23 Şubat 2020 Pazar

En iyinin daha iyisi olmak zorundasınız

Prof. Dr. Cemal Yıldız: En iyinin daha iyisi olmak zorundasınız

Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Prof. Dr. Cemal Yıldız Almanya’da yaşayan Türk halkının sorumluluğunun büyük olduğuna dikkat çekti.
Çocuklarımızın eğitimi için daha çok çaba sarf etmemiz gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Cemal Yıldız Türk Eğitim Derneği’nde (TED) vatandaşlarımızla buluştu. Yanında Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)tarafından basılan kitaplardan da getiren Müşavir Yıldız, bu kitapları Hikmet Kütüphanesi’ne bağışladı. Çok sayıda vatandaşın iştirak ettiği toplantı katılımcıların sorularıyla sona erdi.
Dernek başkanı Rüştü Kam yaptığı açılış konuşmasında dernek hakkında kısaca bilgilendirme yaptı: “Türk Eğitim Derneği, 2.000 yılında kuruldu.  Kurulduğu günden beri hız kesmeden yoluna devam ediyor. Kütüphanesiyle, MOCCA Dergisiyle, okul derslerine yardımcı kurslarıyla (Nachhilfe) ve Kur’an-ı Kerim eğitimi çalışmalarıyla, gezi programlarıyla, yatılı eğitim seminerleriyle halka hizmet etmektedir.
TED’in amacı neslimizin geleceğinin inşasıdır. Yaptığımız çalışmalar günübirlik hedeflerden ziyade geleceğe ışık tutan ilerleyici çalışmalardır. Yakın çevremizdeki arkadaşlardan veya vatandaşlardan bizim çalışmalarımızla ilgili eleştiriler olabiliyor ve bu eleştiriler bizleri kamçılıyor. Bizim geçmişte yapmış olduğumuz çalışmalar gelecekte yapacağımız çalışmaların izleri ve habercisidir. O izleri görenler anlayacaklar ve diyecekler ki “buradan birileri geçmiş ama iyi işler yaparak geçmiş.”
Kütüphane kurulurken bazı eleştiriler aldık” Ne için kuruyorsunuz ne yapacaksınız kütüphaneyi, kitapları kim okuyacak?” diye, biz farklı düşündük ve dedik ki;” Bugün iki kişi okur yarın 4 kişi olur zamanla okur sayısı çoğalabilir, idealimiz için de bu yeterli bir durumdur. Şu anda elimizde 8.000 cilt kitap vardır.  Biz kütüphaneyi 2008 ‘de kurduk. Çok zorluklar çektik, Kitap toplamak çok meşakkatli bir iştir. Bunun için biz gerek Almanya’daki kurumlardan gerekse Türkiye’deki kurumlardan kitap talebinde bulunduk ama maalesef istediğimiz desteği alamadık. Sadece biraz Kültür Bakanlığı ve biraz da sayın müşavirimizin gayretleriyle kitap edindik.
Bu kitaplar çoğunlukla bağış yoluyla geldi, para ile aldıklarımız da mevcut, buna örnek olarak belirtmek gerekirse Diyanet Vakfı’ndan ‘İslam Ansiklopedisi’ni istedik. Hediye edin veya en azından bizlere indirimli verin dedik. Talebimize olumlu yanıt alamadık ve kendi aramızda para toplayarak ansiklopediyi kütüphanemize kazandırdık.
 Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri Cemal Yıldız ise yaptığı konuşmasında şunları söyledi:
“Kitaplarımızın tamamı MEB’in kitaplarıdır. Bu kitapları Almanya’nın tek Türk kütüphanesi olan Hikmet Kütüphanesi’ne bağışlıyorum. Bu kitaplar daha çok edebiyat ve sanat ağırlıklı kitaplardır.
Eğitim siyasallaştırılmamalıdır. Bizler siyasetten bağımsız bir eğitim hizmeti sunmak istiyoruz, bunu Alman siyasetçilerinden de talep ediyoruz. Eğitimin siyasete karıştırılması bizi rahatsız ediyor. İnsan eğitimle kimlik kazanır. İnsan saf, temiz, günahsız olarak yaratılmıştır. Avram Noam Chomsky ”insan doğuştan gelen bir dil öğrenme yetisiyle doğar” der. İnsanoğlu eğitilebilir bir varlıktır. Kur’an özellikle insanların eğitimli olmalarını ister. Bu konuda sayısız ayetler vardır.
Diller arasında teknik konularda farklılıklar vardır. Ancak bu farklılıklar dil öğrenimini imkânsız kılmaz, zorlaştırmaz. Kendi dilini iyi bilen insan diğer dilleri daha kolay kavrayabilir.
Türkiye yurtdışındaki ilk öğretmenini 1969 yılında Gelsenkirchen’de görevlendirmiştir.
O günden bugüne öğretmen sayısı hızla artırıldı. Bugün Almanya’nın bütün eyaletlerinde Türkçe dersleri ihtiyaç halinde sunulmaktadır. Halihazırda bütün Almanya’da MEB tarafından görevlendirilmiş 507 Türkçe öğretmenimiz mevcuttur. Berlin’de 31 öğretmenimiz mevcuttur. Bunlar Türkiye’de en az 5 sene okullarda tecrübe kazandıktan sonra yurt dışına gönderiliyorlar. Çocuklarımızın başarı düzeyi, öğrencilerin ve velilerin ilgi ve alakalarıyla ilgilidir. Eğitim bir sacayağı gibidir. Bu konuda veli, eğitimci ve kurumların iş birliği gerekir. Almanya’da 800.000 civarında Türk kökenli çocuk var. Biz sadece %20 sine ulaşabiliyoruz. Bu oran bazı eyaletlerde %10’ a kadar düşebiliyor. Almanya genelinde 507 eğitimci ile ulaşabildiğimiz öğrenci sayısı 29.000 civarındadır. Berlin’deki öğrenci sayımız 3773 tür. Bu rakamlar önemlidir ancak ideal olan rakamlar değildir. “diyen Yıldız konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti eğitim konusuna büyük önem veriyor. Olağanüstü çaba harcamamıza rağmen maalesef velilerimizi duyarlı hale getiremiyoruz. Velilerin bu durumunu iyi analiz eden Alman yetkililer de Türkçe dersleri konusunda engel üzerine engel çıkarıyorlar. Daha önceleri resmi okullarda verilen Türkçe derslerine bazı ilçelerde fizik mekân tahsis edilmez oldu. Gelecek yıldan itibaren Türkiye’den gelen öğretmenlerin ders vermesine son verilmek isteniyor. Dersler Eğitim Senatosu tarafından verilmek isteniyor. Bunun için Frei Üniversitesi ’inde Türkçe dersleri verecek öğretmenler yetiştirmek istiyorlar.
Bir süre önce, Tempelhof – Schöneberg ilçesinden de bir yazı geldi. Gelecek yıldan itibaren Türkçe öğretmeni istemediklerini belirtiyorlar. Bununla ilgili itirazlarımız yapıldı. O bölgede 273 öğrencimiz var. 231 de Veli var. Biz bu yazıdan sonra bütün velilere yazılı olarak davet gönderdik. Davete icabet eden veli sayısı bizleri hayal kırıklığına uğrattı. Maalesef toplantıya sadece 6 veli geldi.
Bu konuda bütün STK’ lerden, veli temsilcilerinin desteklerini bekliyoruz. Velilerin örgütlenmesi gerekiyor, bilinçlendirilmeleri gerekiyor. Bu konu ile ilgili siyasilerle de görüşmeler yapacağız. Ancak velilerin bizlere öncülük etmesi gerekiyor ki bizde bu süreci takip edebilelim.
Almanya’da 800.000 okul çağında Türk çocuğu var. Gymnasium’ a gitme oranı %14 ile 15 arasında.  Almanlar arasında bu oran %49. Bu demektir ki bizim çocuklarımız iyi bir eğitim alamıyor.
Başarısızlığın nedenlerinin iyi analiz edilmesi gerekiyor. Fiziki şartlar, Aile şartları, sosyo-ekonomik problemler vs. Hepsi gözden geçirilmelidir.
Almanya genelinde eğitim en büyük problemlerimiz arasındadır. 2018’den beri Mitte ilçesinde ders verilemiyor. Neukölln ilçesinde de gelecek yıldan itibaren ders verilemeyecek.
Sonuç olarak Almanya eğitimi siyasallaştırdı. “Erdoğan’ın öğretmenlerini istemiyoruz!” diyorlar, bunu açıkça söylüyorlar. Türkçeye değer verilmesi gerekiyor ve bunun için burada yaşayan insanların daha duyarlı olması, eğitim çalışmalarına destek olması gerekiyor.
Uyum Bakanlığı’nın yayınladığı rakamlardan şunu görüyoruz, öğrencilerin %40 ‘ı üniversitelerini yarıda bırakıyorlar.
Eğitimde bireylerin başarılı olmasını engelleyen 3 faktör vardır: İşsizlik, düşük gelir düzeyi ve sosyal hayata katılmama. Görünen o ki, bu 3 faktör Türklerin geleceğini olumsuz etkileyecektir.
Almanya’da eleyici bir eğitim sistemi var ve bununla gurur duyuyorlar bunda da başarılılar.
Almanya elitleri seçiyor, seçmesini de iyi biliyor. Türkler bu sistem içinde en iyiden daha iyi olmak zorundadırlar. “
ha-ber.com/ Zülfikar Kam/Berlin

17 Şubat 2020 Pazartesi

MÜSLÜMANLAR “HOUSE OF ONE: VAHDET EVİ” PROJESİ´NİN NERESİNDELER?


Son zamanlarda “House of One” projesi gündemden düşmez oldu. Müslümanlar bu projenin neresindedirler? Bana sorarsanız hiçbir yerinde değildirler.
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Sayın Ali Kemal Aydın da konuyu basına taşımış. Türkiye Gazetesi’nin internet sayfasında yayınlanmış olan bir haber de okudum. Haberi kimin yazdığı belli değil. Üstelik kötü bir Türkçe ile yazılmış. İmzasız bir şekilde. Gazete, haberi “Sayın Elçi meseleyi anlayamamış!” başlığıyla vermiş.
Sayın Büyükelçi hangi meseleyi anlayamamış diye okumaya devam ettim. Konu “House of One” ile ilgili. “Vahdet Evi” projesi.

Haberin devamı ise şöyle: “İslamiyet’i tahrif için Dinler arası Diyalog Projesini tertipleyen Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) sinsi oyunlarından birini Almanya’da tezgâhlamıştı.
Örgüt, Almanya’nın başkenti Berlin’de kilise, sinagog ve caminin tek çatı altında inşa edilmesinin planlandığı tartışmalı “Vahdet Evi (House of One)” projesine ön ayak olmuştu. Proje, FETÖ elebaşı Gülen’in “dinler arası diyalog” projesinin en kritik adımlarından biriydi. Projeye destek verenlerden işadamı Catherine von Fürstenberg Dussman, Gülen’in 15 Temmuz FETÖ darbesinden sorumlu olduğunu belirterek geçen yıl projeden çekildi. Müslümanlar, FETÖ tuzağının rafa kaldırılmasına sevinirken Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Ali Kemal Aydın’dan dikkat çekici bir açıklama geldi. Berlin’de görev yapan Türk gazetecilere konuşan Aydın, FETÖ’nün devreden çıkarılması durumunda skandal projeye destek verebileceklerini söyledi. Alman makamlarından cevap beklediğini duyuran Aydın’ın sözleri, şaşkınlığa yol açtı…. Büyükelçi’nin açıklamaları “FETÖ ile FETÖ projelerine sahip çıkarak mı mücadele edilecek?” dedirtti”. (31.01.2020)
Bu konuyla ilgili bir yazıyı ben de yazmıştım. www.ha-ber.com internet sitesinde. (28/11/2019)
Almanya’da hizmet veren dini cemaatlere bir çağrı yapmıştım, o yazımda. “Tüm dini cemaatlere çağrımdır: Almanya’da hizmet veren dini cemaatler, “House of One” projesinin içinde mutlaka biz de varız diye başvuru yapmalıdırlar.”

Türkiye Gazetesi’nin amacı nedir onu bilmiyorum. Ama, Almanya’da yaşayan Müslümanlar adına bir faaliyet yapılacaksa, bir bina inşa edilecekse, bir kurum oluşturulacaksa bu kurum üstelik devlet destekli olacaksa Müslümanların o konuda söz söyleme hakları doğar. House of One bir projedir. Bunu biliyoruz. Ancak Müslümanları da ilgilendiren bir projedir. Bu projenin tarafları, Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlardır. Almanya’da FETÖ’ye yakınlığıyla bilinen “Forum Diyalog” adlı kuruluş Müslümanları temsilen o projenin içine alınmış. Bilerek veya bilmeyerek. Müslümanlar bu haberi duyduklarında herhangi bir itirazda bulunmamışlar. Tabiatıyla proje devam etmiş. Yapının temelinin, 14 Nisan 2020’de atılması bekleniyor. House of One (Vahdet Evi) projesinden bahsediyorum. Bu proje için Almanya 19.5 Milyon Euro destek verdiğini de açıklamış. Toplam maliyeti 47 milyon Euro civarında olacakmış.

Türkiye Gazetesi’nin haberine göre proje rafa kaldırılmış. Bu doğru değildir. Dezenformasyondur. Rafa kaldırılmış olan, projeye ücretsiz arsa tahsis etme sözünü veren bayan Dussmann’ın sözüdür. Proje değildir.

Ben Büyükelçi Ali Kemal Aydın’ın Alman devletine yaptığı teklifi olumlu bir girişim olarak görüyorum, desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Ve Almanya’da hizmet veren dini cemaatlere tekrar sesleniyorum. Hazır Büyükelçi Ali Kemal Aydın Alman devletine böyle bir teklif yapmış iken, sizlerde aynı minval üzere başvurular yapmalısınız. Bu projenin içinde biz de olmak istiyoruz demelisiniz.

Konu, Müslüman yazarlar tarafından da yazılıp çizilmeli. Dini cemaatler bu konuda konferanslar düzenlemeli. Konu ile ilgili imza kampanyaları düzenlemeli. Başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere yetkili mercilere bu imzalar gönderilmeli. ‘Vahdet Evi’ projesinde biz de yer almak istiyoruz diye müracaatlarda bulunulmalı.
Müslümanlar ‘sinekli seccade’ gibi konularla uğraşmaktan, maalesef bu tür konulara zaman ayıramamaktadırlar.

14 Şubat 2020 Cuma

EGE VE AKDENİZ GEZİSİ / 7 KİLİSELER (VI) -Demre-Antalya-Side-Aspendos-



 -Paganların zulümlerinden bıkan halk dalga dalga din olarak Hıristiyanlığı seçmeye başladılar. Hristiyanlığın inanılmaz bir şekilde gelişmesi Putperest olan Roma İmparatorluğu yöneticilerini endişelendirdi ve Hıristiyanlığı yasakladılar. Dini liderleri tutukladılar ve idam etmeye başladılar-

Rüştü Kam
Ha-ber.com

Demre

Ege ve Akdeniz gezisini Türk Eğitim Derneği başkanı Ahmet Yumuşak teklif etmişti. Ancak kendisi maalesef geziye katılamadı. Çok istemesine rağmen katılamadı. Biz yola çıktık, o bir gün sonra hastaneye yattı. Kalp kapakçığı değişecekti. Basit bir ameliyat dediler. Gezi dönüşü ameliyat olmasını teklif ettik ama o bizi dinlemedi. 10 gün sonra ameliyat olabilirdi.
Hastanede gerekli tetkikler yapılmış ve bizim dönüşümüze 2 gün kala ameliyata girmiş. Biz Demre’ye henüz gelmiştik ki, acı haber geldi. “Ahmet vefat etti başımız sağolsun.” Dünyamız yıkıldı. Beklenmedik bir ölüm. Bir anda otobüs yasa boğuldu. Herkes ağlıyor, kimse kimseyi teselli edemiyordu. Kim, kimi teselli edecekti, herkes aynı acıyı yaşıyordu. Yasımız uzun sürdü. Benim kendimi toparlamam gerekiyordu. Grup lideri bendim. Arkadaşları sükunete davet etmeliydim. Kaptan Sezgin’e mikrofonu açmasını söyledim ve titrek sesimle söze başladım:

“Ecel gelince ne bir saniye ileri ne de bir saniye geriye gider.” Kalp kapakçığı ve diğer ölüm sebepleri bahanedir. Sabırlı olmamız lazım, yapacağımız iş ağlamak değil onun için dua etmektir O da bizden bunu bekliyor.  ‘Allah sana rahmet eylesin Ahmet’im… Mekânın Cennet olsun. Biz seni çok sevdik, Allah da seni sevecektir. Allah için çalışan birisi olduğuna dair şahitliğimiz tamdır. Ruhun şâd olsun. Biz de geleceğiz oraya. Ha bir gün önce ha bir gün sonra ne fark eder. Sen önce gitmekle bu fani dünyanın kirlerine fazla bulaşmadın. Ne mutlu sana ki, arkada seni seven dostların var. Onlar senin için dua ediyorlar…’

Bu mealde kısa bir konuşma yaptım. Bir de Kur’an okudum. En azından o hüzünlü havanın dağılması için bir adım atmış oldum. İşe yaradı. Ancak, gezi bizim için burada bitti. Bundan sonra ne anlatılanları anlama ne de kültür miraslarına bakıp inceleme gücümüz kaldı. Yığıldık kaldık Demre’ye.

Rehberimiz Serdar ve tur sorumlusu Emin bu hüzünlü havayı dağıtmak istemiş olmalılar ki; önce bizlere baş sağlığı dilediler, Emin geçen gezilerden bahsederek kısaca Ahmet’i anlattı. Yerinin doldurulamayacağından söz etti. Ve Serdar, Serdar Ahmet’i tanımadığı için kendisinin şanssız olduğundan söz etti ve “arkadaşları tarafından böylesine sevilmenin haklı gururu ona yetecektir” diyerek bizlere baş sağlığı diledi.
Sonra da başladı Demre’yi anlatmaya. O da havadan etkilenmişti, Serdar ondan önceki Serdar değildi. Tadı kaçmıştı sanki. Ama onun görevi anlatmaktı:

“Myra (Demre) Likya uygarlığının en önemli 6 kentinden birisidir. En erken sikkeler M.Ö. III. yy.’la tarihlenir. Fakat şehrin en azından M.Ö. V. yy’ da kurulduğu tahmin edilmektedir.
Rivayetlere göre St. Nikolaus, M.S. 270 yılında, Likya’nın Patara kentinde doğdu. Zengin bir ailenin çocuğuydu. Erken yaşta anne ve babasını bir veba salgınında kaybetti. Onu Patara piskoposu olan dayısı büyüttü. Eğitimini dayısından aldı. İlk görev yeri Patara yakınlarındaki Sion Manastırı’nda başrahiplik, sonrasında Myra Piskoposluğu. Bu kutsal görevinde çok başarılıydı. Cemaatine sahip çıktı, dul ve yetimlere, fakirlere, hastalara yardım etti, maneviyatlarını kuvvetlendirdi. İmparator Diocletian zamanındaki Hıristiyan kıyımında, mahkemelerde onları savundu, işkenceye alınanları veya ölümle cezalandırılanları cesaretlendirdi, kalan ailelere sahip çıktı. Sonunda o da tutuklandı. İstanbul’a götürüldü. İşkencelere tabi tutuldu, idam kararını beklerken tahta yeni imparator Constantin geçince serbest bırakıldı.

Tekrar Myra’ya döndü. O sırada ülkede korkunç bir açlık hüküm sürüyordu. Paganlar açlık nedeniyle Tanrı Diana’ya adaklar adıyorlardı, bunun üzerine Piskopos Nicholaus Pagan mabedini darmadağın etti, adakları, kurbanları, heykelleri yerlere attı, kırdı parçaladı. “Putların sizlere bir şey vereceği yok. Kendinize gelin” diye halka nasihatler etti, onları Hristiyanlığa çağırdı, Allah’a dua etmelerini istedi.
Paganların zulümlerinden bıkan halk dalga dalga din olarak Hıristiyanlığı seçmeye başladılar. Hristiyanlığın inanılmaz bir şekilde gelişmesi Putperest olan Roma İmparatorluğu yöneticilerini endişelendirdi ve Hıristiyanlığı yasakladılar. Dini liderleri tutuklamaya ve idam etmeye başladılar. Yapılan korkunç işkencelere rağmen dinlerini inkâr etmeyen ve Paganlığa dönmeyen tüm Hıristiyanların öldürülmeleri için fermanlar çıktı. Fakat yükselişin önüne geçilemedi. Her şeye rağmen Hristiyanlık gerilemedi, aksine Hıristiyanların işkencelere aldırmadan inançlarını savunmaları ve idamları korkusuzca kabullenmeleri putperestlerin kitleler halinde Hıristiyanlığı kabul etmelerine yol açtı.

Halkın Hristiyanlaşmasında St.Nikolaus’ın payı büyüktür. O aynı zamanda çocukların, gemicilerin ve ağır işlerde çalışan işçilerin koruyucusudur. O Demrelidir. Demre’nin Noel Babasıdır. Demre Hıristiyan Dünyası için önemli bir merkezdir. Her yıl 6 Aralık`ta Noel Baba etkinliklerini yapmak geleneksel hale gelmiştir. Kaya Mezarları, Tiyatro ve St. Nikolaus Kilisesi varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir.

Nikolaus’un kerametleri

Rivayet edilir ki; yaşlı ve fakir bir baba karısını kaybettikten sonra büyük zorluklarla büyüttüğü üç genç kızından büyüğünün evlenme zamanının gelip geçmesine rağmen çeyizini hazırlayamamış ve büyük üzüntü içindeymiş. Bu durumda sırasıyla evlenme çağına gelecek diğer kızlarına da çeyiz hazırlayamazsa, onları geneleve bırakması gerekiyormuş. Babanın onların fahişe olmalarına gönlü asla razı değilmiş.
Durumu haber alan Myra piskoposu Aziz Nikolaus, bir gece geç vakit büyük kızın çeyizine yetecek kadar altını bir keseye koyup, o ailenin penceresinden içeri atmış. Sabah keseyi bulan baba buna çok sevinir. Ama bu iyiliği kimin yaptığını da merak eder. Araştırır ama bir netice alamaz.
Ortanca kızın evlenme vakti geldiğinde Aziz Nikolaus, yine gece geç vakit o fakir yaşlı adamın penceresinden bir kese altın daha atmış. Sabah o evdeki mutluluk ve sevinç büyük olur. Yaşlı baba, merak içinde, evin etrafında dolaşıp bir ipucu arar ama yine bulamaz.
Üçüncü kızının evlenme zamanı gelince ihtiyar baba bu iyilikseverin kim olduğunu bulmak için geceleri pencere önünde sabahlamaya başlar. Aziz Nikolaus bunu görünce, bu sefer bir kese altını pencereden değil, bacadan atmış. Üçüncü kız, o gece çoraplarını yıkamış ve kurutmak için şöminenin içine asmış. Aziz Nikolaus bacadan bir kese altını atınca da -olacak ya- kese kızın çorabının içine düşmüş. Bu olay, Hristiyanların bugün Noel Baba bayramında çocuklar için çoraplara hediye koymaları geleneğinin esin kaynağıymış.  Olur mu, olur…
Aziz Nikolaus, 343 yılının 6 Aralık günü ruhunu Myra’da Tanrı’ya teslim etti. Myra’da defnedildi. Sevenleri ona mermerden fevkalade güzel bir lahit yaptırdılar.

Rusların Demre aşkı

Rus Çariçesi Anna Galicia 1850'de Myra'ya gelerek kilisenin bulunduğu araziyi satın aldı ve o sıralarda çok yıkık durumda olan kiliseyi tamamen restore ettirdi. Bugün görülen ve binanın ilk yapım stiline uymayan kubbeler, 1885 yılında bu Çariçe tarafından yaptırılmıştır. 1862 yılında Rus Prensi Kiliseyi restore ettirmiş ve kiliseye bir de çan bağışlamıştır.
Demre’deki Kilise’yi her sene binlerce turist ziyaret etmektedir. Özellikle Rusların başı çektiği Demre Aziz Nikolas Kilisesi Turizm Bakanlığı tarafından onarılmıştır. 2000 yılında Rus heykeltıraş Gregory Pototsky’nin bronzdan yaptığı Aziz Nikolas heykelini Ruslar, Kilise’nin karşısındaki meydana diktiler. Ancak daha sonra Demre Belediyesi bu bronz heykelin yerine plastikten kırmızı elbiseli Noel Baba heykelini koydu. Bu durum Ruslar tarafından protesto edildi. İş daha da büyümeden bronz heykel belediye tarafından eski yerine konuldu. Böylece bu yanlış uygulama skandala dönüşmeden çözülmüş oldu. St.Nikolaus’ın kemikleri kilise içindeki mermer bir mezarda buluyordu. Bu kemikler İtalyanlar tarafından sahiplenilerek Bari`ye kaçırılmıştır.”

Anlatılan yerlerin hepsini fotoğraflayamadık. Restorasyon çalışmalarından dolayı kapalıydı. Ancak ben yine kaçak yollardan yaklaşabildiğim kadar yaklaştım kiliseye ve fotoğraflarımı çektim. Kilise bölgesi, giriş yolu ve meydanda bulunan hediyelik eşya dükkanları bilgilendirmeleri hep Rusça yapılmış. Nereye çevirirseniz çevirin başınızı orada Rusça yazılmış bilgilendirmelerle karşılaşıyorsunuz. Ruslara ait özerk bir bölge gibi…

Demre’den sonra otele geçtik. Yerleştik. Önceden Antalya için akşam gezisi planlamıştık, türkü evine de gidecektik, bütün programları iptal ettik. Herkes odasına çekildi ve acısını yaşadı. Antalya’dan sonra Alanya’ya da gidecektik, gezi planımızı öyle hazırlamıştık. Yeni bir plan yaparak Alanya’yı da iptal ettik. Antalya ve çevresini gezerek Berlin’e dönme kararı aldık.

Antalya

“Antalya Milat’tan önce VIII. Yüzyılda Bergama Kralı II. Attalos, tarafından kuruldu. Antalya’nın antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III. yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti. Rivayete göre, 2 bin yıl önce, Bergama Kralı II. Attalos, askerlerine emir verir: ‘Gidin ve bana yeryüzünün cennetini bulun!’ Bergamalı askerler aylar, yıllar boyu dolaşır ve nihayet Toros Dağları’nın eteklerinden inmeye başladıklarında Antalya’yı görürler. Yeryüzünün cenneti, ayaklarının altındadır! Buraya, Attaleia adını verirler ve böylece Antalya’nın temelleri atılır...
Yöre 1207’de Selçuklular tarafından Türk topraklarına katılır. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke Aşiretinin egemenliğine girer. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan birisidir. Antalya’nın kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Yöresi’ne Teke Yöresi denir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke Sancağı’nın merkezi, şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke Sancağı denirdi. 
Maalesef bugün Antalya’da Yörük geleneği yok olmak üzeredir. Yörede birkaç konar-göçer grubu kalmıştır. Belek, Manavgat ve Alanya’da süslenmiş, çanlı- çıngıraklı turist taşıyan develer görürsünüz. İşte o gelenekten arta kalan hatıralardır bu develer. Ayrıca Kemer’de ve Antalya Kumluca yolunda yine yerli yabancı turistlere hizmet veren Yörük çadırları görürsünüz. Yarı müze görünümündeki bu çadırlarda Yörüklere has gömbe, ayran ve gözleme yiyebilirsiniz. Alanya gibi bazı ilçelerde kışın Toros Dağları’nda kuyularda saklanan karların, ağustos ayında dağdan indirilerek şehir merkezlerine getirildiğini, şerbet haline getirilerek seyyar satıcılar tarafından satıldığını görürsünüz. Bunlar Yörüklerin eski geleneklerinden geriye kalan birkaç örnek…

Hadrianus Kapısı (Üç Kapılar)

Roma imparatoru Hadrian’a adanan bu yapı M.S. 139 yılında yapılmıştır. Sütunları hariç tamamı beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartmalarla süslenmiştir. Kapının her iki yanında birer adet kule bulunmaktadır. Birisi Hadrian döneminden kalmış diğeri de antik çağdan kalmadır. Üst kısımları Selçuklular döneminde inşa edilmiştir. Dört ayak üzerinde yükselen üç gözlü girişi ve sütunlarıyla süslü çift cepheli mimarisi ile Roma Şeref Tak'ı görünümündedir. Takın üzerinde muhtemelen imparator ve ailelerinin heykelleri yer almaktaydı. Ancak bunlardan günümüze ulaşan olmamıştır. Hadrianus kapısı, Pamfilya Bölgesi’nin en güzel kapılarından biridir. Kaleiçi ve modern Antalya’yı birleştiren bir kapıdır bu kapı.     

Kaleiçi Tarihi

Helenistik dönemde Bergamalıların getirdiği yaşam, önce Kaleiçi’nde başladı. Antalya, Bergama Kralı’nın vasiyeti ile Romalıların eline geçti ve kent; sırasıyla Bizanslılar, Hristiyanlar, Araplar, Müslümanlar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yönetildi. Sur ile çevrili Kaleiçi’nde gezerken daracık sokaklarında bu medeniyetlerin izlerini bulacaksınız. 
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, Kaleiçi’nde dört mahalle ve üç bin ev, kale dışında da 24 mahalle olduğunu belirtir. 
Kale içi at nalı şeklindedir. İçten ve dıştan surlarla çevrilidir. Büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş. Surların içinde kiremit çatılı 3.000 kadar ev bulunmaktadır. Evlerin karakteristik yapıları Antalya'nın sadece mimari tarihi hakkında fikir vermekle kalmaz, aynı zamanda bölgedeki yaşam tarzını, gelenek ve görenekleri en iyi şekilde yansıtır. Günümüzde Kaleiçi, otelleri, pansiyonları, restoranları ve barları ile eğlence merkezi haline gelmiştir. Trafiğe kapalı olan Kaleiçi’nde yaya olarak dolaşmak keyif verir. Zaman tünelinde gibisinizdir.

 

Yivli Minare

Bizans kilisesiyken, 13. y.y.’da camiye çevrilen Yivli Minare, Antalya kentinin neredeyse sembolü haline gelmiştir. Taş, tuğla ve Horasan harcıyla inşa edilen minarenin içinde 90 basamaklı bir merdiven yükselir. Selçuklu dönemine ait ilk İslâmi eserlerden sayılır. Mevlevihane Yivli minare külliyesi içerisinde yer alır. İlk yapılışı 13.y.y’a  Selçuklar dönemine dayanıyor.
Mevlevihane, Antalya’da Türklerin inşa ettiği ilk yapıdır. Üzerindeki yazıta göre Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın yönetimi zamanında (1219-1236) inşa edilmiştir. Tuğla ile örülen gövdesi, sekiz yarım silindirden oluşur. Bu minarenin bitişiğinde bir cami varmış, yıkılmıştır. Minarenin yanındaki cami daha geç devre, 1372 yılına aittir. Bir Türk Beyliği olan Hamitoğulları zamanında, Tavaşi Balaban adlı bir mimar tarafından yapılmıştır. Minarenin yüksekliği 30 m. kadardır
Cami, zeminindeki üzeri camla kapatılarak koruma altına alınan ve 800 yıllık olduğu tahmin edilen antik su kanallarıyla ısıtılıyordu.

Karatay Medresesi

Karatay Medresesi, II. İzzettin Keykavus devrinde, Emir Celalettin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı devrinde de kullanılan medrese 19. yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Düden Şelâlesi

Antalya il merkezinin yaklaşık 10 km. kuzeydoğusundaki bu şelâle, şehri simgeleyen tabiat güzelliklerindendir. 20 metre yükseklikten dökülür.”

Şelalenin döküldüğü yerde fotoğraflar çekildik. Şelalenin döküldüğü yerin biraz uzağında sağda restoran var. Yukarıdan aşağı doğru iniliyor, biraz dik yamacı var. Manzarası olağanüstü. Öğle yemeği için önceden Emin tarafından yer ayrılmış. Ancak işletme sahibi bizim geleceğimizi unutmuş olmalı. Grup için bir hazırlık yapılmamış. Garsonlar oldukça acemi, yeni işe alınmışlar sanki, siparişleri de karıştırmışlar. Arkadaşların sinirleri zaten yıpranmış olduğu için haklı olarak parlayıverdiler. İstemeden de olsa restoranda tatsızlık yaşandı. Sonrasında tatlıya bağlandı iş ama, olmasa daha iyi olacaktı. Sabır böyle zamanlarda gerekir. Hele bir de Türk Eğitim Derneği misyonu taşıyorsanız iki kez sabırlı olmalısınız.

Perge

“Perge, Hıristiyanlar için önemli bir kenttir. Rivayete göre Aziz Paulus ve Barnabas, Perge’ye gelmişlerdir. Perge’de; Tiyatro, Stadyum, Sütunlu Cadde, Agora’dan oluşan şehir kalıntıları vardır.”
Hediyelik eşya almak için 1 saat serbest zamanımız var. Satıcıların içinde Antalya’nın yerlisi yok gibi. Hem alışveriş hem de tanışma fasılları, samimiyeti de peşi sıra getiriyor. Ticari maksatla da olsa kartvizitler alınıp veriliyor. Fazla samimi duygularla söylenmemiş olsa da “tekrar bekleriz” falan deniliyor…

Side

“Side Antik kenti uzun yıllar boyunca farklı egemenliklere ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklar da sırasıyla Hititler, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar yaşamışlardır. Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Side M.Ö VII. Yüzyılda kurulmuştur. Önemli bir ticaret merkezidir. Özellikle köle ticaretinin yapıldığı yerdir Side. M.Ö. II. yy.’ da bilim ve kültür merkezi haline de gelmiştir.
Sideliler IV. yüzyılda Hristiyanlaşmaya başlamışlardır. Şehrin giriş kapısı Hellenistik döneme aittir. Kapı belediyenin yol çalışmaları sırasında hasar görse de hâlâ ihtişamını koruyor. Kapının hemen girişinde Vespasianus Çeşmesi bulunuyor. Biraz ilerde eskiden agora hamamı olarak kullanılan müze var.
Side, M.Ö.546’da Persler’in M.Ö.334’te Büyük İskender’in eline geçmiştir. Rodos’un ve Bergama Krallığı’nın desteklediği Romalılar ile Suriye Krallığı arasındaki deniz savaşı Side önlerinde olmuştur. Bu savaştan Roma galip çıkmıştır. Pagan olan Side halkı, St. Paulus’tan sonra Hristiyanlaşmış ve V. Ve VI. Yüzyılda bir Piskoposluk Merkezi haline gelmiştir. Side, hamamları, agorası, çeşmeleri, antik döneme ait heykelleri, sütunları, kiliseleri ve tiyatrosuyla harika bir yerleşim ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Çoğu yıkılmış da olsa kalan tarihi kalıntılar şehrin tarihi hakkında yeterli bilgiyi vermektedir. 

Side Antik Tiyatrosu özel bir mimariye sahiptir. 17 bin seyirci alabilecek büyüklükte inşa edilen tiyatro, diğer Roma tiyatroları gibi bir dağ yamacına değil, denizin çok yakınında, 20 metre uzunluğunda, iki katlı, kemer tonozlu galeriler üzerine inşa edilmiş. V. ve VI. yüzyılda açık hava kilisesi olarak kullanılan tiyatro, bugün pek çok festival ve konsere ev sahipliği yapıyor.
Bugün alışveriş merkezi halini almış olan ana caddenin sonundaki iki tapınak, şehrin en anıtsal Roma dönemi yapılarıdır. Kısa kenarlarında 6, uzun kenarlarında 11 sütunla çevrelenmiş olan tapınaklardan biri Athen’a, diğeri ise Apollon’a aittir.
Side, XV. yüzyılda Türk topraklarına katılmıştır. 1895-97 yılında Yunan isyanı sebebiyle kaçan Giritli Müslümanlar buraya yerleştirilmişlerdir. Side’de Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait esere rastlanmaz.

Manavgat Şelalesi

Batı Torosların doğu yamaçlarından doğan ve Akdeniz’e karışan büyük yeraltı sularından beslenen Manavgat Nehri, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki falezlerden dökülen Manavgat Şelalesi’ni oluşturur. Birçok balık ve kuş türüne (alabalık, sazan, kefal, levrek, karabalık, sutavuğu, ördek, kaz, yalıçapkını, değişik türlerde balıkçıllar, martılar vb.) ev sahipliği yapan Manavgat Nehri, söğüt, çınar, kavak, dut, karacaağaç gibi birçok ağaç türü ve zengin bir bitki çeşitliliğine de sahiptir.
Antalya’ya 72 km. mesafededir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debiyle akar. Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkânını sunarlar.

Aspendos

Aspendos, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ekonomisi güçlüdür. Kendi parasını basmıştır. Şehir ekonomisini ayakta tutan en önemli ihraç ürünü, Kapria gölünden elde edilen tuzdur. Ayrıca bağcılık ve buna bağlı olarak şarapçılık, zeytin ve zeytinyağı ile diğer tahıl ürünleri ve yaş meyve şehrin tarıma dayalı diğer ihraç ürünleridir.
Tarihçiler Aspendos'ta yetiştirilen atların, tüm Yakındoğu ve Akdeniz dünyasının en aranır atları olduğunu yazarlar. Ayrıca kilim ve benzeri tekstil ürünleri ile limon ağacından yapılmış mobilyaların başta Roma olmak üzere diğer Akdeniz merkezlerinin de en aranılır hediyelik eşyası olduğu bilinmektedir.

Şehrin, en parlak dönemi şüphesiz, ünlü tiyatro ve su yollarının inşa edildiği Roma İmparatorluk dönemidir. Aspendos Tiyatrosu, mimari özellikleri ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişi alabilmektedir. İmparator Marcus Aurelius devrinde (M.S. 161-180) Theodoros'un oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Bu tiyatronun özelliği, sesi en uzağa kadar en iyi şekilde ileten akustik orkestra olmasıdır.
Girişin iki yanında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları suyollarıdır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak yer alır.
Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni, Selçuklular tarafından koruma altına alınması ve restore edilmesidir.”

Aspendos Köprüsü

“Köprü çay nehri üzerinde, tarihte kendinden çokça bahsettirmiş olan tarihi köprülerden birisidir. Antalya-Alanya güzergâhında, Serik İlçesi yakınlarında Aspendos Antik Kenti yol ayrımından çok rahat görülmektedir. Köprü, Belkıs ya da Eski Köprü olarak da anılmaktadır.
Aspendos Köprüsü ilk olarak Roma döneminde inşa edilmiştir. Depremler sonucu yıkılmış olan köprü daha sonra 13. yüzyılda Selçuklular tarafından eski köprünün kalıntıları üzerine yeniden inşa edilmiştir. Köprü, (1219-1236) tarihleri arasında, Antalya'nın Selçuklular için önemli olduğu dönemlerde Alaeddin Keykubat zamanında kıyıda ulaşımı sağlamak için tekrar yapılmıştır. Köprünün yapımında, yakınında bulunan Aspendos antik şehrinin yapılarına ait taşlar da kullanılmıştır. Tarihi köprü; 225 metre uzunluğundadır. Araç trafiğine kapalı olarak yerli ve yabancı ziyaretçinin gezip gördüğü harika bir eser olarak ayakta durmaktadır.”

Anadolu’da kurulan uygarlıklardan geriye kalan eserler ibret alınması açısından çok önemlidir. Anadolu Yurt olarak kalacaktır. Kalmalıdır da. “Yeryüzünü gezin dolaşın ve ibret alın” ayetinin anlamlı olabilmesi için bu gezilerin yapılması gerekir. Bilhassa devlet bu gezileri desteklemelidir.

Geziye burada son noktayı koyduk. Rehberimiz Serdar’la vedalaştık. Kendisine memnuniyetimizin nişanesi olarak hediyeler verdik. O da kısa bir konuşma yaparak memnuniyetini ifade etti. Bilhassa yurt dışında yaşayıp da Anadolu’daki kültür değerlerinin peşinden koşmamızın çok anlamlı olduğunu vurguladı. Elveda Antalya…

Bitti



4 Şubat 2020 Salı

BERLİN İSLÂM FEDERASYONU 40. YILINI KUTLADI

1961 yılında Türkiye, vatandaşlarını Avrupa ülkelerine 2 yıllığına işçi olarak gönderdi. 2 yıl geçti geçmesine de Türkiyeliler geriye dönmedi. Zamanla aile birleşimi yolu açıldı. Avrupa’da kalıcı olmaya başlayan misafir işçiler zaman geçtikçe geldikleri ülkelerde günlük yaşamlarında ihtiyaç duyulan konularda kurumlaşmaya başladılar. Mesela; dini İhtiyaçlarını gidermek için camiler açtılar. İhtiyaç duyulan konularda siyasetçilere ulaşabilmek için de Federasyonlar kurdular. Berlin İslâm Federasyonu bu kurumlardan biridir (1980). Başlangıçta Berlin’de yaşayan Müslümanların çatı kuruluşu olarak kurulduklarını ilan eden İslâm Federasyonu, kuruluşundan kısa bir süre sonra yalnızlaştı. Kurucu derneklerden bir kısmı zamanla Federasyonun tarafsızlığını korumadığını görünce Federasyondan ayrıldılar.

İlk Başkan Nail Dural, koltuğu bir türlü bırakmak istemedi. Yaptığı hiçbir faaliyet olmamasına rağmen koltuğa sımsıkı yapıştı. Zeki Bina, Bekir Durak, Hasan Şenocak, Ahmet Algan, Şaban Gencer, gibi gençler, Yahya Schulzke gibi özverili Almanlar ve Muna Algan, Aysun Dilek gibi idealist kadınlar Federasyon çalışmalarında aktif olarak görev aldılar. Çok çalıştılar.
Federasyon toplantılarına Nail Dural değil, Haldun Algan başkanlık yapıyordu. Nail Dural süs biberi gibi kenarda durur ve gerekirse birkaç kelime ederdi. Buna rağmen koltuğu bir türlü bırakmazdı. Çalışmadan başkanlık koltuğunda oturmak onun da işine geliyordu.
Genç bay ve bayanlardan oluşan Federasyon ekibi uzun uğraşlar sonucunda İslâm Koleji’ni Federasyon’a kazandırdılar. En önemlisi de resmi okullarda Federasyon’un İslâm dindersi verme hakkını elde ettiler. Ben o kadroyu kutluyorum. Tabi burada Haldun Algan’ın hakkını da teslim etmek gerekir. Daha sonra bu ekibe Burhan Kesici de katıldı.
Nail Dural başta olmak üzere Federasyon başkanlığına getirilen kişiler Federasyon için oldukça talihsiz isimlerdir, koltukta oturmaktan ve toplantılarda Federasyon Başkanı olarak taktim edilmekten başka bir vasıfları olmayan kişilerdir bunlar. Uzaktan kumandayla Federasyon yönetilmez ki. Tek özelliği gazete okumak için koltukta oturmak olan başkanlarla Federasyon yapması gerekenleri yapabilir mi…Elbette yapamaz.
İslâm Koleji’nin Berlin’de başka ilçelerde şube açamaması tamamen başkanların ve yandaş yöneticilerin beceriksizliğidir denilebilir. Din dersi öğretmenlerinin özel gayreti olmasa din dersinin akıbeti de parlak olmasa gerektir. Hem maddi hem de manevi fedakârlık yaparak din dersi konusunda özverili bir şekilde çalışan öğretmenleri kutluyorum.
2020 yılına gelindiğinde kuruluşunun 40. Yılını kutladı İslâm Federasyonu. Aradan 40 yıl geçmiş. 40 yılın sonunda İslâm Federasyonu’nun geldiği yere baktığımızda yüreklerimiz parçalanıyor. 40 yılda 40 tane dost edinememişler. İslâm dindersi veren bir kurum var. Alman makamlarının müsaadesiyle veriliyor din dersi. Ancak o makamı temsil eden Eğitim Senatörü 40. Yıl kutlamalarında yok. O Eyalet’in Başbakan’ı orada yok. Din dersi verilen okulların müdürleri orada yok. Kilise temsilcileri orada yok. Berlin’de hizmet veren derneklerin temsilcileri orada yok. En önemlisi Federasyon’a üye olan derneklerin temsilcileri de orada yok. İslâm Federasyonu yaklaşık 150 kişi ile 40. Yılını kutluyor. Benim yüreğim yanıyor. İçim acıyor. Yazıktır, günahtır. Bu Müslümanlar çok fedakârlık yaptı. Ne istendiyse verdiler. Ancak verilenler buhar oldu, uçtu gitti. Berlin’li Müslümanların elinde avucunda bir şey kalmadı. Saçları ağardı belleri büküldü, birer ikişer tabutların içinde geldikleri şehirlere gönderilmeye başlandılar. Allah onlardan razı olsun, hem fedakarlık yaptılar, hem de cefa çektiler.
40 yıl sonra 40 tane dost edinemeyen bu sorumsuz sorumlular, 40. Yıl kutlaması yapıyorlar, bir halt işlemişler gibi fotoğraflar çekiliyorlar, plaketlerle ödüllendiriliyorlar. Birileri çıkıp ta siz neyi kutluyorsunuz, bu plakette neyin nesidir demiyor, diyemiyor.
Yapıcı bir eleştiri yapınca da “Allah seni ıslah etsin” deniliyor. 2020 de Federasyon başkanı olan zat diyor bunu. 40. Yıl kutlamasında ahbap çavuş da olsa salona yaklaşık 150 kişiyi zorla toplayan Federasyon Başkanı Murat Gül diyor bunu.
Facebook hesabında aramızda geçen diyaloğu aynen buraya alıyorum. Sonunda kararı siz verin. Benim yazdıklarımın yanlışı var ise lütfen samimiyetle bana yazın. Camiadan özür dileyeceğim.

Facebook yazışmaları
40. yıl kutlamaları bir otelin salonunda yapılıyor.
İlk tepkiyi Mustafa Güneşdoğdu veriyor:
-Mevlâna cami o zamanlar otelde mi kurulmuştu ki 40. Yılını otelde kutluyorsunuz?
-Murat Gül Federasyon Başkanı: Mustafa Özcan Güneşdoğdu. Parmak ayı gösterirken hep parmakta takılı kalıyoruz ya buna yanıyorum...
-Burhan Kesici: Mustafa Özcan Güneşdoğdu’ya cevaben; Selam hocam, sorunuz ciddi mi?
-Rüştü Kam: 40 yıl önce kurulmuş olan bir federasyon, 40. yılını kendi salonunda değil de, otel salonlarında kutluyorsa orada bir yanlışlık olmuş demektir. Bu yanlış elbette sorumsuz sorumluların yanlışıdır. Mustafa Güneşdoğdu, doğrusunu yazmış...Federasyon Başkanı Murat Gül ise her zamanki vurdumduymazlık alışkanlığı ile beylik laflardan bir laf etmiş...Yazıktır, günahtır.
-Murat Gül: vay beee
-Murat Gül: Allah seni de islah etsin
-Rüştü Kam: Hangi günahımdan ötürü? Yalakalık yapmadığımdan ötürü mü? Menfaat için ciğeri 5 para etmez kubur fareleriyle iş tutmadığım için mi? Yoksa insanları Allah ile aldatmadığım için mi? Ne dersin sayın Federasyon başkanı....?
-Murat Gül: Allah herkesin ne yaptığını biliyor..
-Burhan Kesici: Rüştü Kam hocam, birkez de Maşallah iyi yaptınız desen?
-Rüştü Kam: Sevgili Burhanım, ben istemez miyim sizleri ve emeği geçenleri tebrik etmeyi...İslâm Federasyonu 40. yılını kutluyor.
Bildiğim kadarıyla Federasyon 20 küsur okulda ders veriyor 40. yıl kutlamasında kaç tane okul müdürü vardı salonda?
Eğitim Senatörü salonda mıydı?
Kaç tane derneğin temsilci vardı salonda?
Katolik, Evanjelist ve Ortodoks ve Süryani Kiliselerini temsilen kaç temsilci vardı?
40. yıl kutlamasında salonda kaç kişi vardı?
40. yılını kutlayan bir Federasyonun toplantısına Eyalet Başbakanı niçin gelmez, bunun izahını yapabilir misin?
Kendiniz çalıp kendiniz oynuyorsunuz, kendiniz çalıp kendiniz de oynayamaz olmuşsunuz artık ve benden aferin bekliyorsun...
Şimdi sen bana diyorsun ki; bir de "maşallah iyi yaptınız desen"...Nasıl diyeyim sevgili Burhanım...Aferin, maşallah diyecek bir durum varsa diyeyim...
-Burhan Kesici: hocam, sen dua et inşallah hepsi olur. İnşallah bir çay da görüşürüz. Allah emanet ol.
-Murat Gül: Rüştü Kam bey 20 değil 39 okul da ders veriyoruz. Müdür dersen vardı. Papaz desen o da vardı.
Bilen biliyor federasyonu bırakın bölgesel, uluslararsı çalışıyoruz. Rusya Müftüğü, Polonya müftüğü bile geldiyse bir çalışma var denektir. Diğerlerini de davet ettik gelmediyseler ne yapalım?
-Rüştü Kam: Sayın başkan, ben zaten 20 küsur yazdım. Kaç müdür geldi onu da yazarsanız sevinirim. Papaz yok demedim kaç tane vardı dedim... Halkımıza lazım olan bölgesel çalışmadır, uluslararası değil... Davet ettiğiniz kişilerin gelmemesinin sebebi nedir onun üzerinde çalışmanızı tavsiye ederim… Dışarıdan gelen misafirler uluslararası çalıştığınızı göstermez… Ancak uluslararası neler yapıyorsunuz onları da öğrenmek isterim...
-Murat Gül: çalışmadan dolayı sizin kadar Facebook dan yazmaya vaktim yok. Müsaadenizle bırakında çalışalım. Federasyonun faaliyetleri ortada elhamdulillah. Bizi izlemeye devam edin...
-Rüştü Kam: Eyvallah sayın başkan...