Anadolu
toprakları, çok zengin kültürleri bünyesinde barından topraklardır. Sadece
kültür değil, tarih ve coğrafi özellikler açısından da kıymet biçilmez
güzelliktedir.
Putperestlerin,
Hristiyanların, Müslümanların kültür değerlerini bu topraklarda bulmak
mümkündür. Önce Paganlar, sonra da her üç inancın mensupları bu topraklarda
medeniyetler kurmuşlardır.
Türk
Eğitim Derneği (TED), bu sene (2016) Asya Havarisi diye tanınan Havari
Yuhanna’nın izini sürecek. Hristiyanlığın
doğuşu ile ilgili bilgilerin serüvenini takip edecek. Yuhanna Yeni Ahit’teki
vahiylerinde sadece ahlaki öğütler vermiyor; dünyanın sonu, mahşer günü gibi
kavramlardan da söz ediyor. Ayrıca bu kitapta kendilerine mesajlar yollanan
yedi kiliselerden bahsediyor. Hıristiyanlığın ilk kiliseleri olarak kabul gören
bu yedi kilise Anadolu topraklarındadır. Türkiye sınırları içindedir. Yedi
Kollu Şamdan aslında bir Yahudi simgesi olmakla birlikte burada Küçük Asya’nın
yedi kilisesini, yedi yıldız da bu kiliselerin meleklerini ya da daha somut bir
ifadeyle kiliselerin rahiplerini belirtir. Hz. İsa, Havari Yuhanna’ya görünür
ve bu yedi kiliseye iletilmek üzere “mesajlar" verir. Yedi Kiliseye yedi
mektup. Hristiyan dünyası Anadolu’yu hiçbir zaman unutmamıştır. 7 Kilise onlar
için çok şeyler ifade etmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika’nın
Türkiye sözkonusu olunca hemen bir araya gelivermeleri tesadüfi değildir.
Türk Eğitim
Derneği’nin, “Kültür Gezisi“ adıyla yapageldiği gezilerin bu seneki güzergahı 7
kiliselerinde içinde bulunduğu Ege ve Akdeniz Bölgesidir. Bu geziyi önemli
kılan, bu bölgelerde hem Pagan kültüründen hem Hristiyan kültüründen hem de
İslam kültüründen eserlerin bir arada bulunuyor olmasıdır. Sonraki gelenle
önceki gelenlerin eserlerini yerle bir etmesine rağmen, Sunaklar, Sinagoglar,
Kiliseler, Camiler, Kervansaraylar ve köprüleri yıkanlara inat hâlâ ayakta
olanlar var. Öyle ki, bazen de yan yana olanlar var. Yirmi birinci Asrın
modern(!) insanına medeniyet nasıl bir şeymiş lisan-ı hal ile anlatıyorlar,
haykırıyorlar. Biz sesi duyduk ve o sesin geldiği yöne doğru dümen kırdık.
İzmir’e,
İstanbul aktarmalı olarak uçtuk. Her zaman olduğu gibi bu sene de yine Türk
Hava Yolları’nı(THY) tercih ettik. Aslında pahalı bir şirket. Biraz konfor var
diye tercih ediyoruz. Şehirler arasındaki bağlantılarının da tercihimizde dahli
var elbet. İstanbul’dan aktarma olacağız. Rutinimiz, İstanbul’a indikten sonra,
pasaport kontrolünden geçer geçmez iç hatlara geçmeden önce lavaboya gitmek,
para bozdurmak ve simit yemektir. Yine öyle yaptık.
Sebahattin
geziyi ölümsüzleştirmek için daha havaalanında deklanşöre basmaya başladı. Bu
gezide Hureyre ve Gülseren’de fotoğraf çekmekle görevlendirilenlerden. Grup
başkanları Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık.
Adnan Menderes Havaalanı’ndayız. Tur Şirketinin sorumlusu Emin Oruç ve
kaptan Sezgin Koparan karşıladı. Hoşbeşten sonra hemen otobüse bindik, durmak yasakmış
orada. Baktık Sebahattin yok. Valizi gelmemiş. İşlemler için bir süre bekledik.
Gerekli prosedür tamamlandı ve yolumuza devam ettik. Arkadan valizler
Kaldığımız otele gelecekti. Otelimiz Kordon’da.
Emin vakit geçirmeden başladı İzmir
hakkında genel bilgileri vermeye; “İzmir Türkiye’nin en kalabalık üçüncü şehridir. Nüfusu
yaklaşık 4.279.677 dir (2017). Denize kıyısı olan bir şehirdir. Sahil
boyunca palmiye ve hurma ağaçları
ve geniş caddeleri bulunmaktadır. İzmir Limanı Türkiye'nin en büyük
yedinci limanıdır. İzmir ünlü ozan Homeros’un doğduğu şehirdir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender
tarafından kurulmuştur. Bugün Agora/ çarşı kalıntılarını görmek hâlâ mümkündür.
Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar ve onların destekçileri buradan denize
dökülmüştür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün
bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı buradan gelmiştir. Antik dönemdeki ismi Smyrına’dır. Şehir ilk defa Bornova’da kurulmuştur.”
Asansör
Geziye Asansör’den
başladık. Tarihi önemi olan bir yapı. 58 m yükseklikte olan Mithat Paşa Caddesi ile, Şehit Nihat Bey Caddesi'nin arasında ulaşımı kolaylaştırmak için
yapılmış. Yahudi iş adamı "Nesim
Levi (Bayraklıoğlu)" tarafından yaptırılmış. Asansör kulesinin taşları Marsilya’dan getirtilmiş.
İnşaatı 1907’de tamamlanmış. Geliri 1942 yılına kadar Karataş Yahudi
Hastanesi'nin giderlerini karşılamak için kullanılmış. Günümüzde İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından eğlence, kültür ve dinlenme mekânı olarak kullanılıyormuş.
Rehberimiz Emin Oruç böyle anlattı. Deniz
ayağımızın altında. Muazzam bir manzara. Varyant’tan aşağıya döne döne
iniyoruz. Bilmem ki bu benim kaçıncı dönüşümdür. Dört sene buyunca Şemikler’den
Arap Deresi’ne her gün gidip geldim. İlahiyat Fakültesi Arap Deresi’ndedir.
Konak meydanı
Saat Kulesi’nin önündeyiz. Mimar Raymond Charles Pere tarafından yapılmış (1901-1904). Saati, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye
edilmiş. Yapının üzerinde bulunan Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler Osmanlı
düşmanları tarafından kaldırılmış. Sanatın Cumhuriyet’le birlikte başladığı
hissi uyandırılmak istenmiş. Tarihi katletmişler. İzmir’e ayak basar basmaz
içimiz cız etti. Düşmanlığın bu kadarı da fazla dedik. Türkiye dışında
yaşıyorsanız, Türkiye’nin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. Türkiye’de
yaşayanlar ‘denizdeki balık’ gibidirler, denizin kıymeti denizden dışarı
çıkınca anlaşılır.
Saat
Kulesi’nin hemen yanında bulunan Konak Yalı Camii ise İzmir’in en zarif
camileri arasındaymış. Klasik Osmanlı mimari üslubunda yapılmış. 1754’te aynı
yerde bulunan Ayşe Hanım Medresesi için yaptırılmış bir ibadet yeri. Muhteşem
firuze çini süslemeleri ve sekizgen planıyla görenleri kendine hayran
bırakıyor. Fotoğraf çekmek
için verilen süre 10 dakika. Meydandan ayrıldık.
Kızlarağası Hanı
Konak Meydanı’nda aldığımız negatif enerjinin
kaybolması için, başladık Emin’in peşinden yürümeye. Yorgunluk kahvesi içeceğiz.
Hedef Kızlarağası Hanı. Kapıdan içeri adımımızı atar atmaz alışık olmadığımız
uğultu biçimindeki sesler karşıladı bizi. Dükkanlar yanyana ve karşı karşıya
dizilmiş. Ne ararsan var handa. Bir uğultudur gidiyor, kimin ne dediği belli
değil. Han 1744 tarihinde Hacı
Beşir Ağa tarafından yaptırılmış. Kemeraltı’nda bulunan en eski yapılardan biriymiş.
Zamanında alt katı alışveriş, üst katı da konaklama için kullanılırmış.
Hediyelik eşya alacaksanız ve kömürde pişirilmiş fincanda kahve içecekseniz
tercih edeceğiniz önemli bir adres.
Şark köşesi biçiminde dizayn edilmiş bir mekâna oturduk,
hanın sonunda. Kahvelerimizi yudumluyoruz. Hele eşiniz yanınızdaysa o küçücük
sandalyelerde diz dize, göz göze içtiğiniz o kahvenin verdiği haz anlatılamaz. Eşim fincanda kahve nasıl pişiriliyor onu
öğrenmek istedi. Kahve sahibinden rica ettik, kırmadılar bizi, ocağa davet
edildiler eşim ve Zeynep hanım. Kahvenin fincanda nasıl pişirildiğini sorular
sorarak öğrendiler orada. Öğrendiler öğrenmesine de uygulama alanı olmadığı
için sadece kahve kültürü bilgisi olarak kaldı belleklerinde. Gezimizin amacı
da bu değil mi zaten.
Kahveden sonra, Emin
serbest zaman verdi. O dükkân senin bu dükkân benim anlayışıyla dükkanlar
dolaşıldı, alışverişler yapıldı. Akşam namazını Hisar Camii’nde kıldık. Öğrencilik
yıllarımı hatırladım. 4 senem geçti bu güzelim İzmir’de. Kemeraltı çarşısında
dolaşırdık. Nuri Aysan abimizin o küçücük konfeksiyon dükkanında toplanır
sohbet ederdik. O günlerimi hatırladım,
film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
Eşim Türk Eğitim
Derneği’nde el işleri dersi verdiği için işine yarayacak iplik, boncuk cinsi
şeylerin peşindeydi. Bulmuştu da, alınacakları alınmış. Bunları hediyelik eşya
şekline dönüştürürsek şu kadar gelir elde ederiz diye hesaplar yapıyorlar
Zeynep hanımla…Bari gezide bırakın dernek işini değil mi…Böylesine tutku ile
yapılan kamu hizmetine amel-i salih denir. Yaratılmışların barış ve mutluluk
içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla yapılan çalışmanın adıdır amel-i salih.
Allah’ın kullarından istediği önemli bir amel. Sahibini ebedi mutluluğa
erdirecek bir çalışma.
Nihayet otelimize
gelebildik. Odalarımıza yerleştik. Kordon boyu, gelsinler de volta atsınlarlar
diye bizleri bekliyor, özlemiş. Bekletmek olmaz. Bir aşağı bir yukarı başladık
yürümeye, denizin o kokusunu özlemişim. Arkadaşlar kokuyu yadırgadılar, pis
dediler, çok pis dediler. Ben içime çektim o pis denilen havayı…Mazi
canlanıverdi belleğimde. Kim bilir kaç yıldan beridir bizi bekliyordu o
kaldırım taşları. Unutmamış bizleri. Yürüdük ve yürüdük. Fazla da gecikmememiz
gerektiği için ister istemez ayrıldık Kordon’dan. Akşam yemeğini otelin dışında
güzel bir restoranda yedik. Yemekten sonra herkes kendi programını uyguladı. Bazı arkadaşlarımız
akrabalarıyla gezmeyi yeğledi, bazıları Kordon’da volta atmaya devam etti, bazı
arkadaşlarımız ise istirahate çekildi. Biz eşimle genç aşıklar gibi el ele
tutuşarak kaldığımız yerden kordan boyunca yürümeyi tercih ettik. Ne sıkıntılar
çekmiştik öğrenciliğimiz yıllarında İzmir’de. Onları konuştuk. Sanki o günleri
tekrar yaşadık, keşke yaşamasaydık acılarımız depreşti. Gezinin büyüsü
bozuluverdi birden. Gözlerimizden birer ikişer damla yaş yanaklarımızı
okşayarak akıyordu aşağı doğru. O ekmek alacak parayı zor bulduğumuz günler
geldi aklımıza. Oğlum Zülfikar çok küçüktü o zamanlar, ona oyuncak da
alamıyorduk. Kemeraltı’na defalarca gidiyordu eşim belki ucuz ama gösterişli
bir çocuk elbisesi, ayakkabısı bulabilirim diye. İş aradım bulamadım. İmamlık
imtihanına girdim, kazandırılmadım, Kur’an okuması bile sıkıntılı olan bir
arkadaşım kazandırıldı. Biraz Kur’an okumasını bilen o arkadaşımın arkasında
namaz kılmaz. Ve o günden sonra imamlıktan buz gibi soğudum. Liyakat bu meslekte
de işe yaramayacaksa ne diye din tahsili yapayım dedim. Tam o anda, çocuklarımı İmam-Hatip Lisesi’nde
okutmamaya karar verdim. Ben İmam-Hatip Lisesi’ne kaydolduğum günden itibaren
hayatımı hep kendim kazandım. Bu sefer olmadı. Geçim sıkıntım başladı. Velhasıl
İzmir’de yaşamak bize göre değilmiş. Eşim ve oğlum Denizli’ye döndü bir senenin
sonunda. İşte bu acı hatıralar içimizi acıttı. Ve otele döndük…Dönüş yolunda
ikimizin de ağzını bıçak açmıyordu…Otelde, birbirimize sarılarak ağlamak bizi
rahatlatmıştı. Sabaha kadar gözümüze uyku girmedi desem mübalağa etmiş olmam.
Sabah Hüseyin Bozkurt ve Fatma Mıdık otobüste yerlerini almışlar. Görev
aşkı. Hareket için verilen saatten geç gelenlere 5 lira ceza kesecekler, ama
bekledikleri gibi olmadı, ceza kesemediler. Ben biliyorum ki daha ilk günden
ceza kesmek istemediler. Hoşgörüye dayanan bir uygulama. İstikamet Agora. Benim
öğrenciliğim zamanında bakımsız bir halde olan, sarhoş yatağı olarak bilinen
Agora tertemiz bir yer olmuş. Kazı çalışmaları 1996-2006 yılları arasında
yapılmış.
Rehberimiz Emin anlatıyor
“Agora etimolojik olarak şehir meydanı,
çarşı, pazar yeri demektir. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan agora,
sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların,
sunakların, heykellerin bulunduğu yerdir. Tüccarların kalbidir. İzmir’in
Namazgâh semtinde bulunan Agora, Roma Dönemi’nden (M.S. 2. yüzyıl) kalmadır ve
Hippodamos şehir planına göre merkeze yakın yerde üç kat halinde inşa
edilmiştir. İzmir agorası İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş
olanıdır. Burada bulunan Tanrıça Vesta kabartmasının ilk dönem kazılarda
çıkarılan Zeus sunağı kabartmalarının devamı olduğu anlaşılmaktadır. Burada
yeni bulunmuş yazıtlar M.S. 178 yılındaki İzmir depreminde kente yardım edenler
hakkında bilgiler vermektedir. Smyrna Agorası’nın altyapısında birçok su kanalı
vardır ve bunlardan ikisi şurada gördüğünüz gibi hala işler vaziyettedir. Kent
ve yerleşim yerinde pınarlar da bulunur. Roma döneminde, pınarlardan akan suyu
kentin aşağı mahallelerine veya suyun az olduğu mahallelere ulaştırmak üzere
kanallar yapılmıştır.”
Devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder