"Geldim, gördüm, yazdım" 2015
“Mektup yazarum mektup / Üzerini pullama / Ben yazarken ağladum / Sen okurken ağlama”
Ani’den bizi o onurlu çocuklar, geçmiş 22
medeniyetten süzülüp gelen halkın çocukları uğurladı. Hoşcakal Ani. 48
km. ilerde Kars şehri var. Orada konaklayacağız. Ani üzerinde yapılan
yorumların hararetiyle Kars’a geldiğimizi fark etmedik. Şehre girerken
Yaşar Cimşit aldı mikrofonu eline, anlattı Kars’ı bize: “İmam Hatip
Lisesi’ni Kars’ta okudum. O zamandan bu zamana fazla bir değişiklik
olmamış Kars’ta.
Kars’ın peyniri, hele kaşar peyniri,
küflü peyniri ve balı çok meşhurdur. Kars'ın kazı da meşhurdur. Kars
ekonomisi bu ürünler üzerinden dönüyor dersek abartmış olmayız. Kars’ın
bir tane önemli caddesi vardır, ziyaret dönüşü alışverişimizi oradan
yapabiliriz.”
Rehberimizin planına göre, gün
batmadan Hasan Harakani’nin türbesini ziyaret etmemiz gerekiyor.
İsteyenler Kars Kalesi’ne de çıkabilecektir. Daha otele yerleşmeden
Yasin çekti bayrağı, istikamet Hasan Harakani türbesi. Hasan
Harakani’yi anlattı Yasin. ‘Eksik kalmış bir bilgi var mı hocam?’ diye
de sordu bana. Dini bir motif olduğu için saygısından sordu mutlaka.
Anlattıkları yeterliydi. Teşekkür ettim.
Önceki gezilerimizde de rehberlerin
anlattığı konulara ilavelerde bulunmadım. Ben rehberlere müdahil olmam.
Eksik anlattın, şurası yanlıştı demek saygısızlık olur. Ancak ikinci
bir versiyonu varsa anlatılan konuların, onu anlatırım. Urfa’da Hz.
İbrahim ve Eyüp Peygamber ile ilgili kinci versiyonlar vardı,
rehberimiz İmran’dan izin isteyerek anlattım. Bu gezimizde de Mustafa
Kemal’in Samsun’a çıkışı ve Topal Osman’ın hikayesiyle ilgili ikinci
versiyon vardı. Ancak zaman bulup da ikinci versiyonları anlatamadım.
Hasan Harakani
Hasan Harakani, Selçuklu Sultanı
Alparslan’dan(1064) 40 yıl önce Kar’sa gelmiş ve Anadolu’nun
Müslümanlaşması için gönüllerin fethiyle uğraşmış bir tebliğci, derviş,
Allah dostu, akıncı, ne derseniz, hangi sıfatı yakıştırırsanız işte o
dur Hasan Harakani.
İran'ın, Bistâm şehri yakınlarındaki
'Harakân' köyünde 962 yılında doğmuş. Ünlü mutasavvıf Beyazid
Bistâmî'nin rahle-i tedrisatından geçmiş. O’nun manevi terbiyesi altında
yetişmiş bir mücahittir, gönül dostudur. Mezarı 1580’de Vezir Mustafa
Paşa’nın memur olduğu Acem seferi esnasında Kars yakınlarında bulunmuş.
Gazneli Mahmud başta olmak üzere İbn-i Sina gibi ünlü filozoflar
tarafından ziyaret edilmiş bir kişiliktir.
Kars’ta kendi adına bir külliye
yapılmış. Bu külliye, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından (‘93 Harbinden)
sonraki Rus hâkimiyetinde büyük zarara uğramış. Cumhuriyet’in ilanından
sonra tekrar onarılmış. Türbesinin çevresinde 21 adet daha mezar
bulunmakta.
963 ile 1033 yılları arasında
yaşayan Ebu’l Hasan Harakani’nin asıl ismi Ali b. Ahmet b. Cafer’dir.
1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler Dağı’nda düşmana karşı savaşırken
şehit düşmüş.
İranlı Şair Ferîdüddin Attâr onun
halini şöyle anlatır: “Âlim sabah kalkar, ilmini artırmak için çabalar;
zâhit de zühdünü artırma peşine düşer; Ebu'l Hasan da bir kardeşin
gönlünü mutlu etme derdindedir…”
Ebu’l Hasan Harakani insanlara
hizmeti kendi varlığının gayesi olarak kabul etmiştir, o şöyle der:
“Keşke bütün halkın yerine ben ölseydim de, halkın ölümü tatması
gerekmeseydi… Keşke Allah bütün halkın hesabını benden sorsaydı da,
halkın kıyamette hesap vermesi gerekmeseydi… Keşke Allah bütün halkın
cezasını bana çektirseydi de, insanların cehennemi görmeleri
gerekmeseydi. Türkistan'dan Şam kapısına kadar birinin parmağına bir
diken batarsa, o diken benim parmağıma batmıştır; aynı şekilde
Türkis-tan'dan Şam'a kadar birinin ayağı taşa çarpsa, onun acısı benim
acımdır; eğer bir kalpte bir hüzün olsa, o kalp benim kalbimdir…”
Harakani’nin gönül dostlarına
vasiyeti de şöyledir: “Her kim bu eve gelirse ekmeğini verin, adını ve
dinini sormayın; zîra Ulu Allah'ın dergâhında ruh taşımaya lâyık olan
herkes, elbette Ebu'l-Hasan'ın sofrasında ekmek yemeye de lâyıktır.”
(Şeyh Ebu'l Hasan Harakanî, cilt 1, s. 18-21)
Ebu’l Hasan Harakani’nin bir de
eseri varmış. “Nuru’l Ulum’’ . Bu yazma eser tek nüsha halinde maalesef
Britanya Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktaymış. Şerafettin Sabuni’nin
eserinin aslı da Fransa’daydı. Bergama sunağı da Berlin’de…Yorumsuz.
Kars Kalesi’ne çıkacak halimiz
kalmadı. Hopa’dan beri yoldayız. Artvin, Şavşat, Laşet, Ardahan, Ani
Harabeleri ve Kars Hasan Harakani... Çok fazla da önemsemedik kaleyi
aslında. Kalelerden bir kaledir diye düşündük.
Kars kalesi ile ilgili kısa bilgi
Kars Kalesi’ni Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin’in emri ile veziri Firuz Akay 1153 yılında yaptırmış.
Timur’un Anadolu’yu işgali sırasında
yıkılmış, Osmanlı döneminde Sultan III. Murat’ın isteği ile Lala
Mustafa Paşa tarafından 1579 yılında yeniden yaptırılmış. 1606 yılında
İran Şahı I. Abbas tarafından bir daha yıkılmış,1616 ve 1636 yıllarında
iki kez onarılmış. Kale 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ise çok ağır
bir tahribata uğramış.
Böylesine önemli bir kale var Kars
da. Ancak sahipsiz, bakımsız, mahzun. Gece ışıklandırması bile
yapılmamış. Gülümseyemiyor, selamlayamıyor misafirlerini. Belediye mi
yapacak, Kültür ve Turizm bakanlığı mı yapacak, kim yapacaksa yapmalı,
ama tarihe saygısızlık yapılmamalıdır. Mardin’de kurumlar arası bir
çekişmeye şahit olmuştuk, aynı çekişme burada da var galiba. Mardin’de
İl Turizm Müdürü’ne; „Bu tarihi Kasımiye Medresesi neden bu kadar
bakımsız ve pislik içinde“ diye sormuştum. O da bana „O medrese Vakıflar
Müdürlüğü’ne ait bize değil“ demişti.
Tarihi eserlerle ilgili bir devlet
politikası olur, bütün kurumlar bu politikaya uygun bir şekilde dizayn
ederler tarihi eserleri. Her kurum aynı hassasiyeti gösterir: Çünkü
tarihi eserler bir anlamda devletlerin, yüzüdür, tarihe açılan,
medeniyete açılan penceresidir. Devletin memurları siyasetle iç içe
olmamalıdır. Devlet memurları siyasipartilarin memuru olmamalıdır. Sonuç ortada...
Kars
Neyse, dönelim biz Kars’a. Ruslardan
kalma evler hâlâ sağlam ve gösterişli. Sonradan yapılanlar o görkemli
binaların yanında çok basit kalıyor. Sokaklar bakımsız. Bazı yerlerde
çocuk mezarları gibi çöküntüler var, aynı zamanda pis. Belediye’nin
çalışmadığı, başka işlerle uğraştığı her halinden belli. Seyfi Bey’le
kaz yemeği yemek istedik. Ne olduysa bu isteğimiz arada kaynadı gitti.
Peynir ve bal derdine düştük galiba.
O dükkân senin bu dükkân benim başladık dolaşmaya. Peynirin ve balın
kalitelisini arıyoruz. Sanki hangi esnaf daha kaliteli mal satıyor
biliyoruz da... Laf olsun torba dolsun hesabı bizimki.
Peynirciler caddesine girince,
Kars’ta peynirden başka bir şey satılmadığını düşünüyoruz. Vitrin
düzenlemeleri çok güzel. Keyif alıyoruz seyrederken. Albenisi var.
Daldık dükkânın birine. Ramazan Gezer, dükkan sahibiyle, peynirlerin
pahalı olduğunu söyleyerek ağız dalaşına girse de biz kaşar
çeşitlerinden biraz biraz aldık. Ben küflü peynir almak istedim 1 kg.
ancak hanım yarım kilo almam konusunda ısrarcı oldu. Yük hakkımız belli
diye söylendi. Haklıydı. Ancak Berlin’e geldikten sonra hayıflandık:
Keşke fazla alsaydık.
Kars, Türkiye'nin Kafkasya'ya açılan
kapısı konumunda. Kafkas Üniversitesi'nin açılmasıyla hızla gelişmeye
başlamış ve zaman içinde bir öğrenci kenti durumuna gelmiş. Bunun
dışında kara ve demiryolu ağlarıyla ülkenin diğer yerleşim birimlerine
ulaşımda da önemli bir yeri varmış.
İklimi, tarihi, ekonomisi
Kars’ta kışlar çok sert geçermiş.
Zaman zaman -39 °C'ye kadar düşermiş. Karsın tarihi yaklaşık iki milyon
yıl öncesinde yaşanan Yontma Taş Devri'ne kadar uzanırmış. Ani şehrinde
el baltaları ve büyük yongalar bulunmuş. Özellikle, Yazılıkaya
Mağaraları’nda bulunan duvar resimleri insanların yörede avcılık ve
toplayıcılıkla uğraştıklarını ortaya koyuyormuş.
Ekonomisi büyük oranda tarım ve
hayvancılığa dayalıymış. İl genelinde buğday ve arpa üretimi olmak üzere yem
bitkileri ve endüstri bitkileri yetiştirilmekteymiş. Digor ve Kağızman
ilçelerinde meyve ve sebze üretimi de yapılmaktaymış.
Bunun dışında arıcılık, kümes
hayvancılığı, özellikle de kaz il halkının geçimine katkı
sağlamaktaymış. Kars kaşarı ve balı ekonomide önemli bir yere sahipmiş.
Sarıkamış
Sabah saat 8’de haydi Bismillah dedik.
Cezalar caydırıcı oldu galiba. Geç kalan olmuyor artık. Karsı boynu
bükük bırakarak, Sarıkamış’a doğru yola çıktık. 1876-1877 Osmanlı Rus
Savaşı’nda Kars ve Ardahan Rusların eline geçmiş ve Sarıkamış’ta Ruslar
güçlü bir garnizon kurmuşlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı
Hanedanı’nın damadı “Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili” Enver Paşa,
Doğu Anadolu’yu Rus işgalinden kurtarıp Kafkaslara uzanmayı hayal
ederek Sarıkamış’a taarruz emri vermiş.
Yemen cephesinden gelen askerlere
vermiş bu emri Enver Paşa. +50 dereceden -35 dereceye. Üzerlerindeki
yazlık elbiselerle. Aralık ayının son günleri. 2450 rakımlı karlarla
kaplı Allahüekber ve Soğanlı Dağları’na. Ve beklenen son gelir. 90 bin
Mehmetçik orada donarak şehit olur. Osmanlı İmparatorluğunu bir hayal
uğruna savaşa sokan Enver Paşa, bu hezimet İstanbul’da duyulmasın diye
bir de sansür uygulatır.
Sarıkamış Muharebesi’nde şehit
olanların cenazeleri kar kalkıncaya kadar 4 ay boyunca defnedilememiş.
‘Karlar eridiğinde ise muharebenin ne kadar vahim ve büyük bir dram
olduğu ortaya çıkmış.
Şehitlik Anıtı
Anıt mezar Erzurum yolu üzerinde.
Nisan ayındayız. Kar yağıyor. Rüzgâr esiyor. 2 dakika duramadı
arkadaşlarımız şehitlikte. Fatihalarını okur okumaz otobüse bindiler.
Nisan ayındaki soğuğa katlanılamıyorsa Aralık ayındaki soğuğa nasıl
dayanılacak diye düşündük. Zaten dayanamamışlar ve hepsi donarak
ölmüşler.
Herkesi hüzün kapladı. Sadece
hüzünlenmedik ağladık da. Onlar bizim dedelerimiz, bu topraklar bize
vatan olsun diye şehit düşmüşler buralarda. Daha hayatlarının baharında,
bıyıkları yeni terlemiş gençler onlar. Vatanını, milletini seven hangi
insan gözyaşı akıtmaz ki heba edilen 90 bin Can’a.
Seyfi Bey, daha çok hüzünlendi ve
gözyaşı döktü. Sarıkamış’ta babası süvari olarak askerlik yapmış. Çok
sıkıntılar çekmiş. Sarıkamış’ın soğuğundan şikâyet etmiş oğluna. Yöre
insanından duyduğu Sarıkamış hikâyelerini de anlatmış. Bizim gezi
tarihimizden 3 ay önce de ebedi istiratgâhına çekilmiş. Seyfi Bozdağ’ın
acısı taze. Babasının anlattıklarını hatırlayınca Sarıkamış’ta,
tabiatıyla babasını hatırlamış, dolayısıyla anlattıklarını. O anlatılan
hikayelerin yaşandığı yeri görünce de bırakıverdi kendisini. Biz de
kendi haline bıraktık Seyfi beyi. Acısını yaşasın ve acısını kendi
acısıyla dindirsin istedik.
Erzurum’a doğru gidiyoruz. Otobüsün
içinde bir sessizlik var. Herkes suskun, kimse konuşmuyor. Sarıkamış
şehitlerini düşünüyoruz, görür gibiyiz onları. İşte tırmanıyorlar
Allahüekber dağına, takatleri kesilmiş, yürümekte güçlük çekiyorlar, kar
yüksekliği 2 metreye yaklaşıyor. Ayaklarında kalın çorapları yok,
sırtlarında paltoları yok, yırtık pantolonlarıyla, aç susuz verilen
hedefe doğru yürüyorlar, biraz sonra başlıyorlar toprağa birer birer
düşmeye,... Empati yapıyoruz.
Ne Emin ne de Yasin dağıtamadı bu
hüzünlü havayı. Duygu seline kapıldık bir kere. Kurtulmamız zaman
alacak. Sarıkamış’tan hemen sonra Çanakkale Savaşı var. 250 bin
şehidimizi de orada bıraktık. Bütün bunları düşündük. Düşündükçe
bilendik.
Her karışı şehit kanıyla sulanan bu güzelim vatanın kalbine hançer saplayanları da bu vesileyle bir daha lanetle andık.
Bu hüzünlü havayı dağıtmak gerek. Görev bana düştü; Kur’an’dan bir
bölüm okudum ve bir de dua yaptım, bize bu vatanı canlarını feda ederek
hediye eden şehitlerimizin ruhuna…
“Mektup yazarum mektup / Üzerini pullama / Ben yazarken ağladum / Sen okurken ağlama”
Ve Bedirhan Gökçe’nin Sarıkamış Destanı ile veda ediyoruz Sarıkamış’a:
Hele söyle kurban olduğum hele söyle,
Hetim hetim donarken gecenin ayazında.
Nefesin buhar olup çıkarken son defa,
Çıkmamış bıyıklarından buz sarkarken yiğidim,
Elin mi önce dondu, yoksa ayakların mı?
Kim düştü önce toprağa sen mi arkadaşın mı?
Doksan bin can düşerken bir bir yere
Yükselirken sessiz çığlıklar tekbirlerle birlikte.
Kim düştü önce aklına anan mı..
Hele söyle kurban olduğum..
Yoksa yoksa balan mı?
Şimdi ne zaman aklıma düşsen
Gözümden yüreğime gözyaşlarım buz tutmuş.
Ne zaman seni ansam.
İçim yanar, dışım donar.
İçim dışım çığ tutar.
Sarıkamış yalandır, borandır Sarıkamış,
Sarıkamış ayazdır, destandır Sarıkamış,
Sarıkamış evlattır tam doksan bin.
Evladı buz kesmiş, evladı toprak olmuş,
Tam doksan bin anadır Sarıkamış.
Doksan bin anadır Sarıkamış.
Yaradır Sarıkamış,
Borandır Sarıkamış,
Destandır Sarıkamış...
Ve Erzurum. Tabyalardayız… Nene Hatunların, Kara Fatmaların önünde saygı ile eğildik. Selam durduk…
Devam edecek
Rüştü Kam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder