BİR TÜCCARIN KÂRI % 36 DAN %2,5'ĞA DÜŞMÜŞSE,
YA MALI KALİTESİZDİR, YA DA PAZARLAMACI EHİL DEĞİLDİR
"Bu yazıyı yazan yapılan iyiliğin
karşılığını Allah'ın vereceğini bilen bir kişidir. Onun anlatmak istediği, Allah'ın
değil kulun verecekleri ile ilgilidir." "Ya Muhammed sana tabi
olanlara kanadını indir" buyruğunun muhataplarının neler yapması
gerektiğinin peşindedir o. Yazıyı lütfen bu anlayış çerçevesinde okuyun.
"Bir çiçek ile bahar olmaz, ancak o
çiçek olmasa bahar başlamaz."
"Heyecanınız nerede sizin! Kime
söylüyorum ben!..."
Söze böyle başladı 14 yıl sonra Hocamız
Berlin'de. Kırk yıl önce de aynı heyecanı istiyordu muhataplarından ve istediği
heyecanı buluyor ve bir kaç çiçekle birden başlatıyordu baharı. 2010 yılında
Berlin'de mevsim bahardı, yaprak dökümü başlamıştı. Baharın yeniden gelmesi
için gerekli olan o çiçek belki hiç açmayabilir. Ortada ne bağ var ne de
bağban.
40 yıl önce 17 yaşın verdiği heyecanla, yeni
bir dünya kurulurken tarafsız kalınamayacağının şuuruyla bakıyorduk dünyadaki
gelişmelere. Büyük Doğu Nesli diyorlardı o zaman bizlere. Sakarya'nın ayağa
kalkmasını istiyorduk: Çünkü o yüzüstü çok sürünmüştü. O ayağa kalkarsa bizler
de ayağa kalkabilecektik. Salon programlarında Üstad Necip Fazıl Kısakürek
"Ben bir genç arıyorum, gençlikte köprübaşı" diye tanımlıyordu bu
gençliği. Üstadın aradığı genç biz olabilirdik, olmalıydık, bu inançla ve bu
azimle çalışıyorduk gece gündüz demeden sokakta, dernekte, okulda.
Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çatısı
altında sürdürüyorduk çalışmalarımızı. Her hafta seminerler veriliyordu. Milli
Türk Talebe Birliği sağduyulu gençler için hayat mektebiydi. Şiirler
ezberleniyordu, piyesler sahneleniyordu, dergiler çıkarılıyor, bildiriler
dağıtılıyordu, kahramanlık türküleri söyleniyordu orada. İçinde bulunduğumuz
ortam bu şiirlerin ve sahneye konan piyeslerin millî ve dini içerikli olmasını
icap ettiriyordu.
Mehmet Akif Ersoy dememiş miydi, "Asımın
nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi namusunu,
çiğnetmeyecek" diye. İşte biz o namusunu çiğnetmeyecek olan nesildik.
Olaylar bizleri böyle düşünmeye sevk ediyordu.
Bu güzel dönemin arkasından öyle bir dönem
geldi ki; gerçekten çok korkunçtu. Kardeş kardeşine, çocuğu babasına, karısı
kocasına düşman olmuştu. O öyle bir dönemdi ki, ortaokul öğrencileri bile
politize edilmişti.
Kavramlar havalarda uçuşuyordu. ‘Sağcılık,
Solculuk, Milliyetçilik, Şeriatçılık'. Her bir kavramın içi doldurulmuştu ağa
babaları tarafından. Gençlere sadece bu düşünceleri muhataplarına servis yapmak
kalıyordu. Herkes kendi kabulünü bir şekilde gündeme getirmeli ve grubuna yeni
sempatizanlar ve üyeler kazandırmalıydı. Okulda, sokakta, pastanede ve
derneklerde hararetli tartışmalar oluyordu. Zaman zaman bu tartışmalar yerini şiddete
bile bırakabiliyordu. Sonraki zamanlarda bu şiddet içerikli kavgalar yerini
karşılıklı olarak ölümlere bırakmaya başlamıştı.
Üyelerini 1969 yılına kadar bu kavgaların
dışında tutmasını bilen M.T.T.B. , bu tarihten sonra zorlanmaya başladı.
Sahneye yeni bir siyasi parti çıkmıştı. Heyecan isteyen gençler hemen o tarafa
kanalize oluverdi. M.T.T.B' yi tamamen içlerine çekemeyen bu siyasi parti,
gençlik teşkilatı olarak Akıncılar adıyla yeni bir kuruluşu hemen sahneye
çıkardı.
Akıncıların kurulmasıyla, yeni yeni
sloganlarla tanıştık. "Şeriat gelecek vahşet bitecek", "Ne
sağcıyız ne solcu, Müslümansız Müslüman", "İslâmî devlet kurulacak
elbet", "Şeriat İslâm'dır Anayasa Kur'andır "v.d.
Ortalık iyice toz duman olmuştu. Bir tarafta,
Lenin, Stalin, Mao sesleri yükseliyor, öbür tarafta Turancılık. Bu tarafta
şeriatçılık. Bu günün ulusalcısı Doğu Perinçek'i o günün hızlı Maocusuydu.
Derken, şeriat isteyenler, İslâmi devlet
isteyenler zaman zaman iktidara ortak oldular. Bu ortaklık zamanlarında, o
partileri iktidara taşıyan inançlı, saf, tertemiz olan o gençler hep dışarıda
kaldılar, unutuldular. 80 darbesinde o heyecanlı gençlerin çoğu içeri alındı,
işkencelere tabi tutuldu. İktidar nimetinden istifade eden ekâbir takımı
maalesef o gençlerin kapısını bile çalmadı. Hatta onlarla aynı cümlenin içinde
isimlerinin geçmesine bile tahammül edemediler.
Haliyle ekâbir takımı da bir süre içerde
kaldı. Ancak içerden çıkar çıkmaz, kaldıkları yerden başka isimler altında
tekrar siyaset sahnesinde yerlerini aldılar. Yeniden başladılar biz kardeşiz
demeye, birlik ve beraberlik nutukları tekrar atılmaya başlandı, maddi ve
manevi kalkınma, adil düzen konuları sanki hiç bir şey olmamış gibi yeniden
sahneye konuldu. Tek başına iktidara gelememenin sıkıntısından bahsedilerek,
gençler tekrar kazanılmaya çalışıldı.
28 Şubat'la son bulan hükümet keşke kurulmasaydı. Bu tarih o partiyi
iktidara taşıyan insanların hayallerinin bittiği tarihtir. Hiç bir şey
değişmemiştir. Ondan önceki iktidarlarla, o iktidarın arasında vaat edilen beklentiler
açısından hiç bir fark yoktur.
Değişen bir tek şey vardır; bu iktidardan sonra artık toplantılarda
tekbir çekilmeyecek alkış yapılacaktır. Şalvar giyenler şalvarını çıkaracak,
sakal bırakanlar sakallarını kesecek, çarşaf giyenler de çarşaflarını
çıkaracaktır.
Değişmeyen bir şey daha var o da Hocamızın söylemleri. Mübarek 1970 de ne
söylediyse 2010 da da onları söylüyordu. "Avrupalının tuvaleti
bilmediğini, yüzünü lavabonun deliğini kapatarak aynı suyla yıkadığını,
yıkanmadıklarını, Goethe'nin bile seneden seneye yıkandığını" söylüyordu
kendisini dinlemeye gelenlere, Nisan 2010 yılında Berlin'de Hocamız.
Buna mukabil Müslümanların o çağlarda, sıfırı
bulduklarını, cebir'i bulduklarını, astromide fevkalade yollar kat ettiklerini
anlatarak o günün Müslümanlarının Avrupalıdan ne kadar ilerde olduklarını 2010
yılında Avrupa'da yaşayan dinleyicilerine anlatıyordu. Hocamızın kırk yıldan
beri anlattığı bu bilgiler elbette doğruydu.
Ancak doğru olmayan bir şey var, o da
hocamızın Avrupalıları tarihe mahkûm ederken, günümüz Müslümanlarını provoke
etmesidir, bu doğru değildir. Doğrusunu isterseniz, Avrupa'da yaşayan bu
insanlara Avrupalıları hedef göstermek hocamıza hiç yakışmadı.
Sonra Avrupalılar, tarihlerinde ne varsa onu
inkâr etmiyorlar. Hatta hocamızın da söylediği gibi müzelerde geçmişlerini
teşhir etmekten çekinmiyorlar. Biz eskiden böyleymişiz diyorlar.
Peki, o sıfırı bulan, cebir'i bulan insanlar
bu gün ne durumdadır. Bu günün müslümanının hangi artı değerin altında imzası
var? Sıfır ve cebir gibi ilimleri bulan o Müslümanların varisleri neden bugünkü
teknik seviyeyi yakalayamadılar. Sıfırı Müslümanlardan alan Avrupalılar sıfır
sayesinde bugünkü teknik seviyeyi yakalarken o varisler ne ile meşgul oluyordu?
Tuvaleti Müslümanlardan alan, yıkanmayı
Müslümanlardan öğrenen Avrupalının dört odalı evlerinde bugün iki tuvalet ve
iki banyo bulunuyor. Umuma açık olan tuvaletleri bile pırıl pırıl oluyor
Avrupalının. Ama tuvaleti Avrupalılara öğreten Müslümanların camilerindeki
tuvaletlerine pislikten, kokudan girilmiyor. Umuma açık olan yerlerde ki
tuvaletleri ise hiç sormayın.
Geçmişle övünmek elbette güzeldir. Gururumuzu
kabartır. Kendimize olan güveni artırır. Ancak geçmişin güzelliği o insanların
güzelliği ile ilgilidir. Orada kalır.
Bizi ilgilendirmesi gereken bizim
güzelliğimiz olmalıdır. Dünya insanlığına mal olmuş hangi başarılı projenin
altında günümüz Müslümanlarının imzası vardır? Günümüz Müslümanlarının dünya
çapında yetiştirdiği kaç tane ilim adamı vardır?
Hangi müslümanın Müslümanlığı, bu günün
insanına örnek olarak gösterilebilir güzelliktedir. 50 seneden beri Avrupa'da
yaşayan Müslümanların yaşantısının, kendilerine örnek teşkil etmesinden dolayı
kaç tane Avrupalı, sırf bu yüzden İslâm'ı din olarak seçmiştir?
Hocamızın cemaatinde parmakla
gösterilebilecek kaç tane örnek Müslüman vardır: İnsani davranışlarda örnek,
ticaret ahlakında örnek, aile yapısında örnek, konuşmasında örnek,
paylaşımcılıkta örnek, ilimde örnek, güzel sanatlarda örnek, insan haklarına
saygılı olmakta örnek, kaç tane Müslüman vardır o cemaatte?
Liderler ve toplum mühendisleri, öncelikle
kendi mensuplarının arasında adaleti sağlamalıdır. Kendi içlerinde ki
eksiklikleri gidermelidir. Söylemleri İslâm'ın güzelliğine yakışır güzellikte
olmalıdır.
"Gidin Firavuna anlatın, ama en güzel
şekilde anlatın" ilahi buyruğuyla paralellik arz etmelidir.
"Onların putlarına küfretmeyin ki, sizin
İlahınıza küfretmesinler" uyarısına ters düşmemelidir.
"Bir topluluğa olan kininiz sizi
adaletten ayırmasın" anlayışına uygun olmalıdır.
"Birbirinizin ayıplarını
araştırmayın" , "Birbirinizi kötü lakaplarla da çağırmayın"
uyarısına muhalif olmamalıdır. Yoksa inandırıcılığınız kaybolur.
Bir tüccarın kârı yüzde otuz altıdan yüzde
iki buçuğa düşmüşse, ya malı kötüdür, ya da malını pazarlayamıyordur. Kaliteli
mal her zaman alıcı bulur ve o mal her zaman aranan maldır ve piyasası da
vardır.
Geriye dönüp baktığım zaman yaşananlar filim
şeridi gibi geçiriyor gözümün önünden. Tekrar yaşıyorum o günleri. Geride kalan
kocaman kırk yıl.
Bu süre içinde; Büyük Doğu Nesli kaybolmuş.
Sakarya yüz üstü bırakılmış. Asımın nesli tırpanlanmış, paramparça olmuş. Lime
lime doğramışlar onun idealini siyaset tacirleri. Şimdi Asım, bu kırk yılın
hesabını kimden soracak...
Rüştü Kam
Yorumlar (6)
|
|
1 Bu yazı ya kitap yazılır
Yazan Bahattin Omurcan, 16-02-2011 20:59 Sayın: Rüştü Hocam Bu yazıya ciltler dolusu kıtap bile yazılır, Çok haklı gerekcelerle kırk yılı yorumlamış ve yanlış olanlarıda hatırlatarak bizlere bu emeği harcadığınızdan dolayı sizlere teşekkürler borçluyuz şahsım adına diyorum. Biz halk ve fertler olarak işaret ettiğiniz Siyaset tacirlerine dikkat etmediğimiz müddetce Asımlar olarak kimseden hesap sormak biraz zor olacak kanısındayım. Sürcü lisanım olduysa aff..ola.. Saygılarımla Bahattin Omurcan |
2 Cesur olmak lazım
Yazan Rüştü Kam, 06-05-2010 09:33 Sayın hasen, inandığınız davayı isminizi gizleyerek savunamazsınız. İsmini gizleyen insanlar davalarını savunmakta takiye yapanlardır. Takiyeciler tehlikeli insanlardır. Ne zaman ne yapacakları belli olmaz. Allah onların şerrinden muhafaza eylesin... Şeffaf olmayı deneyin, şeffaflıktan zarar gelmez. |
3 ahde vefa
Yazan hasen, 05-05-2010 14:16 muhterem hocamizla uzun zamandan sonra Berlin'de tekrar bir araya gelmek ve onu 40 sene önceki heyacanla dinlemek gercekten büyük bir olaydi. Avrupa'da yasamakta olan müslümanlar acisindan önemli sosyal,kültürel ve dini faaliyetlerin temelinde Milli Görüs oldugu gibi, dünya müslümanlarinin esas teskil eden konularinda da yine Milli Görüs receteleri vardir. Buna örnek D8'ler dünya projisi gösterilebilir. Nasil Istanbul'u 1453'de fetheden, Ayasofyayi camii olarak müslümanlarin ibdatine actiktan sonra; burasi ilelebet camii kalacaktir ve muhtemelen kapatanlar ve de tekrar camii olarak acmayanlarin omuzlarina bir vebal yüklemisse, ayni sekilde Milli Görüs Lideri Muhterem Erbakan Hocamizin'da yillardan beri bu davayi bizlere her seferinde anlattigi gibi kendi ömrünü de dur durak bilmeden ve bin bir türlü engellemere ragmen mücadele ederek gecirmis ve halen de mücadelesine bir Eyup El-Ensari misali devam etmektedir. Yillardir bizler bu dava icin üzerimize düsen görevleri yerine getirip getirmeme noktasinda samimi bir sekilde muhasebemimiz yapmamiz gerekmez mi? Elbette bizler bunu yapmaliyiz ve ondan sonra baskalari hakkinda daha adilane degerlendirme yapabiliriz. Selam ve dua ile ... |
4 müslümanlarda güven bunaliminin 40.yili
Yazan Mustafa Eksi, 01-05-2010 04:03 Gercekleri bilen kisiler o gercekleri ve tecrubeleri gelecege aktarmasi kadar dogal bisey olamaz. Tabiki bazi gercekler bir kisim icin agir gelebilir fakat zaman icinde edilenen tecrubelerden yararlanmak sanirim herkesin hakki. 40 yil süre icinde Almanyada ve sehirlerinde yasananlar müslümanlar acisindan hangi noktaya gelmistir bunuda sorgulamak gerek . Muhasebeyi yaparken tecrubelerden yararlanmak ve gelecekte ayni hatalari yapmamak sarttir. 40 yildir yapilan hatalar bircok müslümani kendi insanina güvenmez hatta din kardesinin sözune itimat etmez hale getirmistir.Verilen sözler yerine getirilmemis insanlarimizin hem manen hem madden zararlara ugratilmistir bunun örneklerini gördük ve yasadik. Lakin müslümanlar yani bizler ayni yerden ari sokma vakasini yasayan nadir milletlerdeniz. Dilegim yasanan negativ olaylarin tarihten yazili basindan faydalanarak böylece üst üste ayni yerden ari sokma vakasini yasamamaktir. yapilan kritiklerden sonra muhasebe yapmak gelecege daha güvenle bakmak hayatin her alaninda isimizi kolaylastircaktir. önumuzdeki 40 yilda bu is daha farkli noktalara guzel noktalara tasinilmali. |
5 Bişrev
Yazan yunus KAM, 30-04-2010 12:24 Yazınzı okuma fırsatım ilk defa oldu.Önemli bir yazı benim anlamadıgım su madem biz sorunlarımızı biliyoruz ve kağıda kaleme dmküyoruzda neden bir türlü işleve sokamıyoruz. Bu neye benziyor biliyor musunuz Zenginin parası züğürtün çenesini yorarmış aynen bu.Yani işlevsellik yok ya da birileri tarafından englleniyor.Bir Dip not gecmek isityorum ..Benim yasım gereği cekilen çileleri ve yaşanan olumsuklukları yaşamadım ihtilaller sokağa cıkma yasakları vs.. sizin gibi elit zatlardan ve internetten en önemlisi babamın bana sempoze ettiği bilgilerden biliyorum iyi varsınız ki artık bizde bişeyler aktaracağımız bilgilerimiz var yazılarınızı bundan böyle takip edeceğim saygılar |
6 Kirk yil sonra is buraya gelmemeliydi
Yazan HikmetYilmaz, 28-04-2010 23:01 Selam Rüstü bey, yaptiginiz kirk yilin analizini okurken beni o yillara götürdünüz,üzerime sanki hüzünlü bulutlar cöktü.O kardes kavgalarini istemeyerek de olsa hatirladim,üzüldüm o genc yasta hayatlarini kaybedenlere.Allah bir daha böyle günler yasatmasin.Amin.Tespitlerinize aynen katiliyorum.Müslümanlarin gecmisleriyle övünmekten baska bir seyleri yok,cok yazik .Bu kirk yildaki siyasi hareketin de Müslümanlara ne getirdigi acik ve secik.sizin de belirttiginiz gibi sadece yüzde 2,5.Dogru tespitinize üzülerek katiliyorum. Sadece bu da degil.Günümüz Müslümanlarinda o eski samimi duygular,ihlas da yok.ve heyecanlarinida yitirmisler. Bunlarin sorumlulari ne yazikki hesap vermekten uzak,sanki hicbirsey olmamis gibi davraniyorlar ,cok yazik.Neyse lafi fazla uzatmayayim,Kirk yilin özetini cok güzel yorumlamissiniz.Tespitleriniz aci ama cok yerinde,dogru.Nedense hesap vermesi gerekenlerde kendilerini sorumlu görmüyor.Insanimizin duyarli olmasi vede hesap sormasi gerek.Yaptiginiz bu calisma icin cok tesekkür ediyorum,sagolun varolun. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder