17 Nisan 2025 Perşembe
ÖZBEKİSTAN
TÜRK EĞİTİM DERNEĞİ ATAYURDU ÖZBEKİSTAN’DA
RÜŞTÜ KAM
14.04.2025
Önce Taşkent. Sabah 06.35 te Taşkent havaalanındayız. Rehberimiz Hüseyin Bağır’ı bizi bekliyor olarak bulduk Taşkent havalimanında. Yanında Muhammed Emin de vardı. Türk Eğitim Derneğinin logosu karşıdan bizi selamlıyordu. Hemen toplandık o logonun altında. Hüseyin oldukça nezaketli bir delikanlı. Diyarbakırlı. Esmer, uzun saçlı, sakallı zayıf yapılı orta boylu bir delikanlı. Muhammed Emin biraz uzun boylu tıknaz bir delikanlı. O da nezaketli. Muhammed emin Taşkentliymiş.
Hoşbeşten sonra, arkadaşlar toplanıncaya kadar o günün programını hemen kısaca anlattı Hüseyin. Sorumluluk sahibi birinin yapacağı şeyi yaptı. Güven verici bir duruşu var. Ne yaptığını bilen bir öz güvendi onun ki.
Sayı tamamlanınca kalacağımız otele hareket ettik. 30 dakikalık mesafedeymiş otel. Kahvaltıdan sonra ver elini Taşkent dedik ve çıktık meydana. İlk intibaımız olumlu. Caddeler geniş, sokaklar tertemiz, ortam sakin, insanlar mutlu görünüyor. Çarşı -Pazar canlı, satıcılarla anlaşmak o kadar zor değil. Bizim kullandığımız Türkçeye teşneler. Alışveriş heyecan verici. Pazarlık edebiliyoruz. Sabit fiyat, malı seç, al götür kasaya ver. Parayı ver malı al. Ne kadar da sıkıcı imiş bizim yaptığımız Avrupa’da. Burada farkına vardık o sıkıcılığın. His yok, heyecan yok. O neymiş öyle robot gibi. Dil konusunda da tam anlaşamayınca el-kol hareketleriyle falan eğlenceli bir iş oluyor alış-veriş Özbekistan pazarında…
Barak Han Medresesi, Tilla Şeyh Camii, Hazreti İmam Mozolesi (Abu Bakr Kaffal Şaşi Türbesi), İmam Buhari İslam Enstitüsü, Küçük mescitler ve kütüphane. İlk gün yaptığımız ziyaretlerden bazıları…
İkinci gün metro ziyaretleri yaptık. İlk metronun Londra’da ikinci metronun da İstanbul’da yapıldığını biliyoruz. Yıldız hanım da mesleğini seven birisi. Durmadan konuşuyor. Bilgimizi o da tasdikledi. Hanım hanım bir kız. Hiva’da doğmuş, Türkçesi akıcı, Tükçe espri bile yapabiliyor.
Sonra da Emir Timur ile tanışmak üzere yola çıktık. Parka girince usulen selamımızı verdik. Bizi muhabbetle kucakladı, kucakladı kucaklamasına da; bizdeki kuyruk acısı o sıcak karşılamaya eş değer bir samimiyete mâni oldu. Kendisine hemen Ankara Savaşını sorduk, arkası arkasına yapıştırdık soruları; neden yaptın o yaptıklarını dedik, mutlumusun şimdi? dedik, madem geriye dönüp gelecektin ne demeye Osmanlıyı 25 sene geriye attın? dedik. Daha çok şey dedik. O da pişman olmuş yaptıklarından zaten. Bizi kucaklayışı da ondanmış zaten. Detaylı bilgi, daha sonra.
Devam edecek.
10 Nisan 2025 Perşembe
ADAM GİBİ ADAM OLMAK
ADAM GİBİ ADAM OLMAK
Rüştü Kam
11.04.2025
Adam gibi adam olmak deriz; mert, yiğit, sözünün eri olan kişileri tanımlarken. Asıl maksadımız kendimizi tanımlamaktır. Kendimizin dışındaki insanların adam olmadığını îmâ ederiz böylece. Adamlıkla ilgili ne kadar olumsuz sıfat varsa başkasınındır, olumlu sıfatlar ise kendimize aidtir. Bizde hata yoktur. Olamaz da. Hatalı olanlar hep başkalarıdır. Anlatılmak istenen tam da budur.
Adamlık okumakla elde edilmez. Sadece okumakla adam olunamayacağı bir gerçektir. Dünyanın bütün kitaplarını yalayıp yutsanız, en iyi üniversitelerinde de okusanız adam olmayı yine de beceremeyebilirsiniz. Adam olmak vicdanla, duyguyla alakalı bir vasıftır. İstisnalar vardır elbet.
Adamlık, asaletten gelir. Önce asalet lazımdır, yani asil bir soydan gelmek lazımdır. Sonra da uygun bir çevrede yetişmek gerekir. Hem aile ve hem de çevre terbiyesi olmalıdır adamlığın temelinde. Daha sonra iyi bir eğitim gerekir. Boşuna dememişler atalarımız “ağaç yaş iken eğilir” diye. Çocuk küçük yaşlarda eğitilmeye başlanır, belli bir yaştan sonra çocuk artık eğitilemez hale gelir. Hele o çocuk bir de her şeyi bilen cinsinden bir aileye mensup ise ve de ergenlik yaşı sendromunu yaşıyorsa onu eğitmek daha zordur. Çünkü, dünya onun etrafında dönmeye başlamıştır. O adamım deyip ortalıkta gezer durur, kendini hiçbir olaydan sorumlu tutmaz. Olup bitenlerden habersizdir, sadece yer-içer, yatıp-kalkar ve zorunlu ihtiyaçlarını giderir.
Adam olmak, zor zanaattır. Ona adam gibi adam denir. Her haliyle güvenilir insan demektir. Ona güvenebilirsin. Canını ve aileni bile emanet edebilirsin. Çünkü o adam gibi adamdır. O kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına asla yapmaz. Yapana da müsaade etmez. Hatır için konuşmaz. Adam gibi adam deyimi tam da onun için söylenmiştir…
O köklerine bağlıdır, taklitçi değildir, başkasına özenmez, kendinde olan güzel hasletlere sahip çıkar, yaratılmışlara yaratandan dolayı saygılıdır.
O omurgalıdır. Dik durur, rüzgara göre yön değiştirmez.
Ona neden omurgalıdır dedim:
Çünkü omurga, genel olarak canlılarda bulunan bir mekanizmadır!
Allah, ‘kainatın en şerefli mahluku’ olarak nitelendirdiği insanı tasarlarken, omurgayı esas almıştır!
-Dik dursun,
-eğilmesin,
-bükülmesin,
-kırılmasın diye böyle tasarlamıştır. O harika yaratığı, bir omurga üzerinde biçimlendirmiştir.
Dolayısıyla, adam gibi adam olmanın ilk şartı;
-omurgalı bir varlık olmanın şuuru ile hareket etmektir!
Adam olmak için; sadece iki ayak, iki göz, iki kulak, burun ve ağız yetmez!
-ikinci şartı; fıtrî değerleri özünde toplamaktır!
-üçüncü şartı; yalan dünyanın sahte görüntüsüne itibar etmemek; hakkın, hakikatin peşinden gitmektir!
Hak bellenen yolda tek başına bile olsan yürümektir!
-dördüncü şartı; meşhur olmak, anlı-şanlı olmak, namlı olmak ile gerçekten büyük olmak arasındaki kalın çizgiyi iyice idrak etmektir!
-beşinci şartı; olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmaktır!
Korkaklığa, namertliğe, kalleşliğe, mandacılığa, emperyalizme prim vermemektir!
Adam gibi adam; giyinişi ile, cebindeki parası ile, boyu posu ile, güzel konuşması ile tanınan biri değildir!
-O, Diyojen’in gündüz vakti ‘mum’ ile aradığı adamdır!
-O nokta kadar menfaat için, virgül kadar eğilmez!
-Düşman belledikleri onun sırtını yere getiremezler, dost gibi gözükenlerdir onu arkadan vuranlar!
-O gücünü; oturduğu koltuklardan, bulunduğu mevkilerden almaz, aksine o oturduğu koltuğa güç ve şeref verir!
-Onun karakterinde; bukalemunluk, ikiyüzlülük, kahpelik ve kalleşlik yoktur!
-O çevresindekilerin alkış ve yuhalamalarına fazla önem vermez!
-Onlar bilirler ki, en küçük bir başarısızlıkta, alkış sesleri bir anda yuhalamalara dönüşebilir!
-Onların, en nefret ettikleri kişiler, şahsi çıkarları için vicdanlarını köleleştirmiş olan insanımsı yaratıklardır!
O insanımsı yaratıklar, adam gibi adamlara gördükleri her yerde havlayıp saldırıya geçerler!
Adam gibi adamların kulakları, kin ve intikam çığlıklarına kapalıdır!
Onlar için en sadık dost ölümdür. Onlar seviyesizliklere sadece gülüp geçerler!
Onlar, sarp yokuşların yolcusudurlar, o yol tuzaklarla doludur, orada yürümek yürek ister!
Velhasıl, ‘adam’ olmak, hele hele ‘adam gibi adam’ olmak;
‘omurga’ sahibi olamayan,
‘dik’ duramayan,
‘kula kul olmayı’ kendisine ilke edinen,
‘başkalarından’ emir alıp onların borusunu öttüren,
‘gelene ağam, gidene paşam’ demeyi marifet sayan,
‘iktidar sahiplerinin’ etrafında pervane olan;
-düzenbaz,
-yağcı,
-dalkavuk,
Ve yardakçı tabakası ile el ele verip, günlük ihtiyaçlara göre rotasını tayin eden sürüngenlerin ağızlarına alacakları, ayağa düşürecekleri basit kişilerin vasfı değildir!
Kur’an adam olmayan o insanımsı yaratıkların sıfatlarını sayar döker ve şöyle der:
“İstediler ki, sen alttan alıp gevşek davranasın/
Yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/
Yumuşaklık göztersinler.
Şunların hiçbirisinin önünde eğilme, onlara uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak, alaycı, gammaz, koğuculuk yapmak için fırsat kollayan, hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günah içinde debelenen, kaba-saba, obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülük yapmakla damgalanmış, görgüzüz, insanlıktan nasibini almamış, mal sahibi ve oğul sahibi olmuş da ne olmuş? Şımarığın teki işte.
Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: “Bunlar daha öncekilerin masallarıdır. Yakında biz ona göstereceğiz dünyanın kaç bucak olduğunu. Alnının ortasına basacağız damgayı, burnunu sürteceğiz yere! “ (Kalem 9-16)
"Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin..." (Nisa Suresi, 86)
İlim adamları ve bazı kanaat önderleri de tanımlamışlar Adam gibi Adamları:
-“Nice insan gördüm üzerinde elbise yok. Nice elbise gördüm içinde insan yok.”
(Mevlâna)
-“Cahille oturup bal yiyeceğine, alimle oturup kuru ekmek ye.”( Mevlâna;)
- “Parası olmayan adamı, adamlığı olmayan zengine tercih ederim.” (Victor Cousin)
-“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır.”(Yunus Emre)
-“Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez.”(Sokrates)
-“Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan farklıyım.”(Sokrates)
-“Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.”
(Leo Tolstoy)
“İkilik kinini içimden atıp
Özde ben bir insan olmaya geldim
Taht kuralı Âriflerin gönlünde
Sözde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Meğerse âşk imiş canın mayası
Ona mihrap olmuş kaşın arası
Hâkk'ın işlediği kudret boyası
Yüzde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Bütün Mürşitlerin tarif ettiği
Sadıkların menziline yettiği
Evliyanın Enbiyanın gittiği
İzde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Ben de bir zamanlar baktım bakıldım
Nice yıllar bir kemende takıldım
O âşkı mecazla yandım yakıldım
Közde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Süregeldim âşk meyini içerek
Herbir ak'ı karasından seçerek
Varlık dağlarını delip geçerek
Düzde ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim
Gör ki Nimri Dede şimdi neyleyip
Gerçek âşkı her yönüyle söyleyip
Her türlü sefaya veda eyleyip
Sazda ben bir insan olmaya geldim
Serimi meydana koymaya geldim.”(Nimri DEDE)
Ne mutlu, sırf ‘yaratana karşı’ sorumluluğunu yerine getirmek için ‘adam gibi adam’ olmayı ilke edinenlere!
1 Nisan 2025 Salı
İFTAR SOFRALARI BERLİN 2025
LÜKS OTELLERDE İFTAR ZİYAFETİ Mİ, YOKSA GERÇEK DAYANIŞMA MI?
Rüştü Kam
Ramazan ayı, paylaşmanın, dayanışmanın ve manevi huzurun en yüksek seviyeye ulaştığı bir zaman dilimidir. Bu ay boyunca birçok Müslüman, birlik ve beraberlik içinde oruçlarını açmak için iftar sofralarında bir araya gelir. Berlin'de de Ramazan süresince çeşitli mekânlarda iftar sofraları kuruldu. Kimi sivil toplum kuruluşları mütevazı mekânlarda, cami avlularında, dernek salonlarında iftar sofraları kurarak topluma hizmet etmeyi amaçladı. Bu kuruluşların emeklerini takdir ediyor, samimi gayretlerini yürekten kutluyorum. Rabbim onların sayısını arttırsın.
Ancak, bazı iftar davetlerinin lüks otellerde ve şaşaalı salonlarda gerçekleştirenler de vardı. Bilhassa işadamları dernekleri bu sofraları kurdular. Kuşkusuz, güzel mekânlarda iftar vermek yanlış değildir. Fakat bu tür organizasyonların amacı sorgulandığında, asıl maksadın unutulduğu görülmektedir. İftar sofralarının öncelikli hedefi, toplumun her kesimini kucaklamak, israftan uzak durarak ve özellikle de ihtiyaç sahiplerine ulaşmaktır. Peygamber Efendimiz (s) de bir hadisinde, "Zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağırılmadığı yemek davetleri ne kötü davetlerdir" (Buhârî, Nikâh 72; Müslim, Nikâh 107) buyurarak bizleri bu konuda uyarmıştır.
Ramazan ayı, israfın değil, kanaatin; gösterişin değil, samimiyetin; ayrımcılığın değil, paylaşımın zamanı olmalıdır. Lüks otellerde düzenlenen ve sadece belirli bir kesimin katılabildiği iftar davetleri, Peygamberimizin bu uyarısını göz ardı etmek anlamına gelir. İftar sofraları, sadece belli bir çevrenin sosyal statüsünü koruma ve güçlendirme aracı olmamalıdır. Zira orucun amacı, aç kalmanın ötesinde, açın hâlinden anlamaktır. Eğer iftar sofralarımızda ihtiyaç sahiplerine yer vermiyor, onlarla aynı lokmaları paylaşmıyorsak veya o mekanklara fahiş fiyatlar ödeyerek geleceğin inşası için harcanması gereken paraları oralarda çarçur ediyorsak, bu sofralar asıl maksadını yitirmiş demektir.
Elbette ki her organizasyonun bir bütçesi ve planlaması vardır. Ancak unutulmamalıdır ki, mütevazı bir sofrada edilen dua, gösterişli bir salonda yapılan iftardan çok daha değerlidir. Gerçek bir iftar sofrası, paylaşılan ekmeğin bereketiyle anlam kazanır. Bu vesileyle, tüm sivil toplum kuruluşlarını ve bireyleri, önümüzdeki yıllarda kuracakları, iftar sofralarını, ihtiyacı olanlarla paylaşmaya davet ediyorum. Unutmayalım ki, Ramazanın ruhu, paylaşmakla ve gönüllere dokunmakla yaşatılır.
Eğer bu işadamları, Berlin’in en işlek caddesine veya meydanına 1.000 kişilik 2.000 kişilik çadırlar kurarak bir ay boyunca oralarda iftar sofraları kursalardı, sosyal dairelerle birlikte çalışarak evsizlere ulaşmaya çalışsalardı, kiliselerle işbirliği yaparak onlarla ortak programlar düzenleyerek fakirlere ulaşmaya çalışsalardı, herbirinin alınlarından öperdim. Lüks otellerde yaptıkları o masraflarla bu sofraların âlâsı kurulurdu. Hatta artısı da olurdu.
Berlin’de iş dünyasının önde gelen isimleri, lüks otellerde ihtişamlı iftar yemekleri düzenliyorlar. Göz kamaştıran salonlarda, şatafatlı sofralarda, çeşit çeşit yemeklerin ikram edildiği bu organizasyonlar, bazıları için bir prestij göstergesi, bazıları içinse dini ve kültürel değerlerimizi ne kadar içselleştirdiğimizi sorgulatan bir tablo.
Oysa Ramazan ayı, lüks sofralarda gösteriş yapma değil, paylaşma ve dayanışma ayıdır. Bu tür etkinlikler, iş dünyasının hayır işlerine katkı sağlama iddiasıyla düzenlense de, harcanan büyük meblağlar düşünüldüğünde akla şu soru geliyor: Gerçekten ihtiyacı olanlar için mi yapılıyor, yoksa elit çevrelerin bir araya gelip kendi network’lerini güçlendirdiği birer gösteri mi?
Bu iftar yemeklerine harcanan paralar, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşsa ne olurdu? Örneğin, Berlin’deki düşük gelirli aileler için burs fonları oluşturulabilir, yetimhanelere destek verilebilir, gençlere meslek kazandıracak projeler hayata geçirilebilirdi. Üstelik sadece mevcut yardım kurumlarına destek olmakla kalmayıp, toplumun ihtiyacı olan yeni sosyal sorumluluk projeleri de başlatılabilirdi. Ancak maalesef, toplumsal dayanışma adı altında yapılan bu etkinliklerin önemli bir kısmı, yoksullara yardım etmekten çok, zenginler arasında bir statü yarışına dönüşüyor.
Gerçek dayanışma ve yardımlaşma, 5 yıldızlı otellerde düzenlenen davetlerle değil, mütevazı sofralarda paylaşılan lokmalarla, sessizce yapılan yardımlarla olur. İhtişam içinde düzenlenen bu tür organizasyonlar, toplumsal eşitsizliği ve israfı gözler önüne seriyor. Eğer iş dünyasının önde gelenleri gerçekten hayır işlemek istiyorlarsa, Ramazanın ruhuna uygun hareket ederek, lüks otellere verilen paraları toplumun en zayıf kesimlerini kalkındıracak projelere yönlendirmelidirler. Ancak o zaman, Ramazanın gerçek anlamı olan paylaşma ve dayanışma ruhu hayata geçirilmiş olur.
Rabbim, bizleri gösterişten ve israftan korusun, paylaşmanın ve dayanışmanın kıymetini bilenlerden eylesin. Amin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)