Kayseri, Türkiye'nin en büyük illerinden biri. 1.5 milyon civarında
nüfusa sahip. 16 ilçesi var. Ankara ve Konya'dan sonra İç Anadolu'nun
üçüncü büyük kenti ve sanayi merkezi.
MÖ. 2.000 yıllarında Anadolu’ya gelen Hititler tarafından kurulmuş.
Türkiye'nin kültür, sanat, bilim ve turizm merkezleri arasında. Tarihin
en eski zamanlarından beri pek çok uygarlığa beşiklik etmiş ve her
dönemde önemini korumuş. Roma devrinde şehre imparator şehri anlamında
Kaisareia adı verilmiş. Türkler Anadolu'yu fethedince Kayseri adını
vermişler.
Rehber Emin’in anlattığına göre 1067'de Selçuklu komutanı Afşin ile Türk
hâkimiyetine giren Kayseri; başta Selçuklular olmak üzere her dönemde
önemli bir kültür merkezi olmuş. Kayseri, ülkemizin ilk uçak
fabrikasının kurulduğu il olması itibariyle de önemliymiş. Günümüzde ise
Kayseri ekonomik, kültürel, sağlık, eğitim, spor ve şehircilik alanında
yakaladığı ivme ile Türkiye'nin en hızlı gelişen ve dikkat çeken
şehirlerinin başında geliyormuş. Sokakları, caddeleri geniş. Bakımlı bir şehre benziyor. Gezi bağları türküsünü eşliğinde ayrılıyoruz Kayseri’den. Hep beraber söylüyoruz. “Gesi bağlarında dolanıyorum/ Yitirdim yarimi, aman aranıyorum/ Bir tek selamına güveniyorum/ Gel otur yanıma, hallarımı söyleyim/ Derdimden anlamaz, ben o yari neyleyim/ Ölüm varsa bu dünyada zulüm var/ Atma garip anam, beni dağlar ardına/ Kimseler yanmasın anam yansın derdime.” Kaptan sezgin önceden kaydetmiş yöre türkülerini. Yeri gelince basıyor düğmeye. Bazen ağlıyoruz, bazen düşünüyoruz bazen de oynuyoruz. O uçsuz bucaksız verimli Anadolu toprakları kayıp gidiyor ayağımızın altından. Bu kadar güzel bu kadar alımlı olmak zorunda mıydın ey Anadolu’m. Herkes senin peşinde. Düşmanlarındır sevenlerin. Biliyorum ki sevenlerin senin için kavga ettikçe sen de acı çekiyorsun. Ama bak biz geldik, 3.000 km. uzaklıktan geldik, sırf seni görmek, ziyaret etmek için geldik. Hadi sil göz yaşlarını, bugün ağlamak değil gülmek zamanıdır. Akşam Ürgüp’te konaklayacağız. Sebahattin Bozkurt, Yunus İnci, Dilruba Kam ve Beyhan Bozkurt fotoğraflar çekecekler ve gezi notlarını tutacaklar. Yol emiri Hüseyin Bozkurt, yardımcısı Fatma Mıdık. Gezi süresince uyulması gereken kurallar koydular; serbest zaman olarak verilen saatten sonra buluşma yerine gelenler 5 TL. ceza ödeyecekler, otobüste kabuklu yiyecekler yenilmeyecek, gezilecek ve ziyaret edilecek yerlerin aksatılmadan gerçekleştirilmesi için hızlı hareket edilecek, izin almadan kimse gruptan ayrılamayacak… Kurallar kesin.
Grup üyelerinden
alkışlar yükseldi. Belli ki konulan kurallardan herkes memnun.
Kapadokya
Kapadokya, Pers dilinde “güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelirmiş.
Nevşehir, Niğde, Kırşehir ve Kayseri illerini kapsayan bölgenin adı
Kapadokya. Hâlâ at yetiştirilmeye devam edilirmiş Kapadokya’da. Bilhassa
Avanos’ ta cins atların yetiştirildiği bir sürü at çiftlikleri
varmış...
Ürgüp, Avanos, Zelve, Göreme, Uç Hisar çevresinin tabii güzellikleri ve
kültürel zenginlikleri yüzyıllar boyunca tarih yazarlarının ve
seyyahlarının hep ilgisini çekmiş.
Ürgüp
Ürgüp, Nevşehir İlinin 20 km. doğusunda dağın eteğinde şirin bir ilçe.
Kapadokya bölgesinin en önemli merkezlerinden biri. 35 bin civarında
nüfusa sahip.
Akşam yemeğinden sonra bu şirin ilçeyi dolaşmaya çıktık. Sokaklar delik
deşik, köstebek yuvası gibi. Altyapı çalışması yapılıyormuş. Sezona
yetiştirilecekmiş. Çay içecek bir mekân aradık, bulamadık. Erkenden
mekânlar kapanmış. Belediye binasının hemen karşısında bir pastane
bulduk, içeride 3 kişi kalmış, neredeyse o da kapatacak. Hemen
oturuverdik oraya. İçeride Diriliş Ertuğrul dizisini izliyorlar. Banu
çiçek kendisini yakalamaya çalışan bir alpi fena halde pataklıyor. Nazik
bir beyefendi geldi, “hoş geldiniz, ilçemize” dedi.
Ayaküstü kısaca
sohbet ettik. İlçeye özel ne yiyebiliriz, içebiliriz dedik. “Öyle özel
bir şey yok” dedi. Siparişlerimizi aldı, tebessüm ederek ayrıldı
masadan.
Gezintiye hanımlarla beraber çıkmıştık, arkamızdan geliyorlardı.
Eksikliklerini pastaneye oturunca fark ettik. Yolda bizlerden
ayrılmışlar. Sadece Zeynep Hanım ve Samiye hanımlar kalmış bizimle.
Otele geriye döndüklerini düşündük ve telaşa kapılmadan içeceklerimizi
içtik, yiyeceklerimizi yedik. Hemen kalktık. Hava biraz esiyordu, ama
muhabbet güzeldi. Sabah hareket saati 8.30. Bölgeyi gezmeye çıkacağız.
Erken yatıp erken kalkmak lazım. Ceza da yememek lazım.
Önce Hacı Bektaş Veli
Verilen saat daha dolmadan, Emin düdüğünü çalmaya başladı. Geç gelen
yok. Arkadaşlar yerlerini aldılar. Rehberimiz Oğuz Türkoğlu. Kendisini
tanıttı. Aslen Giresunluymuş. Ürgüp’e yerleşmiş. Otel Müdürü de
İstanbullu. O da Ürgüp’e yerleşmiş. Aslında hanım köylü olmuşlar demek
daha doğru olacak. İçten ve samimi bir delikanlı rehberimiz, konusuna
hâkim. Giyim kuşamında abartı yok, nezaketi elden bırakmıyor. Akşama
kadar beraberdik. Hacı Bektaş Veli’den başlayarak Açık Hava Müzesi’ni,
Göreme’yi, Hayal Vadisi’ni ve Zelve’yi birlikte dolaştık. Otobüse biner
binmez başladı anlatmaya: “Kapadokya’da gördüğünüz bu yapılar, 60
milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve
küllerin oluşturduğu yumuşak tabakalar, milyonlarca yıl boyunca yağmur
ve rüzgârın aşındırmasıyla ortaya çıkmıştır. İnsan yerleşimi Paleolitik
(Yontma taşların kullanıldığı Eski Taş Devri)
Dönem’e kadar
uzanmaktadır. İlk sahipleri bilindiği kadarıyla Hititlerdir. Hititler'in
yaşadığı bu topraklar daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli
merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler,
bölgeyi Roma İmparatorluğu'nun baskısından kaçan Hristiyanlar için
devasa bir sığınak haline getirmiştir…,” derken çoktan Hacı Bektaş
Veli’ye gelmişiz bile. İlçenin girişi hoşumuza gitmedi. Daha derli toplu
hale getirilebilir. İndik otobüsümüzden ve zaman geçirmeden doğru
türbeye doğru hızlı adımlarla ilerledik. Alışverişe takılanları uyardı
Emin.
Rehberi dinliyoruz: “Hacı Bektaş Veli’nin gerçek ismi, Seyyid Muhammed
bin İbrahim Ata’dır. Horasan'ın Nişabûr şehrinde 1281 senesinde doğdu.
1338’de burada vefat etmiştir. Hacı Bektaş Veli ilk eğitimini Şeyh
Lokman Perende’den aldı. Lokman Perende, Ahmed Yesevi’nin
halifelerindendir. Hacı Bektaş Veli Lokman Perende’nin gözdesiydi.
Lokman Perende, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için
Hacı Bektaş Veliyi görevlendirdi. O da Türkistan illerinden vazifeli olarak koptu geldi Anadolu’ya. Görev yapacağı yeri şeyhinin attığı ağaç dalını takip ederek buldu. Şu gördüğünüz ağaç o daldan, dallanan budaklanan ağaçtır. Şeyhi yola çıkmadan önce hacı Bektaş Veli’ye şöyle der: “Müjde olsun ki; ‘Kutbul-aktâblık’ senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş tayin ettik. Var git yolun açık olsun.” Ve Nevşehir’in Hacı Bektaş ilçesine gelir yerleşir. Ağaç dalı onu oraya kadar getirmiştir. İsmini de isim olarak alır. Burada halkı irşat edici çalışmalar yapar, talebeler yetiştirir. Kendisinin de üyesi olduğu “Ahilik teşkilatı” ile önemli hizmetlerde bulunur. Hacı Bektaş Veli, kurulma aşamasında olan Osmanlı Devleti sultanlarından da sevgi ve hürmet görür. Osmanlıların kuruluş aşamasında sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri olmuştur. Orhan Bey zamanında kurulan Yeniçeri ordusunun ve Yeniçeriliğin piri, manevi üstadı olarak da bilinir. Bu durum halk ile yeniçeriler arasındaki bağı güçlendirir. Hacı Bektaş Veli İslâm dinînin emir ve yasaklarına sıkı sıkıya bağlıdır.
O İslâm’a uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkar.“ Bektaşi nefeslerini dinlemek lazımdır. Tertemiz bir türbe. Ziyaretçi kalabalığı yok. Hacı Bektaş Veli insan haklarından ve özellikle kadın haklarından bahseden bir bilginmiş. Vefat edince Sünni Müslümanlardan önce aleviler sahiplenmiş kendisini ve bugün Hacı Bektaş Veli deyince Aleviler akla gelir olmuş. Her türbede olduğu gibi burada da Hacı Bektaş Veli ile alakalı hikâyeler anlatılıyor. Tekke yapılırken bir ara kaybolmuş Hacı Bektaş Veli. Gelince sormuşlar:” Neredeydiniz bu zamana kadar?” diye. Hacı Bektaş Veli Hazretleri Karadeniz’de batan bir gemiyi kurtarmaya gittiğini söylemiş. İnsanlar garip garip bakmaya başlayınca da, yalan söylemediğinin delili olarak ceketinin kollarını silkeleyivermiş. Ceketin kollarından balıklar dökülmeye başlamış. Bu olay unutulmasın diye, türbenin giriş kapısının yanlarındaki taşlara balıkların resimleri oymuşlar. Türbe görevlisi oldukça dertli. Ziyarete gelenler hiç bir şey sormadan söylemeden hemen fotoğraf çekmeye başlıyorlarmış. “Kimse bilgi almak istemiyormuş.
Biraz etrafa bakınıyor, birkaç da fotoğraf çekiliyor ve sonra da çekip gidiyorlarmış. Önce ziyaret yapılmalı ve dua edilmeli, sonra istenildiği kadar fotoğraf çekile bilir. Biraz saygı lazım, hürmet lazım” diyor türbe görevlisi Ali Can kardeş. Söyledikleri doğru Ali Can kardeşimizin. Çok da haklıdır. Biraz sohbet edince bize kanı ısınmış olmalı ki; yerinden kalktı, düştü önümüze ve türbeyi anlatmaya başladı. Bir rehber kadar bilgisi var. Biz Ali Can kardeşimizin dediği gibi yapmıştık zaten türbe ziyaretini. Birlikte fotoğraflar çekildik. Oldukça memnun ayrıldık birbirimizden. Türbede dualarımızı yaptık, Hacı Bektaş Veliye rahmet diledik. Varsa günahı hayra tebdil edilmesini diledik. Sonra da Hacı Bektaş Veli ile fotoğraf çekildik. Hediyeliklerimizi de alarak ayrıldık Hacı Bektaş Veli’den. Ey Anadolu’yu İslâmlaştıran büyük insan, nur içinde yatasın. Zaman zaman kavgalarımız oluyor senin arkandan gittiğini söyleyen Alevi kardeşlerimizle, ama sen rahat uyu. Biz bugün olmasa da yarın mutlaka sorunlarımızı çözer ve sana layık gönül erleri olduğumuzu ispat ederiz. Geçmişte yaptığımız gibi yine omuz omuza mücadele ederiz vatan düşmanlarıyla, bayrak düşmanlarıyla, din düşmanlarıyla. Sen rahat uyu. Hacı Bektaş Veli’nin hayatını dinleyince rehberden arkadaşlarımız, sorular sordular. Bir tanesi ilginçti: “Hacı Bektaş Veli‘yi namazını kılan, orucunu tutan insanları
İslâmâ davet eden, malıyla canıyla cihad eden ve kalp kırmayan bir gönül eri olarak tanıttınız. Bu durumda Hacı Bektaş Veli mi gerçek Alevidir, yoksa bugünkü Kur’an’sız, namazsız, oruçsuz ve hacsız Aleviler mi? cevabı verilemeyen bir soru olarak kaldı. Vedalaştık o büyük insanla ve yolumuzu döndürdük Açık Hava Müzesi’ne. Yol boyunca dikkatimizi Türk bayrakları çekti. Neredeyse her tepeye bir bayrak dikilmiş. Bazı işyerlerinde ve evlerde de bayraklar asılmış balkonlara. Abartılı bulduk. Hatta bu bayrakların safların sıklaşmasına değil saflara gelinmemesine ve aynı safta olunmamasına bile sebep olabilir diye düşündük. İnsanları ayrıştırmamak lazım, ayrıştırmaya vesile olacak davranışlardan kaçınmak lazımdır diye düşündük. Belli ki PKK terör örgütüne tavır koymak için asılmış bu bayraklar. Kürt halkını provoke edebileceği düşünülmemiş. Sezgin bey katılmadı görüşlerimize ve ama’lı bir cümle kurarak çekincesini koydu. Hemen bir ayet aklıma geldi ve arkadaşlarla paylaştım: “Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi
adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.“(Maide 8)
şehirlerinin başında geliyormuş. Sokakları, caddeleri geniş. Bakımlı bir şehre benziyor. Gezi bağları türküsünü eşliğinde ayrılıyoruz Kayseri’den. Hep beraber söylüyoruz. “Gesi bağlarında dolanıyorum/ Yitirdim yarimi, aman aranıyorum/ Bir tek selamına güveniyorum/ Gel otur yanıma, hallarımı söyleyim/ Derdimden anlamaz, ben o yari neyleyim/ Ölüm varsa bu dünyada zulüm var/ Atma garip anam, beni dağlar ardına/ Kimseler yanmasın anam yansın derdime.” Kaptan sezgin önceden kaydetmiş yöre türkülerini. Yeri gelince basıyor düğmeye. Bazen ağlıyoruz, bazen düşünüyoruz bazen de oynuyoruz. O uçsuz bucaksız verimli Anadolu toprakları kayıp gidiyor ayağımızın altından. Bu kadar güzel bu kadar alımlı olmak zorunda mıydın ey Anadolu’m. Herkes senin peşinde. Düşmanlarındır sevenlerin. Biliyorum ki sevenlerin senin için kavga ettikçe sen de acı çekiyorsun. Ama bak biz geldik, 3.000 km. uzaklıktan geldik, sırf seni görmek, ziyaret etmek için geldik. Hadi sil göz yaşlarını, bugün ağlamak değil gülmek zamanıdır. Akşam Ürgüp’te konaklayacağız. Sebahattin Bozkurt, Yunus İnci, Dilruba Kam ve Beyhan Bozkurt fotoğraflar çekecekler ve gezi notlarını tutacaklar. Yol emiri Hüseyin Bozkurt, yardımcısı Fatma Mıdık. Gezi süresince uyulması gereken kurallar koydular; serbest zaman olarak verilen saatten sonra buluşma yerine gelenler 5 TL. ceza ödeyecekler, otobüste kabuklu yiyecekler yenilmeyecek, gezilecek ve ziyaret edilecek yerlerin aksatılmadan gerçekleştirilmesi için hızlı hareket edilecek, izin almadan kimse gruptan ayrılamayacak… Kurallar kesin.
Hacı Bektaş Veliyi görevlendirdi. O da Türkistan illerinden vazifeli olarak koptu geldi Anadolu’ya. Görev yapacağı yeri şeyhinin attığı ağaç dalını takip ederek buldu. Şu gördüğünüz ağaç o daldan, dallanan budaklanan ağaçtır. Şeyhi yola çıkmadan önce hacı Bektaş Veli’ye şöyle der: “Müjde olsun ki; ‘Kutbul-aktâblık’ senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş tayin ettik. Var git yolun açık olsun.” Ve Nevşehir’in Hacı Bektaş ilçesine gelir yerleşir. Ağaç dalı onu oraya kadar getirmiştir. İsmini de isim olarak alır. Burada halkı irşat edici çalışmalar yapar, talebeler yetiştirir. Kendisinin de üyesi olduğu “Ahilik teşkilatı” ile önemli hizmetlerde bulunur. Hacı Bektaş Veli, kurulma aşamasında olan Osmanlı Devleti sultanlarından da sevgi ve hürmet görür. Osmanlıların kuruluş aşamasında sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri olmuştur. Orhan Bey zamanında kurulan Yeniçeri ordusunun ve Yeniçeriliğin piri, manevi üstadı olarak da bilinir. Bu durum halk ile yeniçeriler arasındaki bağı güçlendirir. Hacı Bektaş Veli İslâm dinînin emir ve yasaklarına sıkı sıkıya bağlıdır.
O İslâm’a uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkar.“ Bektaşi nefeslerini dinlemek lazımdır. Tertemiz bir türbe. Ziyaretçi kalabalığı yok. Hacı Bektaş Veli insan haklarından ve özellikle kadın haklarından bahseden bir bilginmiş. Vefat edince Sünni Müslümanlardan önce aleviler sahiplenmiş kendisini ve bugün Hacı Bektaş Veli deyince Aleviler akla gelir olmuş. Her türbede olduğu gibi burada da Hacı Bektaş Veli ile alakalı hikâyeler anlatılıyor. Tekke yapılırken bir ara kaybolmuş Hacı Bektaş Veli. Gelince sormuşlar:” Neredeydiniz bu zamana kadar?” diye. Hacı Bektaş Veli Hazretleri Karadeniz’de batan bir gemiyi kurtarmaya gittiğini söylemiş. İnsanlar garip garip bakmaya başlayınca da, yalan söylemediğinin delili olarak ceketinin kollarını silkeleyivermiş. Ceketin kollarından balıklar dökülmeye başlamış. Bu olay unutulmasın diye, türbenin giriş kapısının yanlarındaki taşlara balıkların resimleri oymuşlar. Türbe görevlisi oldukça dertli. Ziyarete gelenler hiç bir şey sormadan söylemeden hemen fotoğraf çekmeye başlıyorlarmış. “Kimse bilgi almak istemiyormuş.
Biraz etrafa bakınıyor, birkaç da fotoğraf çekiliyor ve sonra da çekip gidiyorlarmış. Önce ziyaret yapılmalı ve dua edilmeli, sonra istenildiği kadar fotoğraf çekile bilir. Biraz saygı lazım, hürmet lazım” diyor türbe görevlisi Ali Can kardeş. Söyledikleri doğru Ali Can kardeşimizin. Çok da haklıdır. Biraz sohbet edince bize kanı ısınmış olmalı ki; yerinden kalktı, düştü önümüze ve türbeyi anlatmaya başladı. Bir rehber kadar bilgisi var. Biz Ali Can kardeşimizin dediği gibi yapmıştık zaten türbe ziyaretini. Birlikte fotoğraflar çekildik. Oldukça memnun ayrıldık birbirimizden. Türbede dualarımızı yaptık, Hacı Bektaş Veliye rahmet diledik. Varsa günahı hayra tebdil edilmesini diledik. Sonra da Hacı Bektaş Veli ile fotoğraf çekildik. Hediyeliklerimizi de alarak ayrıldık Hacı Bektaş Veli’den. Ey Anadolu’yu İslâmlaştıran büyük insan, nur içinde yatasın. Zaman zaman kavgalarımız oluyor senin arkandan gittiğini söyleyen Alevi kardeşlerimizle, ama sen rahat uyu. Biz bugün olmasa da yarın mutlaka sorunlarımızı çözer ve sana layık gönül erleri olduğumuzu ispat ederiz. Geçmişte yaptığımız gibi yine omuz omuza mücadele ederiz vatan düşmanlarıyla, bayrak düşmanlarıyla, din düşmanlarıyla. Sen rahat uyu. Hacı Bektaş Veli’nin hayatını dinleyince rehberden arkadaşlarımız, sorular sordular. Bir tanesi ilginçti: “Hacı Bektaş Veli‘yi namazını kılan, orucunu tutan insanları
İslâmâ davet eden, malıyla canıyla cihad eden ve kalp kırmayan bir gönül eri olarak tanıttınız. Bu durumda Hacı Bektaş Veli mi gerçek Alevidir, yoksa bugünkü Kur’an’sız, namazsız, oruçsuz ve hacsız Aleviler mi? cevabı verilemeyen bir soru olarak kaldı. Vedalaştık o büyük insanla ve yolumuzu döndürdük Açık Hava Müzesi’ne. Yol boyunca dikkatimizi Türk bayrakları çekti. Neredeyse her tepeye bir bayrak dikilmiş. Bazı işyerlerinde ve evlerde de bayraklar asılmış balkonlara. Abartılı bulduk. Hatta bu bayrakların safların sıklaşmasına değil saflara gelinmemesine ve aynı safta olunmamasına bile sebep olabilir diye düşündük. İnsanları ayrıştırmamak lazım, ayrıştırmaya vesile olacak davranışlardan kaçınmak lazımdır diye düşündük. Belli ki PKK terör örgütüne tavır koymak için asılmış bu bayraklar. Kürt halkını provoke edebileceği düşünülmemiş. Sezgin bey katılmadı görüşlerimize ve ama’lı bir cümle kurarak çekincesini koydu. Hemen bir ayet aklıma geldi ve arkadaşlarla paylaştım: “Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi
adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya/korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.“(Maide 8)
Devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder