-Dalton Kardeşler-
-Dalton kardeşler yıllarca bir suç şebekesi olarak çeşitli hırsızlık,
soygun ve gasp olayına karışırlar. Birgün Daltonlar, o zamana kadar hiç
yapmadıkları bir şeyi deneyeceklerdir; iki bankayı aynı anda soyacaklardır.
Üstelik bir süre yaşadıkları
Coffeyville’de, yani kendilerini tanıyan insanların arasında yapacaklardır
bunu.
Toplam beş kişidirler. Üç tanesi Dalton’dur. Birisi de Ret Kit. Tepeden tırnağa silahlı beş adam. Günlerden birgün sabahın
erken saatlerinde birbirine oldukça yakın iki bankanın bulunduğu caddede
yürümeye başlarlar.
Uyanık bir kasaba esnafı, ortada garip bir durum olduğunu sezer ve onları
izlemeye başlar.
Haklarında gereken takibi yapar ve adaletin sağlanması için gördükleri ve
duyduklarıyla ilgili belgeleri, bulguları dosya halinde hazırlar ve gereğinin yapılması için yetkili
makamlara teslim der. Sonra da başlar
Daltonların cezalarını çekmelerini beklemeye. Bu arada nereden çıktığı belli
olmayan Red Kit diye birisi çıkar gelir ve Dalton Kardeşleri demir
parmaklıkların arkasına girmekten kurtarıverir...-
Bitirirken
Yazı serisini birirken bugüne kadar yazdığım 20 hikayeyi ve kahramanlarını
masal tadında bir daha hatırlayalım istedim.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer
tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar
iken Bıçkın Mücahitler(!) olarak bilinen 5 kişi varmış. Dalton Kardeşler de
derlermiş bunlara. Gurbetçiymişler...Kendi ülkelerinden çok uzaklardaki Almanya
adında bir ülkeye işçi olarak gelmişler. O ülkede Müslümanlar dini görevlerini
yerine getirebilmeleri için teşkilatlar kurmuşlar. Bu dini teşkilatların çoğu
Türkiye diye bilinen bir ülkeden yönetilirmiş. Dalton Kardeşler de aralarında
görev taksimi yaparak birşekilde o teşkilatların başına geçivermişler, kimisi
camiye başkan olurken kimisi de çatı kuruluşlarını ele geçirmişler. Şans
ya gelmiş gelmiş tam da onları bulmuş...
Oturdukları koltuğa iyiden iyiye yerleşince de, astıkları astık, kestikleri
kestik olmaya başlamış bu bıçkınların...Zamanla yönettikleri teşkilatlarda taş
üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamışlar. İcraatlarını yalan ve iftira
temelleri üzerine kurmuşlar... Oldukça zalimlermiş...Kargadan başka kuş da
tanımazlarmış. Üstelik herşeyi çok iyi bilirlermiş bu Dalton
Kardeşler...Bilmedikleri hiçbirşey yokmuş; mesela, siyaseti çok iyi
bilirlermiiiş, dini çok iyi bilirlermiiiiş, ekonomiyi çok iyi bilirlermiiiiş,
yayıncılığı çok iyi bilirlermiiiiş v.s. Anlayacağınız bunların herbiri bulunmaz
birer Bursa kumaşıymıııış...
Bir özellikleri, daha varmış bu Daltonların; nereye el atsalar orayı kurutuverirlermiş.
Koltuklarına oturduktan kısa süre sonra, çıkmışlar piyasaya ve vermişler gazı
üyelerine; “Sermayelerimizi birleştirelim, ne zamana kadar üyelerin eline
bakacağız, zengin olmak bizim de hakkımız değil mi? Para kazanalım, zengin
olalım ve camilerimizin kirasını kazandığımız o paralardan ödeyelim, ayrıca
ortaklarımıza da ortaklık payı verelim. Üstelik bu yolun sonun da vadedilen o cennet
var. Hem para kazanacaksınız, hem de Cennet’i.” Üyeler açıvermişler
cüzdanlarının ağzını ve Daltonların hayal dahi edemeyecekleri Alman Marklarını
önlerine serivermişler. Daltonların gözü çakmak çakmak olmuş. Üyelerinden
topladıkları bu paralarla, “Hicret Marketler Zinciri”ni kurmuşlar, şube üzerine
şube açmışlar. İşten anlayan veya anlamayan kim varsa eş dost, hacı-hoca koymuşlar
marketlerin başına. Çuvallarla paralar toplamaya başlamışlar. Topladıkları bu
paraların hepsini kazanç olarak gördükleri için çok kısa süre sonra batırıvermişler
marketleri. Ortaklar paralarını istemeye başlayınca da biz sizlere kâr ve zarar
ortaklığı demedik mi? Ne parası istiyorsunuz bizden? “Biz zarar ettik, sizlerin bizden para
istemeye hakkınız yoktur(!)” deyip işin içinden sıyrılıvermişler. Bütün bunları
söyhleyen büyük Daltonmuş.
Daltonlar bu olaydan sonra boş durmamışlar. Aynı ülkeye daha sonraları
gelen bir de gurbetçi delikanlı varmış. Daha gelir gelmez üç arkadaş bir olmuş
bir televizyon şirketi kurmuşlar, yayın hakkı da almışlar, yayın yaparlarmış
Berlin denilen o kocaman şehirde. Adı da Almanya Türk Televizyonu(TFD) imiş. Daltonlar
bu sefer televizyona göz dikmişler. Çünkü Daltonlar televizyona maddi destek
olurlarmış. Bakmışlar orada işler iyi gidiyor, bir gece baskınıyhla
alıvermişler Gurbetçi delikanlının
elinden televizyonu. Yayıncılığın öyle dışardan göründüğü gibi
olmadığını anlamışlar anlamasına da iş
işten geçmiş. Orayı da batırmışlar.
Bir süre sonra yine üyelerinin karşısına çıkarak; “kurumlaşmak zorundayız,
bunun içinde arsalar ve binalar almalıyız” diyerek yine para toplamaya
başlamışlar. Üyeler bu seferde kandırılmış. Arsalar alınmış, ancak o arsaların
üzerinde kurum binaları yükselememiş. Camiler alınmış ve yapılan
yanlışlıklarla(!) aynı cami yeniden ödeme yapılarak ikinci kez alınmış...Artık
cemaatın verecek parası kalmayınca da çeşikli
bahanelerle koltuklarından kalkarak, yeni koltukların peşinde koşmaya
başlamışlar. Mesela büyük Dalton Bursa diye bilinen şehirden Milletvekil adayı
olmuş. İsmi listenin en sonunda yer alınca da cepheyi terkederek Umreye gidivermiş.
Büyük dalton, para muslukları birer birer kapanmaya başlayınca hemen
atlamış “Tümelsan” adında bir holdingin yönetim kurulu üyeliğine. Aynı zamanda,
merkezi Türkiye’de olan bir tarikatın Almanya temsilcisi de oluvermiş.
Gururundan dübürü görünmeyen büyük Dalton, başlamış el vermeye, günah çıkartmaya.
Dalton Kardeşlerin en büyüğü olan bu şeyh bozuntusu, müritlerini: "Siz
biliyor musunuz, ben neler biliyoruuum neler... Padişah hazretlerinin Amerikan
bankalarında 50 milyon, İsviçre bankalarında
40 milyon Doları yatmaktadır haaaa.” diye anlatırmış ve eklermiş
arkasından, benim 25 sene sonra o koltuktan neden ayrıldığımı sanıyorsunuz?
İşte bu sahtekarlıklar yüzünden... İsteyen herkese belgeleriyle ispat ederim bu
söylediklerimi" üstü kapalı tehdit
etmeyi de ihmal etmezmiş Genel Merkez yönetimini ve Ankara’yı büyük Dalton...
Müridler de "Vay beee, şu işe bak, görüyor musun olanları" diye
dedikodu etmeye başlarlarmış ardını arkasını araştırmadan söylenenlerin. Ondan
sonra da oturup zikir(!) yapmaya devam ederlermiş. Hiç birisi de "Sen 25
sene o teşkilattan maaş aldın ve o zaman
sustun, şimdi oradan ayrılınca mı onların para aşırdığı aklına geldi? diye sormazmış...Öyle
saça böyle tarak. Öyle şeyhe böyle mürid...
Aynı telden çalan bir de doktorları varmış Daltonların. Cami başkanlığı da
yapmış bu doktor Emir Sultan Camii diye bilinen Cami’de. O da yolda-belde, tekkede camide nerede
bulursa tanıdık birisini hemen yakalar, kartmatiği cebinden çıkarır yarın gel
de seni muayene edelim der müşteri peşinde koşarmış, o mübarek yerlerde.
Dalton Kardeşlerden ikincisini sürgün etmişler Almanya diye bilinen o ülkeden.
Söylenenlere göre, onun da bankalarda milyonları varmıııış. Oysa bu Dalton
Kardeş, cami kürsülerinden: "Değil faiz almak faiz vermek; bankaların
saçakları altında yağmurdan ıslanmamak için birazcık duranlar bile annesiyle
Kâbe'nin önünde zina etmiş gibidirler" diye de vaazlar verirmiş o şehirde hararetli
hararetli... Hitabeti de oldukça kuvvetliymiş...Her sene teşkilatın hacc kafilesinin
başında o gidermiş. Anlatılanlara göre;
Hacc sırasında “suç işledin bir deve kurban kesmen lazımdır” diyerek, olmadık
davranışlardan suç icad eder ve hacıları soyup soğana çevirirmiş. Herhalde
bankadaki bu paralar oralardan kazanılmış olmalıdır dermiş cemaat arkası sıra.
Görev yaptığı camide para tolandığı sıralarda çaktırmadan aşırdıkları hariçmiş.
Vaazlarında belden aşağıya vurmayı da ihmal etmezmiş haaa bu bıçkın mücahit...
Üçüncü Dalton aslında zavallı birisiymiş...O birinci Dalton'un elinde
oyuncakmış aslında...İradesini ona teslim etmiş, büyük Dalton ne derse, o
başını sallar ve emriniz olur sayın Dalton
dermiş. İki kelimeyi bir araya getirip de konuşamazmış ama...Ne
yapacaksın, o memnunmuş çantacılık
yapmaktan...Üstelik teşkilat rütbesi birinci Daltonun rütbesinden
üstünmüş...Ama ehliyet olmayınca ne yapsın zavallım... Zamanla utancından namaz
kılacak cami bile bulamaz olmuş...Birisi bana birşey der diye de, köşe bucak kaçar ddururmuş... Vakıf Camii diye
bilinen cemaati oldukça az olan bir cami varmış o şehirde. Üçüncü Dalton o
camide cuma namazı kılmaya mahkum gibiymiş. Etme bulma dünyası bu...Ne oldum
değil ne olacağım demek lazımmış...
Dördüncü Dalton'a selam bile vermek istemiyormuş sokakta görenler. Ama o
yüzsüzlük edip insanların zorla elini sıkmaya çalışırmış yılışık yılışık...
Dördüncü dalton aynı zamanda inşaatçıymış, iyi de duvar örermiş. Ancak bir özelliği
varmış ki sormayın gitsin. Bu usta, Hürrem Sultanlar'ın emriyle sadece evlerin
bodrum kapılarını kapatmak için duvar örermiş. Bu konunun da uzmanıymış. Nedense
duvar örmeye, Gorbachov’un Berlin Duvarı’nı yıktığı sıralarda başlamış.
İlk ördüğü duvar; TFD Televiyzonu’nun sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni o gurbetçi
delikanlının oturduğu evin bodrum duvarıymış. Delikanlı da Gorbachov gibi bir
güzel yıkıvermiş o duvarı. Aslında Daltonlar, daha ilk geldiği günden itibaren
başlamışlar Genç Delikanlı’yla uğraşmaya:
-Delikanlı dermiş; Kitap Ehli’nin kestiği yenir, onlar dermiş; yenmez.
-Delikanlı dermiş; müzik helaldir, onlar dermiş; haramdır.
-Delikanlı dermiş; “üçten dokuza şart olsun boşol, boşol, boşol” demekle
kadın boşanmaz, onlar dermiş; boşanır.
-Delikanlı dermiş; İslâm birden fazla evliliğe cevaz vermez, onlar dermiş;
verir.
-Delikanlı dermiş; imam nikah diye bir nikah olmaz, onlar dermiş; olur.
Delikanlı tam 25 sene bunlarla uğraşıvermiş. Hâlâ da uğraşırlarmış onunla.
Dördüncü Daltonun yaptığı ve genç delikanlının yıktığı bu duvarın mahkemesi kurulmuş.
Mahkeme heyeti Genel Merkez’den gelmiş. Heyet olup bitenleri taraflardan dinlemiş
ve sonra da duvarın örüldüğü yerde keşif yaparak kararını vermiş.Karar:
“Delikanlı duvarı yıkmakta haklıdır.”
Bu heyetin kararından sonra, hemen alıvermiş dördüncü daltonun kellesini
Genel Merkez. Böylece IGMG Berlin Bölge
Başkanlığı’da boşalıvermiş. Eeeee etme bulma dünyası demişler bu
dünyaya...Zalimin zulmü varsa mazlumun da âhı vardır...Herhalde yapılan zulümler
karşılıksız kalmayacaktır, Allah hesabı çetin olandır, Allah'ın acelesi de
yoktur.
Gel zaman git zaman, Dalton Kardeşlerin Berlin diye bilinen o şehirdeki havasını,
saltanatını uyanık bir kasaba esnafı sonlandırıvermiş...
Ancak, uyanık kasaba esnafı onları
farkedinceye kadar, aradan 25 sene geçmiş.
Uyanık kasaba esnafının araştırmalarına göre; Dalton kardeşler, uzun
süre yönettikleri teşkilatları 5 milyon Euro civarında zarara sokmuşlar...Zararın
hesabını kendilerine sormak için epeyce uğraşmış
kasaba esnafı ama, gücü yetmemiş.
Konu başvezire intikal edince Bor’un pazarı çoktan geçmiş. Geçmiş geçmesine
de yine de bir hareket yapılması gerektiği için, baş vezir ve arkadaşları, apar
topar Dalton Kardeşlerin görevine son vermişler.
Halk bu karardan memnun olmuş olmasına da, mutlulukları uzun sürmemiş.
Dalton kardeşlerden boşalan koltuğa, yıllarca
Daltonların muhasipliğini yapan, bıçkın bir mücahid(!) olan Ret Kit’ i oturtuvermişler. Koçum benim. O, +1 bıçkın
mücahit (Ret Kit) de vefa borcu olarak 5 milyon Euro'nun iç edilmesini, zaman
aşımına uğratıvermiiiş...Baş vezir de "Aferin evladım aferin...İşte böyle
olacak, gel seni alnından öpeyim bakim" demiş ve görev süresini
uzatıvermiş ödül olarak Ret Kit’in.
Hicret Marketler zinciriyle başlayan Dalton Kardeşlerin iflası,
gurbetçilerin binbir zahmetle kurdukları teşkilatın iflasıyla sona ermiiiş.
Daltonlar, var güçleriyle uğraştıkları halde, “Gurbetçi Genç Delikanlı”yı,
25 sene boyunca Berlin’den sürüp çıkarmak için uğraşmışlar ama başaramamışlar.
O yiğit delikanlı, hizmetlerini Berlin’de sürdürmeye hâlâ devam edermiş.
Televizyon yayıncılığından uzaklaştırılmış, ama o, MOCCA DERGİSİ’yle yayıncılığını
sürdürmekteymiş... Geride kalan Dalton artıkları, değişik zamanlarda, çeşitli
vesilelerle, o “Gurbetçi İhtiyar(25 sene
önce genç idi) Delikanlı” hakkında karalama kampanyaları düzenlerlermiş. Buna
rağmen O ihtiyar Delikanlı mücadelesini aynı hızla sürdürürmüş. Masal da burada bitmiiiiiş...
BİTTİ
Not 1:
21 bölüm halinde ha-ber.com internet sitesinde yayınladığım bu hatıralar,
umulur ki, gelecek nesillere ışık olur. Ben, yaptıkları işleri fazilet olarak
anlatan o liyakatsiz muhteristlerin gerçek yüzleriyle tanınmasını istedim.
Hatıralarımı yazmasaydım gelecek nesle ihanet etmiş olurdum. Teşkilatın kanını
emen o sülüklerin tanınması gerekiyordu. Gelecek kuşakların geçmişleriyle
yüzleşmeleri için bu gerekliydi. Geçmişiyle yüzleşmeyen insanlar geleceklerini
hep tozpembe görürler. Yazdıklarım ortadadır. Bir diyeceği olan varsa, bu
siteden bana ulaşabilir. Hatta yazdıklarımda yanlışım varsa onu da düzeltebilirler.
Not 2:
Bir sponsor bulursam bu yazılanları kitaplaştırmak istiyorum. Talip olan
olursa site aracılığıyla özelden bana yazabilir, ulaşabilir.
Selam ve dua ile