22 Ekim 2011 Cumartesi

WEIMAR VE GOETHE


SALVE WEIMAR! SALVE GOETHE!
SELAM WEIMER! SELAM GOETHE!
Rüştü Kam
21.05.09

Jedem das seine: Yani “Herkes ettiğini bulur” diye tercüme edilebilecek yazıyı kapı girişinde görünce, daha içeri girmeden, irkiliyorsunuz. Hangar olarak kullanılan binaların yerini simsiyah taşlarla belirlemişler. İnsanların kobay olarak kullanıldığı oda ve o iş için  kulanılan malzemeler ürküntü veriyor. İşe yaramayan insanları masrafa girmeden öldürmek için duvara çakılı demir askılar. Yakmak için bütün hararetiyle kurbanını bekleyen fırınlar, iskeletler, kafatasları, yıllar sonra bile içinize o havayı çekerken hissedilen çok ağır bir koku, aman Allah’ım ne korkunç manzara...

Kapanmasına beş dakika kala girdik Buhenwald toplama kampının kapkara kapısından içeri. Zamanın kısıtlı olması canımızı sıkıyordu. “Buchenwald iki saatte dolaşılmaz” diyordu Sebahattin Bozkurt ve geç kalışımıza hayıflanıyorduk. “Keşke Weimar’da yemek yemeseydik Buchenwald’a zamanında gelebilirdik.”

İçerdeyiz; yarım saat dolaştıktan sonra herkes kendisini dışarı zor attı. Suratlar asılmış. Kimseler konuşmuyor. Ortalığı velveleye vererek konuşan bizim Recai’nin bile sanki dili tutulmuş, tık  yok. Yahya’ya soruyorum, “Yok mu temelden burası ile ilgili bir fıkra?” Ağzını bıçak açmıyor. Sadece mırıldanıyor: “Ne yapsın böyle  bo...tan bir yerde Temel.”
Arada sırada kulağıma bazı sesler geliyor:”Olamaz böyle birşey, Bunlar insan değil yahu...!”

İnsanoğlu duygusal olduğu kadarda acımasız bir yaratık. Bazı insanlar ölümü yok oluş olarak görüyorlar ve bu kısa süreli hayat onların canını mı sıkıyor ki son derece gaddar ve acımasız olabiliyorlar, sanki hayattan intikam alırcasına saldırganlaşıyorlar.. Hatta olmadık işkenceler yaparak  isanları öldürmek onlara eğlenceli gelebiliyor.

Oysa ne kadar keyifliydik o ana kadar. Türk Eğitim Derneği’nin önünden demir aldığımızda yüzler gülüyordu, uğurlamaya gelenler el sallıyor ve bizleri yolcu ediyorlardı. Otobüs şoförünün Türk olduğunu öğrenince yolcular bundan bir başka mutluluk duymuşlardı.   Kahvaltı saati 9.30 olarak ilan edildi.  Weimar’a gidiyorduk. Orada Weimar Cumhuriyeti kurulmuştu. Goethe ve Schiller’le bütünleşen bir şehirdi Weimar. Almanya’da yaşayıp da Almanya’nın tarihe mal olmuş müstesna değerlerini tanımamak, bilmemek olmazdı. 

Bünyamin Özdemir Schiller’i, Hureyre Kam Weimar Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve Goethe’yi anlattı otobüste.  Kısa da olsa kilitlendiğimiz hedef hakkında bilgi sahibi olduk. Murat Yıldız bu gezimizin etkili olması için olacak herhalde, hazırlamış olduğu matbu kağıtları yolculara dağıtırken otobüsümüz kahvaltı yapmamız için parka girmişti bile.

Kırk kişi parkta kahvaltı yapıyorduk. Ne güzel bir manzara; zeytinler, peynirler, börekler, çaylar kahveler... Yüzler gülüyor, herkes ne kadar da mutlu.  

Fıkralar, hikayeler, şiirler derken Weimar’a gelmişiz bile.  İşte bir açık hava müzesi. Yapılar olduğu gibi bırakılmış. Tarih kokuyor sokaklar. Goethe’yi, Schiller’i düşünüyorsunuz müzelerini gezerken. Goethe’nin bahçe evi bir başka güzellikte. Güzel olan sadece ev değil, tabii ki evin etrafındaki  ortam. Ormanların içinde, kanalın kenarında sessiz ve sakin bir mekan. Hanım bana espri ile karışık dedi ki; “Böyle bir yerde ancak şiir yazılır” Bu gezinin benim için bir önemi daha var; 2003 yılından beri biz bütün bir aile olarak ilk defa bir arada yolculuk yapıyoruz, gezi yapıyoruz. Ve Goethe yapacağını yine yaptı ve bu aileyi davet etti, ağırladı Weimar’da. “Salve Goethe”.

Biz Faytonla gittik oraya. Yaya gidenlerin bizden karlı çıktığını geriye dönüşümüzde anladık. Gençler Tatari Osman Aziz Efendi ile karşılaşmışlar yolda. Selam kelamdan sonra, hatıralar yadedilmiş, birlikte fotoğraflar çektirilmiş. Weimar’da bir Tatar Türkü.  Ne zaman oraya geldiği ve ne zaman öldüğüyle ilgili henüz bir kayıta raslayamadık. Allah rahmet eylesin.

Buchenwald ne kadarda içimizi karartsa da cem ederek kıldığımız öğle ve ikindi namazının verdiği enerji, kısa süre sonra herkesin biraz olsun kendine gelmesine vesile oldu. Duamızı yaptık ve döndürdük yüzümüz Berlin’e.
Sırasıyla her arkadaş Weimar’ı anlattı. Algılamalar tabiatıyla değişikti. O kadar heyacanlıydı ki arkadaşlar sanki hâlâ Weimar’daydılar. Memnuniyetleri, teşekkürleri; mutluluklarının dışa yansımasıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder