-Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde/ Hepsi bana yabancı, hepsi başka
biçimde-
Rüştü Kam
Ha-ber.com
Gurbete Yolculuk
Çiğli Havaalanı’ndayım. İçim sızlıyor. Sevdiklerim arkada
kaldı, yalnızım. Eşim ve çocuklarımdan ayrılmak çok zor. Ayağım geriye geriye
gidiyor. Üç günlük bu fani dünyada sevdiklerimden ayrı yaşamak da neyin nesidir
böyle. Zülfikar’ım daha 9 yaşında.
Hureyre’m ise 4, Gidip gelmemek, gelip de görmemek var. Dilini, dinini bilmediğim
kültürüne coğrafyasına yabancı olduğum bir ülkeye gidiyorum. Avusturya’ya.
Pencere kenarında oturuyorum. Uçak pamuk balyaları gibi
öbek öbek olmuş o bembeyaz bulutların üzerinden kuşlar gibi süzülüyor, sanki
uçak gitmiyor, olduğu yerde duruyor gibi. Her taraf pamuk köpüğü gibi bembeyaz.
Hayallere daldım. Çocukluğumu hatırladım birden. Bir dağ köyünde doğmuşum. Çam
ağaçlarının hışırtısı, Ağustos böceklerinin cır cır sesleri ninnim oldu. Keçi
çobanlığı yaptım. Çocukluğumu yaşayamadım, mutlu geçen bir günüm olmadı,
babamın bana oğlum dediğini hiç duymadım. Anamın güler yüzü ve yaslandığım
göğsü ısıttı hep beni. Çok ağladım, çok az güldüm.
Ayağımda çarık sırtımda aba, o dağ senin bu dağ benim koştum
durdum keçilerin ardından. İlkokul yıllarım arkadaşlarımla buluşabildiğim güzel
yıllardı; Ekrem Çetinkaya ile başladım alfabeyi sökmeye. Hiç evlenmemiş, nereli
olduğunu da öğrenemedik. Yaz kış köyümüzden ayrılmazdı. Neşeli bir öğretmendi,
şişmanca, giyimine dikkat eden birisiydi. Daha sonraki yıllarımda İsmail Devşir
öğretmenim oldu. 80 kişi bir sınıfta okuyorduk. Birinci sınıftan beşinci sınıfa
kadar bütün sınıflar aynı odada ders yapıyorduk. Kışın o kocaman sınıf bir tek
odun sobasıyla ısınıyordu. Tenekeden yapılmış bir soba… Teneffüslerde herkes
sobanın etrafına toparlanırdı ısınmak için…
Tedrisat tam gündü. Öğle yemeğini okulda yerdik. Eve
gidip gelmek mümkün değildi. En az 30 dakika gidiş 30 dakika geliş. Daha uzak
yerlerden gelenler de vardı. Annem çantama bir şeyler koyardı. Okulda süt
tozundan yapılmış süt de veriyorlardı. O bir bardak süt, içimizi ısıtıyordu.
Sonradan öğrendiğime göre Marshall yardımı olarak geliyormuş bu süt tozları
Türkiye’ye. Amerikan yardımıymış... Yemekten sonra voleybol oynardık. Bazıları
futbol bazıları da yakar top. Kızlar da sobe.
Bir de baktım ki beş yıl geçivermiş. İlkokuldan sonra Kur’an okumak için Suçatı
Köyü’ne götürdü babam. Böylece gurbete ilk adımımı atmış oldum. Ömer Arısoy Hoca’nın
talebesiydim. İşinin ehli ve fedakâr bir hocaydı. Üzerimde emeği çoktur. Aslında
evden uzaklaştığıma çok sevinmiştim. Fatma teyzemin yanında kalacaktım. Ancak
anamın hasretine nasıl dayanacaktım, burnumda tütüyordu. Yaya yürüyüşüyle 4
saatlik bir mesafe var aramızda. Geceleri anamın kucağında uyumaya alıştığım
için, ilk günlerim çok zor geçti. Sesimi kimse duymasın diye yatağa girince gizli
gizli ağlıyordum. Yine de teyzem anlıyordu ağladığımı, teselli ediyordu beni, bazen
kucağına alıp okşuyordu. Canım teyzem…
2 senem geçti Suçatı Köyü’nde. Üçüncü sene babam beni
Çameli’de başka bir Kur’an Kursu’na verdi. İhtisaslaşmak için gittim oraya.
Arapça öğrenecek ve hafızlık yapacaktım. Artık eve hafta sonlarında bile
gidemiyordum. Eve ulaşmak için yaklaşık 6 saat yürümem gerekiyordu. Zaman zaman
köylerin içinden de geçiyordum ama beni korkutan o geçit vermez dağlardı. Karda
kışta tek başıma aşamazdım dağları, bu mümkün değildi. Rahmetli ağabeyim ortaokulda
okuyordu ve beraberce aynı evde kalıyorduk, yalnızlık çekmiyordum. Sütkardeşim
Saliha ve Mehmet Genç de bizimle beraber kalıyorlardı, Ölüce Durmuş’unun
evinde. Karı koca onlar da bizi evlatları gibi severlerdi.
Ben zaman zaman Merkez Camii’nde müezzinlik yapıyordum.
Cemaat beni çok severdi. İnsanlar tarafından sevilmek, takdir edilmek ne kadar
da güzel bir duyguymuş meğer. Mutluydum. Müftü Mustafa Aksoy’un dikkatini de
çekmeyi başarmışım bu arada. Bir Cuma günü beni aldı Müftülüğe götürdü, çay
içirdi, hal hatır sordu, ailemi, maddi durumumuzu, babamın ne iş yaptığını, kaç
kardeş olduğumuzu tek tek sordu bana. Sorularını cevaplandırdım. Sohbetin sonunda
babamla görüşmek istediğini söyledi. İlçede her hafta Cuma günü Pazar kuruluyordu
ve babam ihtiyaç görmek için bu pazara geliyordu. Hemen sonraki pazar babama müftünün
kendisiyle görüşmek istediğini söyledim. Önce biraz tedirgin oldu ve sonra
gidelim bakalım ne istermiş Müftü Efendi öğrenelim dedi. Döndüğünde sevinçli
miydi yoksa tedirgin miydi tam olarak anlayamadım.
Denizli’ye İmam hatip Lisesi açılmış, Müftü babama orada okumamı önermiş. Babam önce
itiraz etmiş, ’Ben Denizli’de çocuk okutamam, imkânım yok.’ demiş. Sonunda ikna olmuş.
Kurs hocası, Hasan Çiftçi’ye durumu anlatmış, iznini istemiş. Ancak Hasan Çiftçi’yi
ikna etmek mümkün olmadığı gibi,
kovmaktan beter etmiş babamı. Çünkü onlar Süleymancı tarikatına mensuplarmış ve
İmam Hatip’e karşıymışlar. Babam da daha fazla ısrarcı olamamış. Hasan hocayla
aralarında geçen konuşmayı Müftü Mustafa Aksoy’a olduğu gibi anlatmış. Ve babam
köye döndü.
Müftü Mustafa Aksoy bir gün kursa geldi ve bana yarın
Denizli’ye gideceğiz, kimseye söylemeden erkenden müftülüğe gel dedi. Geldiğimde
babam da oradaydı. Otobüse bindik ve doğru Denizli’ye. İmam Hatip Lisesi’ne
kaydım yaptırıldı. Babam hep düşünceli düşünceli duruyordu. Sevinememişti bu
olup bitenlere sanki. Ben nedenini anlayamıyordum, soramıyordum da.
Biraz şehirde dolaştıktan sonra Çameli’ye döndük. Artık
Kur’an Kursuna uğramadan doğru köye geçtik. Annem ve babamla vedalaştım. Babam
Çamelin’e kadar geldi ve beni oradan uğurladı. Denizli’de bir odalı evde Refik
Amcamla birlikte kalacaktım. Amcam Sümerbank iplik fabrikasında işçi olarak
çalışıyordu. Çocuklarını getirmemişti.
Bir süre sonra 4 kişi bir odada kalmaya başladık, Müzeyyen
Teyze’nin evinde. Ben mahalledeki Zeybek Camii’nde müezzinlik yapmaya başladım.
Bu sefer de camiyi yaptıran Osman Zeybek’in dikkatini çekmişim. Birkaç ay sonra
sabah namazından sonra beni evine kahvaltıya götürdü. Ailesiyle tanıştırdı.
Mütedeyyin bir Müslümandı. Allah rahmet eylesin, yattığı yer nur olsun…
Kale Tavas’ın Muslugüme Köyü’nden gelmiş Denizli’ye. O da
ailem hakkında bilgi aldı benden. Birkaç ay sonra da caminin müezzinliğine
tayin etti beni. 50 lira da maaşa bağladı. 1.5 odalı da bir ev verdi. Odalar iç
içeydi. Maddi açıdan rahatlamıştım. Evim de vardı. Tek sıkıntım anamı görememekti.
7 sene göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi ve İmam Hatip
Lisesi bitti. Üniversiteyi okumak için önce
Kayseri’ye sonra da İzmir’e gittim. Dört senem de İzmir’de geçti. Mezun oldum.
Sonra 6 sene Denizli Lisesi’nde öğretmenlik yaptım. Artık gurbet bitti, bundan
sonra çocuklarımla beraber yaşayacağım derken, bir baktım ki tekrar yol göründü
ve ben şimdi Avusturya’ya gidiyorum. Oralarda nelerle karşılaşacağım onlar
belli değil.
15 yaşından beri gurbette yaşayan ben, bu sefer ilk defa gurbeti
kaldıramayacağımdan korkuyorum. Önceleri sadece anamı özlerken, şimdi eşim ve
çocuklarım da bu listeye eklendi. Gözyaşlarım dizlerimi dövüyor. “Gurbet o
kadar acı ki ne varsa içimde/ Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde / Ne bir
arzum ne emelim, yaralanmış bir elim / Ben gurbette değilim, gurbet benim
içimde” şarkısının nağmelerini mırıldanıyorum...
Uçağın tekerleri piste vurunca uyandım hayalimdeki
rüyadan. Avusturya’ya gelmişiz. Elindeki kağıtta Rüştü Kam yazan birisi var.
Elimi kaldırdım ve yanına gittim. “Ben Asım Batur. A.M.G.T. Avusturya Bölge
Başkanıyım, hoş geldiniz…” Ben Rüştü Kam, Berlin’de Din Hizmetleri görevi yapmak için çağrıldım,
hoş bulduk… Kucaklaştık, tokalaştık ve o albenisi olmayan arabasına binerek evine
doğru yola koyulduk…
Devam edecek
Yahya beyin vefat haberini okurken linkler yazınızdan haberdar etti,Berlin'de geçen Bürüt 9 yıldan bir çok tanıdık isim. Çiğli'den ne zaman hareket ettiniz. 87-88 de orada geçti Yedek Subaylığım.
YanıtlaSilSevgili Kemal bey kardeşim,
YanıtlaSilYahya Schulzke muhterem bir insandı. Müslümanlara oldukça faydalı işler yaptı. Berlin'de okullarda isteyenler İslâm Dindersi okuyabiliyorlar, seçmeli. Bu hizmet Yahya beyin eseridir desek abartmış olmayız. Ancak ogünkü kadro içinde onu anlayan yoktu. Bugün de farklı değiller aslında. Allah rahmet eylesin...