Frankfurt Goethe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ömer Özsoy, geçen hafta
hayatını kaybeden İslam Bilim Tarihi Araştırmacısı Fuat Sezgin için “Bilim
tarihçileri arasındaki Müslüman düşmanı kültüralizme karşı mücadele veriyordu.”
Dedi ve ekledi...
2006 yılında Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nden ayrılıp halen çalışmakta olduğum Frankfurt Goethe
Üniversitesi’ne geçmeye karar verdiğimde, helallik dileyip dua ve tavsiyelerini
almak üzere ziyaret ettiğim Mehmed Said Hatiboğlu Hocamız bana şunları
söylemişti: “Oğlum, Fuat Sezgin Hocamızın bulunduğu şehre gidiyorsun. Onunla
yakinen birlikte çalışmak, ilminden faydalanmak ve çalışmalarında ona hizmet
etmek bizlere nasip olmadı; sen bu fırsatı iyi değerlendir, ona hizmet et,
benim adıma da ellerinden öp!” Frankfurt’a gelir gelmez Fuat Hoca’yı ziyaret
ettim. Hatiboğlu Hocamın selamını ve gönderdiği Hacı Baba ürünü su böreğini
iletmekle kalmayıp, bana tavsiyesini de olduğu gibi aktardım. Çok duygulandı,
yaşarmış gözlerle “Estağfirullah” dedi, “Mehmed Bey çok nazik bir insan!”
Geçen yıllar içinde, özellikle
enstitüsünün misafirhanesinde kaldığımız bir yılı aşkın süre zarfında Fuat Hoca
ile yoğun beraberliğimiz oldu. Bu imkana sahip olduğum için kendimi hep şanslı
addettim. Sohbet konularımız genellikle Avrupa genelinde İslam ve Müslümanlarla
ilgili gittikçe olumsuzlaşan algı ve tutum, İslam dünyasının içinde bulunduğu
trajik durum ve giderek derinleşen ahlaki kriz, Türkiye’deki bilimsel ve
siyasal gelişmeler ve Almanya’da filizlenmekte olan İslam İlahiyatı’nın durumu
gibi meselelerdi. Tabii ki, Türkiye’deki müzenin tasarlanışı ve kuruluşu ile
ilgili memnuniyetinden, bu esnada karşılaştığı, çalışmaları uzaktan takip
etmenin getirdiği zorluklardan, daha sonra vakıf ve enstitünün kuruluşu ve
gelecek planlarından, hayallerinden bahsettiği veya o an için zihnini meşgul
eden, yazmakta olduğu gündemindeki bilimsel konular üzerine konuştuğumuz da
oldu kuşkusuz. Onu en çok heyecanlandıran, ilmî konular üzerine konuşmaktı;
böyle zamanlarda gözlerinin sevinçle parladığını farkederdiniz. Buhârî’nin
Kaynakları eserindeki bir ayrıntıyla ilgili soruma cevap verirken adeta kitabı
daha dün yazmış gibi en ufak detayların bile zihninde ne kadar taze kaldığını
müşahede ettiğimde duyduğum hayranlığı tarif edemem. Rahatsız olması veya
yurtdışında bulunması müstesna, hafta sonları da dahil olmak üzere her gün
sabah 8 akşam 5 arası mesai yaptığı enstitüsünde çalışmalarının odağını, son
yıllarda, hayatının projesi olarak niteleyebileceğim dev eseri “Arap Kitabiyatı
Tarihi”nin (Geschichte des Arabischen Schrifttums: GAS) son cildinin telifi
oluşturuyordu. Bu tutkulu yoğunluğu nedeniyle doğrudan müdahil olmaya vakit
ayıramasa da, İslam İlahiyatı ile ilgili gelişmeleri de ilgiyle takip ediyor ve
kendi yaşadığı zorluklarla karşılaştırdığında Almanya’da kamu imkanlarıyla
İlahiyat bölümleri kurulmasına inanamıyordu. Bu vesileyle, gerek kurumsallaşma
gerekse muhteva bakımından nelere dikkat edilmesi gerektiği konusundaki çok
değerli tavsiyelerini ve sıkıntılı kuruluş yıllarında her istişare ihtiyacı
duyduğumda cömertçe zaman ayırdığını şükran ve minnetle anmak isterim.
Frankfurt’ta İslam İlahiyatı’nın şekillenmesinde Hocamızın dolaylı da olsa
derin katkıları olmuştur.
Fuat
Sezgin dürüst bir tarihçi olarak sadece tarihî hakikatin peşindeydi ve ortaya
çıkardığı hakikatler Müslümanların geçmişi açısından yüz akı olduğu için de
mutluydu.
Kendisine verdiğim açık çeke
rağmen, Fuat Sezgin Hoca’nın yardım talep ettiği nadir oldu. Bunlar da
genellikle eliyle yazdığı Türkçe metinlerin bilgisayarda dizilmesi (kendisi
bilgisayar kullanmıyordu), bazı Türkçe metinlerin Almancaya veya Almanca
yazdığı metinlerin Türkçeye çevirisi gibi enstitü çalışanlarının yardımcı
olamayacağı türden işlerdi. Kimi taleplerini zevkle bizzat yerine getirdim,
kimini onun onayıyla genç arkadaşlarıma veya öğrencilerime devrettim. Hoca’nın
çalışma temposu ve geride bıraktığı muazzam ilmî mirasa nispetle bunlar bizim
için onur verici, ama zikredilmeye değmeyecek mütevazı katkılardı kuşkusuz. Ama
bu sayede Avrupa’da yetişen nice genç ilahiyatçı kendisini tanıma, onunla
konuşma, hâl ve tarzına şahit olma imkanı bulmuş oldu ve benim için bu çok
önemliydi. Nitekim öğrencilerimizden bir grup bu muarefeye istinaden Hoca’dan
Buhârî’nin Kaynakları’nı Almanca’ya çevirme izni almayı başarabildi ve yapılan
tercümeleri yine öğrencilerimizin çıkardığı İslami İlimler internet dergisinde
tefrika olarak yayımladı. Bildiğim kadarıyla çeviri çalışması halen devam
ediyor; umarım, tamamlanınca ailesinin onayıyla kitap olarak basılması da
mümkün olur. Yeri gelmişken, Fuat Sezgin’in ilmî mirasının varisleri olan
kurumların himmet etmesi gereken en öncelikli işlerden birinin, bu kitabın ehil
kişiler tarafından önemli dillere çevirisini ve seçkin yayınevleri tarafından
basımını organize etmek olduğunu söylemek isterim.
Fuat Hoca’nın bu kitapta
Buhârî’nin Sahîh’indeki rivayet malzemesinden hareketle yaptığı çoğu tespit, o
zamanlar gerek Müslüman alimler gerekse oryantalistler arasında yaygın olan
hadis tarihine dair yargılar ve İslam’ın ilk üç asırdaki yazılı kaynaklarının
tarihine dair tasavvurlar açısından devrim niteliğindeydi. Bunu teslim eden
insaf ehli bilim insanları hem Doğu’da hem Batı’da elbette olageldi, ama genel
bir değerlendirmede bulunmak gerekirse, bilim tarihçisi Fuat Sezgin’in bizzat
bilim tarihi içindeki yerinin yeterince takdir edilmediğini, hatta sistematik
olarak görmezden gelindiğini söylemek durumundayım. Mesela, istisnaları olmakla
birlikte Müslüman araştırmacılar GAS’ı bir bilim tarihi eseri olarak değil,
bibliyoğrafya olarak görür ve kullanırlar. Bu yüzden de, ulum-i islamiyenin
tarihine, tefsir veya hadis tarihine dair yayınlarda Sezgin’in bulgu ve
tespitlerinin izleri nadiren hissedilir. Yine istisnaları olmakla birlike
Batılı şarkiyatçılar da Fuat Sezgin’i ya ignore etme veya alaylı ifadelerle
küçük görme yolunu seçerler. Kadirşinaslık bakımından istisnalardan biri olan
Angelika Neuwirth’ten, Frankfurtlu bir oryantalist olan Manfred Ullmann’ın Arap
sözlükbilimine dair çalışmasında Fuat Sezgin’in bir tespitine, isim vermeksizin
“Bir Türk iddia ediyor ki ...” şeklinde atıfta bulunduğunu duyduğumda
irkilmiştim.
Sezgin’in, ilk iki asırda tasnif
olunduğu rivayet edilen, ama elimize ulaşmayan kitapların gerçekten mevcut olup
olmadığının sonraki kitaplardaki atıflardan hareketle saptanabileceği, hatta
isnadlardan ve iktibaslardan hareketle bazılarının yeniden inşa edilebileceği
şeklinde özetleyebileceğim, doktora çalışması esnasında geliştirdiği ve GAS’ın
ulum-ı islamiyeye dair birinci cildinde pek çok yitik eserin tespitinde
başarıyla kullandığı metodun serencamı ibret vericidir. Fuat Hoca’nın bu
tespitini, İslam dünyasında kendisine atıfta bulunan çoğu yazar, “başında isnad
bulunan her bilginin otantik olduğu” şeklindeki polemik yargının teyidi olarak
aktarmak veya neredeyse tefsir rivayetlerindeki isnadların ulaştığı her sahabi
ve tabiiye bir tefsir nispet edecek kadar suyunu çıkarmak suretiyle istismar
ederken, oryantalistler de ya hiç bahsini etmedi ya da “safdilce bir
iyimserlik” (Herbert Berg) olarak niteledi. Ama bu arada, kısmen onun metodik
yaklaşımına, kısmen Joseph Schacht’ın temelini attığı ve Gauthier Juynboll’un
formüle ettiği ‘müşterek ravi’ (common link) teorisine dayanarak isnad
araştırmalarını derinleştiren ve Batı’da bilinen metin tenkidi yöntemleriyle
mezcederek artık genel kabul görmüş bir tarihsel analiz ve rivayet
tarihlendirme yöntemi (isnad-cum-matn-Analyse) geliştiren çevreler de oldu
(Harald Motzki, Gregor Schoeler, Andreas Görke vd.). Fuat Hoca, uzun yıllardır
hadis alanına münhasır bir çalışması olmasa da, bu sahadaki oryantalistik
yayınları da takip ediyordu ve bu yayınlarda kendi çalışmalarına ya hiç atıfta
bulunulmadığını veya oldukça sönük atıflarda bulunulduğunu görmek, ‘referans’
konusuna, yani bilginin kaynağını belirtme ve alimlerin görüşlerini doğru
aktarma ilkelerine çok büyük bir önem veren bir bilim tarihçisi olarak onu çok
üzüyor ve kızdırıyordu.
Fuat Sezgin Hoca uluslar arası
bilim camiasında daha genç yaşta haklı bir şöhret kazandı. Çok sayıda fahri
doktora ünvanına ve saygın ödüle layık görüldü, hatta almayı reddettiği ödüller
dahi oldu. Ama hiç bir taltifin onu, çok sevdiği ülkesinden son yıllarda
gördüğü iade-i itibar ve Türkiye’de kendi gözetiminde kalıcı kurumlar
oluşmasına şahit olmak kadar mutlu ettiğini sanmıyorum. Bu yüzden son yıllarını
adeta Türkiye’de kalıcı bir iz bırakma hedefine tahsis etti. Umarım hayalleri
gerçek olur, kurduğu kurumlar onun ömürlük eserini doğru anlayıp, doğru
konumlandırabilecek ve bıraktığı yerden devam edebilecek alimler yetişmesine ve
Müslümanların bilimler tarihindeki yerinin ve geliştirdikleri bilim anlayışının
geniş kitleler nezdinde tanınır olmasına hizmet eder. Kendisi bir Müslüman
evladı olarak atalarının tarihsel başarılarıyla gurur duyan bir alimdi, ama
Müslümanların veya İslam medeniyetinin üstünlüğünü ispatlamak gibi bir davası
yoktu. Son tahlilde, Müslüman alimlerin çizdikleri haritalarıdaki mucizevi
isabetle gurur duysa da, bu alimlerin torunlarının harita okumaktan dahi aciz
bir durumda bulunmasından utanıyordu.
Bilim tarihine dair çalışmalarının bazı
Müslüman çevreler tarafından böyle bir apoloji istikametinde yorumlandığını
görmekten rahatsızlık duyduğuna çok kez şahit oldum. O dürüst bir tarihçi
olarak sadece tarihî hakikatin peşindeydi ve ortaya çıkardığı hakikatler
Müslümanların geçmişi açısından yüz akı olduğu için de mutluydu. Onun hareket
noktasını, pür ilmî faaliyetin kültürel ve dinsel kimlikleri aşan bir karaktere
sahip evrensel nitelikli bir bayrak yarışı olduğu ve hangi milletten olursa
olsun ilim ehlinin tek bir aile olduğu temel kabulleri teşkil ediyordu. Tam da
bu nedenle Ortaçağ ve sonrasında İslam düşmanlığı veya bilimsel yetersizlik
gibi marazi saiklerle Müslümanların ilmî başarılarının üstünün örtüldüğünü
deşifre ediyor ve bilim tarihçileri arasındaki Müslüman düşmanı kültüralizme
karşı mücadele veriyordu. İlim camiasının ve Hocamızın miras bıraktığı
kurumların en öncelikli misyonu, onun bu ilmî davasının bekçiliğini yapmak ve
onun çalışmalarının kendi temel kabullerine aykırı bir Müslüman kültüralizmine
kurban edilmesine fırsat vermemektir. Böyle bir gelişmeyi görmek en çok onu
üzerdi zira. “Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Yılı” olarak ilan edilen 2019’un
onun sağlıklı çizgisinin doğru anlaşılmasına ve yaygınlaşmasına vesile olmasını
diliyorum.
Fuat Sezgin, boşluğu
doldurulamayacak dev bir çınardı; bu fani dünyada payına düşen zaman diliminde
inanılmaz işler başararak bizlere veda etti. Allah rahmet eylesin.