2 Şubat 2015 Pazartesi

EVLİLİK, BOŞANMA ve BEL’AMLAR (I)

Müslümanlar günümüzde evlilik ve boşanma konularında sıkıntı çekmektedirler. Dini önderler bu ve benzeri konularda Müslümanlara yardımcı olamıyorlar. İmam nikâhı, birden fazla eşlilik, boşanma, faiz, miras taksimi, kadının şahitliği, ehli kitapla olan münasebetler, recm ( zina yapanların taşlayarak öldürülmesi) gibi konular bunlardandır. 
İmam nikâhıyla yapılan evliliklerin meşru sayılması, nikâh yapılırken Mehir belirlenmesi, “3’ten dokuza şart olsun, boşol boşol boşol” diyerek kadınları boşamak, toplumda ciddi sıkıntılar doğurmaktadır.
Müslümanlar Kur’an’a mı uyacaklar, yoksa yaşadıkları ülkelerin kanunlarına mı tabi olacaklar? Sıkıntılı bir durum. Belirsizlikler istismara da kapı aralıyor. Mesela, İslâmi duyarlılığı olmayan Müslümanların, miras taksimi konusunda, birden fazla eşle evlenme ve erkeğe boşama hakkı verilmesi konularında bilhassa erkeklerin birden bire Müslümanlaşıvermesi gözden kaçmıyor. “Kur’an ne diyorsa onu yapalım, biz Müslüman insanlarız” gibi sözler Müslüman (!) erkeklerin dudaklarından dökülüveriyor. Başımdan geçen birkaç örnekle konuyu detaylandırmak isterim:

Problem

Hof’tayım
1993 yılında Nürnberg’in Hof şehrine teşkilat (IGMG) çalışması için gitmiştim. Çalışma bittikten sonra yanıma cemaatten birisi yaklaştı ve beni evinde misafir etmek istediğini söyledi. Cami derneği başkanı müsaade etmedi. Ancak o şahıs ısrar etti. “Başkanım durumumuzu biliyorsun, hocam ile konuşmam gereken özel meselelerim var” dedi. Başkan müsaade verdikten sonra eve gittik.
Çay kahve faslından sonra ev sahibi suç işlemiş gibi, mahcup bir şekilde elini dizlerinin üzerine koydu, başını önüne eğdi ve “Hocam bizim başımızda büyük bir bela var, her gelen hocaya soruyorum bana bir çıkış yolu göstermiyorlar. Ne yapacağımızı şaşırdık. Sizin görüşlerinizin farklı olduğunu duyuyoruz. Ayrıca genel merkezden bir tanıdık, bu konuyu sizin çözebileceğinizi söyledi bana. Bugün sizi evime misafir edişimin asıl sebebi budur.”  dedi.

Anlattı olan biteni, bir taraftan anlatıyor, bir taraftan da ağlıyordu: “Müslüman çocuktur, cami cemaatindendir, evlendikten sonra meslek yapar,  bir iş tutar, geçinip giderler dedim ve kızımı verdim delikanlıya. Rahat konuşsunlar birbirlerini iyi tanısınlar diye hemen imam nikâhı da yaptık. Bir sene sonra düğün yapacaktık. Ancak bu arada, kızım evlenmekten vazgeçti. Zaten gönülsüz vermiştim. Kızımın bu kararını içine sindiremeyen damat, intikam almak için kızımı bir türlü boşamıyor. “Senin nikâhın bende, asla boşamam seni diyor.” Aradan üç sene geçti. Boşanamadığı için de kızımı başkalarıyla evlendiremiyorum. Bize böyle öğretti hocalar. Biz de inandık.
Damat ise başka bir kızla evlendi. Çocukları bile var. Benim kızım kaldı ortada. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım.” bana bir yol göster hocam…

Benzer bir örnek de Berlin’de başıma geldi
Sene 1986. Bopp Str. 4 numarada oturuyorum. Tek oda. Köşede kocaman bir soba var. Ama odayı ısıtamıyor. Çünkü evin altından yol geçiyor. Tuvaleti merdiven aralığında.

Üst katta Recai Şentürk ve Şerafettin Lekesiz oturuyorlar. Sahur yemeklerini birlikte yiyoruz. Bir gün sahur yemeğinde Recai; “Hocam bu arkadaş (Şerafettin Lekesiz) üçten 9 a şart olsun demiş ve hanımını boşamış. Şimdi ayrı yaşıyorlar. Çocukları da var. Hanımını da çok seviyor. Bir gün iş dönüşü annesi doldurmuş bunu, bu da o öfkeyle “Üçten dokuza şart olsun, boşol, boşol, boşol” demiş ve boşayıvermiş hanımını o öfkeyle. Oysa hanımını çok seviyor. Şimdi çok pişman, ancak hanımına dönemiyor. Mahalle baskısından korkuyor. Fetva arıyor. Onu da bulamıyor.
Çünkü, dinimize göre, “Üçten dokuza şart olsun” demek, kadını üç talâk ile birden boşamak demekmiş. Yâni kadını kocaya bağlayan üç katlı bağın üçünü de bir anda koparıp atmakmış. Şerafettin de bu bağları birden koparıp attığı için  hanımıyla tekrar birlikte olamazmış.
Ne kadar hoca varsa Berlin’de (Nail Dural, Yakup Taşçı, Ali kemal Saral v.b) hepsine sorduğu gibi, buraya gelip giden başka hocalara da sormuş ama, çıkış yolu bulamamış. Hocalar tekrar birleşmeleri için “hülle”* nin dışında bir çıkış yolu göstermemişler. –Şerafettin de onaylıyordu söylenenleri- Sen ne dersin bu işe hocam?” dedi.

(*) Hülle
İki hülle vardır, birisi Kur’an’ın şart koştuğu hülledir. Bakara suresi 230 bu hülleyi düzenler. Üçüncü boşanmadan sonrası için düzenlenmiştir. İkinci hülle de,  lanetlenmiş olan hülledir. Bu hüllede sahtekârlık vardır. Düzenbazlık vardır. Peygamberimiz bu hülle ile ilgili şöyle der: “Hülle yapana da, yaptırana da Allah lanet etsin.” (İbn. Mace, Taberani, Hâkim, Beyhaki)

Koca, hangi şart altında olursa olsun, karısını boşama kastı olmadan, bazen de boşama kastıyla üçten dokuza şart eder veya karısını  “birden üçe şart olsun” ifadesini kullanarak boşadığını ifade ederse, sonra da pişman olur ve karısından boşanmak istemezse;
Bu durumda bir defada üç talakla boşadığı karısını, başkasıyla evlenmedikçe, geriye alamayacağı için, sahtekârlığa başvurulur. Kadın usulen başka bir erkeğe nikâhlanır, kadın bir gece o erkeğin evinde kaldıktan sonra,  o adam kadını boşar,  kadın da böylece eski kocasına döner. İşte hülle rezaleti budur.
Din adamları (!) bu sahtekarlığa din adına cevaz vermektedirler. Bilhassa kocası ve bir yakını olmadan hacca giden kadınlara uygulanır hülle nikahı. Hacdan döndükten sonra nikahı altındaki o kadını boşamayan insanlar bilirim ben. Ahlaksızlıktır, cahilliktir ve kadın istismarıdır, din istismarıdır bu.   Cahil softalarca (Bel’amlarca) uygulanır. Müslümanın şerefiyle oynamak hiç bir kimsenin ve din görevlisinin haddi olmamalıdır. Din böyle bir uygulamaya asla cevaz vermez.

Üçüncü örnek yine Berlin’den
Berlin’de doğmuş büyümüş bir çift. Evlilikleri 4 ay sürmüş. Aileler işin içine girmiş. Ayrılmışlar. Kayınvalide ve kayın baba aynı apartmanda oturuyorlar. Kız tarafı nikâh sırasında mahalle hocasının (DİTİB) tespit ettiği hediyelerini ve Mehirlerini istiyor. Dini nikâhlarını kıyan din görevlisi tespit edilen mihri kayıt altına almamış. Kız tarafı din görevlisinden o günkü konuşulanları kağıda dökmesini istiyor, hoca yaklaşmıyor. “Peki mahkemede tanıklık yapar mısın?” diyor, hoca ona da yaklaşmıyor. Kız tarafı Din Hizmetleri Ataşesi’ne başvuruyor, o da “yapacağımız bir şey yok, hocayı da anlamak lazım, böyle bir durumda o mahallede daha sonra sıkıntı çeker” diyor.
Tabiatıyla, erkek tarafı da kızın Mehirlerini ve hediyelerini vermek istemiyor. Sonunda, hem kız tarafı hem de erkek tarafı birbirlerine meydan okuyorlar. Her iki taraf da cami cemaati. Beş vakit namaz kılıyorlar. Ortada huzur ve mutluluğun tesisi için hizmet veren bir de hoca var. Müslüman kimlikli insanlar.

Çözüm
Birinci örnekte, evlilik gerçekleşmemiş. Çünkü resmi olmayan imam nikâhı hem İslâm Dini’ne hem de mevcut hukuka göre geçersiz bir nikâhtır. İslâm’a göre herhangi bir devlet kurumunun yapılan nikahı/ evliliği kayıt altına alması gerekir. Kayıt altına alınmayan bir evlilik dinen ve hukuken geçersizdir. Bundan dolayı, erkeğin “Ben seni boşamıyorum.” demesinin dinen geçerliliği yoktur. Dolayısıyla kızın başka bir erkekle evlenmesine mani bir sebep yoktur” dedim.
Konuyla ilgili ayetleri hep birlikte tekrar tekrar gözden geçirdik. Adam, hanımı ve kızı sevincinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Kız sevincinden ağlıyordu. Elleri ayaklarına dolaştı. Uzun uzun, teşekkür ettiler bana. O aileyle, uzun süre irtibatımız devam etti.

Genel Merkez’e haber benden önce ulaşmış. Sefer Ahmetoğlu deliye dönmüş gibiydi. İcra heyeti toplantısını sabırsızlıkla beklediği her halinden belliydi. İcra heyeti toplantısı gündeminin ilk maddesi benim Hof’ta verdiğim fetva. O gün başka konu konuşulmadı sayılır. Karar: “Her hafta Perşembe günleri Rüştü hoca ve Fetva heyeti bu ve benzeri konuları başkanlık divanının huzurunda tartışacaklar.” Altı ay sürdü bu tartışmalar. Bir gün Sefer Ahmetoğlu, Genel Başkan Osman Yumakoğulları’na  “Genel merkezden (IGMG) ya Rüştü Hoca gidecek ya da ben, yoksa ben bundan sonra toplantılara katılmıyorum” dedi. Fetva heyetinin diğer üyeleri de destekledi onu. Daha sonra Ahmet Seferoğlu Dortmund Anadolu Camii’ne imam olarak tayin edildi. Ben Genel Merkez’de kaldım. Ali Yüksel Genel Başkan olunca Sefer Ahmetoğlu yeniden genel merkeze geldi. Ancak, bu sefer ben gittim. Görevlendirilmek üzere Berlin Bölgesi’nin emrine verildim. Sene 1996. Hâlâ  görevlendirilmeyi bekliyorum.

İkinci örnekte evlilik gerçekleşmiş. Resmi daire,  onların evliliğini kayıt altına almış. Ancak erkek bir anlık öfkeyle karısını “boşol, boşol, boşol” diyerek geleneksel din anlayışına göre boşamış. Evlenirken iki şahit bulmak şart iken, boşanırken şahide bile ihtiyaç duyulmamış. Sonradan pişman olmuş erkek ama, bu sefer hocalar araya girmiş. “Hanımınla tekrar bir araya gelmek istiyorsan, hanımının önce başka bir erkekle evlenmesi gerekir, o kocası da boşarsa o zaman onunla evlenebilirsin. Yoksa evlenemezsin.” demişler.

Erkeğin hanımını boşama yetkisi olmaz. Boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı vardır. Aynı hakka kadın da sahiptir. Bu durumda boşanma gerçekleşmez. Çünkü, boşamayı kanun adamı yapar. Önce tarafların şahitlerini dinler, sonra kararını verir,  boşar veya boşamaz. Dinin emri böyledir. Erkek “Boşol, boşol, boşol”(**) demekle hanımını zinhar boşayamaz. Allah erkeğe böyle bir yetki vermemiştir. Allah zalim değildir, zalimleri de asla sevmez. En ilkel toplumlarda bile böylesine lakayt bir boşama olmamıştır. Son dinin mükemmel bir din olduğunu söyler Allah. Mükemmel bir dinin boşanma ile ilgili hükmü erkeğin insafına bırakılmamıştır. Taraf olan kişi hâkim olamaz. Erkeğin hangi olağan üstü özelliğinden dolayı böyle bir yetki verilsin ki kendisine? Cevabı olmayan bir sorudur bu. Uzun uzadıya açıkladım.
Bakara suresinin 227-241 ayetlerini, Talak suresinin 1-8 ayetlerini ve nisa suresinin 35’inci ayetlerini birlikte defalarca okuduk, aradan bir hafta geçti. Şerafettin Kur’an’ın ne dediğini anladı ve gereğini yaptı

Yukardaki iki örnekte, taraflar benim açıklamalarımdan mutmain oldular. Birisi evlendi, öbürü de hanımına ve çocuklarına kavuştu.
Olan Recai’ye oldu. O zaman duvar daha yıkılmamıştı, Berlin’de ev bulmak sıkıntılıydı. Şerafettin ev bulamayınca, Recai’yi evden attı. Ama Recai alınmadı bu duruma, arkadaşının içinde bulunduğu durum onu kahrediyordu zaten. Vesile olduğu için mutluydu.

Üçüncü örnekte ise, işin içine aileler girmiş, yeni kurulan ailenin fertleri kendi kararlarını kendileri veremiyorlar. Söz sahibi değiller. Aileler taraf olmuşlar. Çocukların geleceği ile ilgili kararları aileler veriyor olmuş.
Erkek tarafı mehiri(Nisa 4) mutlaka verilmesi gereken bir hak değil de, usulen belirlenen bir bedel olarak görüyor. Laf olsun torba dolsun hesabı. Kur’an’ın şahitliğini ister gibi görünseler de, uygulamaya gelince Kur’an hemen rafa kaldırılıveriyor. Tarafların insafına kalmış bir mesele.
Nikâhı kıyan din görevlisi de zaten belirli bir süreliğine gelmiş Almanya'ya, biraz Euro kazanıp geriye gidecek, mahallede rahatının bozulmasını istemediği için, adaletin gerçekleşmesine yardımcı olmuyor. Hakikati gizlemeyi kendi çıkarına daha uygun buluyor.

Ben ve erkek tarafını tanıyan bir arkadaşım, kız tarafının elçisi olarak erkek tarafına gittik. Nikah kıyan hoca ve damadın bir arkadaşı da vardı konuşmada. Damadın babasıyla camide konuştuk. Oğul yoktu orada, baba olmasını da istemedi zaten. Ancak olumlu bir sonuç alamadık. Damadın babası neredeyse bizi kovacaktı camiden.

Bu ailelere tavsiyem, bilhassa kız tarafı mahkemeye gidip haklarını aramalıdır. Bilhassa mihir konusunda dini işin içine sokmamak gerekiyor. Madde bir yerde işin içine giriyorsa, orada din mutlaka istismar ediliyor. Bu istismarı, Müslüman da yapıyor, Müslümanların önüne geçip de onlara namaz kıldıranlar, din adına onlara nasihatte bulunan din görevlileri de yapıyor. Müslümanlar Yaratan’a değil de para atana hizmet ettikleri sürece bu durum böyle devam edecektir. Kur’an böyle din adamlarına “Kitap yüklü merkep” (Cuma 5) diyor, "Allah'ın ayetlerini az bir menfaat karşılığında satanlar…"(Maide 44) diyor. Bir anlamda “Bel’am” lardır bunlar.

Tehditler

Bu uygulamalarımdan dolayı hocalar bana tehditler savurmaya başladılar. Şerafettin’in ve ailesinin birleşmeleri, Berlin’de hemen duyulmuş. Yakup Taşçı Mevlana Camii kürsüsünden benim bu insanlara zina yaptırdığımı anlatmış. Ne mezhepsizliğim kalmış ne de reformistliğim. Cemaatten bazıları geldiler sordular, “Doğru mudur hocam bu yaptığın?” Dediler. Onlara da anlattım, ikna oldular. Ancak fitneciler boş durmadı. Şerafettin’in amcası Mehmet Lekesiz Mevlana Camii’inde bana saldırdı. Küfürler savurdu caminin içinde, araya girdiler, ayırdılar.

Daha sonra, İslâm Federasyonu başkanı Nail Dural tarafından hesaba çekildim. “Sen kim oluyorsun, müçtehit misin? Müçtehit olmanın şartları vardır. Kur’an’ı bizler anlayamayız. O mücmel (anlaşılmaz) bir kitaptır. Büyük büyük âlimler bilememiş bu işin böyle olduğunu da, sen biliyorsun öyle mi? Derhal verdiğin fetvadan vazgeçeceksin ve bu kararını da açıklayacaksın…” Tehditler sürdü gitti. Beni dinlemedi bile.

Bu olaydan sonra aynı durumda olan Azeri bir kişi daha bana gelmişti. Meğer onlara da aynı fetvayı vermiş Nail Dural. Tabii karizması sıfırlanmış. Koskoca İslâm Federasyonu başkanının fetvasının üzerine fetva vermişim. Olacak şey mi?
Berlin İslâm toplumu Milli Görüş Teşkilatlarında (IGMG) deprem etkisi yaptı bu olaylar. Müçtehit olmadığımdan dem vurdular, mezhepsiz dediler, reformist dediler, Atatürkçü hoca dediler, daha neler demediler ki;…

Kur’an’da “Bel’am” karakteri zikredilir. Önemli bir karakterdir. Bunlar işte o karakterlerdir. Sayısı çoktur bunların. Müslümanların çektiği sıkıntılar bu karakterlerin yüzündendir.
Rivayetlere göre Bel’am b.Baura isimli kişi Hz.Musa zamanında yaşamış, Hz. Musa’ya iman etmiş ama daha sonraları tercihini Firavun‘un iktidarından yana koymuş, Hz. Musa’ya cephe almış ve Firavun ’un sisteminin ayakta kalması için Fravun’a dinsel anlamda dayanak olmuş. (Araf 175-176)

Devam edecek

Rüştü Kam
Ha-ber.com 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder