14 Nisan 2013 Pazar

KADIN, ERKEĞİN KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILMIŞTIR





İnsan, kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı cinsten ibarettir. Allah Nisa suresinin birinci ayetinde insanı yarattım derken, aynı zamanda ve aynı cevherden kadını da yarattım demektedir. Bundan dolayı yükümlülükler bu iki varlığın sırtına aynı derecede eşit yüklenmiştir. Buyruklar karşısında erkek kadına göre daha fazla, kadın erkeğe göre daha az sorumlu değildir. Üstünlük ölçüsü olan „takva“ her iki cins için de geçerlidir. Her iki cinsin, yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları ve üstünlükleri vardır elbet. Ancak bu farklılıklar, hukuk açısından birinin diğerine üstün olması anlamına gelmez. Buyruk şöyledir:
Ey insanlar! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden [haklarınızı] talep ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir.“  (Muhammed Esed Meali, Nisa; 1)

Ayete göre, kadın olsun erkek olsun aynı cevherden, nefisten, benlikten yaratılmıştır.   “Nefs”, “benlik” bütün insanların ortak kökenine işaret eder, kadın da erkek de “nefs/benlik” taşır.

Bu ayetteki nefis kelimesi, aslında canlı anlamına gelir. Nefes de canlılık belirtisi olan soluk alıp vermeye denilir. Genellikle müfessirler, buradaki nefis kelimesiyle Hz. Adem'in kastedildiğine kani olmuşlardır.

Bizim kanaatimize göre ayetteki nefis, Hz. Adem'i değil, insanın aslı olan ilk canlıyı kastetmektedir. Birçok ayette, insan yaratılışının bazı aşamalardan, evrim safhalarından geçirildiği belirtilmiştir. Nuh Suresi'nin 13-14'üncü ayetlerinde:
Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?
Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.” (Muhammed Esed Meali) buyurulmaktadır. Demek ki insan, hemen birdenbire ortaya çıkmış bir varlık değil, uzun bir tekâmül sonucu süzüle süzüle yaratılmış en mütekâmil varlıktır.

Gerçek böyledir, insan bir tek candan yaratılmıştır. Ancak öğreti farklıdır.  Dolayısıyla yaratılış konusundaki inanç, kadının, erkeğin eğri kaburga kemiğinden yaratıldığı inancıdır. Tevrattaki kadının yaratılışıyla ilgili metin aynen şöyledir:

 “Ve Rab Allah Ademin üzerine derin uyku getirdi, ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ve yerini etle kapadı.  Ve Rab Allah Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı, ve onu Adem’e getirdi. Ve Adem dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna Nisa (kadın) denilecek, çünkü o insandan alındı.”  (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin; ll. bap, 21-23. cümleler)

Bu ve benzeri rivayetlerle kadının yaratılışının  kaburga kemiğinden olduğu Müslümanlar tarafından kabul edildi. Başkaca rivayetlerle de desteklenerek, “kadının, saçının uzun, aklının kısalığı ve dinin noksanlığı” gibi aşağılamalara da fazla dikkat edilmedi. Bunlar mecburi eğrilik olarak kabul edildi.

Allah, Hz. Adem'i topraktann yarattığına göre, Hz. Havva'yı da topraktan yaratmaya kadirdir. Durum böyle olunca, Hz. Havva'yı, Hz. Adem'in bir kaburgasından yaratmasının manası nedir? 11
Bu şekildeki soruları soranlar reformist olarak nitelendirildi.

Bu gün için Yahudi toplumunda ellerindeki kitapta yazılanlara inananlar var mı bilmiyorum ama, Müslümanların, kadının yaratılışı ile ilgili inancı bozulmuştur. Kitâb-ı Mukaddes’te anlatılan türden olmuştur. Bu inanışa da maalesef  Peygamberimiz alet edilmiştir. Konuyla ilgili rivâyetler, Kütüb-ü Sitte dediğimiz altı kitaptan Buhari, Müslim ve Tirmizi’de yer almıştır. Tevrat’taki metinle hadis kitaplarındaki metin neredeyse birebir örtüşmektedir. Karşılaştıralım:

 “.....Bize Hüseyin el- Cufi, Zaide’den; o da Meysere’den; o da Ebu Hâzım’dan; o da Ebû  Hureyre’den tahdis etti ki, Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘ Her kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa, o mümin kişi komşusuna ezâ etmesin. Bir de kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz! Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemiğin en eğri kısmı en üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan, onu kırarsın. Onu kendi haline bırakırsan, daima eğri kalır. Onun için sizler birbirinize kadınlar hakkında daima hayır tavsiye ediniz.”  (Buhari   Nikâh Kitabı, 81. Bab, rivâyet No. 116) / (Müslim ve Tirmizi)

Kelamcılar derki; "Birşeyi birşeyden yaratmak (halketmek) aklen imkânsızdır. Çünkü yaratılmış olan bu şey, eğer  kendinden önce mevcut olan o şeyin aynı olursa, bu bir yaratma olmaz. Bu bir yaratma olmayınca da, başka birşeyden yaratılmış olması da imkânsız olur. Şayet biz, bu yaratılan şeyin kendinden önce mevcut olan o şeyden başka bir varlık olduğunu söylersek, bu durumda yaratılan ve sonradan meydana gelen bu şey, sırf yokluktan meydana gelmiş ve bulunmuş olur. Böylece, birşeyin başka birşeyden yaratılmasının aklen imkansız olduğu sabit olur. Bu âyetteki harf-i cerri, ibtidâ-i gaye manasınadır. Bu, şu demektir: Bu şeylerin, şeylerden meydana gelişinin başlangıcı, bir zaruretten ötürü değil, sadece öyle vâki olduğu içindir." 13

Kadın erkek eşitliği  

Kadın ve erkek eşitliği siyasi bir söylemdir. Kadın erkeğe erkek de kadına eşit olmaz. Bu söylemi eşitlik olarak değilde adalet olarak açıklamak daha uygun olur. Bu durumda kadın ve erkek insan olmaktan kaynaklanan haklar açısından eşittir denilmelidir. Buyruklara okuyalım:

“İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir... (Tevbe 71)
”...Onlar (kadınlarınız) sizin için birer elbise, siz de onlar (erkekleriniz) için birer elbisesiniz...” (Bakara 187)

Bu ayetlerin bildirdiğine göre, kadın ile erkek; dost olarak her alanda yanyana birbirlerine yardım ve arkadaşlık edecekler, yaşamları boyunca toplumlarında aynı haklara sahip oldukları gibi sorumluluk ve görevleri de birlikte paylaşacaklar.  Yaratılıştan kaynaklanan farklılıklar dışında, Allah katında kul olma sorumlulukları ile sorumluluklar, değerler ve haklar açısından durumları birbirine eşittir.

Giysiler nasıl insanları koruyarak sıcak tutuyorsa, eşler de birbirine karşı elbise gibi ayni durumda koruyucu, sıcak ve çekicidir. Böylece erkek kadını, kadın da erkeği tamamlamaktadır.

Sorumluluk

„Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak barışa yönelik iş yaparsa, onu tertemiz bir hayat ile yaşatırız...(İsra 97)
„İkiyüzlülerin erkekleri de kadınları da birbirinin aynıdır. Kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, harcamamak için ellerini sıkarlar. Onlar Allah'ı unutmuştur, Allah da onları unutmuştur...“(Tevbe 67)

Sonuç:

1-İnsan tek bir nefisten yaratılmıştır. Kadını insan olarak kabul edenler onun da aynı nefisten yaratıldığını kabul ederler.
2-Kaburga kemiği hikayesi uydurularak, kadın İslâm’dan önceki konumuna getirilmeye çalışılmıştır ve bu konuda başarı da elde edilmiştir.
3-Tevratın yaratılışla ilgili hikayesi, hadis olarak literatüre girmiştir. Ayete açıkça muhalefet eden bu hadis(!) maalesef müslümanlar tarafından kabul görmüştür. Ayete rağmen kabul görmüştür ve ısrarla savunulmaktadır. Önceki alimlerin yanlışlıklarını bugünün alimleri israrla neden savunurlar anlamak mümkün değildir.
4-Allah hem kadını hem de erkeği Kur’an’ın bütününden sorumlu tutuyor, ancak kadını akıldan noksan yaratıyor, Allah bu durumda adil midir? Kadına zulmetmiş olmaz mı?
………………………
11- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/310-311
13- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 7/311-312

KADININ BOŞANMASI



Müslümanlar boşanma konusunda hukuk dışında kalmayı, İslâm’ın erkeklere verdiği bir hak olarak görüyorlar.  “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !”
Bu komutu erkek verir, kadın verirse geçersizdir. Uygulama böyledir.  Mahkeme huzurunda söylenme şartı olmadığı için de kadın hemen boşanmış olur. Neden ve niçin soruları sorulmaz bile. Miras taksimi de ikiye bir anlayışı ile yapılır. İslâm’ın diğer buyrukları konusunda duyarsız olan müslümanlar boşanma ve miras taksimi konusunda oldukça duyarlı (!) hale geliverirler birden, “Allah böyle emretmiştir, bizlere bu emri uygulamak düşer…” derler.

Böyle bir anlayış Kur’an’ın müslümanlara tavsiye ettiği veya emrettiği bir anlayış değildir. Bu anlayışın oluşmasında gelenek belirleyici olmuştur. Allah’ın “en son ve en mükemmel” dediği  bir dinin boşanma ile ilgili hukuku erkeğin iki dudağı arasından çıkacak “Seni boşadım’’ sözünden ibaret olamaz. Bu şekilde yapılan boşanmalar Kur’an’a uygun boşanmalar değildir. Allah erkeğe böyle bir yetki de verme-miştir. Evlenirken aranan şahit şartının, boşanırken aranmıyor olması manidardır.

Ayrıca, Müslümanlar arasında, dini nikah adı altında bir de nikah kıyılır. Bu nikah da uydurmadır. Uydurma bir nikahla yapılan evliliğin, uydurma bir boşanmayla sonlandırılması gerekir. Böyle de olur. Başka türlüsü mümkün olamaz. “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !” komutu erkeğin imdadına ulaşıverir. Erkeği kayıran bir evlilik, erkeği kollayan bir boşanma ve erkeği zenginleştirmeye yönelik bir miras taksimi…

İslâm sosuyla servis yapılan bu uygulamalar nice genç kızların ciğerini dağlıyor. Erkeğe birşey olmu-yor, olan kıza oluyor. İmam nikahıyla yapılan bazı evlilikler uzun soluklu olmayabiliyor, boşanmanın da tabiatıyla erkek tarafından yapılması gerekiyor, “Üçten dokuza şart olsun seni başadım, boşol, boşol, boşol !”.
Bazen boşama yetkisi elinde olan erkek bu komutu vermiyor. Dolayısıyla kadın bir başkasıyla evlenemiyor, ancak erkek evlenebiliyor. Kalıyor ortada. Bazen de sözden veya nişandan sonras hemen dini nikah yapılıyor, erkekle kız rahatça konuşsun günaha (!) girmesinler diye yapılıyor bu. Teklifi de kızın babası yapıyor. Nişanlılık sürecinde evli olduklarına inanan gençler birbirlerine yaklaşabiliyorlar, kızdan alacağını alan erkek bir süre sonra kızdan ayrılıyor, bu durumda kıza yazık oluyor. Bütün bunlar din emrettiği için yapılıyor.

Bu şekildeki evlilikler de boşanmalar da din dışı evlilikler ve boşanmalardır. İmam nıkahıyla evli olanlar zina yaptıklarını bilmelidirler. Yetkili bir resmi kurum tarafından tescil edilmeyen evlilikler İslâm dışıdır.  

Kur’an’a göre boşanmaya şu şartlarla  gidilir:

Kur’an’da boşanmanın yegâne şartı şiddetli geçimsizliktir. Ancak geçimsizliğin birçok sebebi olabilir. Sebebi ne olursa olsun geçimsizliği tespit edecek ve kayda geçirecek bir otoriteye ihtiyaç vardır. Ta-raflar boşanma isteklerini mahkemeye bildirecekler, birer de şahit getirecekler, hakim tarafları ve şahitleri dnleyecek, delillere bakacak ve kararını verecektir. 

1- Her iki taraftan, karı koca razı olacakları birer hakem tayin ederler. Bu hakemler uyuşmazlığı gidermeye çalışırlar, [1] ortaya çıkan geçimsizlik böylece çözülür.
2- Eğer geçimsizlik giderilmezse, durum hakime intikal eder. Ve iki şahidin huzurunda boşanma/boşanmama kararı verilir[2] Kur’an‘ın getirdiği boşanma sebebi ve yöntemi bu kadar açık ve seçiktir.  Bu sıralamaya ters düşen bütün fıkıh hükümleri geçersiz sayılır.
3- Kur’an-ı Kerim’de karı-kocaya, iki defa boşanıp üç defa evlenme hakkı tanınmıştır. Üçüncü boşanmadan sonra karı kocanın tekrar evlenmesi şarta bağlanmıştır. Bu üç defa boşanma ise geçimsizlikten kaynaklanacak ve ayrı ayrı zamanlarda vuku bulacaktır.
·       Birinci nikah ilk olandır. 
·       İkinci nikah kadının yanında iki şahit huzurunda birinci boşanmadan sonra olandır. 
·       Üçüncü nikah ise aynı şekilde ikinci boşanmadan sonradır. 
·       Üçüncü boşanmadan sonra tekrar evlenme artık şarta bağlanmıştır. Bu şart hiçbir
ön şart ve art niyet olmadan kadının başka biriyle evlenmesidir. Temelli olarak evlenmesidir.
Kadının bu yeni kocası ölür veya geçinemezler de boşanırlarsa, eski kocasıyla isterlerse tekrar evlenebilirler. Böylece „hülle’’ denilen ahlaksızlıkta/sahtekarlık da ortadan kalkmış olmaktadır.

4- Bir sözle, üçten dokuza „seni boşadım,  boşol! boşol! boşol!’’ gibi ardarda tekrarlanarak yapılan boşamalar Kur’an’ın boşanma için koyduğu şarta uygun olmadığı için geçersizdir.[3]

Miras konusu

Miras konusunda kadın her durumda erkeğin aldığının yarısını alır diye genel bir kural koymak yanlıştır.  Bazı durumlarda erkeğin aldığının yarısını alırken kadın, bazı durumlarda eşit olarak almakta, bazı durumlarda ise 1/8  olarak almaktadır.  Mesela:
1- Kız çocuğu erkek kardeşleriyle birlikte anne babasına mirasçı olursa, kadın erkeğin aldığının yarısını alır.   
2- Ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları ikiden fazla ise o zaman mirasın 2/3’ü onların olur.
3- Ölenin mirasçısı tek bir kız çocuğu ise, o taktirde mirasın yarısını alır.
4- Anne babanın çocuğu vefat eder de miras bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, o zaman anne babanın herbirine 1/6 verilir. Ölenin çocuğu yok ise, anne mirasın 1/3’ünü alır.
5-Ölen kimse bir erkek evlat bırakmış ise,   zevcesi mirasın 1/8’ini alır.

Görüldüğü gibi kadın herhalde erkeğin aldığının yarısını alır diye bir genelleme yoktur. Bu tamamen yanlıştır. Miras konusu, kamu otoritesine tavsiyedir. Bu tavsiye adaleti sağlamak içindir. Kadın ile erkeğin eşit olarak paylaşacakları miras kadını güçlü kılmaya yönelik bir mirastır. Böyle bir hukuk sistemi varsa ve uygulanıyorsa burada Kur’an susmayı tercih eder.

Öte yandan kadın için sahip olduğu malından ev ekonomisine katkıda bulunmalıdır diye bir hüküm de yoktur. Bu durumda eşitsizlikten söz açmak bir yana, erkeğe fazlaca  yüklenilmiş olunmaktadır. İşin hamallığı erkeğin, zevkü sefası kadınındır.  Burada ana olmanın bir avantajı olarak meseleye bakmak, her iki tarafı da rahatlatacaktır. [4]



[1] Nisa /35
[2] Talak /2
[3]  Bakara: 227-228-229-230-231-232/
Talak 2 / Nisa 35
[4] Nisa 7/11/13/176

4 Mart 2013 Pazartesi

HANIMLARI DÖVMEK 2013



Erkekler Kadınları Dövemezler mi?


Rüştü Kam
Ha-ber.com 2013

Müslüman cemaatlerde Kur’an’ın kadınlara bakışı  hakkında erkek egemen bir anlayış hakimdir. Kur’an’ı doğru anlama peşinde olanlar daha ziyade cemaat olmayan müslümanlardır. Müslüman cemaatlerdeki hakim anlayış kadını insan yerine koymaz. Kadının yaratılışı bile farklıdır bu anlayışa göre: Erkek topraktan yaratılmıştır ve kadın erkeğin eğe kemiğinden. İbadetlerde de farklılıklar vardır. Mesela kadınlar özel hallerinde namaz kılmazlar, kılarlarsa haram işlemiş olurlar. Camiye giremezler ve Kabe’yi tavaf edemezler, Kur’an okuyamazlar. Oruç tutanlar o hal vaki olunca oruçlarını derhal bozmalıdır… Kadınlar  bu dışlamalara karşı sessizdirler. Onlar hakkındaki tüm bu kararları erkekler vermesine rağmen sessizdirler. Haklarında hadisler uydurularak aşağılanmışlardır ve yine de sessiz kalmışlardır. Uydurma hadislerden birkaç örnek:

“Kadınların dinleri ve akılları eksiktir.” (Buhari)
“Namazın önünden kadın, eşek ve siyah köpek geçerse namaz bozulur.” (Buhari)
“Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.” (Buhari)
“Nikah, kadınlar için bir çeşit köleliktir.” (Buhari)
“Eğer bir kimsenin Allah’tan başkasına secde etmesi söz konusu olsaydı, kadının kocasına secde etmesi gerekirdi.” (Buhari)
“Doksandokuz kadından biri cennette kalanı cehennemdedir.” (Buhari)

Hanımı dövmeye cevaz

Bazı ayetlerdeki kavramlar  amacına uygun olarak anlamlandırılmamıştır. Bu işi yapanlar da erkeklerdir elbet. Ama kadınların duyarsızlığına ne demeli. Erkeklere suçu atıp kadınların bu duyarsızlığını görmezlikten gelmek de insafsızlık olur. Mesela, Nisa Suresi’nin 34. ayeti, amacının dışında anlamlandırılmış bir ayettir. Okuyalım:

“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için saliha kadınlar itaatkardır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”(Diyanet Vakfı Meali)

Bu ayet, erkek despotluğunun egemen olduğu yozlaşma döneminde uydurulan hadislerin etkisiyle dört noktada anlam tahrifatına uğramış bulunuyor. Türkçe meallere yansıyan bu hataları sırasıyla analiz edelim:

“Kavvam”(1)

Ayette geçen “erricalü kavvamune alennisai” ifadesi:
“erkekler kadınları gözetir,”
“erkekler kadınların geçiminden sorumludur,” veyahut “erkekler kadınlara karşı dürüst olmalıdır” demektir.

“Kavvam” kavramı 4:135, 5:8 ayetlerinde aynı anlamda kullanılmıştır.
“Kavvam” kelimesi KVM kökünden türer. Bu kökün türevlerinin geçtiği tüm ayetlerde  “yönetici ve hakim” anlamında kullanılmamıştır. Kuran, yönetici ve hakimler için “hükkam” kelimesini kullanır (2:188) Araplar, evin geçimini sağlayan erkekler için şu deyimi kullanırlar: “Fülanün kavamu ehli beytihi” yahut “kıyamu ehli beytihi”.

“faddelellahu badehum ala badin”

4:34 ayetindeki “faddelellahu badehum ala badin” ifadesi, “herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir” demektir. Ayetteki, “faddalellahur ricale alen nisai” ifadesinin, Türkçeye en uygun çevirisi şöyle olabilir: “Allah herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir.”
Bu şekildeki anlamı destekleyen bir çok örnek vardır. Bu örneklerden bir kaç tanesine kısaca değinmek istiyorum. Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri çok arzulamayın. Erkeklerin kazandıklarından bir payı ve kadınların da kazandıklarından bir payı vardır…(4:32)
Ayet, erkeklerin ve kadınların farklı payları yani farklı yetenek ve görevleri olduğunu ve bu konuda birbirlerini kıskanmamaları gerektiğini belirtiyor.

“Yeryüzünde komşu toprak parçaları, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar var ki aynı su ile sulanırlar. (Buna rağmen) biz, yemekte onları bir birine üstün kılmaktayız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler var.” (13:4)

Aynı topraktan çıktıkları ve aynı su ile sulandıkları halde, içerdikleri değişik vitaminler, besinler ve lezzetler ile birbirlerinden farklı özelliklere sahip olan rızıklardan sözeden bu ayetteki “nufaddilu badeha ala badin” ifadesi, herhangi bir meyve veya tahılın bir diğerinden mutlak olarak üstün yaratıldığını bildirmiyor. Aksine, her birisinin karşılıklı üstünlüklere, yani farklı özelliklere sahip olduğunu vurguluyor. Hurma, bazı yönlerden buğdaydan üstün olduğu gibi, buğday da bazı yönlerden hurmadan üstündür. Üzüm ile hurma, armut ile elma arasında da aynı ilişki söz konusudur. Meyveler arasındaki özellik farkını belirtmek için kullanılan bir ifade, erkekler ve kadınlar için de aynen kullanılıyor. Demek ki erkekler ve kadınlar, hem farklı hem de ortak özelliklere sahip meyvelere benzerler.

Son bir örnek olarak „O elçilerin bazısına diğerlerinden daha fazla lütufta bulunduk. Örneğin, kimileriyle ALLAH konuştu, kimilerini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kutsal Ruh ile destekledik. ALLAH dileseydi, onların ardından gelenler kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirleriyle kavga etmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa düştüler. Kimisi inandı, kimisi inkar etti. ALLAH dileseydi birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat, ALLAH dilediğini yapar.”2:253

„Rabbin göklerdekileri ve yerdekileri en iyi bilendir. Peygamberlerden bir kısmını diğerlerine üstün kıldık. Örneğin, Davud'a Zebur'u verdik“17:55 

Allah’ın, elçilerini birbirinden üstün kıldığını bildiren bu iki ayetin birisinde Allah’ın Musa ile konuştuğu ve İsa’yı Ruhul Kudüs ile desteklediği belirtilirken diğerinde de Davud’a Zebur’un verildiği anlatılır. Sözkonusu ayetlerde belirtilen karşılıklı üstünlük farklı özellikleri ifade eder. Yoksa, herhangi bir peygamberin tüm diğer peygamberlerden üstün tutulması sözkonusu edilmez. Allah Musa ile konuşmuş, İsa’yı doğuştan peygamber kılmış, İbrahim’i güzel bir örnek ve “halilullah” olarak tanımlamış, Davud’a Zebur’u vermiş, cinleri ve kuşları Süleyman’ın emrine vermiş, Muhammed’e en büyük ve sürekli mucizeyi vermiştir. Allah, Kuran’da peygamberlerin hiyerarşik bir üstünlük listesini bildirmez. Nitekim, müminler Allah’ın elçileri arasında bir ayırım yapmazlar:

“Elçi, Rabbinden kendisine indirilene inandı, inananlar da... Hepsi, ALLAH'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar: 'Elçilerinin hiçbirisi arasında ayırım yapmayız.' Derler ki: 'İşittik ve uyduk. Rabbimiz bizi bağışla; dönüş sanadır.“ (2:285)
Allah peygamberlerini üstünlük yarışına sokmaz. Böyle bir farkllığın elçilerin  ilahlaştırılmasına vesile olacağını bilir.
Bu örneklerden anlaşılacağı gibi, 4:34′de geçen “faddalellahu badehum ala badin” ifadesini, “herbirisine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir” biçiminde Türkçeye çevirmek daha doğru olacaktır.

“idribuhunne”

4:34 ayetindeki “idribuhunne” kelimesi vardır. Bu kelime üzerinde durmak gerekir. Önce evlilik ile ilgili düzenleme yapan ayetin amacını gözden geçirelim:

Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması O’nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır. (30:21)

Görüldüğü gibi evliliğin amacı sevgi ve merhamete dayalı huzurdur. Erkeğin kadını döverek sağlayacağı bir birlikteliğin bu amaca ne derece uygun düştüğü malum…
“Onları dövün” biçiminde çevrilen “idribuhunne” kelimesinin kökü “darabe” fiilidir. “Darabe” kelimesinin değişik anlamları vardır. Kur’an’da bu anlamlarda kullanılmıştır:

-Seyahat etmek, dışarı çıkmak: 2:273; 3:156; 4:101
-Vurmak: 2:60,73; 7:160; 8:12; 20:77; 24:31; 26:63; 37:93
-Dövmek: 8:50; 47:27
-Ortaya koymak: 43:58; 47:27
-(Örnek) vermek: 14:24,45; 16:75,76; 16:112; 18:32,45…
-Muaf tutmak: 43:5
-Mahkum olmak: 2:61
-Kapamak, vurmak: 18:11
-Örtmek: 24:31
-Açıklamak: 13:17 ( 2)

Görüldüğü gibi, “Darabe” kelimesi Kuran’da bir çok farklı anlamlarda kullanılıyor. Kuran’da geçmeyen anlamları  da vardır. Örneğin, Arapçada parayı “Darabe” yaparsın, yani basarsın. Nitekim “darphane” Arapça-Farsça bileşimi bir kelimedir. Arapçada rakamları birbiriyle “Darabe” yaparsın, yani çarparsın. Arapçada “greve gitmek” de “idrab” dır.

Türkçemizde de “vurmak,” kelimesi aynı şekilde bir çok değişik anlamlarda kullanılır. “Tutmak” ve “çalmak” da öyle. “Radyoyu çaldım” diyen birisi bu ifadeyle ya hırsızlığını itiraf eder, ya da radyoyu kullandığını bildirir. Nitekim “idrib” kelimesi de “çık dışarı” anlamına gelir.

Çok anlamlı bir kelimeyle karşılaştığımızda uygun olan anlamını metnin içeriğini, kullanılış biçimini ve sağ duyuyu dikkate alarak seçeriz.

“nuşuz”

4:34 ayetindeki “nuşuz” kelimesi flörtten başlayarak gayri meşru cinsel ilişkiye kadar uzanan sadakatsizlik ve iffetsizlik anlamını da içerir. Nitekim 4:34 ayetini dikkatle incelediğimizde bu ikinci anlamın sözün gelişine daha uygun olduğunu görüyoruz. “Nuşuz” kelimesinden önce geçen “(onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar” ifadesi, evlilik hayatında iffet ve sadakatin önemini vurgulayarak “nuşuz” kelimesinin anlamına açıklık getiriyor.

Dahası, aynı kelime, “nuşuz” 4:128 ayetinde sadakatsizlikte bulunan koca için kullanılıyor. 4:34 ayetinde “nuşuz” kelimesine verilen anlam (şirretlik, itaatsizlik) buraya uygun düşmüyor.
4:34 ayeti, sadakatsiz ve iffetsiz davranan eşine kocasının nasıl davranacağını öğretiyor. Bu uygunsuz tavrın başlangıcında koca öğüt vermeli. Kadın başkasıyla flörte devam ederse kocası yatakları ayırmalı. Bu da yarar sağlamaz ve kadın işi zinaya kadar götürürse o zaman kocası onu evden çıkarmalı. (4:34 ve 65:1)

Erkeğini kandırarak evlilik anlaşmasına ihanet eden bir kadını dövmek nihai bir çözüm olamaz. Ancak ayrılmak sıkıntılı da olsa  mümkündür. Bu son tavır gösterildikten sonra boşama konusu hakemler huzurunda gündeme getirilmelidir.

„Evli çiftin aralarının açılmasından endişeleniyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden de bir hakem atamalısınız. (Karı ve koca) barışmayı isterlerse ALLAH ikisinin arasını bulur. ALLAH Bilir, Haber alır“ (4:35)

Aynı hak, „Bir kadın kocasının huysuzluğundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ediyorsa uzlaşmayla tekrar aralarını düzeltmeleri daha uygun. Uzlaşma daha iyidir. Kişi bencil ve kıskanç davranmağa eğilimlidir. İyilik yapar ve erdemli davranırsanız, elbette ALLAH yaptıklarınızı haber alır“ .4:128 ayetinde kadına da tanınmıştır.

Doğru meal şöyle olmalıdır:

“Erkekler kadınları gözetmekle yükümlüdür. Zira Allah, herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı’nın yasasına) boyun eğer ve Allah’ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. Onur ve namusları konusunda endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın, nihayet onları çıkarın. Ancak, sizi dinleyip vazgeçerlerse onlara karşı bir yol aramayın. Allah Yücedir, Büyüktür.”(3)(4:34)


Sonuç:

1- Evet, erkekler kadınları dövemezler. Kur’an onlara böyle bir yetki vermez. Kur’an son Kitaptır. Kemale erdirilen dinin son Kitabıdır. Böylesine mükemmel olan bir dinin kadın haklarıyla ilgili hükmü erkeğin eline bırakılamaz. İlkel toplumlar da bile böyle bir uygulama yoktur.
2-Kur’an’ı doğru anlamak suretiyle sıkıntıların üstesinden gelmek mümkündür. Kur’an’ı erkek egemen bir toplumun gözüyle bakarak doğru anlamak mümkün değildir.
3- Dövme işi bir had (ceza) uygulamasıdır. İşlenen suça uygun cezayı vermek ve bu cezayı uygulamaya koymak devletin işidir. Şahıslar ceza kesemeyecekleri gibi bunu uygulamaya da koyamazlar. Bu durumda kaos olur. Kadına şiddet uygulamasının temelinde yatan anlayışta, Kur’an’ın yanlış anlamlandırılmasının dahli de vardır. “Allah bana dövme yetkisi vermiştir, size ne oluyor” anlayışı.
4- Bu anlayışın düzeltilmesi için ilk adımı diyanet işleri başkanlığı atmalıdır. Diyanet mealindeki Nisa 34’üncü ayetin anlamı yeniden gözden geçirilmelidir.
5- Ayetteki sıralamayı takip edersek, kadın ahlakî zaaf içinde olursa (bu durum erkek için de geçerlidir), bu duruma şahit olan erkek önce hanımıyla oturup konuşacaklar, konuşmayla sorunun üstesinden gelemzlerse, sakin kafayla düşünmeleri için bir süre ayrı odalarda kalacaklar, sorun yine çözülmez ise ayrılacaklar. Dövme ile sorun çözülmez daha da derinleşir.

İstifade edilen mealler:
1-Muhammed Esed, Kur’an Mesajı; s. 343, dipnot 42, 44.
2-Mustafa İslamoğlu, Hayat kitabı Kur’an; s.158, dipnot. 5/  Mustafa Öztürk, Kur’an meali;s. 115, dipnot.111/ Mustafa Sağ, Çağrı, Kur’an Meali; s. 692/ 
3- Mustafa Sağ, Çağrı, Kur’an Meali; s. 692 dipnot. 399/ Kur’an-ı Kerim Meali, Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk; s.86/ Yaşayan Kur’an, İhsan Eliaçık; s.797, dipnot. 36/