıcık" dövün, "acıtmadan dövün", "bezle dövün" diye bir anlam yoktur.

Bu anlamların içinde en önemlilerinden dördü, vurmak-dövmek, çıkmak, gitmek ve dolaşmaktır. (İbn Manzur, Lisanü'l Arap, darb mad.)

Ve darb kelimesi Kur'an'da bu anlamların hepsinde kullanılmıştır. (2/60, 73, 273,; 3/156; 4/101; 7/160; 8/12, 50)

Durum bu olunca konumuz olan âyeti bu anlamlardan en uygun olan biriyle değerlendirmek gerekmektedir. Ceza verme işi kamu otoritesinin işi olduğuna göre, buradaki kelimenin anlamı çıkmak-gitmek olmalıdır. O da boşanmak demektir.

Bu açıklamalardan sonra nisa 34. ve 35. ayetlerin anlamını şu şekilde yazmak Allah'ın iradesine daha uygun olacaktır:

"Erkekler kadınlar üzerine titrerler, onları koruyup, kollarlar, gözetirler. Çünkü Allah erkek olsun kadın olsun her birine ayrı ayrı yetenekler vermiştir. Genel olarak ailenin geçiminden erkekler sorumludur. İyi doğru ve güzel olan kadınlar allah'ın korunmasını buyurduğu mahremiyeti koruyan ve ona saygıda kusur etmeyen kadınlardır.
Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa belirli bir süre yataklarınızı ayırın, yine de olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşma arzusu doğarsa işi yokuşa sürerek bahaneler aramayın.
Eğer eşlerin aralarının iyice açılıp işin boşanmaya doğru gittiğini görürseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem çağırınız, niyetleri gerçekten boşanmaksa Alah niyetlerini boşa çıkarmaz. ALLAH Yücedir, Büyüktür. "(Evrensel Çağrı, Mustafa Sağ s.692)

Allah ile Rasül'ünün arasını açıyorlar
Kadınları dayağa mahkum eden anlayışa göre, Allah Nisa suresinin 34. ayetinde kadılarınızı dövün derken, Peygamberimiz hadislerinde dövmeyiniz diyor:
-"En iyileriniz, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır. Ben içinizde eşlerine karşı en iyi davrananızım." (Tirmizi, Taberani)'

Birçok Kadın Muhammed'in(s.a.v)Ailesine Gelerek Kocalarını Şikayet Ediyorlar, peygamberimiz:
-"Kadınlarını döven o kimseler sizin hayırlınız değildir.(İbn-i Mace)
-"Kadınlarınızı dövmeyiniz sonra onları, hayırlı, saygılı olarak bulamazsınız."(Ebu Davud-Nesai)

Bu hadisler Allah ile Rasül'ünü karşı karşıya getiriyor. Allah'ın Rasül'ü Allah'a muhalefet ediyor. Allah bir şey diyor, Rasül'ü başka bir şey diyor. Böyle bir din Allah'ın dini olabilir mi?

Nisa Suresi 34 için, çözüm önerisi
1-Hanımından veya beyinden şikayetleri olan eşler ilk önce sıkıntılarını konuşarak birlikte çözmeyi denemelidirler.
2-Konuşmalardan sonuç alınamazsa belirli bir süre cinsel ilişkiye girilmemeli ve ayrı ayrı yataklarda yatılmalıdır.
3-Bu durumda da eşler sorunlarını çözememişlerse örfe uygun olarak köyün, mahallenin, toplumun ileri gelenlerine konu arzedilmelidir. (Nisa, 35 )
4-Yine uzlaşma sağlanamazsa bir müddet ayrı kalma yoluna gidilmelidir.
5-Yeniden bir araya gelme konusunda taraflarda bir istek, arzu, özlem söz konusu değilse hakimin huzurunda şahitlerin şahadetiyle boşanma yoluna gidilmelidir.

Bu tedbirler tarafların aklı selimleriyle düşünmeleri, öz eleştiri yapmaları, birbirlerini özlemeleri içindir. Bütün bu tedbirlerin alınmasına rağmen yine de araya sıcaklık girmediyse, yapılanlardan pişmanlık duyulmuyorsa bu yolun sonu dayağa çıkmaz, ayrılığa çıkar, boşanmaya çıkar.

Bir daha tekrar etmenin faydalı olacağını düşünüyorum: Dövme işi bir maddi yaptırımdır. Maddi yaptırımlar kamu otoritesi tarafından, şahitler dinlenerek ve deliller toplanarak mevcut olan yasalara göre tespit edilir ve uygulattırılır. İslâm; kafası esen her erkeğe kadını dövme yetkisini vermez ve vermemiştir.

Bu vesileyle Bazı uydurma hadislerden örnek vererek konuyu bitirmek istiyorum:

Uydurma hadislerde kadın
Diğer bazı konularda olduğu gibi, kadının konumuyla ilgili konularda da bir çok uydurma hadis vardır. Kur'an'la örtüşmeyen hiçbir hadise itibar edilmemelidir. Birkaç tane örnek sunarak tesbitimin vahametini idraklarınıza sunmak istiyorum:

-" Eğer bir şeyin bir şeye secde etmesini istemiş olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Canımı elinde tutana yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını yerine getirmedikçe Rabbi'nin hakkını yerine getirmiş olamaz." (İbn Mâce, I.595; Hâkim, Müstedrek, !V. 172)

Son olarak gönderilen ve mükemmel olduğu Gönderen'i tarafından beyan edilen bir dînin Peygamberi'nin ağzından böyle bir sözün çıkmayacağını akl-ı selim olan herkes anlar ve bilir.

Aşağıda ibretlerinize sunacağım ikinci hadiste de cennetin yolu üzerinde erkek vardır. Ondan vize almadan kadına cennete giriş yasaktır.

" Kocası kendisinden hoşnut olarak ölen kadın cennete girer." (Hâkim, Müstedrek, IV. 173; İbn Mâce, I. 595)

Peki, kocası kendisinden hoşnut olmadan ölen kadın ne olacaktır? ondan Allah da hoşlanmayacak mıdır? Yani o cehenneme mi girecektir? Kadın Cehenneme gidecektir de, karısı kendisinden memnun olmadan ölen erkek nereye gidecektir? O cennete mi gidecektir ?

Başka bir hadis var sırada, egoistçe kaleme alınmış bir hadis ki; uydurma olduğu her halinden bellidir:

"Bir kadın kocasının hakkını ödemeden, imanın tatlılığını tadamaz. Kocası kendisiyle yatmak istediğinde, bir bineğin sırtında bile olsa, isteğine karşılık vermelidir."(Hâkim, Müstedrek, IV. 171; İbn Mâce, I. 595)

Burada şu soruyu soruyoruz, kocanın kadından alacağı hak nedir? Bu hakkı ona kim vermiştir? Bu hak hangi üstün özelliğinden dolayı ona verilmiştir ?
Kadın kocasını çağırdığı zaman kocası karısının isteğine cevap vermezse o zman ne olacaktır? Kadının bir başka erkekle beraber olmasına müsade edilecek midir? Yoksa, taşlanarak öldürülecek midir ?

Benzeri başka bir hadiste de kadın meleklerin lanetiyle karşı karşıya bırakılmıştır: " Koca karısını yatağa davet ettiği halde kadın icabet etmez ve koca buna kızgın olarak uyuyacak olursa, sabaha kadar melekler o kadına lanet eder."(Müslim(Nevevî şerhi), X. 8; Ebu Davud, II. 328)

Kadın davet eder de, kocası davete icabet etmezse o zaman ne olacaktır? Müşriklere, ateistlere bile lanet etmeyen melekler niçin ve hangi günahından dolayı kadına lanetler edecektir?

Bütün bunlar çifte sıtandarttır. Allah'ın çifte sıtandardı olmaz.

Sonuç:

Aile kurumunda eşler birbirlerinin kişilik haklarına saygılı olmalıdırlar. Yatakta saygılı olmalıdırlar, sokakta-toplumda saygılı olmalıdırlar, mesleklerinin icra edilmesinde saygılı olmalıdırlar, birbirlerinin; anne ve babalarına saygılı tahammüllü olmalıdırlar, zevklerine saygılı olmalıdırlar, makul olan harcamalarına saygılı olmalıdırlar. Bu alanlarda saygı ortamı oluşturulduktan sonra, görevler konusunda saygı ortamı kendiliğinden oluşacak ve iş bölümü yapmak oldukça kolay olacaktır.

Eşlerin her ikisi de çalışıyorlarsa, evdeki işler de ikisine ait olacaktır. Eşlerden biri; yemek pişirirken, bulaşık yıkarken, resmi işleri takip ederken, öbürü de; çocuğa bakacak, çamaşırı yıkayacak, ütü yapacak veya alışveriş yapacaktır. Hayat böylece devam edip gidecektir.

Evlilik hayatı uyumlu bir şekilde devam etmiyorsa, eşler öz eleştiri yaparak bir süre beklemelidir. Sonuçta ayrılığın daha iyi olacağı kanaatine varılırsa, medeni iki insan gibi ayrılınmalıdır. Dövmekle kimse yola gelmez, aksine yoldan çıkar.

Velhasıl, Kur'an erkeğe, kamu otoritesini temsil etme yetkisi vermemiştir. Dolayısıyla erkeğin kadını dövme gibi bir hakkı da yoktur.
 
Rüştü Kam
 

 







  Yorumlar (5)

 1 Evlilik erkege maco olma hakki verirmi?
Yazan hikmet yilmaz, 17-01-2010 15:08
Saygideger Rüstü bey,
Yazinizi 16.01.2010 okuma imkani buldum.Herseyden evvel böyle Müslümanlar acisindan sikintili bir konuyu ele almaniz takdire sayandir.Cok tesekkür ediyorum.Sag olun var olun.Allah(c.c) calisma gayreti,azim vede saglik versin ki bizlerde bu cok degerli calismalardan nasiplenelim.
Bu konu aslinda önemli bir konudur.Cok cesitli ortamlarda maalesef bizleri sikintiya sokmaktaydi.Ama cok sükür sizin bizleri aydinlatan,Quran´in gercek yorumuyla artik bu konudaki sikinti giderilmis oldu.
Quran`i Allah(c.c.) in istedigi sekilde anlamak bizim icin olmazsa olmazdir.Ne yazikki günümüzde eski Arap kültürünü Islam ögretisi diye takdim ettiler.Ortayada ne yazikki erkek hegomanyasina dayali Islam yorumlari cikti.Sizin bu aydinlatici calismalariniz,insanlarin kafalarindaki kirlenmis,paslanmis düsüncelerin temizlenmesine,yollarinin daha isiklanmasina,aydinlanmasina büyük bir katki saglayacaktir.bundan emin olabilirsiniz.Hele bu Almanya da yasayan müslüman lar icin aydinliga kavusmasi gereken bir konuydu.Konunun cok önemli oldugunu yine burada tekrar ediyorum.
Yaptiginiz bu güzel calismadan dolayi sizi tebrik ediyorum,basarilarinizin devamini yüce Mevla` dan diliyorum.Aydinlikyarinlarda Müslümanlarin gercek manada aydinlanmalari dilegiyle.Saygi vede sevgilerle...hikmetyilmaz
 2 Yılmaz beyin Sorusuna cevap
Yazan Rüştü Kam, 15-01-2010 11:39
Sevgili Yılmaz,
çok önemli bir soru sordunuz. Konu ile bağlantısı açısından da fevkalade güzel bir soru.

Ben ha-ber.com da Pazartesi günleri yazıyorum. Size kısa bir cevap vermek yerine pazertesi günkü (18.01.2010) yazımı sizin sorunuz çerçevesinde yazmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum.
Allah'a emanet olunuz.
 3 sorumluluk
Yazan yilmaz, 15-01-2010 01:12
cok önemli konuya degindiniz. günümüzde ne yazikki bazi erkekler, eslerini bu hadislere dayanarak kendilerine hüriyetlerini aliyorlar ve kadina bosanma hakkini bile tanimiyorlar. hocam cocuk egitiminde erkegin ve kadinin görevleri nelerdir? hangi görevler hangilerine verilmistir?
is taksimi yapilmismidir bu konuya girerseniz sevinirim.
 4 Kadını dövmek Kur'an buyruğu değildir
Yazan Rüştü Kam, 12-01-2010 10:21
Sevgili Mustafa Ekşi anlıyorum ki, ha-ber.com\'un müdavimisiniz. Bu konuda sizi tebrik ediyorum. En azından iyi bir okursunuz.

Ancak, kadının erkek tarafından dövülmesine marjinal olarak bakıyorsunuz. Kadın dövmenin tarih olduğundan bahsediyorsunuz. Boşanmaların artmasından dem vurarak, daha önemli konular varken niçin böyle marjinal bir konudan bahsettiğim konusunda beni uyararak, siteminizi de belirtiyorsunuz.

Sevgili kardeşim,
1- Her konu önemlidir. Önemsiz konu olmaz.
2- Hergün aynı konudan bahsedilmez, çok önemli olsa bile bahsedilmez.
3- Kadın dövme konusu ise sadece Türklerin değil bütün insanların konusudur. Avrupalıların da konusudur.
4- Müslümanların ise bu konuda açmazları vardır. Müslümanlar kadın dövmenin Allah\'ın erkeklere verdiği bir hak olduğuna inanırlar. Hele biraz fazla müslüman olduğunu zanneden müslümanlar bu konuda çok daha iddialıdırlar.
5- Benim anlatmak istediğim; Kur\'an\'ın böyle bir emrinin olmadığıdır.

Kadınlarını dövmek isteyen sadist ruhlu insanlar, müslüman kimlikli iseler, bu emri Kur\'an\'dan aldıklarını söylerler.

Bu düşünce yanlıştır. Bu yanlışın faturasını mütedeyyin insanlar ödüyorlar.

Bu sadist ruhlu müslümanlar yüzünden İslam çağ dışı ilan ediliyor.

İslam\'ı bütün insanlara anlatmak gibi bir görevimiz vardır bizim.

Mesela, siz bir Alman kıza, müslümanlığı anlatacaksınız ve bu dinin de en son din olduğunu, üzerine basa basa söyleyeceksiniz, hemen arkasından da \"Ancak müslüman olduktan sonra kocanızla geçimsizliğiniz olursa, geçimsizliğinizin sona ermesi ve mutlu olarak yolunuza devam edebilmeniz için kocanız sizi dövme hakkına sahip olacaktır, Kur\'an böyle emrediyor, haberin olsun.\" diyeceksiniz çok iyi niyetlerle.

Alman kızı da size diyecek ki, \"Ha tamam, ben de uzun zamandır dayak yememiştim zaten, ihtiyacım da vardı dayağa, öyleyse hemen müslüman oluyorum\" mu diyecek.

Sevgili Mustafa,
benim anlatmak istediğim işte tam budur. İslâm\'ı doğru anlamak ve insanlara doğru anlatmak...

Cami kürsülerinden kadınların aşağılanmasına son verme çağrısıdır benimkisi.

Müslümanlıkla veya müslümanlarla iyi geçinmek istemeyen insanlar, bilhassa 11 Eylül\'den sonra, her fırsatta İslâm\'a sataşmak, müslümanları terörist ilan etmek için bahane arıyorlar, bunu hissediyoruz biz burada.

Siz de kalkıp onların eline, hem de Kur\'an\'dan, kadınla ilgili delil (!) sunuyorsunuz, olmayan bir delili varmış gibi sunuyorsunuz.

Ben bu yanlışlığın yapılmasını istemiyorum. Yapanları da, yapanlara destek olanları da, konuyu önemsiz görenleri de şiddetle kınıyorum.

Sevgilerimle...
 5 Bosanma davalari rekor kiriyor ...
Yazan Mustafa Eksi, 11-01-2010 22:49
Bosanma davalarinin rekor kirdigi türkiyede ve dünyada sanirim artik dayak olayi marjinal bir vaka haline gelmistir.
Hocam artik gunumuzde sanirim dayak olayi ailenin ilköncelikli sorunu olmaktan cikmistir.

Oysa ailelerin yasadigi sorunlarin cözumu olarak ayrilmalar ve ortada kalan cocuklarin yasadiklari zorluklar 1 sirayi almistir.

Sanirim zaman insanlarin bunyesini kimyasini degistirmektedir yani ne o kadar maco erkek kalmistir kaldiysada parmakla sayilir nede kendisine dayak yedirecek kadin .

Maco erkek tanimi sanirim tarih oluyo zaten kadina yapilan baskilar dayak olayini arattirir olmustur ayni sey erkekler icinde gecerli olabilir .

Islam da dayak olamiyacagini sanirim islamdinini bilen herkes katilir lakin bizdeki firsatcilik ruhu burdada kanimizi kaynatip hadi söyle disarda yapamadimiz erkeklik dürtulerimizi eslerinin üzerinde deneme istegi olabilir .

Herseyin hergun bozuldugu bu dünyada yakinda ne dayak atilacak kadin nede kilibik erkeklerin varligi kalacak.Esas olan marjinal vakalarla ugrasmak yerine berlindeki muslumanlarin esasli problemlerine cözum olmak gerek yada dile getirmek en azindan .

sevgi ve saygilarimla .
Yorum yaz

EVLİLİK ERKEĞE MAÇO OLMA HAKKI VERİR Mİ? (1)

EVLİLİK ERKEĞE MAÇO OLMA HAKKI VERİR Mİ? (1)

Erkek ve kadın yaşamlarını beraberce aynı çatı altında sürdürmek için evlenirler. Bu ortak yaşamda haklar ve görevler ister istemez gündeme gelir. Cicim balım dönemi bitince, evlilik saygıya dayalı olarak devam eder. Saygının olmadığı yerde evlilik fiilen biter, belki bazı zorunluluklar varsa kerhen devam edebilir ama ona evlilik dememek lazımdır.

Evlilik yoluyla oluşan aile fertlerinin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getirirken taraflar sağ duyularıyla hareket etmelidirler. Burada karı koca hakkından ve vazifesinden bahsedebiliriz. Ancak aile müessesesine sadece haklar ve görevler kurumu olarak bakmak doğru olmaz. Böyle bir durumda karşılıklı saygıdan bahsedemeyiz.

Taraflar, birbirlerinin insan olmalarından doğan haklarına ve hürriyetlerine saygı göstermelidirler. İnsanların evlilik öncesinde var olan haklarının ve hürriyetlerinin, evlilik sonrasında da devam etmesi gerekir. Kadın ve erkek evlenmekle ne haklarından ne de hürriyetlerinden vazgeçerler. Tabiatıyla taraflar evlilik anlaşması sebebiyle yeni görevler üsleneceklerdir. Bu yeni görevler insan hakları ve hürriyetleri çerçevesinde yerine getirilmelidir. Evlilik kurumu, ne erkeğe ilave hak verir, ne de kadının elinden bazı haklarını ve hürriyetlerini alarak görevlerini artırır.

Evlilikle birlikte yeni bir ortam oluşmuştur. Birbirlerine yabancı iki insan birlikte yaşamaya karar vermişlerdir. Bu yeni ortamda bir ömür boyu devam etmesi gereken bir hayat yaşanacaktır. Tabiatıyla ilşikilerde farklılıklar olacaktır. Bu farklılıklar sorumlulukların değişmesi veya artması olarak değerlendirilmelidir. Evlilik ne erkeğe maço olma hakkını verir, ne de kadına hizmetçi olma görevini getirir.

Evlilik, bir ortaklık kurumu gibi düşünülmemelidir, kaldı ki; ortaklığın bile iflasla (boşanma) sonuçlanmaması ve uzun ömürlü olması için ortaklar zaman zaman otururlar, görev ve yetkileri konusunda konuşurlar anlaşırlar. Bu anlaşma tarafların eşit şekillerde çalışmalarına ve kazanç elde etmelerine mani olacak şekilde yapılmaz. Geçerli olan hukuka rağmen de yapılmaz. Şartlar değiştikçe ortaklık anlaşması da yeni kazanımlar elde etmek için yeniden gözden geçirilir. İyi niyetli olan ortaklar ortaklığın devam etmesini isterler. Kötü niyetli ve gözü yükseklerde olan ortaklar, ufak tefek şeyleri bahane ederek ortaklığı sona erdirmek için bahane ararlar. Ortaklığı bitirmek istemeyen taraflar birbirlerinde eksiklik aramazlar, aksine birbirlerinin hatalarını kapatırlar.

Ticari bir ortaklıkta bazı kurllara dikkat etme zorunluluğu ortaklığın devamı için şart olurken, evlilik kurumunda bu kurallara haydi haydi dikkat etmek gerekir. Evliliğin oluşmasına vesile olan sevgi ve saygıyı da buraya eklersek aile kurumunu yıkılması imkansız bir hale getirmek mümkün olacaktır.

Yüce Yaratıcı evliliğin temelinde olması gereken en temel şeyin sevgi olduğunu şu şekilde ifadeye koyar: " İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen toplumlar için dersler vardır." (Rum, 21)

Bu ayetten biz şunu anlıyoruz; seven sevdiğine sövmez, seven sendiğini dövmez, seven sevdiğini kırmaz, seven sevdiğini aşağılamaz, seven sevdiğini incitmez, seven sevdiğine ihanet etmez, aldatmaz. Saygı denilen şey işte böyle oluşur.

Buyruk hem kadına hem de erkeğedir, onlara yön verir. Evlilik müessesesiyle birlikte oluşması gereken saygının ve sevginin temelinde bu haklar, hürriyetler, sorumluluklar ve görevler bulunmaktadır.

Kur'an bu konularda çok hassastır. Tarafların ne incitilmesini ister, ne de şımartılmasını. Nisa Sûresi'nin 34. âyeti Yaratıcı'nın konu ile ilgili hassasiyetini bir ikaz bir uyarı olarak beyan etmektedir:

"Erkekler kadınları gözetirler. Zira ALLAH herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve ALLAH'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. İffetlerinden endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve nihayet onları çıkarın(boşayın). Sizinle anlaşmak isterlerse onlara karşı bir yol aramayın. ALLAH Yücedir, Büyüktür."

Bazı müfessirler ayetin ilk cümlesini "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler" biçiminde çevirmişlerdir. Bu "Kavvama" kelimesinin dört anlamından biridir. Diğer anlamları şöyledir: "Gözetmek, dikkat etmek, ayakta tutmak"(4:135; 5:8; 4:127; 2:229; 20:14; 55:9.)

Bu gibi kelimelerde cümlenin gelişine göre anlam seçilir. Burada seçici tarafsız olmalıdır. Arap geleneklerine bağlı kalmayı tercih eden müfessirler "Kavvama" kelimesine 'hakim olmak' anlamını verdikleri için cümle yukardaki gibi dizilmiştir. "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler".

Cümlenin bu şekilde dizilmesi, İsl'am'a dost olmayan insanların elini güçlendirmiştir. Bu zemini onlara müfessirler hazırlamışlardır.

Kadın Orta Çağ Avrupası'nda insan bile değildir. Aynı durum Araplar arasında da geçerlidir. Araplar da kadınları insan olarak görmezler. Mesela onurlu olan Araplar kız olarak doğan üçüncü çocuklarını orta malı olmasınlar diye toprağa gömüyorlardı: Araplarda böyle bir gelenek vardı, bilhassa panayırlarda bu kadınlar çalıştırılarak para kazanılırdı.

İşte Kur'an böyle bir ortamda nazil olmuş ve kadını erkeğe velî tayin etmiştir. Ayet şöyledir:

"Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velîleridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Resul'üne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir." (Tevbe 71)

Başka bir ayette de erkeğin kadın için, kadının da erkek için elbise olduğu buyrulmuştur:

"Onlar sizin örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. " (Bakara 187)

Ahzap Suresi'nin 35. ayetinde de erkek için ne emredilmişse kadın için de onun ayniyle emredildiğini görüyoruz, Allah kadın ve erkek arasında ayırım yapmıyor:
"Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, inanan erkekler ve inanan kadınlar, söz dinleyen erkekler ve söz dinleyen kadınlar, doğru sözlü erkekler ve doğru sözlü kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, yardımsever erkekler ve yardımsever kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetli erkekler ve iffetli kadınlar, ALLAH'ı çok anan erkekler ve çok anan kadınlar; işte ALLAH onların hepsine bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır."

Bunlar ve benzeri ayetleri birlikte değerlendirdiğimizde "Kavvama" kelimesine hakim olmak anlamını vermenin mümkün olamayacağı görülecektir. "Gözetmek, dikkat etmek, ayakta tutmak" anlamlarından biri, bu ayeti değerlendirirken "Kavvama" kelimesi için daha uygun bir anlam olacaktır.

Peygamberimizin vefatından sonra Araplar eski örflerini tekrar canlandırmak istediler. Kadınları eski konumlarına getirmek için özellikle gayret sarfettiler. Ayetleri kadınların aleyhine yorumladılar. Kadınlarla ilgili hadisler uydurdular. Mesela: "Kocanın vücudu irin ile kaplı olsa ve karısı onu diliyle yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz."(İbni Hacer El Heytemi 2/121, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)
Sonraki dönemlerde de bu konuların üzerinde ciddi olarak durulmadı. Dînî meseleler erkek çıkarcılığına uygun olarak yorumlandı. Kadınlar haklarına sahip çıkmadılar veya çıkamadılar. Dînî konularda duyarlı olan, hassas olan alimler çeşitli şekillerde iftiralara uğradılar ve toplumdan dışlandılar. Bilhassa Emevi ve Abbasi devletleri döneminde bid'at ve hurafeler ön plana çıktı. Günümüze kadar gelen din, bizim şu anda yaşadığımız din, Allah'ın dini olmaktan çıkarıldı, insanların uydurdukları hikayelerden oluşan bir din haline getirildi. Biz şimdi bu hikayelerden oluşan dini yaşıyoruz. Yani, indirilen dini değil uydurulan dini yaşıyoruz.

İyi niyetli olmayan insanlar bu durumdan istifade ederek, "Allah şu ayetinde..., peygamber şu hadisinde... böyle buyuruyor" diyerek dine ilişmeyi marifet sayıyorlar. Dini bu hale getiren art niyetli insanlar ne kadar suçluysa, onların yanlışlarını dinin doğrularıymış gibi takdim eden bu insanlar da o kadar suçludur.

Haftaya devam edecek....
 
Rüştü Kam

Hz.İSA'NIN DOĞUMU ve YILBAŞI KUTLAMALARI

Hz.İSA'NIN DOĞUMU ve YILBAŞI KUTLAMALARI

Çamlar kesildi ve ışıklandırılmak üzere evlerin uygun bir yerine yerlerştirildi. Noel babalar özel giysileriyle her köşe başında halkı selamlıyor. Çocukların Noel Baba'dan beklentileri var. Hristiyanlık alemi peygamberlerinin doğum gününü kutluyor. Kiliseler özel ayinler yapıyor ve bu günün anlamını halka anlatmaya çalışıyorlar. Televizyonlar aynı amaçla programlar hazırlıyorlar. Çocuklar ihmal edilmiyor, onlar için de özel programlar hazırlanıyor. Hristiyanlık alemi peygamberleri Hz. İsa'nın doğum gününü kutluyor.

Hz. Meryem sıradışı bir hamilelik yaşadı. Dünyaya getirdiği bu çocuk da sıradışı bir çocuktu. Kur'an bu hakikatı şu şekilde ifadeye koyuyor:

-"Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir mekâna çekilmişti. Onlarla arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu ona göndermiştik de o kendisine sapasağlam bir insan şeklinde görünmüştü.

-Meryem demişti: "Ben senden, Rahman'a sığınıyorum. Takva sahibi biriysen dikkatli ol."
-Ruh dedi: "Ben, sadece Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan bağışlamak için buradayım."
-Meryem dedi: "Benim nasıl oğlum olur; bana herhangi bir insan dokunmadı. Ben bir kahpe de değilim."

-Ruh dedi: "İşte böyle! Rabbin buyurdu ki: "O benim için çok kolaydır. Böyle olması onu, insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet yapmamız içindir. Hükme bağlanmış bir iştir bu."

Meryem İsa'ya gebe kaldı. Ardından da onunla uzak bir mekâna çekildi. Nihayet doğum sancısı onu, bir hurma ağacının kütüğüne götürdü.

-Meryem, "Ah dedi, keşke daha önce ölseydim de, unutulup gitseydim."

-Gaibten bir ses ona şöyle dedi: "Tasalanma, Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirdi."
"Hurma ağacının kütüğünü kendine doğru salla, üzerine olgun, taze hurma dökülecektir."

"Artık ye, iç. Gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen şöyle söyle: "Ben Rahman için susma orucu adadım. Onun için bugün, insan cinsinden hiç kimseyle konuşmayacağım." Meryem, oğlu İsa'yı onu alarak toplumun huzuruna getirdi.

-İnsanlar ona, "Ey Meryem, dediler, şaşılacak bir iş yaptın!"
"Ey Harun'un kızkardeşi! Baban kötü bir adam değildi. Annen de bir kahpe değildi."

-Meryem, çocuğa işaret etti ve onunla konuşun dedi.

-Dediler: "Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?"

-Çocuk başladı konuşmaya: "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi, beni peygamber yaptı." "Beni, bulunduğum her yerde kutsal ve bereketli kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı/duayı, zekâtı önerdi." "Anneme iyilik etmemi önerdi. Beni zorba bir eşkiya yapmadı."

"Selam bana, doğduğum güne, öleceğim güne ve diri olarak kaldırılacağım güne."

-İşte Meryem'in oğlu İsa budur! Hakkında kuşku ve çelişmeye düştükleri şeyin doğrusu bu sözdür. „Meryem Suresi 16-34

Hristiyanlık alemininin mevlid kandilini kutluyorum. Peygamberlik zincirinde bir halka olarak yerini alan Hz. İsa'ya selam olsun. Arzumuz isteğimiz, dileğimiz tüm hristiyanların, Hz. İsa'nın getirdiği mesaj doğrultusunda hareket ederek dünya barışı için çalışmalarıdır. Masum insanların bir hiç uğruna akıtılan kanlarının durdurulması için çalışmalarıdır. İnsanların yirmibirinci asırda açlıktan ölmemeleri için gerekli tedbirleri almalarıdır. Din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapmadan insanlara sadece insan oldukları için yardım etmeleridir.

Yeni yıl kutlamaları:

31 Aralıkta da yılbaşı kutlamaları yapılacak. Eski yılı geride bırakan Avrupalılar yeni yıla hoş geldin diyecekler. Kutlama çeşitli şekillerde yapılıyor. Hediyeleşmek bu kutlamaların bir parçasıdır.
Bu kutlamalar Miladi takvimi kabul eden Türkiye gibi müslüman ülkelerde de yapılıyor. İşte tam burada tartışma başlıyor. Bir müslüman yılbaşını kutlayabilir mi kutlayamaz mı? Tartışma konusu bu. Bir kısım müslümanlar kutlamanın yapılamayacağını, diğer bir kısım müslüman da kutlamanın yapılabileceğini savunuyor. Hadisten ve Kur'an'dan deliller getiriliyor.

-Kutlanamaz diyenler

Kutlamanın haramlığı konusunda israrcı olanlar, "Kim bir kavme benzerse o, onunla haşrolunur" hadisini delil olarak kabul ediyorlar ve yılbaşı kutlamalarında hristiyanlara benzemek istemiyorlar, alternatif geceler adı altında kutlamalar yapıyorlar.

-Kutlanabilir diyenler

Yüce yaratıcı Hucurat Suresi'nin on üçüncü âyetinde şöyle buyuruyor: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdardır."

Bu ayette hitap insanlaradır, müslümanlara değil. Kabileler halinde, milletler halinde yaratılan insanlardır. Allah kabilelerin/milletlerin birbirleriyle iletişim içerisinde olmalarını istiyor, birbirlerini etkilemelerini istiyor. İnsanlar arasında kültür alışverişinin olmasını istiyor. İnsanlar arasında kaynaşmanın, hoşgörünün, sevgi ve saygının, kucaklaşmanın meydana gelebilmesi için istiyor bunu. Bu istenilen etkileşim tabiatıyla kültürel etkileşimdir. Kültürel kaynaşmanın önünde durduğu söylenen, yukardaki hadisi doğru yorumlarsak, bu hadisin, Allah'ın yapmayın dediği şeyleri yapma konusundaki bir "benzemeyle" ilgili olduğu hemen anlaşılacaktır:

Çünkü, Avrupalı'nın arabasını kullanan, pantalonunu giyen, kravatını takan, televizyonunu izleyen, cep telefonunu kullanan kâfir olmuyorsa, yılbaşını kutlayan müslümanlar da kafir olmazlar. Allah'ın haram kıldığı şeyler bellidir.

Alkol almak, kumar oynamak ve zina yapmaksa haram olan, bunlar sadece yılbaşında değil her zaman haramdır.

Dolayısıyla, dinimizin haram kıldığı şeyleri yapmamak kaydıyla eğlenmek, kutlamalarda bulunmak ister yılbaşında olsun, isterse başka zamanlarda olsun helâldir. Allah eğlenceyi yasaklamamıştır.

Bir insan normal olarak "Bir yılın sonuna geldik, yeni bir yıla giriyoruz" deyip onu kutlama sebebi yaparsa buna kimse bir şey diyemez. Müslüman, ailesi ve çocukları ile o gün özel bir yemek yiyerek eğlenebilir.

İslam'da örf ve adetler, toplumun kabulleri, halkın adetleri meşrûdur, muhteremdir. Yeter ki bu örfler, temel insan haklarına ve İslam'ın temel kurallarına aykırı olmasın.

İslam'daki bayramların anlamı da eğlenmek, sevinmek değil midir? Müslümanlara gülmeyi bile yasaklayan zihniyetin kaynağı İslâm değildir. İslam'ın haramı da bellidir, helali de. Bu konuda tek yetkili Allahtır. O şöyle buyurur. " Buna göre, artık, kendi yalanınızı Allah'a isnad ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan-yanlış "bu helaldir, şu haramdır" demeyin; çünkü, haberiniz olsun, Allah'a yalan isnad edenler asla kurtuluşa erişemezler! " Nahl 116

Rivayetlere göre, sevgili Peygamberimiz de birçok defa düğünlere katılmış, orada tefler çalıp şarkılar söyleyen bayanların şarkılarını dinlemiştir.

Ancak, yılbaşı kutlamaları meşru bir şekilde birlikte eğlenmenin ilerisine götürülmemelidir. Yılbaşını kutluyoruz diye dînî ve millî değerlerimiz bir kenara atılmamalıdır. Kendi değerlerimiz küçümsenerek, yok sayılarak, bir kenara atılarak yerine başka milletlerin değerleri konulmamalıdır. Bizi biz yapan değerler kimliğimizin olmazsa olmazı kabul edilmeli, diğer milletlerin değerleri ise birlikte yaşamayı kolaylaştıran zenginlik olarak görülmelidir.

Sonuç:

Temel kural şu olmalıdır: İster yılbaşı kutlamaları sebebiyle olsun, ister başka bir sebeple olsun müslümanlar günah işlemekten her zaman sakınmalıdır. Müslüman olan bir insan Allah'ın buyruklarına muhalefet etmemelidir.

Yeni yılınızı kutlar, 2010 yılının tüm insanlık alemine hayırlar getirmesini temenni ederim.
 
Rüştü Kam
 
 

MUHARREM AYI AŞURE VE HİCRET

MUHARREM AYI AŞURE VE HİCRET


İslâm'ın tebliğinin ilk on üç senelik Mekke döneminde başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, ilk müslümanlar çok büyük işkenceler gördüler ve haksızlıklara uğradılar. Şehid olanlar oldu, bir çoğunun mal ve mülkleri ellerinden alındı.

Peygamberimiz bu süreçte, Medine'den ticaret maksadıyla Mekke'ye gelen insanlarla karşılaştı ve onlara tebliğini ulaştırdı. Onlar Efendimize, Mekke'de bulamadığı ortamı, Medine'de sağlayacaklarına dair söz verdiler ve Peygamberimizi Medine'ye davet ettiler.

İşkence ve zulmün acımasızca devam ettiği bu günlerde (miladi 622), Allah'tan, Peygamberimize Medine'ye hicret etme müsaadesi geldi. Kur'an bu buyruğu şu şekilde ifadeye koyar: "Küfre sapanlar, seni tutup bağlamaları yahut öldürmeleri ya da yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlar, Allah da tuzak kurar. Ama Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfal30)

Hicret planı
Bu ayet nazil olunca Peygamberimiz Mekke'den hicret (göç) kararı aldı. Yol arkadaşı olarak Hz. Ebu Bekir'i seçti. Hicret planını onunla birlikte yaptı. Hicret Medine şehrine yapılacaktı. Mekke müşrikleri hicrete sıcak bakmayacakları için hedef şaşırtarak hicret edilmeliydi. Bu amaca uygun olarak Medine yolunun tam ters istikametinde duran Sevr mağarasında 4 gün saklanılacaktı. Kılavuz olarak Abdullah b. Uraykıt seçildi. Abdullah b. Uraykıt müşrikti, ama güvenilir ve mert bir kişiliğe sahipti. Hz. Ebû Bekir hicret etmek için önceden hazırladığı iki deveyi kılavuza verdi ve dördüncü gün Sevr dağının eteğinde buluşmak üzere onunla sözleşti. Hz. Peygamber, müşriklerin emanetlerini teslim ettikleri en güvenilir şahsiyetti. Onların emanetlerini peygamberimiz muhafaza ediyordu. Bu emanetleri yanında tutmadı. Sonradan onlara karşı kullanırım diye düşünmedi. Bilakis emanetleri sahiplerine vermek üzere Hz. Ali'yi görevlendirdi.

Mağarada kaldıkları dört gün boyunca, Hz. Ebû Bekir'in oğlu Abdullah geceleri gelip şehirdeki gelişmeleri onlara haber verecekti. Hz. Ebû Bekir'in koyunlarının çobanlığını yapan Amir b. Füheyra da koyun sürüsünü mağaraya doğru sürecek, hem peygamberimiz ve yol arkadaşı Ebûbekir'in hem de istihbarat görevlisi Abdullah'ın izlerini kaybettirecekti. Aynı zamanda onların yiyecek ve içeceklerini de götürecekti. Peygamberimiz yol güvenliği için alabileceği tedbirlerini aldı ve gerisini Allah'a havale etti. Plan aynen uygulandı.

Müşrikler her türlü imkanlarını seferber ettiler ama onları bulamadılar. Çünkü Allah onları koruması altına almıştı. Hicret vuku buldu.

Hicret Takvimi
Müslümanlar bu tarihi esas alarak takvimlerini oluşturdular. Ay hesabını esas alan bu takvimin adı Hicret Takvimidir. 12 aydan meydana gelir, ayların adı şöyledir: Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. Kameri yıl 354 gün olarak elde edilir. Bu nedenle Kameri takvimde aylar ya 29 çeker ya da 30 çeker.

Muharrem ayı ve Aşûre
Muharrem ayı Hicri yılın ilk ayıdır. Bu ay aynı zaman Hac aylarındandır. 10 Muharrem müslümanlar için Aşûre günü olarak bilinir. Müslümanların yaşamında bu günün ayrı bir önemi vardır. Rivayetlere göre:

1. Allah, Hz. Musa´ya Aşûre gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2. Hz. Nuh, gemisini Cûdi Dağının üzerine Aşûre gününde demirlemiştir.

3. Hz.Yunus, balığın karnından Aşûre gününde kurtulmuştur.

4. Hz. Adem´in tevbesi Aşûre gününde kabul edilmiştir.

5. Hz. Yusuf, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Aşûre gününde çıkarılmıştır.

6.Hz. İsa, Aşûre gününde dünyaya gelmiş ve o gün Rabbi'nin katına yükseltilmiştir.

7. Hz. Davud´un tevbesi Aşûre gününde kabul edilmiştir.

8. Hz. İbrahim´in oğlu Hz. İsmail Aşûre gününde doğmuştur.

9. Hz. Yakub´un, oğlu Hz.Yusuf´un hasretinden dolayı kapanan gözleri Aşûre gününde tekrar görmeye başlamıştır.

10. Hz. Eyyûb, Aşûre gününde şifaya kavuşmuştur.( Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140.)

11. Hz. Hüseyin ve arkadaşları yine bugün Yezid'in askerleri tarafından Kerbela'da hunharca şehit edilmiştir.

Kerbela katliamı
Kerbela'da fitne ve fesad ile, dünyaya aşırı bağlanma hırsı birleşmiş ve Peygamber torununun kanı dökülmüştür. Elbette Kerbela'da yaşanan bu müessif olay asırlardır Ümmet-i Muhammed'in ciğerlerini dağlamıştır, dağlamaya da devam etmektedir.

Ancak yıllardan beri devam eden düşmanlıklar, kırgınlıklar, müslümanlara artı bir değer kazandırmamıştır. Acı, sadece Alevilerin değil hepimizin acısıdır. Acılar paylaşıldıkça azalır. Muharrem ayı, onuncu günü vesile yapılarak, müslümanların kardeşliklerine kardeşlik, muhabbetlerine muhabbet katacağı bir gün olarak kutlanmalıdır. "Aşure çorbaları" pişirilerek, Alevi- Sünnî/ müslim- gayrimüslim ayırımı yapılmadan herkese ikram edilmelidir. Müslümanlar aralarındaki Alevi Sünnî ayrılığına bu vesileyle son vermelidir. Herkes barış adına, oluşturduğu toplum binasının temeline bir mala dahi olsa, kendi adına harç koymalıdır. Bu birliğe her zamankinden daha fazla bugün muhtaç olduğumuz gözden kaçırılmamalıdır.

Ayrılık adına hangi tohum ekilmişse terkedilmeli, birlik ve beraberlik adına yeni tohumlar ekilmelidir. Allah bütün mü'minlerin kardeş olduğunu söylerken, aslında müslümanların ayrılığına sebep olan hertürlü vesilenin terkedilmesini söylemektedir. Buyruk şu şekilde ifadeye konulmuştur: "Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah'tan sakının ki, size merhamet edilebilsin." (Hucurat 10)

Hicret
Hicret, insanlık tarihinin en büyük hadiselerinden biridir. Hicret, adaletin, huzurun, insan haklarının, insanlık onurunun korunduğu, insana insan olma şerefinin yeniden hatırlatıldığı bir tarihtir.
Hicret, baskı ve dayatma ile İslam'ın nurunun kıyamete kadar söndürülemeyeceği gerçeğinin ispat edildiği bir miladdır.

Peygamber Efendimiz ile birlikte hicret eden müminler, sırf Allah'ın rızasını kazanabilmek için hareket etmişlerdir. Sahip oldukları herşeyi bunun için geride bırakmış, evlerini ve yurtlarını bunun için terk etmişlerdir. Gösterdikleri bu özveri ahlakı, bu kimselerin Allah'a olan gönülden bağlılıklarının çok açık bir delilidir. İnkar edenlerin, Allah'a kulluk etmemeleri yönündeki baskılarına boyun eğmemişlerdir. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmanın, dünya hayatında sahip oldukları maddi değerlerden çok daha önemli olduğunu bilerek hareket etmişlerdir. O insanlar Kur'an ahlakını gereği gibi yaşayabilmek için, bu dünya üzerindeki her türlü rahatlığı terk etmeye razı olmuşlardır. Allah Kuran'da onların bu üstün ahlakını şöyle haber vermektedir:

"Onlar ki, inanıp hicret ettiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat ettiler; onlar ki hicret edenleri barındırdılar, onlara yardım ettiler, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edecekleri vakte kadar size onların yönetiminden bir şey düşmüyor. Ama sizden dinde yardım isterlerse, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir topluluk aleyhinde olmamak üzere, kendilerine yardım etmeniz gerekir. Allah, yapmakta olduklarınızı iyice görmektedir." (Enfal 72)

İman ettiklerini söyledikleri halde, hicret etme konusunda kararlılık gösteremeyen kimseler için ise Kur'an şöyle der:"Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin" (Nisa Suresi, 89)

Hicret mü'minin önemli bir eylemidir. Allah hicreti, dünya hayatının menfaatlerinden daha önemli görmektedir. Bu ayet bu çarpıcı gerçeği hicretten geri kalan insanların suratına bütün şiddetiyle vurmaktadır.

Peygamberin buyruğuna tabi olanlar, yaşadıkları tüm zorluklara, inkarcıların baskılarına ve içinde bulundukları zor şartlara rağmen Allah'ın dinini yaşamakta kararlılık göstermişlerdir. Hiçbir şekilde yılmamış ve gevşekliğe kapılmamışlardır. Evlerini, yurtlarını ve kurulu düzenlerini bir çırpıda silmiş atmış, bir an bile tereddüte kapılmamışlardır. Peygamberimiz (sav) ile birlikte büyük bir şevk ve teslimiyetle hicret etmişlerdir.

Günümüz müslümanları, Peygamberimiz'in ve onun arkadaşlarının, Kuran ahlakını yaşama konusunda gösterdikleri bu kararlılıklarını kendilerine örnek almalıdırlar. Hayatları boyunca karşılarına çıkacak tüm olayların kendileri için birer 'deneme' olduğunu bilerek hareket etmelidirler. Her zaman tedbirli ve tevekküllü davranmalı ve hiçbir zorluğun kendilerini doğru yoldan ayırmasına izin vermemelidirler. Her zaman hicret halinde olmalıdırlar.

Dileğim, bu yılımızın; insanlık ve İslâm alemi için hayırlı geçmesidir. Herkes ve hepimiz için, kötülüklerden ve günahlardan, her türlü arınmışlığa ve güzelliklere hicretler diliyorum.

1431. Hicri yılınız kutlu olsun.
 
Rüştü Kam
 

ALMANYA'YI NE KADAR TANIYORUZ? GEZİN, GÖRÜN, TANIYIN VE TANIŞIN..!

ALMANYA'YI NE KADAR TANIYORUZ?

GEZİN, GÖRÜN, TANIYIN VE TANIŞIN..!

Oysa biz, kilometre olarak yakın.. buna rağmen düşünce olarak ne kadar da uzakmışız Goethe, Schiller, Bach ve diğer fikir, sanat adamlarından.

"Sizden önce de nice topluluklar gelip geçmiştir. O halde yeryüzünde gezin-dolaşın da yalanlayanların sonu nice olmuştur görün. "3/137

Yüce Mevlamız burada bize bir tavsiyede bulunuyor. Tavsiyesini de aba altından sopa göstererek yapıyor. Yeryüzünde neden gezmiyorsunuz? Sizden önceki insanların kurdukları medeniyetleri niçin bilmiyor ve ibret almıyorsunuz? Helak edilenler niçin helak edilmişler bunu hiç mi merak etmiyorsunuz?..

Daha buna benzer nice cümle sıralayabiliriz. Allah insanların bulundukları bölgede kapanıp kalmalarını istemiyor.

Mesela biz Almanyalı Türkler geriye bakıp da hayatımızın elli yılını geçirdiğimiz bu ülkeyi ne kadar tanıdığımızı hiç düşündük mü?

Almanya'ya gelişimizin üzerinden elli yıl geçti. Ha bugün ha yarın döneceğiz derken saçlarımız ağarıvermiş. Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz düşündük ve bu ülkeyi hiç tanımadığımıza karar verdik. Tanıdığımız yerler, evden işe işten eve giderken yol üzerinde gördüğümüz yerler ne kadarsa o kadar. Niye kendimize, (bir arkadaşı vesilesiyle Göthe'nin eserleriyle tanışan) Tatari Oğuz Efendi'yi örnek almamışız?

O Fransa'dan kalkıp Weimar'a kadar gelmiş. Orada vefat etmiş. Goethe'nin yaşadığı şehri ve o şehrin insanlarını, yaşayan değerlerini bizzat tanımak istemiş. Tanımış ve hakkında eserler de yazmış. Göthe gibi bir şahsiyeti ölümünden sonra da olsa tanımak için görevinden istifa etmiş Tatari Oğuz Efendi. Oysa biz kilometre olarak yakın.. buna rağmen düşünce olarak ne kadar da uzakmışız Goethe, Schiller, Bach ve diğer fikir, sanat adamlarından.

Konuşa konuşa nihayet eksikliklerimizi farkettik. Yaptığımız öz eleştirilerden sonra, eksikliklerimizi gidermeye karar verdik ve koyulduk yollara. Önce Weimar'ı ve oranın değerli şahsiyetlerini tanıdık. Sonra Wittenberg'e gittik ve 1789 ihtilalinin önemli saiklerinden olan Martin Luther'le tanıştık. Evinde konuk olduk. Çayını kahvesini içtik. Eski defterleri karıştırmadan fiili durumumuzu birlikte değerlendirdik. Sonuçta, Düşmanlık değil, dostluk, savaş değil barış galip geldi.

Hoşgörüsüzlük mutluluğa giden yolları kapatıyor. Dün mesafeli olduğunuz insanlar bugün misafiriniz oluyor ve size dostluk elini uzatabiliyor.

Wittenberg dönüşü Berlin'i tanımak konusunda anlaştık. Özel olarak kiraladığımız bir otobüsle, rehber eşliğinde dolaştık Berlin'i. Meğer, yıllardan beri içinde yaşadığımız Berlin'i tanımıyormuşuz. Üç saat yetmedi. Duvarı'n hikayesini bimiyoruz. Prenzlauerberg'te, Paul Linke Ufer' de, Einstein Cafe'de oturup bir kahve içmemişiz. Unter den Linden'i boydan boya geçerek, oradaki müzelerle ilgili bilgiler almamışız. Berliner Dom'u hayran olduğumuz eserler listesine yazmamışız. Bergama müzesi'nin nerede olduğundan habersiziz. Biz nasıl bir Berlinliyiz? Velhasıl şu koca Berlin' de sanki dört duvar arasında yaşıyor gibiyiz.

Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bu işe yaramayan gömleği üzerimizden atmaya karar verdik. Anladık ki, bu gömlek bize göre değil. Değiştirdik ve rahatladık. Tavsiyemiz sizler de çıkarın o elli yıllık gömleklerinizi. Yeni gömlekler edinin.

İnanın sizler de rahatlayacaksınız. Bizim gezilerimizin adı bilgi ve görgü artırma gezisi. Bunlar masraflı geziler. Geziye katılanlar paralarını kendileri ödüyor. Buna rağmen üyelerimiz, bu gezilerden oldukça memnun görünüyor. Gezilerden dönüşte üyelerimiz yeni gezi nereye ve ne zaman diye sormaya başlıyorlar. Ulaşmak istediğiniz hedef önemli bir hedefse mutlaka bedel ödemeniz gerekir. Bedel ödenmeden bir şey kazanılmaz.

Size tavsiyemiz lütfen içinde yaşadığınız ülkenin değerlerini ve güzelliklerini mutlaka tanıyın. Çirkinlikler, kötülükler dostluk köprülerinin kurulmasını engelliyor. Bu durumda kılıçlar bileniyor, yaylar geriliyor ve hedef bile tayin edilmeden oklar rasgele boşaltılıveriyor. Gezdikçe, gördükçe, anladıkça, düşündükçe, konuştukça, empati yaptıkça anlaşma sağlanabilecek ortak noktalar mutlaka bulunacaktır. Yaşadığı yeri tanımayan, insanlarını nasıl tanıyabilir? Tanımadıkları insanlarla nasıl sevgi ve dostluk kurulabilir?

Şehrinizi ve insanları tanıyınız!

Hayırlı günler!..
 
Rüştü Kam