11 Mayıs 2021 Salı

ALTMIŞ YILDIR BURADAYIZ BİRTÜRLÜ YUNUS ÖRNEKLİĞİ GÖSTEREMEDİK

-Almanya’ya gelişimizin 60. Yılında maalesef Yunus’un torunları olarak O’nun yüzünü ak edemedik. Başını yere eğdirdik- Rüştü KAM Bu yazıyı 2009 yılında yazmışım. Ha-ber.com da yazmaya başladığım yıl. Aradan 12 yıl geçmiş. Ben bu arada eskimişim, ama ha-ber.com gün geçtikçe daha da gençleşiyor. Sefa kardeşimize Allah selamet versin. Güzel hizmetler yapıyor. Amacım ha-ber.com internet haber portalini tanıtmak değil, inşallah bir gün onu da yaparız. Ha-ber.com’un sahibi Sefa Doğanay köşe yazarlarının yazdıklarını arşivliyor. Sahuru beklerken kendi arşivime gireyim istedim ve girdim. 12 seneden beri neler yazmışım neler, hepsi orada mevcut. 2009 yılında yazdığım ve bugünkü gibi taptaze duran bir yazıma rastladım. “Almanya’yı Ne Kadar Tanıyoruz” başlığıyla yayınlanmış. Eğer o sayfa olmasaydı ve o yazı yazılmasaydı ve de o arşiv tutulmasaydı, bugün o günlerdeki yaşanmışlıklara ışık tutamazdık. Almanya’ya gelişimizin 60. Yılı münasebetiyle tekrar o yazıyı siz okuyucularımla paylaşmak istedim. Bakalım 60 yılda ne kadar yol kat etmişiz. “Bizler, kilometre olarak yakın, ama düşünce olarak ne kadar da uzakmışız Goethe, Schiller, Bach gibi diğer fikir ve sanat adamlarına. Buyruk şöyledir: “Sizden önce de nice topluluklar gelip geçmiştir. O halde yeryüzünde gezin-dolaşın da yalanlayanların sonu nice olmuştur görün. “3/137 Yüce Mevla’mız burada bize bir tavsiyede bulunuyor. Tavsiyesini de aba altından sopa göstererek yapıyor. Yeryüzünde neden gezmiyorsunuz? Sizden önceki insanların kurdukları medeniyetleri niçin görmüyor, bilmiyor ve ibret almıyorsunuz? Helak edilenler niçin helak edilmişler bunu hiç mi merak etmiyor musunuz? Daha buna benzer nice cümleler sıralayabiliriz. Allah insanların bulundukları bölgede kapanıp kalmalarını istemiyor. Dolaşmamızı, gezmemizi istiyor. Eski kavimlerin, milletlerin geriye bıraktıklarını görerek ibret almamızı istiyor. Mesela biz Almanya’da yaşayan Türkler, geriye bakıp da hayatımızın elli yılını geçirdiğimiz bu ülkeyi ne kadar tanıdığımızı hiç düşündük mü? Almanya’ya gelişimizin üzerinden elli yıl geçti. Ha bugün ha yarın döneceğiz derken saçlarımız ağarıvermiş, belimiz bükülüvermiş. Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bunları düşündük, konuştuk ve bu ülkeyi az tanıdığı karar verdik. Tanıdığımız yerler, evden işe işten eve giderken yol üzerinde gördüğümüz yerler ne kadarsa, o kadar. Oraları da sadece gördüğümüzü, tanımadığımızı sandığımızı farkettik. Niye kendimize, (bir arkadaşı vesilesiyle Goethe’nin eserleriyle tanışan) Tatarî Oğuz Efendi’yi örnek almamışız? O Fransa’dan kalkıp Weimar’a kadar gelmiş. Orada vefat etmiş. Goethe’nin yaşadığı şehri ve o şehrin insanlarını, yaşayan değerlerini bizzat tanımak istemiş. Tanımış ve hakkında eserler de yazmış. Tatarî Oğuz Efendi Johann Volfgang von Goethe gibi bir şahsiyeti, ölümünden sonra da olsa tanımak istemiş ve Weimar’a kadar gelmiş. Oysa biz kilometre olarak yakın olduğumuz Goethe, Schiller, Bach gibi fikir ve sanat adamlarına düşünce dünyamızda ne kadar da uzakmışız. Bunu Weimar turu yapınca anladık. Tanımadığınız yer fikir dünyanızda yer almaz Bu konular üzerinde arkadaşlarımızla uzun uzadıya konuştuk. Konuşa konuşa nihayet eksikliklerimizi fark ettik. Yaptığımız öz eleştirilerden sonra, eksikliklerimizi gidermeye karar verdik ve düştük yollara. Önce Weimar’ı ve oranın değerli şahsiyetlerini tanıdık. Tarihe mâl olmuş şahsiyetlerin yaşadığı yerleri ziyaret edince düşünce dünyamızda yeni kapılar açıldı. Eşim, Goethe’nin malikanesini görünce “burada ancak şiir yazılır” dedi. Başımızla tasdik ettik Eşimi. Sonra Buchenwald toplama kampına uğradık. Daha kapıda irkildik: “Herkes ettiğini bulur” (Jedem das Seine) yazıyordu kapıda. Buchenwald’ta, Toplama kampları kurarak insanları onursuzlaştıran o vicdanı tanımaya çalıştık. Sonraki gezimizde, Wittenberg’e gittik ve Katolik dünyasının tahtını ayaklar altına alan, Almanya’nın önemli şahsiyetlerinden Papaz Martin Luther’le tanıştık. Evinde konuk olduk. 1517 yılında yazdığı 95 maddelik o meşhur Manifestosunu birlikte okuduk. Üzerinde tezekkür ettik. Eski defterleri karıştırmadan, yani Türklerle olan ilişkileri, düşüncelerini karıştırmadan, fiili durumumuzu birlikte değerlendirdik. Sonuçta, düşmanlık değil, dostluk, savaş değil barış galip geldi. Umursamazlık insanları nasıl aptallaştırıyorsa, hoşgörüsüzlük de mutluluğa giden yolları tamamen kapatıyor. Dün mesafeli olduğunuz insanlar bugün misafiriniz oluyor veya siz onlara misafir olabiliyorsunuz, size dostluk eli uzanabiliyor veya siz uzatabiliyorsunuz. Bu oluyor. Geçmişi bilmek ve unutmamak lazım ama, geçmişe takılıp kalmamak da lazım. Türk Eğitim Derneği mensupları olarak biz tam da bunu yaptık. Geçmişe takılıp kalmanın faydasının olmayacağına kanaat getirdik. Önümüze bakmamız gerekiyordu. Baktık. Hem Weimar ve hem de Wittenberg dönüşü, otobüste her zaman olduğu gibi, arkadaşlarımıza mikrofon uzattık ve onlardan değerlendirmeler aldık. Weimar’ı konuştuk, Wittenberg’i konuştuk. Her bir arkadaşımızın düşünce dünyasına da ayrı ayrı paragraflar eklenmişti. Sonra da, Berlin’i ne kadar tanıdığımızı konuştuk. Sonunda yeteri kadar tanımadığımız ortaya çıktı. Öyleyse Almanya’yı tanımaya Berlin’den başlamamız gerektiği kanaatine vardık ve karar aldık. Berlin’i tanımamız gerekiyor. İlerleyen günlerde bu kararımızı hayata geçirdik, sıcağı sıcağına uygulamaya koyduk. Önce kiraladığımız bir otobüsle karadan ve sonra da Berlin kanalında tur düzenleyen gemi ile kanal gezisi yaptık, böylece rehber eşliğinde Berlin’i dolaştık. Meğer, yıllardan beri içinde yaşadığımız Berlin’i tanımıyormuşuz. Toplam 7 saat yetmedi Berlin’i tanımaya. Sonuç; Duvarı’n hikayesini bilmiyoruz, Prenzlauerberg’de, Paul Linke Ufer’ de, Einstein Cafe’de oturup bir kahve içmemişiz. Unter den Linden’i boydan boya geçerek, oradaki müzelerle ilgili bilgiler almamışız. Berliner Dom’u hayran olduğumuz eserler listesine yazmamışız. National Galerie’yi gezmemişiz, Sans Souci’yi gezmemişiz, Bergama Müzesi’nin nerede olduğundan habersiziz… Biz nasıl bir Berlinliymişiz böyle… Velhasıl şu koca Berlin’ de sanki kendimize bir duvar örmüşüz ve duvarın içinde yaşamışız yıllarca. Edindiğimiz bu tecrübelerden sonra, Türk Eğitim Derneği ve Berlin Veliler Topluluğu üyeleri olarak biz bu gaflet uykusundan uyanmaya karar verdik. Daha doğrusu üzerimizdeki bu ölü toprağını silkelemeye karar verdik. Sonuçta titredik ve kendimize döndük. Yeni yeni bilgiler edindikçe yaşadığımız yeri ve o yerin halkını daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Tanış olduk.” Yunusumuz ne güzel de söylemiş: ”Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Bu dünya kimseye kalmaz.” Tavsiyemiz, sizler de düşün yollara, tanıyın, tanış olun, sevin, sevilin. “Bu dünya kimseye kalmaz”mış. Bizim gezilerimizin adı “Kültür ve Araştırma Gezisi.” Bunlar masraflı geziler. Geziye katılanlar paralarını kendileri ödüyorlar. Derneğimiz sadece organizesini yapıyor. Buna rağmen üyelerimiz, bu gezilerden oldukça memnun oluyorlar. Gezilerden dönüşte üyelerimiz, “yeni gezi nereye ve ne zaman hocam?” diye sormaya başlıyorlar. Ulaşmak istediğiniz hedef önemli bir hedefse, hedefe de kilitlenmişseniz mutlaka bedel ödemeniz gerekiyor. Bedel ödenmeden bir şey elde etmek mümkün değildir ve bedelini ödemediğiniz şey de sizin değildir. Nasreddin Hocamız boşuna söylememiş, “Parayı veren düdüğü çalar” diye. Size tavsiyemiz lütfen içinde yaşadığınız ülkenin değerlerini ve güzelliklerini mutlaka tanıyın. İlgisizlik, çirkinlikler, kötülükler, ötekileştirmeler dostluk köprülerinin kurulmasını engelliyor. Bu durumda kılıçlar bileniyor, yaylar geriliyor ve hedef bile tayin edilmeden oklar rasgele boşaltılıveriyor. Gezdikçe, gördükçe, anladıkça, düşündükçe, konuştukça, empati yaptıkça anlaşma sağlanabilecek ortak noktalar mutlaka bulunuyor. Yaşadığı coğrafyayı ve orada kurulan medeniyetleri bilmeyen, oranın tarihini kültürünü tanımayan, velhasıl o coğrafyadaki yaşanmışlıkları gözlemlemeyen insanlar o ülkenin insanlarını nasıl tanıyabilir ki? Tanımadıkları insanlarla da nasıl bir sevgi ve dostluk bağı kurabilirler ki? Kuramıyorlar da zaten. Haydi bugün karar verin ve Alman komşunuz başlayarak, insanları, kültürlerini, örf ve adetlerini, şehirlerini, tarihe mâl olmuş şahsiyetlerini ve onların eserlerini başlayın tanımaya. İnanın tanıdıkça seveceksiniz ve sevdikçe de rahatlayacaksınız. 61. yılda önümüze yepyeni ufuklar açılacak…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder