-Ruhsatlar/kolaylıklar İslâm’ın vazgeçilemeyecek
emirleridir. Ruhsatı terk edenlere niçin terk ettiğinin hesabı sorulacaktır.-
Dosyalar ve seminerler
İlk dosya “RECM”
Çalışmalarımı hızlandırdım, ihtiyacım olan kitapları
odama taşıdığım için gece geç saatlere kadar çalışarak ilk dosyamı hazırladım. Dosyanın
adı “Recm dosyası.” İslâm’da taş atarak insanları öldürmenin olamayacağını
anlatan bir dosya. Zina eden kadın ve erkeğe verilen ceza belli iken, ayeti yok
sayarak uydurma hadisler üzerinden hareketle zina eden kadın ve erkeğe ölüm
cezası vermenin İslâm ile alakası olmadığını anlattım bu dosyada.
Dosyayı icra kurulu üyelerinin posta kutularına attım. Ertesi
gün, O.Yumakoğulları ve Abdullah Yüksel ile dosya üzerinde çalışma yapıyorduk.
Elinde malum dosya ile Sefer Ahmetoğlu (Malak) (Allah amelince muamele eylesin)
çalışma yaptığımız odaya girdi ve Yumakoğulları’na yönelerek, ‘Bu dosya ikinci ‘cem’alettin
Kaplan hareketinin başlangıcıdır, derhâl Rüştü Hoca’nın Genel Merkez’den
gönderilmesi gerekir.’ dedi.
Oturması istendi, oturmadı, dosyayı masaya atarak odayı
terk etti. Gelecek ilk icra kurulu toplantısında dosya konusu gündeme alındı ve
tartışıldı, daha sonra fetva heyetiyle yapılan ilk toplantının da konusu “Recm
Dosyası” idi. Fetva Heyeti salonun bir ucuna, icra kurulu üyeleri öbür ucuna
oturdular, ben de kapıdan girişte hemen soldaki masaya. Oturuş şekli benim
sanık masasında olduğum algısını veriyordu ama olsun benim amacım inandığım
konuları verilen bu fırsatla fetva heyetine anlatmaktı.
Ben söze, Recm konusunun televizyonlarda, gazetelerde
bazı İslâm Ülkelerinde yapılan uygulamalarla sıklıkla gündeme getirildiğini,
dolayısıyla Avrupa’da yaşayan Müslümanlara da sırf bu tür uygulamalardan dolayı
vahşi, cani ve kadın düşmanı olarak bakıldığını anlatarak başladım ve bu
algının yıkılması için Recm konusunun İslâm ile alakası olmadığının, camilerde anlatılması
gerektiğini söyleyerek başladım: “Recm (Taşlayarak öldürme) Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e
fatura edilen en büyük yalandır. Bu yalanla Kuran’ın ayeti iptal edilmeye
çalışılmış ve dine taşlayarak öldürme gibi bir ilave yapılmıştır. Fakat asıl
dehşetli olan şudur ki; İslâm’a dost olmayanlar Recmi; yani zina edeni
taşlayarak öldürmeyi Kur’an’a fatura edebilmek için, Kuran’ın eksik olduğunu, aslında Recm
ayetinin var olup, bu ayetin keçi tarafından yenilip yok edildiğini söyleyecek
kadar ileri gitmişlerdir.
Oysa zina yapmanın cezasının ne olacağı Kuran-ı Kerim’de açık
bir şekilde belirtilmiştir. Kuran’da açıkça belirtilen bir konuda Kuran’ın bu hükmü
ile çelişen bir hüküm ortaya atmak Kur’an’a rağmen yapılan bir açıklamadır.
Ayet şöyledir: “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin
ciltlerine yüz vuruş vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın
dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da
bunların cezalarına tanık olsun.” (24-Nur Suresi 2)
Bu ayette zinanın cezasının yüz celde
olduğu bildirilmiştir. Arapça‘da “celde” kelimesi deriyi bile incitmeyecek bir vuruş
manasındadır. Bu ceza için Arapça ’da “asa, minsee” (sopa, değnek)
kelimelerinin geçmemesi, ayette bir grubun bu cezaya şahitlik etmesinin
istenmesi, suçlunun canını acıtmaktan çok toplum önünde teşhir edilerek
cezalandırılmasının hedeflendiğini gösterir.”
Uzunca bir tartışmadan sonra Fetva heyeti, keçinin yediği
ayete ve uydurma hadislere itibar etti, Nur Suresi’nin ikinci ayetine ise itibar
etmedi. “Bizler ayetleri anlayamayız” diyerek konuyu kapatmayı yeğlediler. “Nerede
olduğunuzu bilmezseniz nereye gideceğinizi tayin edemezsiniz” der ünlü
düşünür Muhammed İkbal.
İcra kurulu üyelerinden Hasan Özdoğan ve Mehmet Erbakan,
Alman basınında Milli Görüş ile ilgili çıkan yazıları, Milli Gazete ’den
yapılan alıntıları ve değerlendirmeleri zaman zaman kurula getirirlerdi ve hocaların,
yaptıkları konuşmalara dikkat etmeleri gerektiğinin altı çizilirdi. Milli Gazete’nin de yayınladığı yazılara
dikkat etmesi gerektiği aynı endişelerle söylenirdi. Ancak sadece söylenirdi.
İrşat başkanları ve cemiyet başkanları dikkat çekilen bu konularda hassas
davranmazlardı.
Fetva heyetinde ve bazı başkanlıklarda görev yapan
kifayetsiz muhterisler, yaptıkları yanlışlıklarla Milli Görüş Teşkilatları’nın,
Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın listesine eklenmesine vesile olmuşlardır demek
yanlış olmaz. Köpeksiz köy bulduğunu sanarak değneksiz dolaşmanın sonucu böyle bir
şey olsa gerektir.
Velhasıl Fetva Heyeti ile yapılan ilk toplantıydı bu,
oldukça hararetli tartışmaların olduğu bir toplantıydı oldu. Ben mutluydum. Çünkü
düşüncelerimin icra kurulunun önünde, fetva heyetiyle tartışılması çok önemliydi.
Bu toplantılarda elde edilecek olan olumlu sonuçlar bütün Avrupa ülkelerinde
uygulama alanı bulacaktı. Avrupa’daki Müslümanların yaşamlarını kolaylaştıracak
olan ilk adımlardı bunlar. Kur’an kaynaklı ilmihal bilgilerini Avrupa’daki
Müslümanlara ulaştırabilmenin ilk adımları. İkinci toplantıda buluşmak üzere toplantıyı
sonlandırdık.
İlk seminer “Namazların ‘cem’ edilerek kılınması ve
Ayaklara mesh”
Bölge başkanları ve bölge kadın kolları toplantısındayız.
Bu toplantı Köln yakınlarında bir otelin salonunda yapıldı. Hotel Zum
Forellenwirt Overath. Önce teşkilat çalışmaları yapıldı, sonra sıra benim
vereceğim seminere geldi. İlk seminerimi veriyorum, aslında heyecanlıyım da.
Milli Görüş’ün “A” takımının huzurundayım.
İcra kurulu tarafından böylesine önemli bir konuyu
anlatmak için bana imkân verilmesinden dolayı duyduğum mutluluğu söyledim ve icra
kurulu üyelerine teşekkür ettim. Sonra da cem konusunun seminer konusu olarak
seçilmesindeki gerekçeleri anlattım: “Sayısı zaman zaman 10.000 ne hatta 30.000
ne ulaşan toplantılar, genel kurullar yapıyoruz. Toplantılarımız akşama kadar
devam ediyor. Toplantı süresince en az üç vakit namaz kılmamız gerekiyor, bunun
için de üç kez abdest almak gerekiyor. Toplantı bittikten sonra lavaboların
olduğu taraflar pislikten geçilmiyor, kâğıtlar yerlere atılıyor, abdest almak
için ayaklar yıkanırken sular dışarıya sıçrıyor, bu sular kâğıtlarla birleşince
ve üzerine de basılınca oralar çamur deryasına dönüşüyor. Tuvaletlerde de aynı
sıkıntı oluyor. Müslüman olarak iyi bir intiba bırakmıyoruz arkamızda. Salon
sahipleri sırf bu yüzden salonlarını ikinci kez bizlere vermek istemiyorlar.
Öte yandan karayoluyla izine gidiyoruz, yollar tekin
olmuyor, namaz kılmak ve abdest almak sıkıntılı olabiliyor, bilhassa bayanların
abdest alması sıkıntılı olabiliyor. Eğer namazları cem ederek kılarsak o
salonda bir kez namaz kılmış ve bir kez de abdest almış olacağız. Abdesti
alırken ayağımızı da mesh edersek, sıkıntılar önemli ölçüde azalacaktır. Bu
açıklamalardan sonra gelelim cem konusuna...
Sunumuma daha başlamadan itirazlar başladı. İlk itiraz
Malik Akbaş(Allah rahmet eylesin)’tan geldi. Akbaş Milli Gazete’nin ve Kanal 7’nin
Avrupa Müdürü idi. Onu destekleyenler de oldu. Derken salondaki sessizlik
yerini, bir anda ne söylendiği belli olmayan gürültüye bıraktı. Osman
Yumakoğulları duruma el koydu ve salonu yatıştırdı. Önce benim ne
söyleyeceğimin dinlenmesi ve yapılacaksa itirazların ondan sonra yapılması
gerektiğini söyledi. Salon yatıştı ama bundan sonraki anlatacaklarımın
dinleneceğinden ben emin değildim. Yumakoğulları bana dönerek ‘Buyur Rüştü Hocam,
konuşmanı tamamla’ dedi. Salonda
gözlerimi şöyle bir gezdirdim ve başladım anlatmaya:
Namazlarda ‘cem’
Öğle namazı ile ikindi namazını/ akşam namazı ile de
yatsı namazını, birbirlerinin vakitleri içerisinde birleştirerek kılmaya “‘cem’”
denir. Taktim ve te’hir mümkündür, şöyle ki: Öğle ile ikindi namazı, namaz
kılanın zaruretine göre öğle namazının vaktinde birlikte kılınabileceği gibi,
öğle te’hir edilerek ikindi namazının vakti içerisinde de birlikte kılınabilir.
İkindi öne alınarak öğle ile birlikte kılındığı zaman ‘cem’’i
takdim, öğlenin te’hir edilerek ikindi ile birlikte kılınmasına ‘cem’’i tehir
denir. Akşam ile yatsı namazı da, namaz kılanın zaruretine göre aynı usulle
takdim ve tehir yapılabilir. Peygamberimiz; yolculukta da normal zamanlarda da ‘cem’
uygulamasını yapmıştır. ‘cem’ yapılmasına sebep olan şey (illet), meşakkattir denilmiştir.
Meşakkatin ‘cem’ sebebi olduğunu Şafii, Malikî ve Hambelî Mezhepleri kabul
etmişlerdir. Hanefî mezhebi de meşakkatin ‘cem’ sebebi olduğunu kabul etmiştir.
Ancak; sadece Arafat ve Müzdelife’de geçerlidir demiştir.
Oysa
peygamberimiz; meşakkati olduğu zaman da, görünürde hiçbir mazereti olmadığı
zaman da ‘‘cem’ ederek namazlarını kılmıştır. Burada karar sahibi olan, Müslüman
bireyin bizzat kendisidir. Durumuna göre ister ‘cem’ yaparak namazını kılar,
isterse ‘cem’ yapmadan. Müslüman birey ibadetinde ve meşakkatinin tespitinde
hür bırakılmıştır. İbadetin keyfiyetinin hesabı sorulacaksa; o hesap sorucu, cemaat
liderleri/başkanları ve hocaları değil Sahibimiz olacaktır.
‘cem’ uygulaması
ve içtihad
‘cem’ uygulamasının içtihatla ilgisi olmaması gerekir:
Çünkü, peygamber uygulaması yoruma gerek duyulmayacak kadar açık ve
nettir. Biz biliyoruz ki; içtihadın,
Kur’ân’da ve sahih sünnette olmayan konular üzerinde olması şartı vardır. Muaz
İbn-i Cebel’e Peygamberimizin tavsiyesi bu doğrultudadır. Hac zamanında, Arafat
ve Müzdelife’de ‘cem’ zorunludur diğer hallerde ise ruhsattır. Günümüz
şartlarında ise ‘cem’; hem ruhsat hem de
zorunluluk özelliği taşımaktadır. Şöyle ki; zamanımızda vardiya usulü çalışan
fabrikalar var, büyük iş merkezleri var. Buralarda çalışan Müslümanlar var.
Namaz kılmaları gerekiyor. Bu Müslümanların; başlarındaki şeflerine, amirlerine; „namaz kılacağım, müsaade eder
misiniz?„ demesi, Müslüman için aşağılanma sebebi olabilir, böyle bir istek Müslümanın
onurunun zedelenmesine sebep olabilir. Müslüman Allah’ın huzurunda kıyama durmadan önce makam ve servet
sahiplerinin huzurunda kıyama durmamalıdır. Yüce yaratıcı; kulunun, kulları tarafından aşağılandığı bu halleriyle
kendisine ibadet yapmasını sanırım istemez. Allah kulunun bu haliyle, kendisine
ibadet yapmasından memnuniyet duyacak değildir.
Çağımızda; teknik gelişmelerin getirdiği zorunluluklar (vardiya usulü çalışmak, yer
altında maden işinde çalışmak, makineye bağımlı olarak çalışmak, zaman bakımından koltuğa bağımlı olarak çalışmak,
öğrenciler için okul v.s.), toplumsal ilişkilerin çok süratli ve yoğun olması, büyük
şehirlerde ulaşım zorluğu, namazların ‘cem’ edilerek kılınmasını, sanki zorunlu
kılmaktadır.
Çağımız Müslümanları;
çalıştığı zaman diliminde, kendisine verilen istirahat
saatleri içerisinde “kimseden izin almadan” namazlarını ‘cem’ ederek kılabilir.
Veya evinden daha çıkmadan söz konusu olan namazlardan birinin vakti girmişse, ‘cem’
ederek namazlarını kılar ve işine gönül rahatlığıyla gidebilir. Böyle bir
uygulamayla Müslüman, Müslümanlık onurunu büyük ölçüde kurtarmış olacaktır.
Öte yandan; sık sık yapılan seferler, kalabalık salonlarda yapılan konferanslar,
şölenler/ uzun mesafelerden gelerek sınırlı zamanlar içerisinde yapılan
toplantılar da, ‘cem’i zorunlu kılan sebeplerdendir. Katılımcılar ve bilhassa
bayanlar için; böyle durumlarda namaz kılacak yer bulmak, abdest almak, sanki
bir tür işkencedir. Çamuru, yağmuru, soğuğu ‘cem’
sebebi sayanlar izdihamı, kalabalığı, dışlanmayı, aşağılanmayı niçin ‘cem’
sebebi olarak saymazlar akıl almaz bir durumdur. Kalabalık toplantılardan sonra
salon sahipleri ve orada çalışanlar Müslümanlara olmadık lafları
söylemektedirler. Müslümanlar abdest alırken ayaklarını yıkayacağız diye tuvaletleri
leş gibi bırakmaktadırlar. Temizliği emreden bir İslâm var ve uygulamalarıyla İslâm’a
önyargıyla bakılmasına sebep olan bir de Müslüman...
Öyleyse ne
yapalım:
1. İsteyen, arzu
eden, ruhsat olarak namazlarını ‘cem’ ederek kılabilir,
isteyen de kılmayabilir. Ama ‘cem’ uygulamasını yapanın yanlış yaptığını
telâffuz etmek yanlış olur.
2. Peygamberimize
kulak verelim: „Resülullah
hiçbir zaruret yokken öğle ile ikindiyi akşam ile yatsıyı ‘cem’ ederek kıldı.„ İb.
Abbas tarafından Muâz ibn. Cebel’e niçin böyle yapıldığı sorulduğunda, Muaz İbn.
Cebel: „Ümmetini meşakkate sokmak istemedi“(S.Müslim) demiştir.
3. Aynı konudaki
diğer Peygamber buyruklarına da bakalım:
· Nese’î, Mevâkit
47. c. 1 s. 358-359.
· Zad’ül Meâd, 477-481.
· Sahih’i Müslim/ c. 4 s. 2028-2032.
· Sahih’i Buharî d.
i. b. yay. s. 486-491.
· İbn. Arabî, Fütühat 1/ 471-473.
· İslâm. Fıkh. Ans. Vehbe. Zuhaylî, c. 2 s. 440
İslâm kolaylıklar tavsiye eder, zorluk tavsiye etmez. Önemli
olan, Müslümanın günlük yaşamında Rabb’iyle bağlantı içerisinde olmasını
sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında ‘cem’ ederek namaz kılabileceklerini ve
ayakkabı üzerine veya çorap üzerine mesh yapabileceklerini Müslümanlara anlatmak
elzemdir. Dini cemaatler, mensuplarının
dini yaşamlarını kolaylaştırmak için organize olmalıdırlar. Mensuplarının sadece
maddi ve manevi gücünden nemalanmak için değil.
Özellikle
şu kimseler namazları ‘cem’ ederek kılmaları elzemdir
Bir
Müslümanın, işyerinde namaz kılması, siciline işlenecekse veya başka mahzurları
olacaksa- bu durumu müslüman birey kendisi tayin edecektir- namazlarını ‘cem’
etmesi caizdir. Birkaç örnek daha verelim:
1.
Sağlık personelinin, namazı ‘cem’ etmesi caiz olur.
2.
Doktorların namazı ‘cem’ etmesi caiz olur.
3.
Öğrencilerin namazı ‘cem’ etmesi caiz olur.
4.
Hasta veya yaşlılar namazı ‘cem’ edebilirler.
5.
Herhangi bir yerde abdest ve teyemmüm için zorluk varsa yer
sıkıntısı varsa veya namaz kılmak için yer bulma sıkıntısı varsa, namazı ‘cem’
etmek caiz olur.
6.
Güvenlik görevlisinin namazı ‘cem’ etmesi caiz olur.
7.
Dağda, gurbette, karda- kışta namazı ‘cem’ etmek caiz olur.
8.
Hava limanlarında, toplantılarda namazı ‘cem’ etmek caiz
olur.
9.
Şehirlerarası yolculuklarda, Ülkeler arası yolculuklarda namazı
‘cem’ etmek caiz olur.
10. Trafik problemi olan yerlerde, şehir
içinde özel arabasıyla giderken trafik sıkışıp namaz kılınamayacaksa ‘cem’
etmek caiz olur.
11. Namaz kılarken birilerinin zarar verme
ihtimali varsa, namazı ‘cem’ etmek caiz olur.
12. Sabah erkenden işe gidecek olan
müslümanın akşam ile yatsıyı ‘cem’ ederek kılması caiz olur. Günün diğer
saatleri için de aynı durum geçerlidir.
Farzın terki
haramdır
Farzın terki haram, haramın
terki farzdır. Dolayısıyla namazları kazaya bırakmak haram olduğu için, ‘cem’
yapılarak namaz ibadetinin sürekliliği sağlanmalıdır.
Hiç kimsenin, Allah ve Resul’ünün tanımış olduğu
kolaylıklara karşı çıkma hakkı yoktur. Özellikle de içinde bulunduğumuz bu
asırda kolaylıkların ne kadar elzem olduğu daha belirgin olarak önümüze
çıkmaktadır. Çünkü biliyoruz ki, birçok Müslüman ve dindar insan sırf bu
zorlamalar yüzünden Allah'ın buyruklarını yerine getiremiyor veya ihmal etmek
zorunda kalıyor. Birçok insan iş/memur ve benzeri görevlerde bulunduklarından
dolayı namaz kılma imkânına sahip olamıyor; bundan dolayı da namazı kökten terk
ediyor. Oysa bizler, Allah ve Resul’ünün tanımış olduğu kolaylıkları Müslümanlardan
esirgemeseydik, belki de bugün namaz
kılanların oranı daha fazla olacaktı.
Abdestte
kolaylıklar
Namaz kılmak isteyen Müslüman çoğu kez abdest alma konusunda
sıkıntıya düşebilir. Bu sıkıntıya bağlı olarak namazın terkini bile düşünebilir.
Oysa Yüce Yaratıcı ibadet etmek isteyen Müslümanın kolaylıklarla devamlı önünü
açmıştır. Bu açıdan, ruhsatlar/kolaylıklar İslâm’ın vazgeçilemeyecek
emirleridir. Emirleridir diyorum; çünkü ruhsat da bir emirdir. Ruhsatı terk
edenlere niçin terk ettiğinin hesabı sorulacaktır. Abdestin nasıl alınacağını
Yüce Yaratıcı şöyle açıklar: “Siz ey inananlar! Namaz
kılacağınız zaman yüzünüzü, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın. Başınızı ve
topuklara kadar ayaklarınızı meshedin.”(Maide /6)
Bu ayete göre Allah’ın buyruğu
ayakların meshedilmesidir, yıkanması değildir. Ayakların yıkanmasına delil
olacak başka bir hüküm de Kur’an’da yoktur. Belki o günkü Arap’ın ayağını
yıkaması mescitlerin toz toprak içinde kalmaması açısından tavsiye edilmiş
olabilir. Fiili durum yıkamayı zorunlu kılmış olabilir, bu mümkündür. Ancak her
zaman bu kuralın geçerli olduğunu söylemek ayeti anlamamak demektir.
Mesh
Çıplak ayak, çorap,
sargı, mest(bilhassa kışın
ihtiyarların giydikleri ince deriden yapılmış bir ayakkabıdır) ve benzeri
şeylerin üzerine, ellerin ıslatılarak veya toprağa dokundurularak sürülmesiyle
olur. İki örnek verelim:
Fahrettin-i Razi konuyu şöyle açıklar:
“Ayette geçen "Ercülikum"
kelimesini; Kıraat imamlarından İbn-i Kesir, Hamza, Ebu Amr ve Ebu Bekr’in
rivayetine göre- Asım, lafzı esreyle, yani "Ercülikum"
okumuşlar.
Nafi', İbn-i Amr ve- Hafs’ın
rivayetine göre- Asım üstün (nasb) ile, yani "Ercülekum"
okumuşlardır.
Ercül kelimesi esreyle, yani
"Ercülikum" okunursa, o zaman Ruus'a atfedilir. Yani başın mesh
edilmesinin farz olduğu gibi ayakların da mesh edilmesi farz olur.
Eğer bir kimse: "Ercül
kelimesinin esreli oluşu Ruus kelimesine matuf olduğundan değil, "cerr-i
civar"dan dolayıdır diyorsa,
cevabında deriz ki: " Bu doğru değildir: "Cerr-i civar"
gerekçesiyle kelimeyi esreli okumak dilbilgisi açısından kural dışı bir
uygulamadır ve ancak şiirlerde zaruret dolayısıyla bu tür garip yollara
başvurulabilir. Kur'an-ı Mecid'i böyle kural dışı garip tabirlerden tenzih
etmek gerekir.“
Süleyman Ateş de tefsirinde şöyle der:
Yüce Allah, abdestte vücudun
iki temel uzvunun yıkanmasını emretmiştir ki, bunlar yüz ve kollardır. İki uç
uzvun da methedilmesini emretmiştir ki bunlar da baş ve ayaklardır. Âyette;
“yıkayınız” fiilinden sonra iki tümleç getirmiştir. Bunlar, yüz ve ellerdir.
Demek ki yüz ve eller (dirseklerle birlikte) yıkanacaktır. “meshediniz”
fiilinden sonra da iki tümleç getirmiştir. Bunlar da baş ile ayaklardır. Demek
ki bunlar da mesh edilecek uzuvlardır. Ayette bu manayı son derece güçlendiren
ince bir nokta vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de her kelime birbiriyle son derece
uyumlu ve mütenâsiptir. Şimdi “yıkayınız” fiilinden sonra gelen iki tümleçten
ilki nasıl bir tek uzvu, ikincisi ise iki uzvu (yani iki eli-kolu)
gösteriyorsa, “meshediniz..” fiilinden sonra gelen iki tümleçten de birincisi
bir tek uzvu (yani başı), ikincisi ise iki uzvu (yani ayakları) göstermektedir.
Eğer, “ercül” (ayaklarınız) tümleci “vücûh” (yüzleriniz)’a atfedilmiş
(bağlanmış) olsa, bu ahenk ve tenâsüp (uygunluk) bozulur ki bu, Kur’ân’ın
bilinen mucizevî ahenk ve üslubuna aykırı olur… Yani abdestte yıkanması gereken
uzuvların teyemmümde mesh edilmesi emredilmiş fakat abdestte mesh edilecek
uzuvlar, meshten düşürülmüştür. Bu da ayakların, yıkama uzvu değil, mesh organı
olduğunu kanıtlar.” (Süleyman Ateş Tefsiri, 5/6 açıklaması.)
Yusuf el-Kardavî
de şöyle der:
Kalabalık toplantı salonlarında, yolculuklarda, acele işimizin olduğu
zamanlarda, soğukta, yağmurda; çıplak ayak, ayakkabı, bot, çorap ve benzeri
şeyler üzerine meshetmek ruhsattır/ kolaylıktır. Kur‘an’ın
açık beyanı (Maide 6) ve peygamber uygulaması böyledir (Çağdaş meselelere
fetvalar, Y. el- Kardavi, c. 1, s. 285,
Tahir y. Ist. 1994) .
V.Zuhayli’den
Kadınlar başörtülerinin üzerine de mesh edebilirler.
(İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, V. Zuhayli, c. 1, s. 243, Risale yay.İst.1992.)
Yarım saatte sunumu tamamladım. Osman Yumakoığulları ve
Ali Yüksel sunumdan sonra bana teşekkür ettiler. Beni onore ettiler demek daha
doğru olacaktır. Bu sunumdan sonra önemli gelişmeler oldu. Ali Yüksel öncülük
yaptı ve Genel Merkez’de uygulama hemen başladı. Bölgelere de bölge başkanları
ve kadın kolları temsilcileri tarafından bu seminer ulaştırılmış olmalı. Bugün
gelinen noktadan baktığımda o gün temeli atılan çalışmalarla küçümsenemeyecek
kadar yol alındığını görüyor ve mutlu oluyorum. Vesile olanlara da teşekkür
ediyorum. İnsanların ihtiyacı olan konularda onların elinden tutmaktan, onlara
rehber olmaktan daha mutluluk verici ne olabilir.
Can sıkıcı bir durum
Hiç unutmadığım bir olay var. Avusturya’da cemiyet
yönetim kurulu üyelerinin bir toplantısına Yavuz Çelik Karahan (Osman Yobaş)
ile birlikte katılmıştık. Toplantı biraz uzayınca akşam namazı için toplantıyı
terekedenler olmaya başladı. Yavuz; “bir yarım sat sonra toplantıyı
bitireceğiz, sabırlı olun, bizler de namaz kılacağız. Üstelik akşam namazı ile
yatsı namazını ‘cem’-i te’hir ile de kılabiliriz.” deyince ismini
hatırlamayacağım bir iki hoca itirazda bulundular ve akşam namazını kılmak için
salonu terk ettiler. Onları takip edenler de oldu. Hoş olmayan bir manzara. Bir
günlük teşkilat çalışmasının sonunda gelinen nokta işte burası. Can sıkıcı bir
durum, ne tadımız kaldı ne de tuzumuz. Oradan Viyana’ya geçecektik ve bazı
çalışmalar yaparak geriye dönecektik. Vazgeçtik o çalışmalardan ve oradan Genel
Merkez’e döndük. Olanlar, bizden önce Genel Merkez’e çoktan gelmiş. Olayın faili
benmişim, konu ile ilgili açıklamayı güya ben yapmışım.
İcra kurulu toplantısında benden açıklama yapmam istendi.
‘Orada açıklamayı ben yapmadım Yavuz yaptı’ dememe rağmen Yavuz ağzını açıp tek
kelime söylemedi, eğdi başını önüne öylece kaldı. O olay da benim üzerime
kalıverdi. Benim asıl zoruma giden konunun anlatılması değil, ben zaten onun
mücadelesini veriyorum, birlikte yola çıktığınız arkadaşım tarafından
hançerlenmemdir.
Yavuz’un bunun gibi birkaç olayı daha vardır. Birisi,
Duisburg’da gençlerin hazırladığı bir gece vardı, konuşmacı olarak beni davet etmişlerdi. Tam
yola çıkacağım, Yavuz bana o gençlerin programlarına katılmamam gerektiğini
söyledi: Çünkü onlar teşkilat kurallarına uymamışlar, söyleneni yapmamışlardı.
Bu durumda o programa gitmek onlara prim vermek olurdu, daha birçok şey
anlattı, ben de o programa gitmedim. Gençler bana gönül koydular ve bir daha programlarına
beni davet etmediler. Haklıydılar, ben o toplantıya gitmemekle büyük bir hata
etmiştim. Gençler bir program yapıyor, hatip olarak davet ediliyorum ve onları
yalnız bırakarak halka karşı mahcup olmalarına vesile oluyorum… Affedilir gibi
değil…
Aslında Yavuzla birlikte Genel Merkez’de verimli
çalışmalar yaptık. Teşkilatlanma ve Eğitim başkanlığı koordineli olarak
çalışıyordu. Bölgelerdeki teşkilat çalışmalarını birlikte yapıyorduk. Çoğu
zaman arabada uyuyorduk. Genel Merkez’in yeniden yapılanması için gençlik evine
çekildik ve orada günlerce çalıştık. Ortaya bir proje koyduk. Bir kısmı
uygulama alanı bulamadı ama en azından bazı birimler aktif hale getirildi. Yavuzla
birlikte Avustralya’ya gittik. Yolda Malezya’ya uğradık. Orada Ahmet Davutoğlu’nun
kahvesini de içtik. Bizim yaptığımız bu çalışmalar bazılarının gözüne batmış
olmalı ki, belirli bir süre sonra sıkıntılar doğmaya başladı. Avustralya dönüşü
İsviçre bölgesine gittik yavuz ile. Yanımızda Mehmet Toprak da vardı. Dönüşümüzde
Mehmet Toprak Yavuz’a Rüştü Hoca ile birlikte çalışmak zorunda mısın? Onun
anlattıklarını bizler de anlatırız diye Yavuz’a telkinde bulunuyordu. Benim uyuduğumu
sanıyorlardı. Müslümanların birbirlerinin ayağına basmaları başlarına gelenlere
sebep olan davranışlardır. Müslümana, Müslüman’dan başka kim zarar verebilir.
Hani demiş ya Muhammed İkbal: “Kaç Müslümanlardan sığın
Müslümanlığa” diye. Durduk yerde dememiştir herhalde bu sözü o büyük düşünür. Kim
bilir neler çekti Müslümanların elinden ve dilinden ve sonunda patladı…“Kaç
Müslümanlardan sığın Müslümanlığa.”
Devam edecek