-Hz.Osman; “Ben halife değil miyim, mal bizim malımız değil mi? Amcama istediği
parayı vereceksin.” deyince Abdullah bin Erkam Mescidin önünde, hazinenin
anahtarını Halife Osman’ın önüne atmış ve “Ey Osman al anahtarları, ben kendimi ümmetin
malının Beytülmâl görevlisi zannediyordum, oysa ben sizin ailenizin Beytülmâlinin
görevlisiymişim…”- demiştir.
Hz. Ömer’in ölümü
Hz. Ömer İran’ın fethi dolayısıyla Şiiler tarafından sevilmez, düşman
olarak anılır. Hz. Ömer ufku çok geniş bir insandı, üretkendi, adil idi. Ancak
bazı olaylar vardır ki mutlaka yapılması gerekir, mesela savaşlar gibi. Hz.
Ömer zorunlu olmadan savaşlara bile cevaz vermemiştir. Yapılması zorunlu hale
gelmişse savaşa izin vermiştir. Savaşların sonucunda elbette acılar çekilir,
gözyaşları vardır. İran fethedilmiştir, ganimetler vardır, kadınlar ve çocuklar
esir alınmışlar. Hz. Ömer onları görünce; “Bunların ağıtlarıyla büyüyen çocuklar
yarın bize düşman olacaklar” diyerek gözyaşı dökmüştür. Nitekim Hz. Ömer’i bir
İranlı öldürmüştür. Muğîre b. Şu'be’nin kölesi Ebu Lu’lu, Hz. Ömer’e bir sabah
namazında camide saldırarak, ağır şekilde yaralamış ve bu yara onun ölmesine
sebep olmuştur. Hz. Ömer vasiyetini ölüm döşeğinde yapmıştır. Yerine oğlunu
bırakmasını söyleyenlere: “Benim ailem bu işten çok zarar gördü. Bir aileden
bir kurban yeter. Onun için oğlumu yerime bırakmayacağım.” demiştir.
“Peki, yerine kimi bırakacaksın?” şeklindeki sorulara cevaben, “Kendimden
sonra yerime birini bırakmayacağım, Peygamber de yerine birisini bırakmamıştır.
Ancak ben Peygamber’in yaptığı gibi yapmayacağım. Kendimden sonrası için birini
bırakacağım ama Ebubekir’in yaptığı gibi de yapmayacağım. Peygamber kendi
döneminde doğru olanı yapmıştır, Ebubekir de kendi tecrübelerinden yola çıkarak
doğru olanı yapmıştır. Ben de kendi tecrübelerime dayanarak ve bulunduğum
şartları göz önünde bulundurarak farklı bir uygulama ile halifenin seçilmesini
sağlayacağım. Benden öncekilerin hiç biri benim için örnek değildir, onlar bana
örnek olamaz.”
Şuranın halife seçimi
Hz. Ömer yerine; Ali bin Ebi Talip, Osman bin Affan, Talha bin Ubeydullah,
Zübeyr bin el-Avvam, Sad bin Ebi Vakkas ve Abdurrahman bin Avf’tan oluşan 6
kişilik bir şura heyeti bırakmıştır ve bu şuranın 3 gün içinde aralarından birini
halife seçmeleri şartını getirmiştir. Üç günün sonunda eşitlik bozulmaz ise,
Abdurrahman’ın oyuyla eşitliğin bozulmasını istemiştir. Heyet başkanı Ebu Talha’dır.
Hz. Ömer’in vefatından sonra toplanan bu heyet, halife seçiminde eşitliği
bozamamıştır. Hz. Ali ve Hz. Osman eşit oylar almışlardır.
Kureyş statüsünde iki kabile vardı. Haşimoğulları ve Ümeyyeoğulları. Kureyş’i
hep bu kabileler yönetiyorlardı. Aslında Müslümanlar Ebubekir ve Ömer’i seçerek
çok önemli bir şeyi başarmışlardı. Kabilecilik anlayışına son vererek liyakat
anlayışını getirmişlerdi. Hz. Ebubekir’in de Hz. Ömer’in de kabileleri güçlü
değildi, çok zayıftı. Sahabe o gün zayıf kabilelerden iki tane kaliteli, güçlü insanı
halife seçtiler, ama üçüncü halinin seçimine gelince tökezlediler. Güçlü
kabilecilik geleneği yeniden gündeme geldi. Liyakat yerini kabileciliğe bıraktı.
Halife olarak, ya Hz. Osman ya da Hz. Ali seçilecekti. Bu adayların her
ikisinin de lobisi çok kuvvetliydi. Hz. Osman’ın arkasında Emeviler; Ebu Süfyan
ve sülalesi vardı. Hz. Ali’nin arkasında sadece Haşimiler vardı. Peygamber
sülalesiydi Haşimiler ama üçüncü halifeyi seçecek güçleri kalmamıştı. Bunlar
eskiden beri kavgalı kabilelerdir. Nitekim bu iki sülalenin birinden Emeviler
ve Endülüs Emevileri, diğerinden Abbasiler ve Fatımiler diye dört tane
imparatorluk çıkmıştır.
Abdurrahman bin Avf, Hz. Ömer’in tayin ettiği hakemdir. Eşitliği bozacak
olan kişidir. Ancak o da kendi başına karar vermekten çekindi. Kararı kendisi
verebilirdi ama vermedi, o halka sorma yolunu seçti. Çocuk, kadın, erkek, yaşlı
ayırımı yapmadan herkese sordu. “Hz. Ali mi yoksa Hz. Osman mı, tercihin
hangisidir?”
Böyle bir kamuoyu yoklamasından sonra kararını verdi Abdurrahman bin Avf: “Halife
Hz. Osman’dır” dedi ve Hz. Osman seçimi kazanmış oldu. Bu kamuoyu yoklamasında,
Hz. Ömer gibi sert mizaçlı birisinden sonra, daha mülayim, çok zengin, cömert ve
daha yaşlı birisi olan Hz. Osman’ın tercih edilmiş olması muhtemeldir. Hz. Ali
o zaman 33 yaşındadır. Hz. Ali’nin biraz daha sert mizaçlı olduğu birisi olduğu
da biliniyordu.
İnsanlar sivil hayatta çok farklı, yöneticilik alanında çok farklı olabiliyorlar.
Bazen insanların yönetici olduktan sonra o işi yapamayacağı anlaşılıyor ama çok
geç kalınmış oluyor. Hz. Osman normal hayatında hiç kimseyle sorun yaşamayan,
zengin ve cömert bir insandır. İnsanlar Hz. Osman için herkesle güzel geçinir,
idare eder, diye düşünmüş olabilirler.
Dört halifenin seçimi de farklı farklı olmuştur. Hiçbirinin seçim şekli için
İslâm’ın seçim şekli budur diyemeyiz. O tarih diliminin 4 ayrı seçim örneğidir bunlar.
Bugünün Müslümanları da, selefi, literal, lafzi okumalarla bunları örnek
almamalıdır. Nitekim Hz. Ömer kendisinden önceki iki halifenin seçimini kendisine
model almamıştır. Geçmişteki içtihat örnekleri bizim için uygulanması gereken
vecibeler değildir. Örneğin, günümüzde geçen bir olayla ilgili ‘İbn Abidin’de
bu olay şöyle ele alınıyor.’ diye açıklama yapıyorlar. İbn Abidin 500 sene
önceki döneme göre -Allah razı olsun- bir şeyler yapmıştır ama onun içtihadı bugün
bizim için bağlayıcı olamaz. Bizim yeni içtihatlar yapmamız ve ortaya yeni
şeyler koymamız gerekmektedir. Nitekim Hz. Ömer de böyle yapmıştır. Hatta Kuran’daki
bazı ayetler için bile ‘o ayeti’, ille de o şekilde uygulamak zorunda değiliz.”
diyebilmiştir.
Hz. Osman dönemi yapılan
atamalar
Hz. Ömer döneminde devlet görevi verilecek olan birinde liyakat aranırdı ve
değişik kabilelere mensup insanlar göreve getirilirdi. Denetim mekanizması da çalıştığı
için görevi kimse kötüye kullanamazdı. Hz. Osman’la birlikte Hz. Ömer’in
kurduğu bu sistem çöktüğü için problemler başlamıştır.
Hz. Osman 60 yaşında halife olmuştur ve halifeliği 12 yıl sürmüştür. Akrabalarına
düşkünlüğünden dolayı, görev süresince onların (Emevilerin) elinde oyuncak olmuştur.
Nitekim Hz. Osman seçilir seçilmez Ebu Süfyan Emevi kurmaylarını toplayıp Osman’ın
halife oluşuyla birlikte “Liderliği ele
geçirdik, artık bundan sonra kimseye bırakmayacağız” demiştir. Emeviler hızla devlet
kademelerine atanmıştır. Bilhassa önceki valiler bir bahaneyle görevden alınmış
ve yerine Emevi kabilesine mensup olanlar atanmıştır, bu atamalarda liyakat
yerini sadakata bırakmıkştır.
Hz. Osman döneminde şehirlerdeki
durum
Medine
Hz. Osman ilk olarak amcasının oğlu Mervan bin Hakem’i devlete Genel Sekreter
olarak atamıştır. Mervan bin Hakem, Tulekâ’dan Hakem bin Has’ın
oğludur. Tulekâ: Mecburen ya da işine geldiği için Müslüman olmuş
kişiler için kullanılır. Muaviye ve Ebu Süfyan gibi kişiler Tulekâ’dır. Hakem
bin Has, Peygamberimiz döneminde Medine’ye yerleşmiş birisidir. Düşük
karakterli bir kişiliğe sahiptir. Peygamber yürürken arkasından yürüyüşünü
taklit eden, Peygamber’in evini, odalarını dikizleyen bir şaklabandır.
Peygamberimiz onu bu hareketlerinden dolayı çocuklarıyla birlikte Taif’e sürmüştür.
Hakem, Hz. Osman’ın amcasıdır. Sürgün kararından sonra Hz. Osman, Peygamber’den
amcasını affetmesini ve Medine’ye geri dönmesine izin vermesini istemiş, Peygamber
ise bu isteği kabul etmemiştir.
Peygamber’den sonra Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminde de Hz. Osman
halifelere gelerek defalarca amcasının affedilmesini istemiş, her ikisi de bu
isteği kabul etmemiştir. Hakem bin Has ve ailesi yaklaşık 15 yıl Medine’ye
girememiştir. Osman halife olur olmaz amcasını ailesiyle birlikte Medine’ye getirtmiş
ve oğlu Mervan bin Hakem’i, -ki kendisi daha sonra İslam tarihinin en belalı
isimlerinden biri olacaktır,- devlet görevine almış ve kendisini atama
yapma, devletin parasını yönetme gibi yetkilerle donatmıştır.
Diğer oğlunu da Medine’deki pazarın başına geçirmiştir. O da Deli Dumrul
gibi gelen geçenden pazar vergisi kesmeye başlamıştır. Öyle şeyler yaşanmaya başlanmıştır
ki bu yaşananlara sahabeler anlam verememiştir. Örneğin, Afrika’da kazanılan
bir savaşta ganimetler dağıtıldıktan sonra geriye kalan gayrimenkullerin
dağıtımı sorun olmuştur. Bunun üzerine Mervan bin Hakem ganimet sahiplerinden malları
kendisine satmalarını istemiştir, satın aldığı bu gayrimenkullerin parasını ise
hak sahibine ödememiştir.
Diğer bir amcası, Medine Beytülmâl’inin başındaki İbn Erkam’a giderek
kendisinden para istemiştir. İbn Erkam parayı vermeyip konuyu Osman’a aktarmıştır.
Hz. Osman parayı vermesini söyleyince İbn Erkam itiraz etmiştir. Osman, “Ben
halife değil miyim? Bu mallar bizim malımız değil mi? İstediği parayı
vereceksin.” deyince Abdullah bin Erkam mescidin önünde, hazine anahtarını atmış
ve “Ey Osman al anahtarları, ben kendimi ümmetin malının Beytülmâl görevlisi
zannediyordum, oysa ben sizin ailenizin Beytülmâl’inin görevlisiymişim” demiştir.
Bunun üzerine Hz. Osman hiç sorun etmeden anahtarları almış ve Zeyd bin Sabit’e
vermiştir. O da zaten Hz. Osman ne derse onu yapan birisidir.
Kûfe
Hz. Osman kendi kabilesinden bir vali hakkında şikâyetler olursa o şikâyeti
değerlendirmeye almıyor, başka bir kabileden ise hemen görevden alıp yerine bir
Emevi’yi vali olarak atıyordu. Nitekim Muaviye hakkında onlarca şikâyet geldiği
halde onu görevden almazken, 6 kişilik şûra heyetinde yer alan, yani halife
adaylarından olan Sa’d bin Ebu Vakkas’ı derhal görevden almıştır. Ve yerine
akrabası Velid bin Ukbe’yi tayin etmiştir. Velid bin Ukbe, Mekke’de
Peygamberimize en fazla işkence yapan birinin oğludur. Velid Kûfe’ye gelince
ilk problemi İbn Mesud’la yaşamıştır. Hazineden aldığı borç parayı geri
ödemeyince İbn Mesud parayı kendisinden talep etmiştir. Bunun üzerine vali, İbn
Mesud’u halifeye şikâyet etmiştir. Halife de valiyi savununca İbn Mesud Abdullah
bin Erkam gibi “Ey Osman ben sizin hizmetçiniz değilim, ümmetin malının
bekçisiyim, madem bekçiliği bundan sonra siz yapacaksınız buyurun hazinenin
anahtarlarını” deyip o da görevinden istifa etmiştir.
Hz. Osman, Abdullah bin Mesud gibi birisini, yani Mekke’de ilk defa halka
açık bir ortamda Kur’an okuyan ve bu hareketinden dolayı müşriklerden dayak
yiyen, peygamberin saygı duyduğu, bu sahabeyi istifasından dolayı minberde
aşağılamış ve ona ağır hakaretler etmiştir. Hızını alamayan Osman daha sonra Emevi
gençlerine onu dövdürtmüş ve maaşını da vermemiştir. Daha sonra araya pek çok sahabe
girmesine rağmen Osman İbn Mesud’un alacağını vermemiştir. İbn Mesud’un
vefatına yakın Halife Osman hatasını anlayıp parasını ödemek istese de bu kez
İbn Mesud, “Ey Osman benim ihtiyacım varken alacağımı vermedin, şimdi ben ölüyorum,
alacağımı veriyorsun. Bana kabirde para lazım değildir, artık istemiyorum ve
sen benim cenazeme de gelmeyeceksin.” demiştir. Halife Osman peygamber dostu bu
muhterem insanın Cenazesine de gelememiştir.
Araplarda o dönemde birisine “benim cenazeme gelme” demek çok büyük hakaretti.
Bunun gibi yığınla sahabe vardır Osman’a cenazeme gelme diyen. Mesela
Abdurrahman bin Avf, Hz. Osman’ı halife seçen şahıstır. Onun uygulamalarını
onaylamadığı için ve zaman zaman da uyarmasına rağmen uyarılarını dikkate almadığı
için, o da Halife Osman’ın cenazesine gelmemesini vasiyet etmiştir.
Sarhoş vali
Velid bin Ukbe’nin vali olarak yönettiği Kûfe şarap bölgesiydi. Vali Velid
de şarap içiyor ve sarhoş şekilde namaz kıldırıyordu. Bir gün sabah namazını
dört rekât kıldırdı, “Cemaat yanlış kıldırdın, 2 rekât artırdın.” Diye uyarınca,
“2 daha artırayım mı?” diye dalga geçebilmiştir. Bu şekilde meydana gelen
olayların sayısı artınca halktan gelen tepkilere Osman daha fazla karşı
koyamamış ve Velid’i görevden almıştır. Almıştır almasına da yerine yine bir
Emevi’yi atamıştır. Emevi lobisi Medine’de etkindi, bütün valileri o lobi tayin
ediyordu.
Kûfe’ye atanan yeni vali ilk icraat olarak, Kûfe bölgesindeki Sevad
arazilerini Kureyşlilerin bahçesi ilan etmiştir. Halk, “Kılıçlarımızla fethetteğimiz topraklar nasıl
Kureyş’in bahçesi olur?” diyerek isyan etmiş ve valiyi geri göndererek kendi
valilerini kendileri seçmişlerdir. Böylece Hz. Osman ilk çiziği Kûfe halkından yemiştir.
Basra- Ebu Musa el-Eşari
Basra’da Hz. Ömer’in atadığı Ebu Musa el-Eşari vali olarak bulunmaktaydı. Emevilerin
valileri değiştirmek için genel taktiği, ufak bir olay çıkarttırıp, valiyi halifeye
şikâyet ettirmekti. Ebu Musa el-Eşari ile de böyle bir olay yaşandı ve halifeye
şikâyet edildi. Halife de inceleyip araştırmadan valiyi derhal görevden alıverdi.
Basra’ya vali olarak da 25 yaşlarındaki Abdullah bin Amr’ı tayin etti. Abdullah
bin Amr; Hz. Osman’ın dayısının oğludur.
Şam valisi Muaviye
Şam’da vali olarak zaten bir Emevi olan Muaviye bulunmaktadır. Muaviye’den
defalarca şikâyet mektubu gelmesine rağmen görevden alınamamıştır. Muaviye ile
Ebu Zer Şam’da sürekli karşı karşıya gelmişlerdir. Ebu Zer, beşinci sırada Müslüman
olan sahabedir. Muaviye valiliğe gelen malları istediği gibi harcamaya kalkınca
Ebu Zer; “Müslümanların malını istediğin gibi kendi başına harcayamazsın, bu senin
malın değil, halkın malıdır” diye itiraz eder ve Muaviye bu adalet delisi Ebu
Zer’i değişik ayak oyunlarıyla saf dışı etmeye çalışır, ancak bir türlü
başaramaz. Hatta bir keresinde Muaviye, “Ebu Zer altın biriktirmiş” diye halka lanse
etmek için özel ulak ile akşamdan Ebu Zer’e bir kese altın gönderir, sabah erkenden
de birini gönderip altınların yanlışlıkla verildiğini söyleyerek geriye almak
ister. Amacı Ebu Zer’in mal düşkünü biri olduğunu halka ispatlamaktır. Ebu Zer
de, daha altınlar gelir gelmez başlamıştır dağıtmaya, o gece bütün altınları
dağıtmıştır ihtiyaç sahiplerine.
Muaviye’nin adamı sabah baskınında eli boş olarak geriye döner. Muaviye amacına
yine ulaşamaz ve Ebu Zer’le baş edemeyince anlayınca, Hz. Osman’dan Ebu Zer’i
Şam’dan göndermesini ister. Ebu Zer’in Arkasında müthiş bir halk desteği vardır,
Muaviye ondan korkmaya başlamıştır.
Halife Osman Ebu Zer’i Medine’ye çağırır. Ebu Zer’i hiç vakit geçirmeden huysuz
bir deveye havutsuz bir şekilde bindirip, Arapça bilmeyen, gayrimüslim birkaç köleyle
Medine’ye gönderilir. Ebu Zer sıkıntılı bir yolculuktan sonra yara bere içinde
Medine’ye varmıştır. Halife Osman dinlenmesine, ihtiyaçlarını temin etmesine,
arkadaşlarıyla görüşmesine dahi müsaade etmeden, apar topar, aç-susuz, eşiyle
birlikte Ebu Zer’i Medine’den Rebeze çölüne sürgüne göndermiştir.
Ehl-i Sünnet bu sürgünü, Ebu Zer “kendi isteğiyle gitti” diye anlatır. Hatta
bunun için “Ebu Zer, ne güzel insandır, yalnız başına yürür, yalnız başına
yaşar, yalnız başına ölür” şeklinde hadis bile uydurmuşlardır, Osman’ı haklı
çıkarmak için. Amaç, Muaviye’nin ve Hz. Osman’ın bu sürgünde suçlarının olmadığını
savunmaktır. Oysa Ebu Zer Medine’den ailesiyle birlikte sürülmüştür. O kızgın Rebeze
Çölü’nde açlık ve susuzluktan dolayı da vefat etmiştir.
Muaviye içki ve put ticareti yapan bir halifedir. Doğuya putlar ve
heykeller satarak servetine servet katmaktadır. Bir gün Ubey’ bin Kaab, içki
kırbalarını keserek kervandaki bütün içkileri döker. Durumu haber alan halife bundan
dolayı Ubey bin Kaab’ı cezalandırmıştır, Muaviye’ye dokunulmamıştır ve
sonrasında Ubey bin Kaab da Şam’dan Medine’ye sürgün edilmiştir.
Mısır Valisi Amr ibn As
Mısır, tarım ülkesi olması ve Baharat Yolu üzerinde bulunması sebebiyle İslam
coğrafyasının en fazla para getiren şehriydi. Mısır’ı fetheden Amr ibn As’tır. Hz.
Ömer döneminde Mısır’a vali olarak atanmıştır. Emeviler, bu başarılı valiyi alt
edebilmek ve haraç gelirlerini kontrol etmek için Osman’a Mısır’a ikinci bir vali
ataması yaptırdılar. Abdullah bin Sad bin Ebi Serh maliye görevlisi adı altında
bölgeye atandı. Hz. Osman’ın sütkardeşi olan Abdullah bin Sad bin Ebi Serh, Peygamberimiz
döneminde Müslüman olmuş, Medine’de Ensar’dan birini katledip Mekke’ye kaçmış,
Mekke’ye gelince de Mekkelilere, “Ben zaten Muhammed’e inanmıyordum, vahiy kâtipliği
yaptım ama Muhammet başka bir şey söylüyordu, ben başka bir şey yazıyordum” diye
yalan söyleyerek Mekke’de kalabilen sahtekâr birisidir.
Peygamberimiz Mekke’yi fethedince 10 kişi hariç herkesi affetmiştir. Bu 10
kişi, “Kabe’nin örtüsüne sarılsalar bile onları öldürün,” emrini vermiştir. Bunlardan
biri de Abdullah bin Sad bin Ebi Serh’tir. İşte bu kişi Hz. Osman tarafından
Mısır’a maliye bakanı adı altında ikinci vali olarak atanmıştır. Musluğun başına
getirilmiştir. Bu atamadan sonra Vali Amr ibn As hiç vakit geçirmeden doğruca Halife
Osman’a gider; “Siz bana ineğin boynuzunu tutturuyorsunuz, sütünü de Abdullah
bin Sad bin Ebi Serh’e sağdırıyorsunuz” diyerek bu atamaya sert bir dille itiraz
eder. Hz. Osman onun itirazını dikkate almayınca da istifa eder. Zaten arzulanan
da onun istifa etmesidir, amaca ulaşılmıştır. Bu istifanın hemen ardından Abdullah
bin Sad bin Ebi Serh Mısır’a vali olarak tayin edilir. Hemen sonra Emeviler Mısır’ı
yağmalamak için oraya transfer edilmeye başlanır, her taraf talan edilir, yağmalanır.
Çok geçmeden Mısır halkı şikâyetlerini halife Osman’a ulaştırırlar. Ancak
halife gelen şikâyetleri dikkate almaz. Nitekim daha sonra bu vurdumduymazlığın
cezasını çekecek ve Mısırlılar tarafından odasında öldürülecektir.
Sahabe’nin tepkisi
Halife Osman döneminde bütün önemli şehirlerde idarenin ve maliyenin başına
Emeviler geçmiştir. Osman bütün akrabalarını devlet kadrolarına yerleştirmiştir.
Bu adaletsiz ve sorumsuz uygulamalarından dolayı sahabe Halife Osman’dan
desteğini çekmiştir. Mısır ve Kûfe’den gelen şikâyetler de isyan noktasına
yükselmiştir. İnsanlar hacca geldiklerinde birbirlerine valilerinin kendilerine
yaptıkları zulümleri anlatır hale gelmişlerdir. Hz. Aişe bir gün, “Senin valin
insanlara zulmediyor, sen ise ona ses çıkarmıyorsun” diye şikâyet edince Halife
Osman Hz. Aişe’ye hakaret eder, ona geçmişini hatırlatır. Hz. Aişe de, Peygamber’in
terliklerini mescide çıkartıp, “Ey insanlar Peygamber’in terlikleri eskimedi ama
bu Osman Peygamber’in sünnetini eskitti.” diyerek tepkisini koyar. Hz. Ali’yle
de araları açılır, uygulamalarındaki tarafgirlikten dolayı sürekli Osman ile tartışan
Ali’yi kıskançlıkla suçlar.
40 gün süren kuşatma ve
Hz. Osman’ın öldürülmesi
Kûfeliler ve Mısırlılar valilerini şikâyet etmek için Medine’ye geldiler Hz.
Osman’la görüşmek istediler. Sahabenin araya girmesiyle görüşme gerçekleşmiş ve
Hz. Osman gelen heyete Mısır valisini değiştirip yerine Muhammed bin Ebubekir’i
atadığına dair gerekli atama yazısını vermiştir. Heyet, halifeden aldıkları tayin
yazısı ile mutlu bir şekilde Mısır’a döner. Yolda atını alabildiğince hızlı
süren birisi kendilerine yaklaşır, belli ki acelesi vardır, şüphelenirler ve
attan indirirler. Bakarlar ki Halife Osman’ın kölesi. Üzerini ararlar ve bir
mektup. Mektupta şöyle yazıyor: “Valinin tayin mektubuyla size gelenler
isyancılardır hemen oracıkta başlarını vurun.”(Halife Osman)
Mısır heyeti, Hz. Osman’ın kölesini ve mektubu alarak Medine’ye döner. Kûfelileri
de Medine’ye geri çağırır. Sahabenin büyüklerini de yanlarına alarak Hz.
Osman’a giderler ve bu mektubu niçin yazdığını sorarlar. Hz. Osman mektubu
kendisinin yazmadığını söyler. Oysa Mektubun altında halifenin mührü bulunmaktadır.
Tartışma uzayınca mektubu yardımcısı Mervan’ın yazdığı anlaşılır. Heyet Halife
Osman’dan derhal Mervan’ı görevden almasını talep eder. Hz. Osman bu talebi
kabul etmez ve heyeti saygısızlıkla suçlar. Görüşme tıkanmıştır. Heyet üyeleri
kendi aralarında toplanırlar ve şu tarihi kararı alırlar, ve Halife Osman’a da
kararı bildirdiler: “Ey Osman, bu mektubu sen yazdıysan hainsin, çünkü sen
bize başka mektup, ulağına başka bir mektup verdin. Bu durumda derhal görevinden
istifa etmen gerekir. Yok eğer sen yazmadıysan yine istifa etmen gerekir, çünkü
senin haberin yokken devlette başka işler çevriliyor.”
Halife Osman bu kararı kabul etmez. İş kılıca kalır. Sahabeler bu durumda geri
çekilirler. Muhacirlerin hepsi Medine dışına çıkar. Emeviler de; “Ölü bir
Osman, diri bir Osman’dan daha iyidir. Biz Osman’ın ölüsünü daha iyi kullanırız”
diye yüksek sesle düşünerek Hz. Osman’ı korumaktan vazgeçerler.
Böylece 40 gün sürecek olan kuşatma başlamış oldu. Aslında Mısırlılar Osman’ı
öldürmeyi düşünmüyorlardı, sadece görevden ayrılması için baskı yapıyorlardı. Bu
arada Halife Osman, Muaviye’ye haber göndererek ondan askeri yardım istedi.
Muaviye asker gönderdi ama askerlerine, Medine’ye girmemelerini, Hz. Osman öldürülünceye kadar Medine’nin
dışında beklemelerini söyledi.
Nihayet, kuşatma sırasında birileri, Ensar’dan bir sahabenin evinden girerek
Hz. Osman’ı öldürdü. Bu sahabe Aşere-i Mübeşşere’de adı geçen sahabelerden
biridir. Hz. Osman’la birlikte 2 tane de kölesi öldürüldü. Kimse cenazeyi
defnetmeye cesaret edemedi. Cenaze 3 gün bekletildi. Dördüncü gün gece
yarısı akrabasından 2 erkek birkaç kadın tarafından, cesedi bir kapı kanadının
üzerine koyularak, yıkanmadan, namazı kılınmadan gizlice Yahudi mezarlığına
defnedildi.
Halife Osman Hz. Ömer döneminde başlayan gelecek ümidini, adalet ümidini yok
etmiştir. Tekrar kabilecilik anlayışı geri dönmüştür. “Allah şefaat hakkı
verirse o hakla Emevileri Cennet’e sokmak isterim.” diyecek kadar kabilecilikte
ileri gitmiştir Halife Osman. Osman halife
seçildiği gün Uhud Şehitliği’ne gidip, Hz. Hamza’nın mezarının başında, “Ey
Haşimoğullarından Hamza, Uhud’da siz kazandınız ama biz galip geldik.” diyecek
kadar intikam ateşiyle yanıp tutuşan Ebu
Süfyan’a bile şefaat etmek isteyecek kadar akrabalarına düşkün biridir Halife
Osman...
Hz. Ali’nin halifelik ilanı
Bu karışık ortamda Hz. Ali bir hamle yaparak halifeliğini ilan etmiştir.
Oysa Ehl-i Sünnet taraftarları Hz. Osman’dan sonra sahabeden hiçbirinin
halifeliği istemediğini, Hz. Ali’nin de istemediğini, ancak ümmet halifesiz
kalmasın diye mecburen Ali’ye verildiğini ve de onun istemeyerek de olsa kabul
ettiğini söylerler. Bu doğru değildir. Hz. Ali eskiden beri beklediği fırsatı nihayet
Osman’ın öldürülmesiyle yakalamıştır. Alelacele isyancılarla görüşerek onlardan
biat almaya başlamıştır. Problem olabileceklerinden çekindiği kişilerden zorla
biat almış, Mesela, Talha’yı zorla yanına getirtmiş ve kılıç zoruyla ondan biat
almıştır. Zarar gelmeyecek, hilafet iddiasından bulunmayacak kişileri de
serbest bırakmıştır. Hz. Ali bu şekilde ön plana çıkarak fazla zaman geçirmeden
halifeliğini ilan etmiştir. Hz. Ali’nin bir anda Medine’de iktidarı ele alması yeni
oluşumlara sebep olmuştur.
Hz. Osman’ın hanımlarından Naile Süryani Hristiyanlarındandı ve Muaviye’nin
karısıyla kardeşti. Muaviye, Hz. Osman’ın kanlı gömleğini ve Naile’nin
parmaklarını Şam’da minberin tepesine astırttı ve Hz. Ali’nin Hz. Osman’ı
öldürttüğüne dair propaganda yapmaya başladı. Bu arada Hz. Ali yakın
arkadaşlarının uyarılarına rağmen acele ederek, her yere elçiler gönderiyor,
bütün valileri görevden alıyordu. İleri gelen sahabeler tarafından kendisi
defalarca uyarıldı; “Daha fazla düşman üretme, en azından Şam Valisi Muaviye’yi görevden alma.”
denildi. O bu tavsiyelerin hiçbirine uymadı. Derhal Şam Valisi Muaviye’yi görevden
aldı. Onun Muaviye’nin yerine Şam’a gönderdiği valiyi Muaviye’nin adamları
karşılamışlar ve geriye göndermişlerdir. Hz. Ali, bu olaydan sonra Muaviye’ye,
biat etmediği için üzerine bir ordu gönderme hazırlığındayken Mekke’de başka
bir oluşumun başladığı haberi gelmiştir Medine’ye. Bu uygulama Hz. Ali’nin
siyaseten ne kadar zayıf biri olduğunun en bariz örneklerinden biridir.
Hz. Ali-Hz. Aişe
mücadelesi: Cemel Savaşı
Hz. Aişe, Hz. Osman’a muhalif bir görünüm sergiliyor, halifenin
öldürülmesini teşvik ediyordu. Hz. Osman kuşatıldığı zaman Hz. Aişe umre için
Mekke’ye gitmişti. Mervan o sırada Hz. Aişe’ye gelerek, “Ey Müminlerin Annesi,
Osman zor durumda nereye gidiyorsun.” demiş, o da “Ey Mervan vallahi o kadar
kızgınım ki sana ve halifene ikinizi bir torbaya koymayı, ağzını bağlamayı ve
denize atmayı düşünüyorum.” demişti.
Hz. Aişe Osman’a o kadar kızgındır ki Medine sokaklarında, “Öldürün bu
bunağı” diye konuşmalar yapıyordu. Hz. Aişe Osman’ın ölüm haberini Mekke’de almış,
bu olaya sevinmiş ve Allah’a hamd etmiştir.
Daha sonra Hz. Ali’nin halifeliğini ilan etmesinin haberini alınca da; “Osman
mazlumen öldürülmüştür, katiller Ali’nin yanındadır, bunun hesabını Ali’den
sormamız lazımdır” diye intikam peşine düşmüştür. Çünkü Hz. Aişe, halifelik için kardeşi
Ebubekir’in oğlu Muhammed’i, Abdullah bin Zübeyr’i veya Talha’yı düşünmektedir.
Bu arada Medine’deki Emeviler Mervan önderliğinde akın akın Mekke’ye
gidiyorlardı. Talha ve Zübeyr de umre yapmak gerekçesiyle Mekke’ye gitmişti.
Çünkü Mekke’de lider eksikliği vardı. Hz. Aişe lider pozisyonundaydı ama kadın
olduğu için ordunun başına geçemezdi. Zübeyr de gelince bu eksik tamamlanmış
oldu. Ordunun savaş araç gereç ihtiyacı ve para eksiği de Yemen valisi
tarafından karşılandı. Böylece bir ordu kuruldu. Hz. Aişe hararetli konuşmalar
yapıyor, Talha ile Zübeyr birbiriyle yarışırcasına liderlik yapmaya çalışıyordu.
Hatta bir keresinde “namazda kim imamlık yapacak” diye tartışmaya girdiklerinde,
Hz. Aişe müdahale etmiş ve “İkiniz de durun sizin oğullarınız sırayla imamlık
yapsınlar.” demişti. Çünkü her birinin gönlünde liderlik düşüncesi vardı.
Nihayet ordu Mekke’den hareket etti ve güzergâh olarak Basra’yı seçti. Çünkü
Medine’de Hz. Ali, Şam’da Muaviye vardı, Kûfe’de Hz. Ali taraftarları vardı. Basra da ise
Osman taraftarları çoğunluktaydı. Hz. Ali bu oluşumu haber alınca hemen
Basra’ya yöneldi. Ancak Hz. Ali Basra’ya ulaşmadan Hz. Aişe’nin ordusu Basra’yı
kuşatmış, valiyi yakalamış ve yaklaşık 600 kişiyi de öldürmüştür. Hz. Aişe’nin
ordusunda Emeviler de vardır. Mervan bin Hakem bunlardan biridir ve nitekim
Cemel Savaşı’nda Talha’yı öldüren Mervan bin Hakem’dir. Hakem kendi ordusundaki
komutanını öldürmüştür, bu manidardır. Emevilerin düşüncesi; Hz. Ömer’in
seçtiği ‘şûra’dan kalan üye, halife adayı varken Muaviye gibi Tuleka’dan birisini
kimse kabul etmeyeceği yönündeydi. Bu nedenle Hz. Aişe’yi desteklemişlerdir.
Abdullah ibn. Sebe
Maalesef, bazı sahabeleri kollamak amacıyla zaman içinde Cemel Savaşı’nın
gerçek anlatımı değiştirilmiştir. “Cemel Savaşı’na İbn Sebe ve adamları sebep
olmuşlardır”, denilmiştir. İbn Sebe uydurma bir kişiliktir, böyle bir insan
yoktur. Senaryo şöyle hazırlandı: “Hz. Ali’nin ordusuna Yahudi asıllı İbn Sebe
sızmıştı. İki taraf karşı karşıya geldiklerinde görüşmeler yapıldı ve
anlaştılar. Bu sırada İbn Sebe ve taraftarları gece yarısı gizlice Hz. Aişe’nin
tarafına saldırdı. Hz. Ali’nin anlaşmaya ihanet ettiğini düşünen Hz. Aişe
saldırıya geçti. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Aişe’nin anlaşmayı bozduğunu
düşündü ve o da karşı saldırıya geçti.” Böylece bütün suç İbn Sebe’nin üstüne
atıldı. Aslında böyle bir olay olmamıştır, bu anlatım tamamen uydurma bir hikâyedir.
Doğrusu şöyledir:
Savaş gece değil gündüz olmuştur. Görüşmeler sırasında Hz. Ali elinde Mushaf
taşıyan ve karşı tarafı onun içindeki hükümlerin hakemliğine çağıran bir genç
göndermiştir. Ancak karşı taraf bu genci öldürünce Hz. Ali ordusuna savaş
emrini vermiştir. Dolayısıyla Müslümanlar birbirlerini öldürmüşlerdir. Cemel
Savaşı’nı Hz. Ali kazanmıştır. Bu savaşta karşılıklı ölü sayısı, Hz. Ayşe,
Zübeyr ve Talha taraftarlarından yaklaşık 13.000, Hz. Ali’nin ordusundan ise yaklaşık 5.000
kişi olduğu tahmin edilmektedir. Ölü sayısı toplam 18.000 civarındadır. Cemel
denmesinin sebebi de Hz. Aişe’nin devenin üzerinde bir hevdecin içinde
savaşı yönetmesidir. Sonunda Hz. Ali tarafından Basra ele geçirilmiş, Hz. Aişe
teslim alınmış ve Medine’ye gönderilmiştir. Cemel Vakası, İslâm Devleti'nde yaşanan ilk iç savaştır ve İslâm âleminin
ikiye bölünmesinde kilometre taşı olan olaylardan birisidir.(656)
Devam edecek