27 Nisan 2023 Perşembe

BERLİN’DE İFTAR SOFRALARI(VI-6); IGMG-NETU-ALPERENLER

Rüştü KAM Pandemi dedikleri ne olduğu belli olmayan o şey, ne menem bir şeyse öyle bir vuruş vurdu ki; feleğimiz şaştı. İnsanların sosyal hayatları altüst oldu. Ne misafirliğe gidilebildi ne de misafir ağırlanabildi. Sivil Toplum Kuruluşlarının kapısını dahi çalan olmadı. Camilerde komik görüntüler meydana geldi. Namazda saf tutarken önden-arkadan ve yanlardan 1.5 metre boşluk bırakılıyordu. Bir de maske var ki; mafya filmlerindeki gibi. Kimi siyah, kimi beyaz, kimi çiçekli, değme gitsin. Gülüyor musun, ağlıyor musun, selam mı veriyorsun o belli değil. Tanımıyorsun bile karşındakini. Omuz omuza-diz dize olmayınca cemaat mı olunurmuş. Olunmuyordu zaten. Cemaat olmanın amacı ortadan kalkmıştı. İnsan sağlığını koruma adına yapılıyordu bütün bunlar. Modern işkence. Ben o kadar insan tanıyorum etrafımda aşı falan da olmadılar. Ölmediler de. Pandemi zamanında bilhassa dernekler çok zor durumda kaldılar. Üyeler derneklere uğrayamadı, iki kişinin bir araya gelmesi yasaktı. Derneğin kapısından içeriye giren olmayınca dernekleşmenin amacı da ortadan kalkmıştı. Herhangi bir etkinlik yapılamıyordu, oturup konuşulamıyordu, sohbet edilemiyordu. Sinema yoktu, tiyatro yoktu, eğlence yoktu. Evde duracaksın dışarıya çıkmayacaksın. Televizyonun başında, eşinle çocuklarınla kavga edeceksin. O programı değil ben bu programı seyredeceğim, ben haber izleyeceğim, ben magazin…Aile faciası. Şimdi düşünüyorum da 21.yy’da bu işi nasıl başardılar? İnsanları eve nasıl kapatabildiler. Söylenen komplo teorileri doğru muydu? İnsanlar kobay olarak mı kullanıldılar? Devletlere yön veren kapitalistlerin, emperyalistlerin cepleri mi doldu yine? Cevabı olmayan soruları, artarda sormak elbette mümkün… Ancak boşuna çaba…Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur… Konumuz COVİD/19 değil, değil olmasına değil de bu komplo teorileri ya doğruysa; insanlardan çalınan o üç yılın hesabını kim verecek, sorulmayacak mı o kan emicilere hesap. Hesap soracak bir Molla Kasım Efendi çıkmayacak mı? Birilerine mutlaka bu işin hesabı sorulmalıdır. Kocaman 3 yılın hesabını kim verecek. Sağlığı bozulan insanların, aşı yüzünden öldüğü söylenen insanların hesabını diyorum… Sene 2023. Nihayet COVİD/19 bitti dediler. Dediler demesine de o dağılan insanları toplamak, eve kapatılan insanları evden çıkarmak o kadar kolay değil. İnsanlar bu olup bitenlerden sonra kara kara düşünürken, Müslümanların imdadına Ramazan ayı yetişiverdi. Bin aydan daha hayırlı olan ay. Bu ay, hareketlendirdi Müslümanları. Onları evden çıkardı ve bir araya topladı. Müslümanların yüzü gülmeye başladı. İftar sofraları kuruldu, lokmalar döküldü, teravih namazları kılındı. Hatimler indirildi, mukabeleler okundu. Genç- ihtiyar, kadın-erkek herkes camileri ve sofraları şenlendirdi. Dernekler, kapılarını iftar sofrası kurmak için açtılar. Ortalık şenleniverdi. Çünkü İslâm, ferdiyetçiliği esas alan bir din değildir. O yardımlaşmayı esas alan, cemaatleşmeyi esas alan, başkasının derdiyle dertlenmeyi esas alan bir dindir. Cemaat olmayınca, cami olmayınca üçüncü kişilere dokunmak o kadar kolay olmaz. Olmadı da zaten. İftar sofralarına insanlar; din, dil, ırk ayırımı yapılmadan; Resmi- gayri resmi, Alman, Türk, Suriyeli, Afganistanlı, Afrikalı ayırımı yapılmadan davet ediliyordu. Sofralar rengarenk oldu. Müzik dinletileriyle ruhlara hitap edilmeye çalışıldı. Bazı sofralarda canlı müzik bile yapıldı. İftar öncesi ve sonrasında günün anlam ve mahiyeti ile ilgili konuşmalar yapılıyordu. Yardıma muhtaç olan insanların, mülteci durumuna düşürülen insanların ellerinden tutulması gerektiği vurgulanıyordu. İnsanlara önce insan oldukları hatırlatılıyordu. Asrın felaketi olarak nitelendirilen Merkez üssü Pazarcık olan Kahramanmaraş depreminin yaralarının sarılması gerektiği hatırlatılıyordu. İnsanlar ayni ve nakdi yardıma davet ediliyordu. Çünkü Yaratıcı, Müslümanlardan cömert olmalarını istiyordu. Bunun için üçüncü kişilere dokunulması gerekiyordu. Beni sokmayan yılan bin yaşasın diyemezdi Müslüman. Yaraların sarılması gerekiyordu. “İlaç acılardan alınacaktı.” IGMG İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) teşkilatları da Ramazan ayının bereketinden istifade etmek için İftar Sofrası kurmuş. Kendi salonunda kurmuş bu sofrayı. Ben de davet edilmeye başlandım o sofraya. Başkan Hasan İstanbul’un sünneti böyle. Sofranın organizesini Mahmut Nedim Erul yapmış. Sevdiğim bir delikanlı. Nerede karşılaşırsak karşılaşalım saygısını esirgemez. Gelir hal hatır sorar. Genç bir girişimci. Millî Görüş Teşkilatlarının rahle-i tedrisatında yetişmiş. Allah sayılarını artırsın. Fatih Küçüğün okuduğu Kur’an tilavetiyle başlayan program, IGMG Berlin bölge başkanı Hasan İstanbul’un mesaj dolu konuşmasıyla devam etti. Fatih Küçük de IGMG’nin yetiştirdiği bir delikanlı. Kıraati iyi idi. Devlet de oradaydı halk da oradaydı. Büyükelçi Ahmet Başar şen ve Başkonsolos Rıfkı Olgun Yücekök de iftar sofrasındaydı. Bir vücut haline gelinmişti. Devlet ile halk bütünleşmişti. Ramazan ayı boyunca davet edildiğim her sofrada gördüm ben, o özlenen bütünleşmeyi. İş adamları derneği, NETU’ da gördüm. Alperenler Derneğinde gördüm. Türk Eğitim Derneğinde gördüm. Davet edildiğim Her sofrada gördüm. Eller birlikte havaya kalkıyor, dudaklar birlikte Allah’a niyaz ediyordu. “Allah’ım Sen’in rızan için tuttuğumuz orucumuzu kabul eyle, birlik ve beraberliğimizi daim eyle.” Göğsüm kabardı. İçim içime sığmadı. İşte budur dedim. Devlet ve millet elele olunca, sırtı yere mi gelirmiş Müslüman Türk Milletinin, dedim. Yıllardan beri özlemini çektiğimiz tablo bu değil miydi? Dedim. Eski günlerim olsaydı; şöyle arkama yaslanır ve yanında demli çayımla birlikte cigaramı tüttürür dumanını boşluğa salar ve başlardım dumanı takip ederek hayal kurmaya. Ben 15 yaşımdan beri sivil toplum kuruluşlarının içinde yer alan birisiyim. Dînî ve millî duygularla beslendim. Büyük doğu nesli derlerdi bize. Tarihine, geçmişine küfreden, mandacılığı esas alan, ruhları satılmış nice gruplarla monşerlerle mücadele ettik biz. Benim, uğruna mücadele verdiğim davamın bana sunacağı o güzelim günlere kavuşamayacağım diye üzüldüğüm günlerim oldu. Evet yaşım yetmeyecek diye üzüldüğüm günlerim oldu. O kadar ağaç diktim, meyvelerini göremeden bu dünyaya veda mı edecektim? Mevla’m nasip etti bugünleri de gördüm. Daha güzel günlerin ufukta göründüğüne de şahit oluyorum. Ben Mevla’mdan daha ne isteyebilirim ki;… “Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” Biz Üstad Necip Fazıl’ın bu dizeleriyle yetiştik. Bizim amacımız Sakarya’yı ayağa kaldırmaktı. Bugün, devlet halkıyla bütünleşmeye başlamış, halkının kültürünü yok saymıyor, aksine tarihini ve kültürünü canlı tutmaya çalışıyor. Üniversitelerde ikna odaları kurulmuyor artık. Herkes inancını özgürce yaşama fırsatı bulmuş. Alevi’si ben Alevi’yim diyebiliyor, Sünni’si de ben Sünni’yim diyebiliyor, yıllarca baskılanan Kürt halkı kendi lisanına kavuşmuş, kendi dilinde müziğini dinleyebiliyor, televizyonunu seyredebiliyor. Devlet kurumlarında, devlet millet kaynaşmasının başlaması Sakarya’nın ayağa kalkmasının işareti değil midir? Elhamdülillah… NETU İftar sofrasını NETU Berlin bölgesi kurmuş. Oraya da davet edildim. Yemekleri mükemmeldi. Sıradan bir yemek değildi. Pilav üstü kavurma değildi. Karides bile vardı sofrada. Yemekleri İlkay Bey yapmış. Antic Roma Restoran. Burada bir tespitimi söylemeden geçemeyeceğim. Davet edildiğim bütün sofralarda. Çay ikram edildi. Üzülerek söylemeliyim ki, hiçbirisi Çaykur Çayı değildi. Türklere ait bir vurdumduymazlık, aymazlık var. Kendi değerlerimize sahip çıkarak ancak var olabiliriz, varlığımızın devamı kimliğimize sahip çıkmakla olur. Bilhassa iş adamları derneğinde Çaykur Çayı’nın olmaması, ismi Millî Görüş olan bir sivil tolum kuruluşunda Çaykur Çayı’nın olmayışı, ismi Alperen olan bir misyonun temsilcisi olan dernekte Çaykur Çayı’nın demlenmemesi manidar değil midir? O demlenen çaylara verilen paralar dolaylı olarak İngiltere’ye gidiyor ve İngiliz politikası olarak bana geri dönüyor. Bu kadarını da düşünemiyorsak, derneklerimizin adı ne olursa olsun, bizler de monşerleşmişiz demektir. NETU’nun Berlin Bölgesi genç girişimcilerden oluşuyor. Pırıl pırıl gençler gördüm orada. Bir idealleri var belli. Onlar da pandemiden şikayetçiler. Pandemi sonrasında ilk iftar sofrasıymış bu kurulan sofra. Bu gençler Berlin’de doğup büyüyen gençler. Dinlerine ve dillerine sahip çıkıyorlar. Kimliklerini muhafaza ediyorlar. Sahip oldukları ekonomik gücü de kontrol edebilirlerse, şımarmazlarsa, parayı kontrol edebilirlerse geleceğin inşasında söz sahibi olabilirler. Ama büyüklerinin yaptığı gibi kazançlarını Berlin’in dışında yatırımlara dönüştürmeye devam ederlerse, infaklarını Berlin’in dışında değerlendirmeye devam ederlerse, o zaman Almanya’da yapabilecekleri fazla bir şey olmayacaktır. Bugün olduğu gibi iftar sofraları kuracaklar, bildik ritüellerle iftarlarını yapacaklar ve lüks arabalarıyla Berlin sokaklarında dolaşacaklardır. Açılış konuşmasını genel sekreter Önder Coştan yaptı. Önder Coştan sosyoloji okuyan bir genç. İş adamı değil. Coştan açılış konuşmasında, “NETU’nun güçlü bir sosyoekonomik aktör olarak toplumun bütün kurumlarına ve bilhassa ekonomi dünyasına hayırda yarışma ilkesi doğrultusunda projeler ürettiğini belirtti. Sonrasında, NETU Berlin Başkanı Bülent Göktekin’i konuşmasını yapmak için kürsüye davet etti. Göktekin Avukat. Almanya’da doğmuş, hukuk tahsilini de burada yapmış. Genç ve ideali olan bir başkan. Göktekin hâzırûnu selamladıktan sonra şunları söyledi: “NETU Berlin 1994 den beri üye şirketleri ile iş dünyası arasında ağ oluşturma, deneyim ve tecrübe alışverişini sağlama ve iktisadi gelişim konularında üyelerine platform sunmak gibi hizmetler veren bir kurumdur. Bu hizmetlerimizi ve çalışmalarımızın önemli bir bölümünü Bildungsträger dediğimiz eğitim merkezi olarak sertifikalandırdığımız NETU Akademi ile daha profesyonel ve kurumsal bir yapıya ulaştırdık. Aynı zamanda işverenlerimizin giderek artan eleman ihtiyacına çözüm amaçlı vasıflı eleman tedarik projemizi- "Fachkräfteprojekt'i" hayata geçirdik. Bu minvalde federal ve eyalet bakanlıklarıyla yürüttüğümüz çalıştaylar ve ortak projelerimiz devam etmekte. Yine Berlin eyalet bakanlığı ile beraber düzenlediğimiz ve yabancı kökenli işletmelerin katılabileceği "Vielfalt Unternimmt" yarışmasına bütün üye veya üye olmayan şirketlerimizi davet ediyoruz. Sosyoekonomik aktör olarak 30 senedir iş dünyasının nabzını tutan NETU, pandemi, savaş, ekonomik daralma, enflasyon ve hayat pahalılığı gibi zor süreçlerden geçti. Buna rağmen iş ve ekonomi dünyasına uygun çözümler ve projeler üretti. Hem birey hem toplum olarak hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Ne kadar iş hayatımıza odaklı yaşasak ta, asrın felaketi dediğimiz akıl almaz yıkım ve acılara sebep olan bu deprem bir kez daha gösterdi ki, biz insanlar kendisine, çevresine ve yaratıcısına karşı sorumluluk taşıyan varlıklarız. Bu bilinci Ramazan ayı ile daha da iyi anlıyoruz. Ramazan ayı aç ve susuz kalma ayı değildir. Ramazan en başta on bir ay boyunca bozduğumuz kulluk ayarlarımızı olması gereken frekansına getirme, ruhumuza bahar dirilişini yaşatma ve farkındalık kazanarak duyarlı bir insan olma ayıdır. Ramazan ayı denildiğinde, her ne kadar ilk akla gelen şey oruç ibadeti olsa da esasen ramazan, her şeyden önce vahyin indirilmeye başlandığı aydır; dolayısıyla ramazan her şeyden önce Kuran ayıdır. En başta Allah ile sonra da Allah'ın âlemlere rahmeti olan Kuran ile ilişkimizi gözden geçirme ayıdır. Vahiy ile insanlığımızı ve inancımızı güncelleme ayıdır. Hayat rehberimiz Kuran ile yüzleşme ve kendimizi Kuran'a arz etme ayıdır. Kuran'a dönüp, "Acaba ben ne oranda Allah'ın razı olacağı bir kulum" sorusunu sorma ve bu sorunun cevabını Kuran ayetlerinden bulma ayıdır. Ben teşrif buyurdukları için sayın Başkonsolosuma tekrar şükranlarımı bildirip, bu ramazan ayının topluma barış, huzur ve hoşgörü getirip hayırlara vesile olmasını diliyorum.” ALPERENLER Berlin Alperenler Derneği. Muhsin Yazıcıoğlu’nun açtığı çığırdan yürüyen bir dernek. Ahmet Yesevi terbiyesiyle yollarına devam ediyorlar. Misyonu olan bir dernek. İftar sofrası kurmuşlar. Kendi salonlarında ağırladılar misafirlerini. Genç bir delikanlı spikerlik yapıyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nun hapiste yazdığı ‘üşüdüm’ şiiriyle açtı iftar sofrasını. Gençliğimi hatırladım. Ben de gençliğimde nice değerleri kürsüye davet ettim. Konuşmacıları kürsüye davet etmeden önce davet deşeceğimiz kişinin konumuna uygun şiirler seçer ve o şiirleri okuyarak davet ederdik. 1970’li 80’li 90’lı yıllardan bahsediyorum. Aynı gelenek devam ediyor anlaşılan. İdealist olmak böyle bir şey. Sonrasında Kur’an kıraat edildi. Ezanın okunmasıyla kaşıklar çorba kasesine daldırıldı. Yemekleri Türkiyem restoran yapmış. Lezzeti yerindeydi. Sahipleri Halil ve Hasan Kaya kardeşler de oradaydı. Başkan Salih Tuncer Deprem bölgesinden gelmiş. Kendisinden deprem sonrası hakkında taze bilgiler edindik. İç açıcı bilgiler vermedi bize. İçimiz yeniden burkuldu. Allah böylesine bir felaketi bir daha yaşatmasın. Âmin. Bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder