Muharrem
ayındayız, bu vesile ile Hz.Hüseyin ve Kerbelâ'yı yeniden
anlamak gerekir. Kerbelâ olayının İslâm tarihindeki yeri ve
sonuçlarını Prof.Dr.Adem Apak yazmış, çok da güzel yazmış.
Bana düşen bu araştırmayı okuyucularımın istifadesine
sunmaktı. Ben de öyle yapıyorum:
Kerbelâ
hadisesi sadece siyasî neticeler doğurmamış, politik nitelikli
başlayan Şia hareketi ideolojisini belirleyen en önemli âmil
olarak kabul edilmiştir. Şiilik bundan sonra sadece Ali taraftarı
olma boyutunu aşmış, ona bağlı olanları, Müslümanları
yönetmeyi Hz. Ali evladının devredilmez hakkı olduğu inancını
bir dinî hüküm olarak kabul eden bir grup haline getirmiştir.
Şiiler, Emevîlerin veraset yoluyla iktidarın devri anlayışına
tepki olarak hilâfetin sadece Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı
olduğu tezini savunmaya, hatta bunu bir akîde olarak benimsemeye
başlamışlardır. Nitekim daha sonraki süreçte Ehl-i Beyt adına
atılan bütün siyasi adımların ve fikrî temellendirmelerin
referans noktası Kerbela hadisesi olmuştur. Hulasa Hz. Hüseyin'in
şehit edilmesi Şia mezhebinin siyasi hayat kaynağı, adeta doğum
tarihi olarak telakki edilmiştir. Nitekim Şiiliğin temel şahsiyeti
ve hareket noktası resmiyette Hz. Ali olmakla birlikte, bu olay
sebebiyle Hz. Hüseyin'in adı daha öne çıkmıştır. Şiiler
tarafından Hz. Hüseyin'in şehit edildiği tarih büyük
ihtifallerle hatırlanır ve görkemli törenler yapılırken Hz.
Ali'nin şehit edilmesi hadisesi ve yıldönümü aynı ilgiyi
hiçbir zaman görmemiştir. Gerçekten günümüzde de İmâmiyye'nin
gönül ve duygu dünyasını Hz. Hüseyin sevgisi yönlendirmektedir.
Onun trajik sonu İslam edebiyatında başlı başına bir tür
oluşturmuş ve özellikle taziye törenlerinde okutulmak üzere
"maktel", "Maktel-i Hüseyin" adı verilen mersiyeler kaleme
alınmıştır.
Hz.
Hüseyin'in Emevî yönetimine karşı harekete geçmesinin sebebi
olarak, tek başına Kûfelilerin davetlerini göstermek doğru
olmaz. Zira o, daha kendisine herhangi bir mektup ulaşmadan
Medine'den ayrılıp Mekke'ye gitmiş, şûrâ ve seçim
prensiplerine aykırı olarak kendisini halife ilan ettiği için
Yezid'in meşruiyetini kabul etmemiştir.
Muaviye'nin
ölümünden sonra Yezid'in halife olmasıyla birlikte Kûfe'deki
yönetim muhalifleri, derhal harekete geçerek Mekke'de bulunan Hz.
Hüseyin'i şehirlerine davet etmeyi kararlaştırdılar. Bu amaçla
Kûfe'deki muhalifler Süleyman b. Surad'ın evinde toplanarak
Hz. Hüseyin'e hitaben bir mektup kaleme aldılar. Mektupta, onu
Kûfe'ye gelerek dağınık durumda olan insanları Yezid'e karşı
toplamaya çağırıyorlar, şayet gelirse kendisini halife ilan
ederek Yezid'e karşı savaşacaklarına dair söz veriyorlardı.
[1]
Bu
mektubu benzer talep ve vaatler taşıyan başka davet yazıları
takip etti. Hz. Hüseyin, gelen çağrıların yoğunlaşması
üzerine Kûfelilere hitaben şöyle bir cevap yazdı: "Bütün
anlattıklarınızı anlamış durumdayım. Sizlere amcamın oğlu
Müslim'i gönderiyorum. Ona halinizi, durumunuzu ve görüşlerinizi
bana yazmasını emrettim. Eğer o da sizin ileri gelenlerinizin bana
gönderdikleri haberlerdeki görüşler etrafında birleşmiş
olduklarını yazacak olursa Allah'ın izniyle pek yakında
yanınızda olurum." [2]
Iraklılar,
Hz. Ali'ye destek vererek başlattıkları iktidar mücadelesini,
Muaviye'nin liderliğinde hareket eden Suriyeliler karşısında
kaybetmişlerdi. Bunun sonucu olarak devletin merkezi, dolayısıyla
hazinesi Kûfe'den Dımaşk'e nakledildi. Daha önce kendilerini
devletin asıl sahibi gören Iraklılar yeni şartlarda yönetime
bağlı sıradan bir eyalet statüsüne indiler. Onların
fethettikleri büyük arazilerin gelirleri artık Şamlıların
kontrolüne girmişti. Iraklılar ise yönetimin keyfî tavrına göre
bazen artırılan bazen azaltılan bazen de tamamen kesilen, hiçbir
zaman da Şamlıların seviyesine ulaşamayan maaşlarla yetinmek
zorunda kalmışlardı. Bu şartlar eski başkentin gururlu
sakinlerini son derece rahatsız ediyor, onların yönetime karşı
kinlerini daha da artırıyordu. Onlar bu rahatsızlıklarını
göstermek amacıyla fırsatını bulduklarında yönetime karşı
isyan ettiler. Emevîler aleyhine harekete geçmek istediklerinde ilk
önce Hz. Ali'nin çocuklarını ve torunlarını hatırladılar.
Zira gerek geçmiş günlere duyulan özlem gerekse Hz. Ali'ye
beslenen muhabbet sebebiyle Iraklıların neredeyse tamamı bu
faaliyetlere gönülden destek oluyorlardı. Ancak bu destek bir
türlü gönül desteğinden kılıç desteğine dönüşmüyordu.
Bunun neticesinde Ehl-i Beyt adına başlangıçta coşkun bir
heyecan yaratan ancak kısa sürede saman alevi gibi parlayıp sönen
kıyâmlar, Emevîlerin gücü karşısında hep etkisiz kaldı.
Bu
faaliyetlerin pek çoğu hareketin lideri konumundaki Hz. Ali evladı
için trajedi ile sonlanmıştır. İslam tarihinde bu olaylar ve
trajediler zincirinin ilk halkası, Hz. Hüseyin'in teşebbüsüne
karşı sergilenen kanlı Kerbelâ hadisesidir.
Burada
şu hususa dikkat etmek gerekir ki Hz. Hüseyin'in Emevî
yönetimine karşı harekete geçmesinin sebebi olarak, tek başına
Kûfelilerin davetlerini göstermek doğru olmaz. Zira o, daha
kendisine herhangi bir mektup ulaşmadan Medine'den ayrılıp
Mekke'ye gitmiş, şûrâ ve seçim prensiplerine aykırı şekilde
kendisini halife halife ilan ettiği için Yezid'in meşruiyetini
kabul etmemiştir. Diğer taraftan Hz. Hüseyin'in Müslümanları
idare etme konusunda kendisini Yezid'den daha ehil ve layık
gördüğü de bilinmektedir. Yezid'in fâsık ve cahil olması
sebebiyle Müslümanları yönetemeyeceği düşüncesi de onun
siyasi mücadeleye girişmesinde belirli derecede rol oynamıştır.
Hz. Hüseyin hareketinin sebepleri hakkında akla gelen bütün bu
gerekçelerle birlikte Kûfe'den gelen davet mektuplarının ona
harekete geçme konusunda cesaret verdiği, en azından onun siyasi
faaliyet alanının zamanını ve istikametini belirlediği de bir
gerçektir. [3]
Irak
halkı nazarında Emevî halîfeliği İslam toprakları ve eski
başkent Kûfe'nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak
görülmüştür.
Hz.
Hüseyin, hareket etmeden önce amcasının oğlu Müslim b. Akîl'i
Kûfe'ye gönderdi. Müslim, şehre ulaşınca halkın büyük
teveccühüyle karşılaştı. Başlangıçta Muhtar es-Sekafî'nin
evini hareket merkezi olarak belirledi. Şehrin, mülayim bir
kişiliğe sahip olan valisi Numan b. Beşîr'in müsamahasından
da istifadeyle Hz. Ali taraftarlarıyla toplantılar düzenlemeye
başladı. Gelenlerin pek çoğu Hz. Hüseyin'le birlikte
savaşacaklarına dair söz veriyorlardı. Sonuçta şehirde önemli
sayıda bir taraftar grubu toplandı. Bu gelişmeler üzerine Müslim,
şehre gelmesi için Hz. Hüseyin'e haber gönderdi. [5]
Hz.
Hüseyin'e, davet mektuplarının Kûfelilerden gelmiş olması,
esasında beklenmeyen bir durum değildir. Zira burası hem babası
Hz. Ali hem de ağabeyi Hz. Hasan'ın siyasi merkez olarak kabul
ettiği şehirdi. Üstelik Hz. Ali taraftarlarının büyük bir
kısmı burada yaşıyordu. Daha yakın zamanda Muaviye'nin gerek
Ziyâd gerekse oğlu Ubeydullah eliyle onlara yaptıkları da
zihinlerde canlılığını devam ettiriyordu. Üstelik 20 yıl
süresince Muaviye onların gönlünü almak için dahi bir kez bile
Irak'a gelmemiş, onlara iltifat etmemiştir. Bu durumda Irak halkı
nazarında Emevî halifeliği İslam toprakları ve eski başkent
Kûfe'nin üzerinde bir işgal faaliyeti olarak görülmüştür.
Netice olarak Iraklılar, Hz. Ali döneminde elde etmiş oldukları
dünyalıkları Muaviye eliyle Şamlılara kaptırmaları sebebiyle
Hz. Hüseyin vasıtasıyla bu eski imkânlarını geri alabilmek için
tekrar şanslarını denemeye karar vermişlerdir. [4]
Diğer
taraftan Kûfe'de bulunan Emevî taraftarları Yezid'e haber
gönderilerek valinin şehirde olup bitenlere kayıtsız kaldığını,
şayet Kûfe'yi elinde tutmak istiyorsa onun yerine güçlü bir
valiyi görevlendirmesi gerektiğini bildirdiler. Bunun üzerine
halifenin emriyle şehrin idaresi Basra valisi Ubeydullah b. Ziyâd'a
verildi. Yeni vali Kûfe'ye gelir gelmez halkı itaate çağıran
ve aynı zamanda tehdit içeren bir konuşma yaptı:
"Halife
beni şehrinize vali ve haraç işlerinize memur tayin etti.
Bana; mazlum olanınıza iyilik etmeyi, yoksullarınızı
doyurmayı, devlete itaat edene iyi muamele etmeyi, âsi ve
fitnecilere karşı sert davranmayı emretti. Ben burada onun
emrini uygulayacak, emirlerini yerine getireceğim.
İyilerinize karşı müşfik bir baba, itaat edenlerinize karşı
bir kardeş gibi davranacağım. Kılıç ve kırbacım; emrimi
kabul etmeyen, bana karşı çıkanların üzerinde olacaktır.
Bundan sonra herkes dilediğiniyapabilir." [6]
Valinin
bu tehdidinin ardından Müslim b. Akîl'in yanında toplanmış
olan Kûfeliler dağılmaya başladı. Bunun üzerine Müslim,
şehirde Hz. Ali taraftarlarının önderlerinden Hânî b. Urve
el-Murâdî'nin evine sığınarak Hz. Hüseyin adına
faaliyetlerini burada devam ettirmeye başladı. Vali Ubeydullah b.
Ziyâd ise onun her hareketini dikkatle takip ediyordu. Nitekim
azatlı kölelerinden birisi, Hz. Ali taraftarı görünerek,
Müslim'nin yanına gidip gelenlerle görüşmeye başladı.
Hânî'nin evine kimlerin geldiğini, burada nelerin konuşulduğunu
valiye aktardı. Ubeydullah b. Ziyâd daha sonra Hânî'yi
çağırarak gelişmeler hakkındaki fikrini sordu. Muhatabı
başlangıçta söylenenleri inkâr etmişse de azatlı köle ile
yüzleştirince Müslim b. Akîl ile ilişkisini ve evinde
gerçekleştirilen faaliyetleri itiraf etmek zorunda kaldı. Bununla
birlikte Müslim'i kendisinin çağırmadığını, onu kapısından
çeviremediği için misafir olarak tuttuğunu, şayet vali izin
verirse gidip kendisini evinden çıkaracağını söyledi. Ancak
Ubeydullah, Müslim'i kendilerine getirmesinden başka hiçbir şeye
razı olmayacağını bildirince Hânî, misafirini öldürülmek
için teslim etmesinin onur kırıcı bir davranış olacağı
gerekçesiyle bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Ubeydullah, Hânî'yi
feci bir şekilde dövdükten sonra hapse attı. [7]
Ev
sahibinin başına gelenleri haber alan Müslim b. Akîl kendisine
katılma konusunda söz verenlere haber göndererek toplanma ve
hareketlerini açıktan halka duyurma zamanının geldiğini
bildirdi. Bunun üzerine şehirdeki Hz. Ali taraftarları valilik
sarayına doğru harekete geçtiler. Toplanan insanların artmasıyla
birlikte durumun aleyhine geliştiğini gören Ubeydullah, yanında
bulunan, şehrin ileri gelenlerine, dışarı çıkarak kendi
yakınlarını topluluktan ayırmalarını, itaat edecek olanlara
mükâfat vaat etmelerini, isyan edecek olanları da korkutmalarını
istedi. Kabile reislerinin dışarıya çıkıp yakınlarına hitaben
konuşma yapmaları üzerine valilik sarayının etrafındaki
kalabalık hızla dağılmaya başladı. O kadar ki Müslim b.
Akîl'in yanında sadece 30 kişilik bir grup kaldı. Onların da
kısa süre sonra yanından ayrılmaları üzerine Müslim ne
yapacağını bilemeden şehrin sokaklarına daldı. Nihayet Kinde
kabilesine mensup Tav'a isimli yaşlı bir kadının evine sığındı.
Diğer taraftan vali, yatsı namazından sonra halka hitaben bir
konuşma yaparak Müslim'i himaye edeni şiddetli bir şekilde
cezalandıracağını, onu kendisine getiren veya yerini bildirenlere
ise ödül vereceğini ilan etti. Aynı anda valinin muhafızları
tarafından şehrin bütün çıkış kapıları tutularak evlerde
arama yapılmaya başlandı. [8]
Ertesi
günün sabahında Müslim'in, evine sığındığı yaşlı
kadının oğlu, onun kendi evlerinde saklandığını valiye haber
verdi. Bunun üzerine Müslim yakalanıp valinin huzuruna getirildi.
Daha sonra da sarayın damına çıkarılarak burada öldürüldü.
Onun ardından daha önce tutuklanmış olan Hânî b. Urve de
valinin emriyle katledildi. (H.9 Zilhicce 60 / M.10 Eylül 680) [9]
Devam
edecek...
Rüştü Kam
[1]
Ebû Mihnef, Maktelü'l-İmam el-Hüseyn, (thk. Hasen Abullah
Ebû Salih), ? 1997, s. 17; Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl,(nşr.
Ömer Faruk Tabbâ), Beyrut ts. (Dâru'l-Erkam), s. 207-208, 212;
Ya‘kûbî, Tarih,I-II, Beyrut 1960, II, 241-242; Mes‘ûdî,
Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk.Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır
1964, III, 64; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye,I-XIV,
Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü'l-Meârif--Mektebetü'n-Nasr),
VIII,151-152.
[2]
İbn Kuteybe, el-İmâme ve's-Siyâse,(thk. Tâhâ Muhammed
Zeynî), I-II, Kâhire 1967, II, 4; Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl,
s. 212-213; Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk,(thk. Muhammed
Ebu'l-Fadl İbrahim), I-XI, Bey-rut ts. (Dâru's-Süveydân),
Tarih, V, 347-348; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih,I-IX,
Beyrut 1986, III, 266-267.
[3]
Bu konuda bilgi ve değerlendirmeler için bk. Demircan, Adnan,
İslam Tarihinin İlk Asrında İktidar Müca-delesi, İstanbul 1996,
s. 339-350; Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife
Yezid b. Muaviye, İstanbul 2001, s. 215-222.
[4]
Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslam Tarihi, (çev. Hayrettin
Yücesoy), İstanbul 1991, s. 113; Vida, Della, "Emevîler", İA,
IV, 243.
[5]
Ebû Mihnef, Maktelü Huseyn, s. 19; İbn Kuteybe, el-İmâme, II,
4; Ya‘kûbî, Tarih, II, 242; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam fî
Tarihi'l-Ümem ve'l-Mülûk,(thk. Muhammed Abdülkadir
Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Bey-rut 1992, V, 325; İbn
Kesîr, el-Bidâye, VIII, 152.
[6]
Halîfe b. Hayyât, Tarih, (thk. Süheyl Zekkâr), I-II, Beyrut
1993, s. 176; Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl, s. 213-215;
Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, III, 64; İbnü'l-Cevzî,
el-Muntazam, V, 326; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 267-269; İbn
Kesîr,el-Bidâye, VIII, 152-154.
[7]
İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 4-5; Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl,
s. 215-219; Ya‘kûbî, Tarih, II, 243; İbn
Abdi-rabbih,KitabuIkdi'l-Ferîd, I-VII, Kâhire 1965, IV, 378;
Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, III, 66-67; İbn Kesîr, el-Bidâye,
VIII, 154-155.
[8]
Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl, s.220-221; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 243; Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, III, 67-68; İbn
Kesîr,el-Bidâye, VIII, 155.
[9]
Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 176; İbn Kuteybe, el-İmâme, II,
5; Dineverî, el-Ahbâru't-Tıvâl, s. 221-223; Ya‘kûbî,Tarih,
II, 243; Taberî, Tarih, V, 347-393; İbn Abdirabbih,
el-Ikdü'l-Ferîd, IV, 378-379; Mes‘ûdî, Mürûcü'z-Zeheb,
III, 68-70; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, V, 326-327; İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil, III, 269-275; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 155-157.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder